2. Bölüm

744 Kelimeler
2. Bölüm: Yakılan Tüm Köprüler Demir, arka sokaklarda hızla ilerlerken, kalbi hâlâ deli gibi çarpıyordu. Dudaklarında Serra'nın tadı, burnunda onun vanilya kokusu vardı. Her adımı, onu geride bıraktığı yasak gerçeklikten uzaklaştırıyor ama zihnini daha da içine çekiyordu. O öpüşme anı, belleğine bir mermi gibi saplanmıştı. Görevinin sınırlarını aşmış, bir hiç uğruna kariyerini tehlikeye atmıştı. Ama hiçbir pişmanlık hissetmiyordu; sadece tekrar onu görebilme arzusuyla yanıp tutuşuyordu. Köşkte ise durum çok daha gergindi. Necati Bey, kızının verdiği cevaptan tatmin olmamıştı. Tozsuz bir sandalyede oturması, hafif titreyen elleri ve özellikle de odada hissettiği, yabancı bir erkek kokusu... Şüpheleri katlanarak artıyordu. Serra'ya keskin bir bakış fırlattı. "Buradaki işin bitsin. Seni bekliyorum." diyerek dışarı çıktı. Serra, yalnız kaldığında yere yığıldı ve ilk kez ağlamaya başladı. Korku, heyecan ve o muazzam tutku arasında parçalanmıştı. Ertesi gün, Demir kışlada rutin eğitimlere devam ederken, bir er onu haber almaya çağırdı. Komutanı Tuğgeneral Cemil Bey onu ofisine çağırıyordu. İçeri girdiğinde, masanın arkasındaki generalin buz gibi ifadesi her şeyi anlatmaya yetiyordu. Yanında ise, soğuk ve hesapçı bakışlarını üzerine diken Necati Bey oturuyordu. "Yüzbaşı Demir Altan," diye başladı Tuğgeneral, sesi odanın soğukluğuyla yarışırcasına keskin. "Kendine ve üniformana yakışmayan, son derece ciddi bir iddia ile karşı karşıyasın. Necati Bey, dün terk edilmiş aile yalısında, senin onun kızı Serra Hanım'a yakınlık gösterdiğine dair şahitleri olduğunu beyan ediyor." Demir'in yüz hatları gerildi, ama askeri disiplinle gözlerini önündeki duvardaki Türk bayrağına dikti. "Komutanım, bu iddialar asılsızdır." Necati Bey, sinirli bir tavırla ayağa kalktı. "Asılsız mı? Arabanın plakası kayıtlarımızda, Yüzbaşı. Sizi takip ettirdim. Kızımın baştan çıkarıldığını, görevinin kötüye kullanıldığını iddia ediyorum!" Tuğgeneral, eliyle susması işareti verdi. "Demir, seni tanırım. İyi bir askersin. Ama eğer burada bir yalan söylüyorsan, sadece kariyerin bitmez, aynı zamanda askeri mahkemeye de çıkarsın. Son kez soruyorum. Dün saat beş sularında Boğaz'daki Necati Bey'in mülkünde miydin?" Oda ağır bir sessizliğe gömüldü. Demir, bir an için Serra'yı düşündü. İtiraf ederse, onu lekeleyecek, belki de babası tarafından zorla evlendirilmesine sebep olacaktı. Yalan, sadece kendini kurtarabilirdi. Ama o yalanı söyleyemedi. "Evet, komutanım. Oradaydım." diye yanıtladı, sesi tok ve nettir. "Ancak görevimi kötüye kullanmadım. Serra Hanım beni acil bir konu için çağırmıştı. Görüşmemiz tamamen kişiseldi ve herhangi bir yakınlık söz konusu olmadı." Yalan söyleyemezdi, ama gerçeğin tamamını da açıklayamazdı. Necati Bey öfkeyle homurdandı. "Yalan söylüyorsun!" "Yeter!" diye gürledi Tuğgeneral. "Yüzbaşı, seni görevinden alıyorum. Derhal. Resmi soruşturma başlatılıncaya kadar evinde gözaltında kalacaksın. Tüm silah ve kimlik belgelerini burada bırakacaksın. Dışarı çık, nöbetçi er eşliğinde kışlayı terk et." Demir, hiçbir şey söylemeden. Göğsündeki nişanları, belindeki tabancası ve kimliğini masanın üzerine bıraktı. Son kez selam verdi ve odadan çıktı. Sırtı, Necati Bey'in zafer dolu bakışlarıyla delinecek gibiydi. O akşam, evinde tek başına otururken kapısı çalındı. Açtığında, kapkaranlık koridorda, başında bir şapka, gözlerinde korku ve kararlılık olan Serra'yı gördü. İçeri girdi ve kapıyı ardına kadar kapattı. "Baban her şeyi anlattı mı?" diye sordu, nefesi kesik kesik. "Her şeyi. Görevden alındım." "Benim yüzümden... Demir, özür dilerim. Çıldırmışım. Babam seni tehdit olarak görüyor. Seni süründüreceğine yemin etti." Demir, ona doğru bir adım attı. "Orada sana yalan söyleyemezdim. Sana olan hislerim bir suç değil." "Ben de seni seviyorum," diye fısıldadı Serra, gözleri dolarak. "Ve artık kaybedecek hiçbir şeyim yok." O an, içlerindeki tüm baskılanmış arzu, korku ve öfke, bir volkan gibi patladı. Demir, onu kollarının arasına çekti. Bu seferki öpüşme, ilkindeki yumuşak keşif değil, açlık ve çaresizlik dolu, yakıcı bir fırtınaydı. Dilleri umutsuzca birbirine karıştı, nefesleri kesiliyordu. Serra, Demir'in üniformasının (henüz değişmemişti) düğmelerini çözmeye başladı. "Bana sahip ol," diye mırıldandı dudaklarının arasından. "Bütün olarak. Ben seninim. Babamın değil." Demir, onu yatak odasına götürdü. Her dokunuş, her bakış, yasakları ve korkuları yakıp yıkıyordu. Serra'nın vücudunu, bir asker disipliniyle değil, bir aşık tutkusuyla keşfetti. Onun ipeksi teninde kaybolurken, dünyanın tüm sorunları bir anlığına yok oldu. Serra, onun altında inledikçe, ismini haykırdıkça, Demir için bu, kaybettiği her şeye değen bir zaferdi. Gece boyunca, tutkulu sevişmelerle, hırslı fısıltılarla ve sıcak dokunuşlarla birbirlerine ait olduklarını kanıtladılar. Serra, masumiyetini onun ellerine bırakırken, Demir de ona sadakatini ve tüm varlığını verdi. Şafak sökerken, Serra, Demir'in çıplak göğsüna başını yaslamış, parmak uçlarıyla onun savaş yaralarını okşuyordu. "Benimle kal," dedi Demir, sesi gecenin yorgunluğuyla çatallanmış. "Her şeyi bırak, benimle kal." Serra, başını kaldırıp ona baktı. Gözlerinde artık korku değil, sarsılmaz bir kararlılık vardı. "Kalacağım. Ama sadece seninle kalmayacağım. Senin için savaşacağım. Babama, herkese meydan okuyacağım. Sen benim yasak çekimim değil, tek kurtuluşumsun." O anda, ikisi de yakılan tüm köprülerin ardından, önlerinde uzanacak olan zorlu yolun farkındaydı. Ama artık yalnız değillerdi. Yasak, onları mahvetmemiş, aksine, özgür kılmıştı. Ve şimdi, bedeli ne olursa olsun, bu özgürlük için savaşmaya hazırdılar.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE