8

3282 Kelimeler
Kül Kedisi O sene Halil Efe ile poyrazlı yılları çoktan geride bıraktığımızın ispatı hep yan yanaydık. Artık ne Yahya vardı, ne Lale ne de diğerleri. Biz vardık işte... İkimiz. Teneffüs zili çaldı mı birbirimizi sınıflarımızın önünde beklerdik. Bahçede birlikte dolanırdık. O top oynarken bir köşede izlerdim. Kızlarla takılmadığım bilmem kaçıncı sene sonrası yalnızlığı en çok Halil Efe ile sevdiğimi fark ettim. O yokken arkadaş edinemeyişime kızıp dururken, o varken bundan hiç yakınmadım. O sene Halil Efe'nin yakın temasları da gözüme batar oldu. Soğuk soğuk terlememe sebep hareketleri vardı. Kolunu omzuma atmak, yanağımdan makas almak gibi... ve saçlarımı koklamak... O koklayacak diye soğuk suyla yıkanan saçlarım yüzünden koca bir seneyi sürekli grip olarak geçirdim. Hatta gribim arttı ve yarıyıl tatilinde zatürre teşhisi ile hastaneye kaldırıldım. Bünyem güçlüydü ama hastane masraflarına katlanamayan babamın bünyesine ters gelen bir hastalığım vardı. Hastane masrafları ödenemedi. Ne yaptı etti yine Sezai Amca ödedi. Eve çıktığımda tavuk suyuna çorbalar yaptı getirdi Emine Teyze, meyveler taşıdı poşet poşet. Kömürlüğümüze kömürlüklerinden çuval çuval odun taşıdı Halil Efe. Nihayet iyileştim ve on gün gecikmeyle okula başladım. Annem saçlarım için sobanın üzerinden su almamı şart koştu. İllaki güzel kokan kadınların parfümlerinin olduklarından bahsetti. Ona kokmaktan hiç bahsettiğimi hatırlamıyorum. Utandığımda, saçımı okşayıp "Bakalım o da her gün senin için saçlarını yıkıyor mu?" dedi. Kim diyemedim, reddedemedim. Kabullenişe çıkan sükûnetim ile odama gizlendim. Ve bir gün parfümüm olup olmayacağının merakına düştüm. O yıl üstüm başım gözüme daha pespayeydi. Ayakkabılarım döküktü. Sezai Amca kış çıkmadan bana bir bot almış olmasa o ayakkabılarla hasta olmaktan değil Halil Efe'nin yanında dolanmaya devam etmekten endişe ediyordum. O yılın sonuna doğru sene sonu partisi yapacakmış Halil Efe'nin sınıf arkadaşları. Bunun için mekânda birinin evi olacakmış. Babası olmayan, dul bir kadının oğluydu ev sahibi. Annesinin hakkında kötü söylemler olduğundan haberdardım. Ancak işin önemli tarafı orası değildi. Halil Efe partilerine beni de davet etti. Sınıf arkadaşlarının içinde olmamam gerektiğini bahane ettim. Sonra da kılığımı... Hiç yorum yapmadan şımarık bir ısrarla gelmemi isteyip durdu. Matbaada da babasına beni ikna etmesini söyledi. Babası çoğu kez bize öğüt verdiği o sözcüğü tekrarladı, "Saygı duy arkadaşına Halil Efe!" Sezai Amcanın en çok kullandığı şeydi saygı. Sayınca her şey hallolurdu ona göre. Yıllar sonra anlayacaktım haklılığını. O günlerde bir akşamüzeri matbaadan çıkarken elime bir torba tutuşturdu Sezai Amca. "Emine Teyze'ne bırakırsan sevinirim kızım," dedi. Bizim evin karşısında ki avludan geçip Emine Teyze'nin kapısını çaldım. Çocukken o bahçede çokça oynarken geride kalan zamanlara inat yabancılaşmamış olmasını garipsedim. İçeri girmemi istedi Emine Teyze. Israr edince