Ayşe'm
Sabah okula giderken evlerimizin kapılarının önünde sadece bir an baktık birbirimize. Babamın parmaklarının izi vardı yüzümde biliyordum. Ama Halil Efe hiçbir şey olmamış gibi yanaştı yanıma, elindeki poğaçanın yarısını bana böldü. Daha taze olduğundan annesi fırından çıkarırken üzerinden aldığını söyledi. Poğaçadan bir ısırık alıp yanına düştüm.
"Çantamda daha fazlası var. Annem öğlen seninle birlikte yiyelim diye koydu."
"Hiç okula gidesim yok!"
"Ee gitmeyelim o zaman?"
Gitmeyip de ne yapacaktık ki? Elini uzattı, ne istediğini anlamadım. "Elini tutabilir miyim?" diye sordu. Nedenlerini sorgulamadım. Elimi verdim. Minibüslerin kalkış noktasına doğru koşmaya başladık. O hengâmede elimizde ki poğaçaları da bitirmiştik. Minibüse atlayıp da yan yana oturduğumuzda nefes nefeseydik. "Nereye gidiyoruz ki?" diye sordum. Bizim kasabada olmayan deniz, bize çok yakın kasabaların birçoğunda vardı. Sahili en güzel olanlardan birine gidiyorduk. Denize girecektik.
"İyi de benim mayom yok ki." Zaten hiç de olmamıştı. Babam bizi denize götürdüğünde çok küçüktüm. O zaman da mayo ile değil de çamaşırlarımla girmiştim. Daha sutyen takmadığım için atletimle girmem de normaldi. Omzunu silkti Halil Efe. Önemsemediği her şeye karşılık yaptığı gibi...
"Ne olmuş yani? Benim de mayom yok!"
Eşittik. Minibüs paralarımızı o vermesine rağmen ikimizde kıyafetlerimizle denize girdik. Hava sıcaktı nasılsa kururduk. Kumlara oturduk, üstümüzün başımızın batmasına izin verdik. Emine Teyze'nin poğaçalarını yedik. Deniz kabukları topladık. Ve öpüştük...
Halil Efe'nin parkta bir kızı öptüğünden bahsedişi hiç düşmedi hatırıma. Sadece beni öptüğünü düşünmekten başkasını düşünmedi saf aklım. Sırılsıklamken kıyafetlerimizin içinde, beni kucağına alıp alıp denize fırlatırken öpmeye karar vermesi şaşırtıcıydı. Sarılmıştı öperken. Eli sıyrılan gömleğimin bıraktığı bel boşluğumda sıcacıktı. Islak tenimi kurutan bir buhar gibi... Dudaklarımın tatlı olduğunu söyledi. Utandım. Ve yumuşaklarmış. "Herhalde biraz kalın olduklarından," dedi. Bu iyi bir şey miydi bilemedim? Dudaklarımın kalın olması... Onunkiler inceydi benimkiler kalın... Onunkilerin daha tatlı olduklarından öylesine emindim ki bunun iyi bir şey olmadığına karar verdim.
"Sert mi olmalıydı?" diye sordum.
Güldü. "Fark etmez yine de öperdim," dedi. Yine de anlayamadım. Bana net söylemeliydi. Dudaklarımın şekli tam olarak olması gerektiği gibi miydi?
"Yumuşak olmasa daha mı çok isterdin öpmeyi?"
"Bundan daha çok istediğim bir şey hatırlamıyorum."
"Bu ne demek?"
"Güzel bir şey demek... Seninle benim aramda güzel şeyler olacak demek."
"Evlenmek gibi mi?"
"Evlenmeyi de nereden çıkardın?"
"Annen söyledi. Bizi evlendirmeyi istiyormuş. Üniversiteyi kazandığımızda, İstanbul'da. Çocuğumuz olursa da gelir bakarmış, biz okula gidelim diye."
Kaygılı dinledi beni, sonra bir kahkaha patlattı. "Güzel olurdu," dedi.
Sevindim. Bu defa beni öptüğünde ise ben de onu öptüm. Pek bilmiyordum bu işleri ama olsun, Halil Efe iyi hissettirdiğimi söylediğinden daha fazlasını düşünmedim.
