3. Bölüm

2708 Kelimeler
Yaşadığım şoku atlatamadan karşımdaki hayalet şahıs meteoruna bakıyordum. Tam bir taştı adam… Dokunsam buz gibi mermere dokunuyormuş hissi verecek gibiydi. Bir şey söylemeden ona baktıkça o da bana bakıyordu ve saçma sapan bir durum ortaya çıkıyordu. Daha fazla cansız odun gibi duramazdım ama söyleyecek bir şey de bulamıyordum. Ağzımın sinek kaçacak açıklıkta olduğunu idrak ettiğimde kendime gelmeye çalıştım ve ağzımı kapattım. Ee ne yapayım çığlık atmak üzereydim onu gördüğümde. Hep iç sesimin oyunlarıydı bunlar. Ben hala kendime gelmeye çalışırken karşımdaki meteor konuştu. "Sen Peri olmalısın." Her ne kadar türkçe konuşuyor olsa da konuşmasındaki çekici aksanı kendini belli ediyordu. Ona yine donmuş bir şekilde bakıyordum. Çünkü çocuk adımı biliyordu. Her türlü donmaya hazır bir karakter olduğumdan bir şey söylemek uygun olmazdı. Aferin kızım Peri donmaya devam! Bir süre bir şey söylemesini bekledim ama o da konuşmayınca Galatasaray- Fenerbahçe derbilerine sakladığım cesaretimi topladım. Ne de olsa uzun süre maç izleyemeyecektim. "Sen de Bay Hayalet falan olmalısın her kimsen bilmiyorum ama bana senden bahsetmediler." Aferin kızım Peri! Söyleyebileceğin en mantıklı şeyi söyledin. Anlaşılan iç sesin düşündüğü kadar mantıklı değildi. Çünkü yeşil göz hayatımda görüp görebileceğim en alaycı bakışıyla karşılık verdi. "Benim kim olduğum seni ilgilendirmiyor ufaklık, sana katlanacak olmam yeterli zaten." Dudaklarındaki alaycı ifade kaşlarımın otomatik olarak çatılmasına neden olmuştu. Söylediklerine anlam veremeden kaşlarımı sanki mümkünmüş gibi daha da çok çattığımda dudakları keyifle kıvrıldı. Hani şu sadistler olur ya bile isteye can yakıp insanlarla uğraşırlar. Çocukta öyle alaycı bir gülüş vardı ki ben de öyle bir izlenim uyandırmıştı. Bana göz ucuyla bakıp salona yöneldiğinde arkasından seslendim. "Hey! Ben ufaklık değilim. Beni hayalet, sadist veyahut satanist olmadığına inandırman lazım.” Dikkatini çekmiş olmaktan gurur duyarak devam ettim. "Bizim orada kediler azalıyordu ve kimse nedenini bulamadı ama sanırım ben olayı çözdüm." Beni en uygun ifadeyle umursamadı ve ukala bir bakış atıp ingilizce bir şeyler mırıldandı. İç sesim kesin sövdü diye olumsuz bir düşünceye kapılırken aynı ukala tavırla karşılık verdim. Elimde olmadan onu inceliyordum. Kanepeye oturup birasını yudumladı ve televizyona odaklandı. Tam bir meteordu. Dar kesim pantolonu sert hatlarını belli ederken hafiften görünen kasları oldukça etkileyiciydi. Koyu kumral siyaha çarpan saçları özenle dağıtılmış, yeşil gözlerini açığa çıkarıyordu. Kolundaki dövmeye odaklandığımda bakışlarını bana çevirdi. Vampir Günlüklerinden fırlayıp gelmiş gibi bir hali vardı. "Ne o Ufaklık? Yoksa Türkiye'de hiç erkek yok mu?" Ağzım şaşkınlıkla açık kalırken kekelememeyi umarak konuştum. "Bunu da nereden çıkardın." Çarpık bir şekilde güldü. Garipti ama gülüşüyle bile etkileyici olabiliyordu. "Az önceden beri bana yiyecekmiş gibi bakıyorsun. Eğer niyetin başkaysa şimdiden söyleyeyim tipim değilsin ufaklık." Neydi şimdi bu? Daha fazla hanım kız kimliğimle dolaşamazdım. Ukala meteor atarlı kişiliğimle tanışmak istiyordu ve bunu ondan mahrum etmeyecektim. Aynı çarpık gülümsemeyle karşılık verip alaycı bir