girdim. Portakallı kurabiye yapmış. Bahar sonunda olmamıza rağmen portakallı bir şeyler yiyecek olmak güzel geldi. Yanında ikram edilen bir bardak meyve suyu ile kurabiyelerden bir tane yemiştim ki, dantellerle çevrilmiş yeşil renkli koltukta yanıma ilişti Emine Teyze. Dizime dokunup "Parti varmış?" dedi. "Hı, Halil Efe'lerin." "Sen de gidiyormuşsun dedi Halil Efe." "Yok, o öyle istiyor da ben gidemem." "Niye? Gündüz vakti ne olacak? Babandan mı çekiniyorsun?" Peş peşe sorulan sorulara ne desem de Emine Teyze'nin ısrarından kaçsam diye düşündüm. Babamı bahane edebilirdim ama söylediği gibi gündüz vakti babam benim nerede olduğumu ne bilecekti ki? Yine de yalan söyledim babamın adını yumurtlayıverdim. "Annen bilse yeter bence, bazen babalar bilmese de olur. Mesela benim bildiğim ama Sezai'nin bilmediği bir sırrımız var Halil Efe ile." "Öyle mi?" sırrın merakında gözlerimi diktim. Tabii ki de kadın bana bundan bahsetmeyecekti. Bunun azabında itiraf ettim. "Halil Efe'nin sınıfında ki kızlar hep çarşı mahalleden. Çok güzel kıyafetleri var. Gidemem ben böyle," dedim üzerimde ki tülbent gibi incelmiş bluzu gösterirken. "Ayarlarız bir şeyler, sen orasını dert etme." Elimden tuttu. Koyu ahşap rengi gardırobundan taa lise zamanında kalma olduğunu söylediği sarı renkli bir elbise çıkardı. Etek boyu kısacıktı. Giyemeyeceğimi söyledim. Babamın böyle bir eteğe asla izin vermeyeceğini de tabii. Babamı boşvermemi söyledi bir kez daha. "Ama babam o benim," dedim. Elbiseyi üzerime tutarken konuşmaya başladı. O sarı bukleleri neşe içinde oynuyordu konuşurken. Koyu kahve gözleri ışıl ışıldı. Çok güzel kadındı, tıpkı Sezai Amca gibi güzel de bir gönlü vardı. Birbirlerine bu kadar layık olduklarını düşündüklerim başka hiçbir çift yoktu. Aklımdakilerden habersiz benim babama sahip çıkışıma cevap verdi Emine Teyze. "Babama kalsa bende Sezai ile evlenmemeliydim. Biz liseden beri sevişirdik." Başımı eğdim, son sözü biraz titretince içimi. "Utanma," dedi kendinden emin. "Bu ayıp değil." "Değil mi?" Saflığıma anlamlı tebessümlerle baktığını gördüm. Anlayışlı kadındı ve belki annemden bile çok. Annem bu kadar açık seçik asla konuşmazdı çünkü. "Tabii değil. Bu yıllar bir daha gelmez. Üstelik ben sizi Halil Efe ile çok yakıştırıyorum." "Nasıl?" "Senin de ondan hoşlandığından eminim. Hem de çocukluğundan beri. Çok güzel ve akıllı kızsın sen Ayşen. Dünya güzelisin. Derslerin de çok iyiymiş duyuyorum. Üniversiteyi kazanırsın, Halil Efe de kazanır. Evlendiririz sizi." "Evlendirir misiniz?" "Benim İstanbul'da bir evim var. Orada oturur okula birlikte gider gelirsiniz. Bir çocuğunuz da olursa gelir bakarım ben. Siz okula devam edersiniz." "Biz evlenmek için çok küçük değil miyiz?" "Şimdi evet, birkaç sene sonra tam vakti!" "Ama biz arkadaşız." "Külahıma anlat sen onu. Böyle arkadaşlık mı olur? Ergenlik çağı gençlerin kalbi uslu durmaz. Sizin ki niye dursun? Hadi bakalım. Bu elbiseyi al, partiye sen de git. Halil Efe'yi biliyorsun sonra