Bu defa kuruduktan sonra döndük evlerimize. Bir başka sürpriz olmasın diye de üstümüzün başımızın falso vermemesine dikkat ettik. Matbaa ya gitmeyecek olduğum için biraz kırık olsam da o güzel gün hatırına bunu dert etmemeye karar verdim. Tahta kapımızdan içeri avluya girdim. Arkamı dönüp eve girmemi bekleyen Halil Efe'ye el salladım. Komşu kadınların bahçemizde oluşturduğu kalabalığı fark etmeden... Başımı çevirdiğimde annemle göz göze geldim. Ağlıyordu! Aklıma ilk Ümit düştü. Elinde topacı ile kömürlüğün kapısının ağzında komşu çocukları ile oynadığını görünce rahatladım. Ümit'e bir şey olmadı ise bizim evde başka kimseye bir şey olmazdı. Kalabalığın içinden çıktı Emine Teyze, "Seni bize götüreyim Ayşen. Babana çorba pişirelim. Et suyu iyi gelir," dedi.
"Babama ne oldu Emine Teyze?"
"Hasta biraz..."
Saçmaydı. Babam hasta olmazdı. Hiç olmamıştı. Peşine takılıp onlara gittim. Halil Efe daha eve girmemişti bile. Bahçede ki yabani otları yoluyordu. Beni görünce oda şaşırdı. "Ne oldu anne?" diye sordu. Utana sıkıla cevap verdi Emine Teyze.
"Metin Amca'nın bacağının üzerine makine düşmüş, bir süre yürüyemeyecek."
***
Babam bir süre gerçekten de yürüyemedi. Bacağının kesilmesi kararından sonra daha aksi, daha huysuz bir adam oldu. Çekilmez halleri annemin canına tak etse de hiç ses çıkarmadı. Babamın nazını niyazını, küfrünü, ötelemesini hep çekti. Eve giren tek para artık benim matbaadan kazandığım olacak olunca da babam matbaaya gitmeme ses etmedi. Annem ise civar kasabalara temizliğe gitmeye başladı. Ümit ise evde babamla kalıyordu. Daha çok tütün içer oldu babam. Sezai Amca ise daha çok harçlık vermeye başladı bana. Emine Teyze daha çok getirir oldu pişirdiklerinden. Annem utana sıkıla kabul ederken gelen yiyecekleri, hep komşu tabağı boş döndü. Eskiden bahçemizdeki üzümlerden bırakırdı o boş tabaklara. Artık o üzümleri pazar günleri çarşı pazarında satmaya başlayınca üzümler de kıymetlendi.
Ben ne zaman elimde bir tabakla kapılarında olsam beni içeri aldı Emine Teyze. Pişirdiği kurabiyelerden, bazen keklerden ikram etti bana. Halil Efe varsa evde, onunla birlikte yiyeyim diye odasına taşıdı ikramlarını. "Derslerine çok iyi çalış aman Ayşen," dedi durdu hep.
O günler Halil Efe ile aramızdaki şey daha bir belirgin olmaya başladı. Yaz bitti yeniden okullar açılmaya başladı. Halil Efe beni sağda solda daha çok korur oldu. Benimle birinin ilgilenmesine fırsat tanımayan koruyucu tavırlarını ayan beyan sevgililerinki gibi değiştirdi ki herkes bilsin. "Adım çıkarsa ya, " diye sordum bir gün.
"Çıkarsa çıksın. Nasılsa benimsin!" dedi. Bu hoşuma gitti. Sezai Amca'nın "Kadın da erkek de bireydir," sözüne rağmen hem de. Birine ait olmak fikri sardı sarmaladı beni.
Yine o günlerde Halil Efe'nin bana hitabı da değişti. Artık "Ayşen," değil de "Ayşem," demeye başladı. Bunu bir aitlikle söylerken adım böyleymiş gibi sindi içime. Daha çok sevdim babamın koyduğu adın yeni halini.
Tabii o yıl Halil Efe için çok önemliydi. O üniversite sınavlarına hazırlanıyordu ve ne kadar çok çalışması gerektiğini iyi biliyordu. Bana hep, "Bizim için çalışıyorum," diyordu. İkimiz için çalışıyor olması beni de galeyana getirdi. Daha bir yılım var olmasına rağmen onunla birlikte üniversite sınavları için çalışmaya başladım. Her zaman ondan daha çalışkan olmama rağmen onun bir sınıf üstte olması sebebiyle bazı soruları benden daha iyi çözdüğü bir gerçekti. Kitaplarının üzerini karalamazdı ki sonra ben de çözebileyim. Ondan bana geçerdi biten her kitap. Tommiks kitaplarının yerini alan yeni kitaplarımız üniversite hazırlık kitapları idi.