kahkaha attım. "Türkiye'de erkek bol, senin gibi öküz yok." Kahkaha atarak konuştuğumda bile alaycı bakışları düzelmemişti. Herif yabancı ya, dalga geçtiğimi anlamıyordu sanırım. Gülerek kollarını sıkarak havaya kaldırdı. “Böyle kola sahip erkekler var mı sahi?” Hala dalga geçiyordu. Kollarına bakarak göz devirdim. “Aç gözünü dışarıya bak, daha kapının önündeyken koca bir taş ordusuyla karşılaştım. Söylediğim şey üzerine bana şaşırdığını açıkça belirten bakışlar attığında bakışma faslı ağır geldi ve cevap vermesine fırsat vermeden odama çıktım. Fazlasıyla yorgundum ve aşağıdaki hayalet tipli şahısla uğraşacak durumda değildim. Tüm mantığım beni uyumaya zorlarken ne olur ne olmaz diye kapımı kilitledim ve yatağıma uzandım. Her ne kadar gözlerimi kapatıyor olsam da aşağıdaki ukala şahsın etkileyici gözlerini ve alaycı ses tonunu silemiyordum. Midemde tuhaf bir his vardı. Bir sürü kelebek halay çekiyordu sanki… Bunun çok fazla korktuğumdan olduğunu düşünmeye çalıştım. Kim olduğunu da merak ediyordum ama kafamı yormanın manası yoktu. Er ya da geç öğrenecektim... *** Uyanmama neden olan sevinç kıpırtılarını göz önünde bulundurarak gözlerimi araladım. Sonra geri kapattım. Bir süre daha öyle durduktan sonra kocaman açtım ve bu sefer yataktan fırladım. Kaç saattir uyuduğum hakkında hiçbir fikrim yoktu ama bunun 10 saatten fazla olduğunu açmakta zorlandığım gözlerim sayesinde anlayabiliyordum. Daha başından tembel ve uykucu bir imaj çizdiğime yemin edebilirdim. Buradaki hayatlarının çok yoğun olduğunu düşünüyordum çünkü daha ilk gecemden bir davete gitmişlerdi. İlk günden kahvaltıya geç kalmak istemiyordum. Favori vampirim Edward Cullen'ı kıskandıracak bir hızla banyoya yöneldim ve kapısını çalıp bekledim. Birkaç defa daha çalıp bekledim bir süre. Herhangi bir ses gelmeyince aynı sabırsız tavırla içeriye daldım. Dalmaz olaydım. Banyoda dün akşamki öküz vardı ve üzerinde tişört yoktu. Yüzüm utançla kızarırken kalp atışlarımın hızlandığını farkettim. Alaycı bakışlarının karşısında küçültükçe küçülüyordun. Bakışlarım şaşkınlıkla karışık bir utançla kaslı vücudunda gezindi. Sonra ise yutkunarak toparlandım ve bakışlarımı kaçırdım. "Kapıya vurmuştum ama..." Elindeki diş fırçasını salladı ve umursamaz görünen bakışlarla karşılık verdi. "Kaslarıma bu kadar meraklı olduğunu bilmiyordum, ufaklık. Şimdi dışarıya çık." Böyle bir tatlılığın ardında nasıl bir öküz saklanır hala anlayabilmiş değilim. Ona ters bakışlar atarak savunmaya geçtim. "Meraklı olan yok zaten." Umursamaz tavrından taviz vermiyordu. "Belli, ufaklık." Tavırları sinirlerimi bozarken dişlerimi sıkarak konuştum. "Ben ufak değilim." Gülerek karşılık verdiğinde somurttum. Benimle uğraşmak hoşuna gidiyor gibiydi. Cevap vermesini beklemeden odama geçtim. İlk günden poleğime girmek istemiyordum. Dün yeteri kadar yormuştu zaten. Giysi dolabımdan spor bir şeyler giydikten sonra saçlarımı dağıtarak açtım ve yavaş adımlarla aşağıya indim. Zelda Teyzem ve Robert kahvaltı masasındalardı ve şimdiden başlamışlardı. Anlaşılan biraz geç inmiştim. Beni ilk farkeden teyzem oldu ve çayını yudumlarken bana dönerek gülümsedi. "Günaydın güzeller güzeli yeğenim, gelsene." Gülümseyerek karşılık verdikten sonra rastgele bir sandalyeye oturdum. Bana karşı