kızlar kandırıyor onu." Korktuğumu fark ettim. Emine Teyze benim bu korkularımdan çoktan haberdardı sanki. Körükleyerek beni ikna etti. Elbiseyi onda bırakıp çıktım. Partiye gitmeden önce gelip giyecektim. Ertesi gün de böyle yaptım. Halil Efe'ye gelmeyeceğimi söyleyip soluğu Emine Teyze'nin yanında aldım. Saçlarımın örgüsünü çözdüğü, bana ince çorap giydirdiği, yanağıma allık dudaklarıma ruj sürdüğü o günü sağ salim atlatmayı hedef koydum. Atlatırsam şükür namazı kılacaktım. *** Okula yakın bir sokaktaydı partinin yapılacağı ev. Kapıyı çaldığımda okuldan tanıdığım bir sima karşıladı beni. İçeride yoğun bir sigara kokusu vardı ve sınıf mevcudunun tıkış tıkış olduğu evde Halil Efe'yi içki içerken buldum. Halil Efe sigara içmeye yenilerde başlamıştı ama içki içtiğini sanmazdım. Beni görünce irkildi. Arkamdan bir çocuk ıslık çaldı. "Kız ne olmuş sana?" deyince elimden tutup beni kendine çekti Halil Efe. Kolunu omzuma attı. "Alırım boyunuzun ölçüsünü," diye tehdit etti. Başını eğdi, gözüme yüzüme dikkatle baktı. "Kim sürdü kız sana bunları?" "Annen." "Çok yakışmış." "Vallahi mi?" "Yemin mi edeyim yani?" "Ruj süren kadınlara orospu der babam. Sence de öyle değil mi?" Güldü. "Hiç orospu görmedim." O öyle söyleyince gülüşüme mani olamadım. Elindeki içkiyi uzattı. İçmemi istedi. İçmeyeceğimi söyledim. "Bence sen de içme. Baban bir şey diyebilir." "Merak etme o saygı duyar." Saygı duyulacağını bilmenin kattığı özgürlüğe imrendim. Bir köşede laflayan grubun arasına soktu beni Halil Efe. Bir kızdan bahsediyorlardı. Daha lisede kürtaj olmuş, hamile olduğu adamı bilmiyormuş diye kınıyorlardı. Kınayan kızlardı... Erkekler başka türlüsü ile ilgileniyordu. Müzik açtı birileri, salonun orta yerinde zıplayarak dans etmeye başladı bir grup. Onları izledik. Dans etmekten hiç anlamadığım için komik göründü hareketleri gözüme. Benim güldüğümü görünce Halil Efe müziği değiştirdi. Yabancı ağır bir müzik çalmaya başladı. Benimle dans etmek istediğini söyledi. İnanmayıp güldüm. "Sen dans etmeyi nereden biliyorsun?" "Yazın dayım beni birkaç kez dansa götürdü." "Kiminle dans ettin ki orada?" "Hayalinle..." elimden tutup çekti. Elleri belime dolandı. Benimkilerin nereye konulacağını önce söyledi sonra ellerimden tutup yerleştirdi yerlerine. "Bir şey yok," dedi bilmiş bilmiş. "Sağa sola sallanıyorsun." "Öyle mi yaptınız?" "Kiminle?" "Hayalimle..." Güldü. "Yok," dedi dudağının bir tarafını yukarı doğru ittirerek kaşlarını kaldırdı. "İzledim ben sadece." "İzlemek için mi gittin?" "Kızlara bakmak için gittim zaten." "Kızlara bakmaktan ne zaman vazgeçeceksin acaba?" "Ölünce... Erkeğim ben bilmem farkında mısın?" "Erkek olunca ne oluyor?" "Kızlara bakmayı canın istiyor." "Saçma..." "Mesela senin canın istemiyor mu?" "Kızlara bakmak hiç eğlenceli değil." "Ayşen, onu kast etmiyorum. Bir gün bir erkekten hoşlanınca canının istediği bir şeyler olacak." "Ne gibi?" "Öğrenirsin o zaman." "Saçlarını koklamak, elini tutmak ve öpmek gibi diyorsan bunları senden yeteri kadar izledim." "O zaman küçüktüm. Şimdiki aklım olsa boşa zaman harcamazdım." "Ne yapardın?" "Beklerdim." "Neyi?" "Büyümeni!" Büyüdüğümü duymuştum. Hem de ne kadar zaman beklediğimden habersiz bir adamdan. 