O sırada Halil Efe'nin sınıf arkadaşları, on sekiz yaş torpili ile malum filmlere gidip ertesinde ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Halil Efe'nin torpile ihtiyacı yoktu çünkü o zaten on sekiz yaşındaydı. "Ama senin için torpile ihtiyaç var," dedi.
"İyi de o filmlere hiç kızlar gitmiyor ki," dediğimde Halil Efe o kendinden emin duruşu ile bana terslendi.
"Kızlar ile erkekler her zaman aynı şeyi yapabilirler Ayşem. Kızlar ile erkekler arasında fark yoktur."
"Ne yani kızlar da ayakta işeyebilir mi?" diye onunla alay edecek oldum.
"İsterlerse işerler tabi ama donları ıslanabilir," diye cevapladı beni gülerek. Bizim böylesi muhabbetlerimiz bizi hep daha çok güldürsün diyeydi. Gençliğimizin özgür söylemleri bu aptal laflardı işte. Birbirimizin yanında pek hesap kitap yapmayışımızdan...
Beni yine ara sıra öptüğü olurdu. Bunu yaptığı ortamlar genelde kimsenin bizi görmesinin mümkün olmadığı yerler olurdu ve çoğunlukla da onun odası. Bir keresinde Emine Teyze bizi öyle yakalayınca beni odasında öpmeyi bıraktı. Matbaa 'ya kitaplarını taşıyıp babasının ofisinde çalışırken matbaanın boş saatlerini kollamaya başladı. Babası kapının önünde otururken makinelerin arkasında sıkıştırıyordu bazen. Yapmamasını söylesem bile bunun için fırsat kollayanın yalnız o olmadığını biliyordum. Fazlası yoktu. Beni öpmesi, benim de onu öpmem şimdilik yetiyordu. Hiçbir zaman daha fazlasını isteyecek kadar uzun süre öpüşmediğimizden hep hevesimiz kursağımızda, bir sonraki seferi beklemeye başlardık.
O gün Halil Efe'nin yanında meşum sinemadan içeri girdim. Söylediğim gibi sinemadaki tek kız bendim. Halil Efe için bu hiç önemli değildi. Bizim kasabada kadınları hep dışlıyorlardı zaten. Arka sıralardan birine oturduk. Salon çok dolu değildi ama yine de doluydu. Başını çevirip çevirip bakanlardan birine terslendi Halil Efe. Birine de gözlerini oyacağını söyledi. Bir daha kimse bakmadı bize... İçlerinden biri "Adam yanında getirmiş malzemeyi," dedi. Anlamadım! Film başladı. Yarı çıplak bir kadının oturduğu loş bir mekânda, içki yudumlaması ile başladı film. Ne çıkacağının çok farkında değildim. Bir adam geldi yanına. Elini izinsiz eteğinin altına soktu. Bir fermuar sesi duydum. Etrafıma bakındım. Halil Efe ile göz göze geldim. Bir daha ekrana dönemedim. Kulağıma değen seslerin yoğunluğu ile elimden tuttuğu gibi çıkardı beni Halil Efe. Koşarak çıktık sinemadan. Hatta koşmaya o kadar uzun süre devam ettik ki matbaadan içeri girdiğimizde pancar gibiydik. İçeride sadece Hakan vardı. Bir iş için çıkacağını beni beklediğini söyledi. Erken geldiğim için memnundu. Halimizi fark etmeyip bizi orada bırakıp çıktı. Ofise geçtik. Sezai Amca yokken olduğu gibi onun koltuğuna oturmadı Halil Efe. Rahatsız sandalyelerden birine oturdu.
"Ben böyle olacağını tahmin etmemiştim," dedi. Karşı karşıyaydık. Utancımdan yüzüne bile bakamıyordum. "Abartıyorlar sanıyordum."
Biz koşarken arkamızdan söylenen birkaç iğrenç sözü hatırlayıp daha da utandım. "Özür dilerim," diyene kadar Halil Efe. Öyle masum, öyle habersizdi ki onca çapkınlıklar, beni sıkıştırarak öpüp durması bunların her biri onda saf bir tavır olarak kaldı hatırımda. Halil Efe yaşıtları gibi değildi. O filmlere ilk kez gidiyordu ve ilk öptüğü kız ben olmasam da bundan fazlasını yapmaya cesaret ettiği ilk kız olduğuma emin oldum.
"Önemli değil, bir daha gitmeyiz olur biter," dedim. Kahkahalarla gülmeye başladık. Sezai Amca geldiğinde neye güldüğümüz hakkında tek bir fikri yoktu.