olan sevecen tutumları hoşuma gidiyordu. Sülaleden gelen rahat bir tavırla tabağıma biraz peynir aldım ve gülümseyerek konuştum. Aklımdaki soru işaretlerine cevap almam gerekiyordu. Tüm gece bu düşüncelerin etkisiyle rahatsızca kıpırdanıp durmuştum zaten. "Dün siz gittikten sonra evde biriyle karşılaştım." Böyle alfa bir giriş olabilir miydi? Oluyordu işte. Ben yaparsam olur. Direkt konuya girmem beni bile şaşırtırken karşıya bakarak yutkundum. Yakışıklı hayalet, dünyayı sallamıyorum bakışlarıyla masaya doğru geliyordu. Kimseye selam verme gereği duymadan karşıma oturdu ve umursamaz tavrını sürdürerek tabağına bir şeyler aldı. Biz ondan bahsederken onun herkesten iğreniyorum bakışları atması kırıcıydı. Zelda teyzem çocuğun gelip masaya oturmasıyla kimden bahsettiğimi anlamış olacak ki açıklamasını yapmak için söze girdi. "Ah çok üzgünüm Peri, sana söylemeyi tamamen unuttum. Bu yakışıklı genç Alex… kendisi Robert’ın ilk evliliğinden olan oğlu. Bizimle birlikte yaşıyor.” Konuşurken eliyle yakışıklı meteoru gösterdi. Demek adı Alex’ti. Bakışlarımı teyzemden ayırıp Alex’e çevirdim. Biz ondan bahsederken bile bize bakmıyordu. Böyle güzel bir aileye böyle bir çocuk. Kesin bu çocuğu kilise avlusunda falan bulup aldılar. Bakışlarımı ondan ayırmadan gülümsüyordum ama o hiçbir şeyi takmıyor gibiydi. Zelda Teyzem benim bakışlarımı takip ederek gülümsedi ve Alex’e döndü. "Misafirimizle tanıştın mı?" Alex kendinden beklenmeyecek bir harekette bulundu ve kafasını kaldırıp yapmacık bir şekilde gülümsedi. Yapmacık olduğu o kadar belliydi ki suratına bir tane çakmak istiyordum. Ağzı gülerken gözleri git evimden der gibiydi. "Evet tanıştım." Bakışlarını bana çevirmesi heyecanlamama neden olmuştu ama uzun sürmedi. Bana kısa bir bakış attıktan sonra aynı umursamaz tavırla tabağına döndü. Teyzem ise bozulduğumu fark etmiş gibi Alex’in yarattığı gerginliği dağıtmakta kararlıydı. "Periciğim, okul işlemlerini hallettim. Alex ile aynı sınıftasınız. Eminim uyum sağlaman da sana yardımcı olacaktır.” “Evet,” dedi Robert ters bakışlarını Alex’in üzerinde gezdirerek. “Misafirimizin adapte olmasına yardımcı ol.” Ses tonu masada buz gibi bir hava estirmişti. Alex, babasına göz devirirken ben dikkatimi Zelda Teyzeme çevirip memnuniyetle gülümsedim ama Alex’in tavırları rahatsız olmama neden oluyordu. Kafasını kaldırarak teyzeme döndü ve karanlık bir bakış attı. Acaba aralarında anne-oğul bağı oluşmuş muydu? Ve kaç senedir birlikte yaşıyorlardı. Deli gibi merak ediyordum. Neydi bunun havası böyle? Sanki ona meraklı olan var da küçük dağları ben yarattım havasında. Teyzem ve Robert, benim aksime Alex’in davranışlarını normal karşılıyorlardı ve bu da ayrı bir şaşırmama neden oluyordu. Türkiye'de atarlı ergen bir kişilik annesine karanlık bir bakış atsın bakalım. Annesi ona ok misali attığı terlikleriyle karşılık verir, o bakışları ağır bir biçimde ödetirdi. Ama ne gezer Almanya’da kahraman Türk anası. Zelda teyzem terlik fırlatmadığı için bu çocuk böyleydi. Zelda teyzem, Alex’e verdiği karşılıkla teorilerimi kanıtladı ve Türk annelerinin aksine karanlık bakışları yok saydı. Hiçbir şey yokmuş gibi devam ediyordu. "Buradaki okullar daha tatil Türkiye'dekilerden daha farklı.” Konuyu değiştirmesi gergin havayı