15 yaşında koca kızdım ben artık. Hatta annem nasıl yapıyorsa hep beni bir yaş daha fazla çıkarırdı. Ona göre on altıydım ben. Halil Efe ile ilk kez dans etmenin en güzel tarafı ona sarılmak kadar yakın olmuş olmamdı. Ağzıma doğru uzatılan içkiden aldığım ilk yudumdan sonra da Halil Efe'nin büyüsü daha etkili bir hal almaya başladı. Verilen içkilerin hepsini sonuna dek içtim. Halil Efe'yi çift görüyor olmamın iyi bir şey olduğuna kanaat getirip sarhoş olmanın dünyanın en güzel duygusu olduğunu sandım. Bir tane değil iki taneydiler ve bana bunca zaman yetemeyen Halil Efe nihayet yetecekti. Biri dostum olacaktı. Diğeri şu sevgili denen şey... Halil Efe'nin sevgilim olması fikri körpe kalbimin üç buçuk atmasına, korku ile heyecanın birbirine karışmasına neden oluyordu. Halil Efe'ye göre; korkmak da heyecan duymanın bir parçasıydı. Birileri ayıp hikâyeler anlatıyordu, biz gülüyorduk. Evin salonunda yere oturmuştuk ve ben neredeyse Halil Efe'nin paçalarının arasındaydım. Eteğim açılmasın diye etek uçlarımı tutarken parmakları bacaklarıma değiyor diye ürperiyor ama o parmakların bacaklarımın üzerinden çekilmesini istemiyordum. Ara sıra nefes alış verişinin kuvvetlendiğini duyuyordum, fark ediyordum ki saçlarımı kokluyor. Bu defa kabıma sığmıyordum. Hissettirdikleri öyle tadı uç şeylerdi ki, babamın evimize hiçbir zaman alamadığı yiyeceklerin topu gibiydi. Babama bazı tatların paraya ihtiyaç duymadığını söylersem beni anlayıp anlamayacağını merak ettim. Bunu bilmeliydi. Özellikle de anneme parası ile alamadığı her şeyi böyle verebilirdi. Daha on yedisinde bunu bilen bir çocukken Halil Efe, babamın bilmiyor oluşuna üzüldüm bile. Daha çok içtim, Halil Efe'yi daha çok sayıda gördüm. Art arda hıçkırmaya başladım. Bedenimi ona daha çok yasladım, eteğim açılacak diye daha çok korksun istedim. Sırtım göğsüne değdiğinde yaslandım. Emine Teyze'nin, okul bitince İstanbul'da üniversiteyi kazandığımızda olacakların vaadinin hayaline düştüm. Kim bilir İstanbul'da ki evleri nasıldı. Çeşmelerden su taşınmadığına, muslukları olan banyoları olduğuna emindim. Sobalarının parlak kahverengi yüzeyli, fırın gözleri olan şu pahalı olanlardan olduğuna da... Tavanların yer yer siyah küflerle kaplı olmadığına, pencerelerinden kışın ıslık sesleri gelmediğine, sıcak uyunduğuna... Başımı çevirip Halil Efe'nin yüzüne baktım. Hararetle anlattığı şey bir futbol maçıydı. Evlerinde televizyonları olan herkesin ortak noktada konuştukları bana hayal alemi gibi geliyordu. Bunu hiç belli etmedim. İzledim onu bir süre, son kez görüşüm gibi içime çeke çeke. Birileri sinemalara gelen filmlerden bazılarının on sekiz yaşının altında kimseyi almadığından bahsediyordu. Birinin teyzesinin oğlu o sinemalarda bilet kesiyormuş. Eğer istersek bizi içeriye sokabilirmiş. Kendisi öyle filmlere defalarca girmiş. Herkes etrafına toplaştı bu vaat karşısında. Halil Efe'de onlara katıldı. "Bizde gideriz değil mi Ayşen, bizde gideriz?" diye defalarca sordu. On sekiz yaşına bir yıl kalmıştı. Benim ise daha üç senem vardı. O gidebiliyorsa benim gidemiyor olmam gururuma dokunurdu. "Gideriz," dedim. Biletin parası düştü aklıma, söylediğime pişman oldum. Beni duymuş gibi arkadan kulağıma eğilip "Ben alırım biletleri," dedi. Parti bitti. Okulun çıkış saatinden daha erken bir vakitte. Ayaklarımız dolaşarak Halil Efe'nin evine doğru yürümeye başladık. Üzerimi yine orada değiştirecektim ve sarhoşluğum geçene kadar orada bekleyecektim. Emine Teyze içki içtiğimiz için kızacak diye telaş etmeme rağmen annemden ya da babamdan daha çok çekindiğim bir hakikatti. Hele ki babamdan! Kemiklerimi kırardı. Bizim evden görünme ihtimaline karşılık dikkatli ve Halil Efe'nin bedeninin siperindeydik. Aptal saptal gülüyorduk. Neye güldüğümüzü hatırlamak ne mümkün? Tökezleyip düşecek gibi oluşum bilhassa Halil Efe'nin katılarak gülmesine neden oluyordu. "Dayanamıyorum," diyordu. "Düşen birini görünce o ne halde olursa olsun beni bir gülme alıyor." Elbette bunu biliyordum. Çocukluğumdan bu yana ne zaman düşsem, elimden tutup kaldırırken bile güldüğünü. Kapılarını çaldığımızda karşımıza çıkan yoktu. Emine Teyze evde yok diye beni alan panik Halil Efe'nin umurunda bile değildi. Pencerelerin her birini evin dört tarafını da dolanarak denedi ve bir tanesini iteleyip açtı. İçeri girmem için tırmanmam gerekiyordu. Öyle boylu poslu kızlardan olmadım hiç. Hep orta boy sınıfındaydım. Halil Efe'nin ise sırık gibi boyu vardı. Menteşelerden tutunsa, bacağını içeri doğru atması mümkündü. Kucağına almayı teklif etti. Eteğimin açılacağını söyledim. "Nasılsa benden başka kimse yok açılırsa açılsın," dedi. O zaman anladım ki biz birbirimize herkesten daha çok yakındık. Kucağına almasına izin verdim. Güçlüydü, ıh demedi beni yukarı doğru kaldırırken. Dikkat etmemi istedi, bir yerimi çizmememi, canımı acıtmamamı... İçeri girdiğimde ben de ona elimi uzattım. Yardım sırası bendeydi. Hiç ihtiyacı olmamasına rağmen elimi tuttu ve onu çeken sanki benmişim gibi davrandı. Gerçekçiliğinin kaybolduğu zamanlardaki şapşal suratı ile alık alık bana baktı bir süre. Sonra gülmeye başladı. O güldü diye öyle bir güldüm ki sonunda karnım ağrıyınca sustum. Halil Efe'nin odasının içine düşmüştük. Bizim de Ümit ile odalarımız vardı ama asla Halil Efe'ninki gibi değil. Onun demir başlıklı yatağı vardı bizim yer süngerlerimiz. Çalışma masası, kendisine ait dolabı... Bizim kıyafetlerimiz sepetlerin içinde dururdu. Annem tertemiz yıkar çırparak asar, sonra gererek katlardı. Ben de onun gibi yapardım. Böylelikle ütüye lüzum kalmazdı. Zaten bizim evde ütü de yoktu, elektrik de... Oturmamı istedi. Kıyafetlerimi bulup getirdikten sonra üzerimi değiştirebileceğimi söyledi. Önce sarhoş olduğumun belli olmaması