28 Temmuz 2025 – Saat: 11.12
Çay bardağının dibinde kalan birkaç kırıntı gibi hissediyordum kendimi. Hafif, anlamsız, ama yere düşmeden önce son kez sıcak. Masanın kenarına ilişip Sadık’a baktım. Tezgahını itinayla toparlıyor, simitleri yeniden diziyordu. Yaşına rağmen elleri titremiyordu; ya alışmıştı bu hayata ya da artık titreyecek şey kalmamıştı içinde.
“Elin alışmış belli,” dedim.
Kısacık bir gülümsemeyle cevap verdi. “Yalnızlık her sabah erken kaldırır insanı. İki seçeneğin olur: ya kendine küfredersin, ya da bir simit tepsisine tutunursun.”
Bu cümlede kendi sabahlarımı buldum. Uyanır uyanmaz nefrete uyanan kaç sabahım vardı kim bilir? Bir simit tepsisi yoktu elimde, ama belki artık bir nedeni vardı sabahları uyanmak için.
Sadık, oturduğu yerden küçük bir defter çıkardı. Eskimiş, kapağı kıvrılmış, sayfaları kahve lekeli bir defter. Kucağına aldı, kalemini çıkarıp bir şeyler yazmaya başladı. Gözüm ister istemez kaydı. Ne yazdığını göremiyordum ama not aldığı her satır sanki önemliydi.
“Ne yazıyorsun?” dedim usulca.
Sadık durdu. Başını kaldırmadan, defteri inceler gibi konuştu:
“İsimler.”
“Ne isimleri?”
“İyilik borcu olanlar.”
Kafam karıştı.
“Yani... senin borcun olanlar mı?”
Başını iki yana salladı.
“Hayır. Benim onlara ettiğim iyiliklerin karşılığını istemem. Ama onların bir gün başkasına yardım etmelerini isterim. Bu defterde onların adı yazar. Kime ne zaman yardım ettiğimi, neyle destek olduğumu. Kimisi geri geldi, kimisi hiç dönmedi. Ama önemli değil. Defter şahit olsun yeter.”
Susup yüzüne baktım.
Bir anda sokak ortasında bir felsefeye, bir hafızaya, belki de bir vicdana rastlamıştım.
Sadık gülümsedi.
“Senin adını da yazdım.”
Bir an irkildim.
“Ben daha bir şey yapmadım.”
“Doğru,” dedi. “Ama ilk simidini alın terinle kazandın. Birilerine örnek olabilirsin. Yarın belki birini korursun, belki sadece bir çocuğa su verirsin. Ne olduğunu bilmiyorum. Ama iyilik, yalnızca büyük şeyler değildir Emir. Bazen bir bakış, bir susuş, bir paylaşım… Hepsi yazılır. Sen de yazıldın.”
Yutkundum.
İlk kez adım bir deftere bir insanın duasıyla yazılmıştı belki de.
Küçük, önemsiz görünen bir an ama içimdeki yıkıntıların üstüne bırakılmış ilk tuğla gibiydi.
Sadık, notlarını bitirip defteri cebine koydu.
“Şimdi git biraz dolaş. Gün uzun. Ama bu sokaktan uzaklaşma. Bugün öğleden sonra biri gelebilir. Ona yardım etmen gerekebilir.”
“Kim?”
Omuz silkti.
“Bilmiyorum. Ama bilirim. Hissettikçe bilirim.”
Sadık mistik bir adam değildi. Ama yıllar onu başka bir sezgiyle donatmış gibiydi. İyilik sezgisi. İnsan yoksulluğunu, çaresizliğini ve umut arayışını koklayan bir tarafı vardı.
Ayağa kalktım.
İlk kez yürürken içimde o tanıdık ağırlık yoktu.
Sadece bir adım ileri atma duygusu…
Sadece bir ihtimal…
Sokağın başında durdum. Arkama döndüm. Sadık hâlâ yerinde oturuyordu. Göz göze geldik. Başını eğdi. Saygıyla.
Ben de başımı eğdim.
Bir teşekkür gibi.
Sokağın diğer ucuna yürüdüm. Eski bir bakkalın yanındaki duvarda küçük bir çocuk resim çiziyordu. Ellerinde renkli tebeşirler vardı. Güneş, çocuğun gölgesini uzatmıştı. O an fark ettim. Gölgesizliğe alışmış bir adamdım. Ama belki bugün ilk kez gölgeye sahip olmuştum.
Ve o gölge, başka birinin gölgesine değmişti.