dağıtırken gülümsedim. Sevindiğim tek şey okulun tatil olmasıydı. İşte bu ilaç gibi gelmişti. "Bugün Alex sana çevreyi tanıtsın, gezintiye çıkın, Berlin’i tanımaya çalış." Bunu söyleyen teyzemdi ve önerdiği şeye şaşkınlıkla bakıyordum. Hiçbir şekilde gezmek istemiyordum. Alex fazlasıyla korkutucu bir tipti. Hayır Zelda Teyze hayır! Bunu bana yapma! Oğlun kedi kesen tiplere benziyor! Beni onunla yalnız bırakma! Kilise avlusuna bırakıp döner falan evi geri bulamam. Dıştan söyleyemediklerimi iç sesim dile getirirken kaçıp gitmek, memleketime geri dönmek istiyordum. Alex annesine baktıktan sonra hışımlı bir ifadeyle masadan kalktı ve kapıyı çarpıp çıktı. Onun bu hallerine anlam veremezken sinirden dişlerimi sıkıyordum. Maçta, Sabri topu kaçırmış olsa bu derece sinirlenmezdim. Teyzem şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyor gibiydi. Kimseden ses çıkmıyordu. Masadaki Robert’ın varlığını tamamen unuttuğumu farkettim. Gülümsedi ve zorlukla seçtiği türkçe kelimelerle konuştu. "O biraz asi bir çocuk Peri, zamanla alışacaktır." 'I'ları 'i' diye söylemesi içimdem gülmeme neden olurken dışımdan da gülmemek için zor duruyordum. Dışımdan hanım hanımcık gülümsesem de iç sesim Robert ile dalga geçiyor, ona bu aksanla Türkiye’de boğaz köprüsünü satmaya çalışırlardı diyordu. Zelda Teyzem ortamı dağıtmak adına gülümsedi ve tiz ses tonuyla konuştu. "O zaman seni ben gezdiririm Peri, teyze yeğen altını üstüne getiririz.” Bu teklif diğerinden çok daha cazipti. Kahvaltı faslından sonra odama çıktım ve saçlarımı şekillendirerek hazırlandım. Almanya soğuk bir iklime sahip olsa da hava düne göre açıktı. Dışarıya çıkmak için tam gününü seçmiş olmalıydık. Buraları tanımak ve kimseye bağlı olmadan kendi başıma dolaşabilmek istiyordum. Salona indiğimde fazlasıyla şaşırmıştım. Çünkü Alex denilen ukala öküz kanepeye yayılmış, telefonuyla uğraşıyordu. Bakışlarımı ondan kaçırarak diğer kanepeye oturunca beni farketti ve garip bakışlarıyla vücudumu süzdü. Bir de neymiş tipi değilmişim öküzün. Bu fırsattan faydalanmak adına ukala bir tavırla güldüm. "Ne o? Yoksa Almanya’da hiç kız yok mu?" Devir intikam devri aslanım. Böyle bozarlar adamı. İç ses Alex’i bozduğunu sanıyordu ama tamamen yanıldığının farkındaydım. Beni umursamadı ve tekrardan telefonuna döndü. "Senin gibi çirkini yok" Bana çirkin demesi kaşlarımı çatmama neden olurken istifimi bozmadım. "Beğenen beğeniyor zaten senin yorumlarına ihtiyacım yok Alexi!" Kendimden emin tavrım bana yönelmesine neden olurken konuştu. "Bana lakap takarsan senin için kötü olur, ufaklık." Alexi demem sinirlerini bozmuş gibiydi. Onu sinir etmiş olmanın keyfini çıkararak güldüm. Bana göz ucuyla baktıktan sonra yukarıya yöneldi. Bir şey söylemeden arkasından bakakaldım. En mantıklısı şimdilik konuşmamaktı. İntikam soğuk yenen bir yemektir. "Hazırsan çıkalım Peri tatlım.” Teyzemin sesi dikkatimi dağıtırken ona döndüm. "Ah tabi çıkalım, ben hazırım." Çaktırmadan üstümdekilere baktım çünkü uykuluyken ne giydiğimi bile doğru düzgün kontrol edememiştim. Üstümdeki kıyafetlere de onay verdikten sonra tamamen hazırdım. *** “Bence Verda ve Melda teyzemi de çağıralım” dediğimde bilmem kaçıncı mağazaya giriyorduk. Oturup bir yerlerde kahve içebilirdik diye düşünüyordum. Bir