gerektiğini söyledim. "Bu mümkün değil," dedi karşımda dikilirken. Elimi belime koyduğumu hatırlıyorum. Meydan okurcasına sorduğumu. "Neden mümkün değil?" "Gözlerin kan çanağı, yanakların pespembe ve göz bebeklerin kayıyor." "Geçmez mi?" "Sanmam... Sabaha ancak! İstersen soğuk su dökelim başından. Bir de acı kahve çiğne." "Sen bunları nereden biliyorsun?" "Babam sarhoş olunca annem hep böyle yapar." Benim babam eve hiç sarhoş gelmezdi. Tütün içerdi mutlaka ama içki asla... Günahtı bir kere. Günahtan çok korktuğunu söylerdi. Daha doğrusu Allah'tan çok korktuğunu söylerdi. Allah'tan korkulması gerektiği bana anlamsız gelirdi o zamanlarda! Sevmek lazım geldiğine emindim. Korkulacak kadar kötü biri olmadıkça... Teklifini kabul ettim. Banyolarına geçtim onunla birlikte. Duvarların yarısına kadar mavi fayansları vardı. Ve küvetleri... Küvetli banyolardan haberdar olsam da evimizin yakınlardaki evlerin buna sahip olduklarından bir haberdim. Başımı küvete doğru uzatmamı istedi, bir kovaya su doldururken. İstediğini yaptım. Elinde ki maşrapa ile başımdan aşağı su dökmeye başladı. Çığlık atarak, "Çok soğuk, çok soğuk," diye ayaklandım. Etrafa su damlatırsak annesinin çok kızacağını söyledi. Başımı kurbanlık koyun edasında uzattım. "Üzgünüm, sıcak olanından dökmek isterdim ama mayışmanı değil ayılmanı istiyoruz değil mi?" dedikten hemen sonra art arda suları tepemden boca etmeye başladı. Bir havlu sardı başıma, havluyu saçlarıma sürterken uzanıp burnumdan öptü. Bunu neden yaptığını sordum ona. Omzunu silkerek "Canım istedi," dedi. Artık canının beni öpmeyi istemesinin ne güzel şey olduğunu söyledim. İki kaşık kahve yedim ve üzerimi değişip beklemeye başladım. Evlerinin salonunda yan yana otururken uyuyakalmamız ise tamamen bedenlerimizin tazeliğinin bize oyunuydu. İçki içecek insanlar değildik biz. Gözlerimi açtığımda tepemde Sezai Amca ve Emine Teyze vardı. Bense oturduğum yerde Halil Efe'nin omzunda uyumuştum. Utandım! Ama yerini başka bir duygu alınca bu meseleyi unuttum. "Baban her yerde seni arıyor Ayşen!" Emine Teyze, yetişmesi gereken acil bir baskı için kocasına yardıma gitmişti. O yüzden de ancak onunla birlikte dönebilmişti eve. Böylelikle daha uzun saatler uyuyabilmiştik ve eve gelmediğim için babam ortalığı birbirine katmıştı. Matbaada Sezai Amca'nın üzerine yürümüştü. Çünkü Sezai Amca parti olayını biliyordu ve babama beni kağıt almaya gönderdiğini söylemişti. "Gel hadi götürüp teslim edeyim seni," dediğinde uzattığı ele elimi verdim. Sezai Amca elimi tuttuğunda daha az korktuğumu hissettim. Halil Efe ayaklandı. "Ben de geleceğim." Annesi oturtmaya çalıştı. "Döver şimdi babası. Bu defa buna müsaade etmem, benim yüzümden uyuyakaldı. Ben içki içirdim ona." Babası kararlı bir sesle durdurdu oğlunu. "Henüz baba ile kızın arasına girebilecek insan tipi icat edilmedi. Ben teslim edeceğim. Sen de burada bekleyeceksin. Ardım sıra gelirsen, Ayşen'in seninle olduğunu öğrenir ve görüşmenize bir daha müsaade etmez." Halil Efe geride kaldı. Sezai amcanın yanında tahta kapılı avludan geçtik. Kuru otlardan başka bitkinin olmadığı bahçemizin kapısında oturuyordu babam. Öfkeden mora çalıyordu suratı. "Gel sen, gel!" dedi. Sezai Amcanın elini daha çok sıktığımın farkında bile değilim. Annem kapı ağzında tedirgindi. Elinden bir şey gelmediği için dua ettiğini biliyordum. Dudakları anlamsızca kıpırdanıyordu. "Uzatma Metin, onun kabahati değil ki. Ben gönderdim, iş acele olunca, çırak da hasta dedim ya..." "Bırak git tamam," diye terslendi babam. Elimi bıraktı Sezai Amca ama gidemedi. "Kız girsin odasına seninle iki laflayalım. Yengem de çay demlesin bize hı?" "Git dedim ya Sezai, canım sıkkın. Hem senle ne laflayacağım ben? Beynimi mi yıkayacaksın?" Sezai Amca babamın beynini yıkar mıydı bilmem ama beni etkilediği sözleri babama da söylesin istediğimi biliyorum. Bilhassa şu saygı sözünü... "Gel seni kahveye götüreyim. Ne içersen benden?" "Git dedim Sezai," babam ayaklanıp da Sezai Amca'nın üzerine yürüyünce aralarına girdim. "Git Sezai Amca, yarın matbaada görüşürüz," dedim. Gözlerindeki endişe aklımı alacak gibiydi. Benim için ne kadar üzüldüğünü görüyordum. Eli mahkum kapıya yöneldi. "Kıza dokunma Metin; Allah'ını seversen," dediğini duydum bir. Daha kapıdan çıkmadan babamın suratıma attığı tokatla sarsılsam da Sezai Amca sesimi duymasın diye gıkımı bile çıkarmadım. Babam o akşam beni döverken hep aynı şeyi söyledi. Bana bir daha matbaaya gitmek yoktu. Yine kömürlüğe kilitlendim, yine bir gecenin koynuna bırakıldım. Kilitsiz kapının ardında, köpek ulumaları ile. Bir bağlama sesi dinledim gece boyunca. Halil Efe'nin bağlamasının notalarını taşıdı rüzgar bana... Sanki hiç uyumadı, sanki hiç durmadan çaldı. *** Babam o sıralarda kesik bacağından ötürü pantolonunun bir paçası katlanmış ve o tarafına aldığı değnek ile yaşıyordu. Çalışamıyordu, eve artık ekmek getiremiyordu ama öfkesi azalmış, ya da içine kapanmış falan da değildi. Evin içinde kadın gibi oluşundan dem vurup müsebbibi bizmişiz gibi annemle beni olur olmaz sebeplerle haşlıyordu. Bazen kahveye çıkıyordu o zamanlarda geç dönmesi için dua etmeye koyuluyorduk. Fakat o gün geç gelmesi için dua etmeye fırsatım kalmamış matbaadan döndüğüm vakit Emine Teyze'nin elime tutuşturduğu lahana sarması tabağı ile evden içeri girdiğimde babam çoktan dönmüştür. Öfkeliydi, hatta öylesi bir öfkeydi ki kapıldığı titrediğini fark etmiştim hemencecik. Elimdekini gösterip "Ne o?" diye sordu, daha ben göstermeden "Mutfağa bırak da gel hele," dedi. Tabağı daha sonra yenilmek üzere tezgahın üzerine bırakıp babamın karşısında tekmil vermeye hazır hale geldim. "Sen Halil Efe'nin nasıl bir piç olduğunu bilmiyor musun?" Halil Efe'yi savunmak geldi içimden; nasıl bir piçti bilmezdim ama nasıl yürekli bir adamdı bilirdim. Nasıl severdi, nasıl kollardı... Bunların hepsi uzmanlık alanımdaydı hatta. Babama Halil Efe hakkında tek söz bile edemedim. Sorusuna yanıt vermeyi düşünemedim bile. "Herkesin ağzına sakız olmuşsunuz." Bacağının yerine destek olan değneği tuttuğu gibi benim sağlam bacaklarıma kast eder gibi kuvvet savurdu. Ümit, hemen karşımızda bizi izliyordu. Ümit, genelde izlerdi. Ne kadar daha büyümesi gerekirdi babamın önüne geçip beni korumak için bilmem. Susmak ve izlemek hiç bana göre olmadığından Ümit'in de bunu bir gün mutlaka yapacağını sanırdım; hiç gerçekleşmeyecek bir hayal olduğundan habersiz. Babamın, değneğinin bacağıma yaydığı acı ile sızlandım. "Sakın ağlama kırarım kemiklerini," Kemiklerimin kırılması babamın en aleni tehdidiydi. Kemik kırığı ne kadar acır ne bileyim? Soba demirini bilirdim ben, ıslak odunu bilirdim ne bileyim değnek falan da bilirdim ama kemik kırığı daha fenasıydı ise korkmalıydım işte. "Hele bir evlenmesin seninle o zaman yıkarım o Sezai'nin başına dükkanı." Babam, Halil Efe ile evleneceğime dair bir beklentiye düşmüş belki de ilk kez, kedi olalı bir fare tutan beceriksizlerden biri olarak, doğru bir şey yaptığımı düşünmüştü. Kendimi kurtarırdım. Sezai bana da bakardı, Ümit'e de, anneme babama da... "Evlerine girdiğini görmeyeceğim bir daha. Okula gidip gelirken de yalnız olacaksın. Kırarım kemiklerini. Büyüsün uslansın biraz. Çok istiyorsa gelsin istesin. Sezai'ye de söyleyeceğim. Tez vakitte." Sezai Amca'ya bir laf edecek itibarımı iki paralık edecek diye değil de, onun kalbini kıracak diye endişelendim bir an. Gafletle "Halil Efe benim abim baba, birlikte büyüdük biz," demişim. Babamın değneğinin tadına bir de diğer bacağım baktı bu defa, ikisi de birbirleri ile yarışacak kadar çok acıyorlardı. "O zaman ne bok yemeye burnunun dibinden çıkmıyorsun. Abisi imiş, anası doğurdu sanki. Çekil gözümden, git mutfağa aş ekmek bak, getir şu Emine yosmasının verdiği yemeği de yiyelim." Babamın gözünde Emine Teyze, yosma; Halil Efe, piç; Sezai Amca  ise çoğu kez, dinsizdi. Oysa Sezai Amca dua ederdi, çok kez Allah'ın adını anardı. Odasında hep Kuran-ı Kerim dururdu kadife bir kabın içinde onu başının hemen tepesindeki rafta tutuyordu. Hiç okuduğunu görmemiştim ama Cuma namazlarına gittiğine hep şahit olurdum. Babam, onlar hakkında çok az şey biliyordu demekti bu. Aslında babam bütün insanlar hakkında çok az şey biliyordu. Herkesi bir kalıbın içinde değerlendirirken ne çok yargılıyor ne çok kınıyordu. Ertesi gün, okula giderken yolda Halil Efe'ye babamın sözlerinden bahsettim. Onunla görüşmeme yine yasak getirdiğini de söyledim, eğer karşı karşıya gelirler de babam bir laf ederse önden hazırlıklı olsun istedim. Halil Efe, babamdan haz etmezdi bilirim ama ardından ya da önünden kötü söz söylemez, bir saygısızlık yapmazdı. Büyüklere karşı mesafesi olan biri olduğundan değil üstelik bu. Bizim kantinci Ekrem'e ana avrat sövmüştü bir keresinde. Halil Efe'nin tepesi attı mı pek hatır gönül bilmez zaten? "Şu okul bir bitsin hele Ayşe'm. Bak gör o zaman baban dahil herkesin çenesini nasıl kapatacağım."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE