3. Bölüm: Yasak ve Özgürlük Arasında
Günün ilk ışıkları, perdelerin arasından sızarak odanın tozlu zemininde iki uzun gölge oluşturuyordu. Demir uyanmış, sırtını yastıklara dayamış, yanında uyuyan Serra'yı izliyordu. Uyku, onun yüzündeki endişeyi silmiş, masum ve dingin bir ifade bırakmıştı. Her nefes alışında hafifçe kabaran dudakları, bir gece önceki ateşli izler taşıyordu. Demir, parmak uçlarıyla onun omzundaki bir çil kadar küçük beneğe, sonra da düşüp omzuna dokunan bir kâkülüne dokundu. Bu küçük, kırılgan şey, onun için tüm dünyadan daha değerliydi.
Serra, dokunuşla uyandı. Gözlerini açtığında, Demir'in bakan gözlerini gördü ve dudaklarına hüzünlü bir gülümseme yerleşti. Hiç konuşmadan, başını onun göğsüne, kalbinin üstüne yeniden yerleştirdi. Onun düzenli, güçlü atışını dinlemek, dünyadaki en sakinleştirici şeydi.
"Babam şimdiye kadar fark etmiştir," diye fısıldadı, sesi hâlâ uykuyla bulanık. "Onu ve ne yapabileceğini çok iyi biliyorum."
Demir, kolunu daha sıkı sardı. "Ben de seni çok iyi biliyorum. Ve burada, benimle güvende olduğunu. Gerisi önemli değil."
Ama ikisi de biliyordu ki bu doğru değildi. Önemliydi. Necati Bey'in gücü ve öfkesi, dört duvar arasında hissedilebiliyordu. Serra yataktan kalktı, Demir'in eski bir tişörtünü ve boxerını giymişti. Onun giysileri içinde, onun kokusuyla sarılı halde dolaşmak, garip bir şekilde aidiyet hissettiriyordu. Mutfağa geçip kahve yapmaya başladı. Her hareketi, bir ev kadınının doğallığından yoksun, ama bir sığınak arayanın kararlılığıyla doluydu.
Demir de ona katıldı. Sessizce, birbirlerinin yaralarını ve korkularını anlayarak kahvelerini yudumladılar. Bu sessiz iletişim, yüzlerce kelimeden daha güçlüydü.
O sırada, Demir'in cep telefonu çaldı. Ekranda "Tuğgeneral Cemil" yazıyordu. Bakışları kesişti. Bu arama iyiye alamet değildi. Demir, telefonu açtı ve "Efendim Komutanım," dedi, sesi resmi ve gergin.
"Altan," dedi Tuğgeneral'in sesi, telefonun diğer ucundan metalik ve soğuk geliyordu. "Evinde misin?"
"Evet, komutanım."
"İyi. Kapını aç. Askeri savcılık görevlileri yanında olacak. Evinde arama yapmak ve seni resmi olarak ifade için almak üzere görevlendirildiler."
Demir'in yüz hatları gerildi. Serra'nın gözleri korkuyla büyüdü. "Anlaşıldı, komutanım." diyerek kapattı.
"Ben buradayım," diye fısıldadı Serra panikle. "Beni burada bulurlarsa, senin için her şey daha kötü olur. 'Fuhuş' bile ekleyebilirler iddialara." Demir, onu tutup sakinleştirmeye çalıştı. "Arka bahçeden çık. Orada bir taksi bul, en yakın güvenli bir yere git. Sonra seni ararım."
Serra, gözleri dolu dolu onu öptü, hızlı ve umutsuzca. Sonra, Demir'in verdiği bir eşofman altını giyip, arka kapıdan süzülerek kayboldu.
Birkaç dakika sonra, kapı sert bir şekilde çalındı. Demir açtığında, üniformalı iki asker ve sivil giyimli, soğuk bakışlı bir savcılık görevlisiyle karşılaştı. "Yüzbaşı Demir Altan," dedi sivil giyimli adam. "Evinizde arama yapmak ve sizi ifadeniz için gözaltına almak üzere yetkilendirildik." İçeri daldılar.
Oda odayı, çekmeceyi çekmeceyi aradılar. Demir'in askeri geçmişine, madalyalarına, özel eşyalarına saygısızca bakıyorlardı. Sonra, yatak odasına geldiler. Dağınık yatak, yerdeki Serra'nın iç çamaşırı ve vanilya kokusu, her şeyi anlatıyordu. Savcılık görevlisi, yatağı işaret ederek soğuk bir ifadeyle sordu: "Dün gece burada bir misafiriniz mi vardı, Yüzbaşı?"
Demir, hiç istifini bozmadan, "Hayır," dedi. "Yalnızdım."
Adam, ince, anlamlı bir gülümsemeyle başını salladı, kanıt toplamak için çantadan eldiven ve delil torbası çıkardı. Serra'nın küçük siyah dantel iç çamaşırını torbaya koyarken, Demir'in yumrukları sıkıldı, ama ses çıkarmadı. Onu tutukladılar ve arabaya bindirdiler.
Serra, bir kafede titreyerek bir kahve içiyordu. Telefonu titredi. Bilinmeyen bir numaradan gelen, sadece bir adres içeren bir mesajdı: "Necati Bey'den. Derhal."
İçi soğudu. Babası onu bulmuştu. Direnebileceğini sandığı korku, bir anda geri döndü. Ama sonra Demir'i düşündü. Onun gözlerindeki kararlılığı, onu nasıl koruduğunu. Hayır, artık kaçmayacaktı.
Adres, babasının ofisiydi. İçeri girdiğinde, Necati Bey, devasa masasının arkasında, onu bekliyor gibiydi. Yüzü öfkeden ve zaferden solgundu.
"Bitirdin beni, kızım," diye homurdandı, sesi tehdit dolu. "Askeri savcılık, sevgili yüzbaşının evinde senin... izlerini buldular. Şimdi ona sadece disiplinsizlik değil, yalan beyan ve ahlaksızlık da eklenebilir. Onu bir daha asla göremezsin. Anladın mı?"
Serra, babasının karşısında dimdik durdu. Hiç olmadığı kadar güçlü hissetti. "Hayır, baba. Ben onu göreceğim. Senin yaptıkların, senin yalanların. Beni bir mal gibi satmaya, hayatımı çalmaya çalıştın. Ama artık korkmuyorum. Eğer ona bir şey yaparsan, sahip olduğun her kirli sırrı, her rüşveti, her yalanı basına ve polise açıklarım. Ben senin kızınım, her şeyi biliyorum."
Necati Bey, şaşkınlık ve öfkeyle kızına baktı. Bu, uslu, itaatkâr kızı değildi. Bu, gözlerinde alevler olan, korkusuz bir kadındı. Ayağa fırladı. "Cüretini göreyim de—"
"Yapma baba," diye kesintiye uğrattı Serra, sesi buz gibi ve nettir. "Artık benimle tehdit edemezsin. Ben kaybedecek hiçbir şeyi olmayan bir kadınım. Ama senin her şeyin var. Şimdi, o telefonu aç ve o adamları geri çek. Aksi takdirde, bu odadan çıkar çıkmaz ilk gazeteyi arayacağım."
Baba ve kız, birkaç dakika boyunca ölümcül bir sessizlikle birbirine baktı. Necati Bey, Serra'nın gözlerindeki değişimi, kırılma noktasını aştığını görebiliyordu. Yumuşamış gibi görünerek, yavaşça yerine oturdu. "Peki," dedi, sesi daha alçak. "Belki de... biraz sert davrandım. Senin iyiliğin için."
Serra, zaferin tadını çıkarmadı bile. Sadece döndü ve odadan çıktı. Kapıyı kapatırken, babasının öfkeyle masasına vurduğu duyuldu.
O akşam, Demir, savcılıkta ifadesini verdikten sonra serbest bırakıldı. Doğrudan eve gitti. İçeri girdiğinde, Serra'yı, onun tişörtüyle, kanepede uyumuş halde buldu. Yanında, küçük bir bavul vardı. Eve dönmüş, onu bekliyordu.
Demir, yanına oturup onu uyandırdı. "Benimle kalmaya geldin," diye fısıldadı, bu bir soru değil, bir gerçeklikti.
Serra, uykulu gözlerini açtı ve ona sarıldı. "Evet. Artık sadece seninim. Tüm savaşlarımızı birlikte vereceğiz."
O gece, yataklarında, bir önceki gecenin aceleci, çaresiz tutkusu yoktu. Yavaş, derin ve keşfedici bir yakınlık yaşadılar. Demir, onun vücudunun her santimini, bir haritayı okur gibi dikkatle okşadı, öptü. Her dokunuş, "seni seviyorum" diyordu. Her öpüş, "korkmuyorum" diye haykırıyordu. Serra, onun altında eriyor, ona kendini tamamen teslim ediyor, her inleyişiyle ona olan aşkını ve bağlılığını ilan ediyordu. Birbirlerine sadece bedenleriyle değil, ruhlarıyla da bağlanıyorlardı. Bu, sadece cinsel bir birleşme değil, bir sadakat yemini, bir direniş andıydı.
Gece ilerledikçe, birbirlerine sarıldılar. Dışarıda fırtına çıkabilirdi, ama onların sığınağı birbirleriydi. Yasak, onları bir araya getirmişti. Ama şimdi, özgürlükleri için verilecek savaş, onları birbirine kenetliyordu. Ve bu savaşın ilk zaferi, o küçük evde, birbirlerinin kollarında kazanılmıştı. Sıradaki mücadeleler için güç topluyorlardı. Birlikte.