saattir dolaşıyorduk ve anlaşılan teyzem beni sadece mağaza gezmeye çıkarmıştı. Üstelik yıllardır hissettiği kız çocuk eksikliğini tamamlamak ister gibi sürekli benim için de bir şeyler bakıyordu ve baktığı şeyler spor tarzımdan çok uzaktı. Teyzem beni emekli öğretmen klasikliğin de giydirmeye çalışıyor gibiydi. “Birazdan damlarlar zaten merak etme.” Göz devirerek konuştuğunda şaşırmıştım ve karşıdan bize doğru geldiklerini gördüğümde şaşkınlığım ikiye katlandı. “Nasıl bildin Zelda teyze?” Gözlerimi kocaman açarak konuşmuştum. “Bugün alışveriş günü bitanem, ondan anladım. Melda ve ben alışveriş yaparız. Verda da kavga etmeyelim ne olur ne olmaz diye peşimizden gelir.” Dediği şeyi çok normal bir rutin şeklinde söylediğinde kahkaha atmamak için zor duruyordum. Kendimi tuttum ve bize doğru gelen teyzelerime selam verdim. Verda Teyzem direkt olarak boynuma sarılırken Melda olan uzak durdu ve dargın bakışlar attı. “Ben de kalmadın diye dargınım Peri.” Üzgünüm der gibi ellerimi yana doğru salladığımda içimdeki şeytan kız ‘teyze sen de yakışıklı bir Alex yok’ diyordu ama bunu derken unutmuştu… Görünüme kanmamak gerekirdi zira çocuk tam anlamıyla öküzün tekiydi. “Ama siz kendi aranızda kararlaştırdınız,” dedim gülerek. “Mızmızlık yapma Melda, bir de ben daha büyüğüm diye geçiniyorsun.” Zelda teyzemin de maşallahı vardı laf sokmadan duramıyordu asla. “Evet itirazın mı var senden önce doğduğum konusunda? Git onun için de dava aç istersen.” “Dava mı?” dedim şaşkınlıkla. Verda teyzem koluma girerek onlara arkasını döndü ve onları bırakarak yürümeye başladık. “Seni buradan kurtarayım Peri, dava meselesi biraz karışık. Bir projeyle ilgili davalılar. Zelda, Melda’ya telif davası açmıştı geçen yıllarda.” Şaşkınlıkla dinliyordum ve her duyduğum şeye öncekinden daha çok şaşırıyordum. “Neden böyle düşman gibiler?” “Bir anlasak, bir bilsek…” dedi bıkkınlıkla. “Ama merak etme her şeye rağmen birbirlerini severler.” İçimden tuhaf bir sevgi diye geçirdim. Arkaya dönüp baktığımda atışarak geldiklerini gördüm. “Aa bakın kim geliyor?” Verda Teyzem imalı bir ses tonuyla konuştuğunda karşıdan gelen saçları kulak hizasında kesilmiş küt saçlı kıza baktım. Saçları simsiyahtı, taktığı takılarla ve kıyafetiyle de tam olarak gotik bir tarza sahipti. Yapmacık bir sırıtmayla Verda teyzeme baş selamı verdi. Verda Teyzem ise bana dönerek gülümsedi. “Kuzenin Lena, Melda teyzenin kızı.” Kız tokalaşmadan öylece dikildi ve sadece file eldiven geçirdiği elini uzattı. “Merhaba Peri, hoş geldin.” “Hoş buldum ve memnun oldum,” dedim gülümseyerek ve uzattığı elini sıktım. Onunla böyle samimiyetsiz, zoraki bir karşılaşma beklemiyordum çünkü biz çok küçükken çok iyi anlaştığımızı anımsıyordum. Arkamı dönüp baktığımda Melda ve Zelda teyzede bize yaklaşmıştı. “Periciğim şoföre seni almasını söyleyeceğim, bir işimiz çıktı.” Bunu dedikten sonra bir anda gittikler ve onlar gittikten sonra kahvelerimizi alıp masaya geçtik. “Sevdin mi burayı?” dedi Lena oturduğumuzda. “Aslında tam olarak anlamadım, henüz her şey çok yeni.” Biz resmi devlet dairesinde gibi konuşurken Verda teyze bizi dinliyormuş gibi yapıp diğer yandan telefonla uğraşıyordu. “İşin varsa git Verda, ben Peri’ye göz kulak olurum,” dedi Lena. Kaşlarım çatılmıştı ama ses etmedim. Kimsenin göz kulak olmasına ihtiyacım yoktu. Verda Teyze keyifle güldü. “Aslında kalkmam lazım kızlar,” hemen ardından kalkıp yanağımı hızlıca öptü ve omzuma dokundu. “Bu arada senin de bana teyze demene gerek yok Peri. Verda demen yeterli.” Başımı sallayarak aniden gidişini izledim ve sırıtarak Lena’ya döndüm. Verda kalkıp gittikten sonra az önce yapmacıkta olsa gülümseyen yüzü solmuştu. “Göz kulak olurum dedim ama görüyorsun ki bakıcıya benzer bir halim yok. Arkadaşlarım bekliyor, sen başının çaresine bak,” diyip aniden kalktığında bu değişimi ağzım açık izliyordum. “Bakıcıya ihtiyacım yok, ben sinirlenmeden çok uzağa gitsen iyi olur,” diyerek tısladığımda masadan kalkmaya hazırlanıyordu. Dişlerimi göstermem hızlıca gitmesine neden olurken kollarımı kavuşturup önüme döndüm ve iç çektim. Neydi şimdi bu? Hep böyle yalnız mı olacaktım? Yapmacıklıkla mı sürecekti bu ilişkiler? En güzel zamanlarımdı. Lise çağındaydım. Mükemmel bir arkadaş çevrem, hoşlanmak üzere olduğum bir erkek arkadaşım vardı ama ben kalkıp Almanya’ya gelmiştim. Üstelik hiçbir açıklama yapmadan beni buraya yollayan annem geldiğimden beri aramamıştı bile. Benim aramama sebebim ise onu beklememdi. Üzülmesin diye gülmüştüm ama çok kırgın gelmiştim buraya. Daha iyi bir eğitim almamı istiyor olabilirdi, bunu defalarca söylemiştim kendime yolda gelirken… Ama bundan ziyade sanki annem, beni buraya göndererek kibarca hayatından çıkarmıştı. Bu düşüncelerle boğazım düğümlenirken yutkundum ve göz pınarlarıma biriken sinir gözyaşlarını itmeye çalıştım. “Neden ya?” Fısıldayarak sessizce konuşmuştum. “Neden?” Bu şekilde kendi kendime isyan ederken telefonum çaldı. Arayan kişiyi görünce daha da şaşırmıştım çünkü annemdi. İstemeden Almanya’dan Türkiye’ye telepati yapmıştım sanırım. “Efendim.” Dedim açar açmaz. “Benim kızımın sesi neden üzgün.” Bunu sorduğunda sadece iç çekmekle yetindim ve bir süre cevap veremedim. “Neden aramadın anne?” “Kızım uyuduğunu düşündüm, teyzenlerden haberini aldım zaten. Ben kızımdan haber almadan uyur muyum hiç?” Yutkunarak cevap verdim. “Beni burada unutmazsın değil mi?” “Peri… Kuzum sen orada üzgün müsün? Bir şeyler ters mi gidiyor?” diyerek üstelediğinde derin bir nefes aldım. Bir karar vermek zorundaydım. Ya asıl hissettiğim bok gibi duygulardan bahsedip saatlerce uzakta olduğum bir ülkeden annemin canını sıkacaktım. Ya da hiçbir şey yokmuş gibi davranıp normal davranacaktım ve onu üzmeyecektim. İkinciyi seçtim ve derin bir nefes alıp konuşmaya girdim. “Yok ters gitmiyor, gayet iyiyim. Teyzelerim çok harika insanlar.” Bunu söylerken üzerimden yazı tura oynadıkları geldi aklıma. Devam ettim. “Kuzenlerim de öyle.” Bunu söylerken ise Alex ve Lena’nın insanlıktan ne kadar uzak oldukları geldi aklıma. Sanırım güzel olan tek şey Verda teyzeydi ve o da biraz tuhaftı. Teyzeden ziyade kötü işlerin yapıldığı kanka modeli gibiydi. “Emin misin bitanem?” dedi annem. “Evet,” dedim gözyaşlarımı içime atarak. “Evet eminim.” “Sevindim güzel kızım.” Daha fazla konuşmaya devam edemedim ve bitirdim. “Kapatıyorum anne görüşürüz.” Hemen ardından kapatmıştım. Derin bir nefes alıp burnumu çektim ve etrafıma bakındım. Yabancı ve yapayalnızdım.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE