5. Bölüm

3264 Kelimeler
Bölüm 5 Justin Timberlake sahnedeki muhteşem dansını sergiliyor ve onca hayranın arasından ön sıralarda ona tezahürat yapan beni fark ediyor, tezahürattan ziyade böğürerek şarkı söylemekte olabilir tabii… ve bana öpücük gönderiyor. Attığı öpücükle daha çok gaza gelirken elimdeki Galatasaray atkısını sallamaya devam ediyorum ve birden tüm o sahne yok oluyor. Türk Telekom Arena'da uyanıyorum ve elimdeki atkıyı sallarken "cimbom" diye bağırmaya başlıyorum. İstanbul'dayım ve Fenerbahçe- Galatasaray derbisindeyim. Allahım nolur rüya olmasın! Önce konser, şimdi derbi… İmkansız bir şeydi. Ama rüyası bile güzeldi. Nasıl bir fukaralıksa bendeki de… Rüya olduğunu rüyamın içindeyken anlıyordum. Kapımın sertçe çalınıp açılmasıyla yataktan fırladım ve etrafa anlamsız bakışlar attım. Çok garip ve güzel bir rüya aleminden uyanmıştım ve gerçek olmadığı için ufak çaplı bir şok geçiriyordum. Ne alakaysa Justin Timberlake konserinde taraftar atkısı sallıyordum ve sonradan stadyumda uyanıyordum. Gözlerimi ovuşturarak tamamen uyandığımda boş bakışlarla Alex’e bakıyordum. O rüyadan sonra bu yüzü görmek isteyeceğimi sanmıyordum ama olmuştu… Yapacak pek bir şey yoktu. Uykudan yeni uyanmış, sersem halime bakarak keyifli bir şekilde gülüyordu. Kaşlarımı çatıp somurtarak karşılık verdim. Konuşabilmem için sesimin toparlanması gerekiyordu. Bir süre ona korku filmlerini aratmayan bir bakış attıktan sonra hafifçe öksürerek konuşmama girdim. "Kapıyla dün tanıştığınızı ummuştum." Ses tonumun sinirli çıkmasına karşıt olarak tek kaşını kaldırdı ve kollarını kavuşturdu. Fazlasıyla havalı görünüyordu. Uykulu gözlerle bile yakışıklı olduğunu fark edebiliyordum. Oysaki ben uykuluyken annemi tanımazdım ve ilk dersin teneffüsünde gerçek anlamda uyanabilirdim. "Ayıcıklı şort takımınla tanışmak istiyorum." Alex bunu seksi bir tonla söylediğinde midemde oluşan kıpırtıları duymamaya çalıştım ve üzerimdeki kılık kıyafete bakarak daha fazla öfkelendim ve şortumu çekiştirdim. "Çık dışarı Alex! Tam bir sapıksın!” Beni umursamıyor gibiydi. Vücudumu can alıcı bir yavaşlıkla süzdükten sonra kapıya yaslandı. "Annem seni dışarı çıkarmamı istedi. Çabuk hazırlansan iyi olur, ufaklık. Yoksa sensiz giderim.” Klişeleşen Alex tavrı. Nolur o yeşil gözlerinle daha fazla süzme beni hayalet şahıs! Evet iç sesim bu şekilde konuşurken dışımdan hiçbir cevap veremiyordum. Demek bugün onunla dışarıya çıkacaktım. Bu düşünce bile heyecanlanmama neden olurken kendime kızmadan edemiyordum. Lafını söyledikten sonra soru sorma fırsatı vermeden gitti ve kapattığı kapının ardından öylece bakakaldım. Yatakta biraz daha oyalanmıştım çünkü uyanır uyanmaz kalkınca tüm gün ayılamıyor, asabi bir şekilde dolanıp günü kendime rezil ediyordum. Biraz olsun ayıldıktan sonra güzel bir gün geçirmeyi dileyerek hazırlanmaya başladım ve dolaba yöneldim. Her zamanki tarzımı konuşturarak rahat bir şeyler giydikten sonra telefonu arka cebime koydum ve açık kumral dalgalı saçlarımı açık bıraktım. Dudak parlatıcımı da sürdükten sonra yavaş adımlarla aşağıya indim. Zelda teyzem kanepeye oturmuş, elindeki dergiyle ilgileniyordu. Teyzeme odaklandığım sırada Alex’in bakışlarını üzerimde hissettim. Kafamı yavaşça ona çevirdiğimde beni izlediğini tescillemiştim. Beni alıcı gözüyle süzdükten sonra sesini çıkarmadan ayağa kalktı. Bakışlarının sırrını bir türlü çözememiştim ama garip bir çekiciliği vardı. Çekici olduğu kadar tehlikeli bir izlenim yaratsa da en fazla asosyal ve depresyonda olduğundan çevresine böyle davrandığını düşünürdüm. Satanist demek biraz fazla kaçıyordu ama kedi konusunda hala şüpheleniyordum. Kapıya yöneldiğimiz sırada Zelda teyzemin sesi durmasına neden oldu. "Ah size söylemeyi unuttum. Mete de size katılacak." Alex’in bakışları öfkeli bir ifade alırken teyzeme döndü ve aynı öfke sesine yansırken konuştu. "Mete ne alaka?" Onların arasındaki bakış savaşına anlam veremeyerek yutkundum. Zelda teyzem hızlı bir şekilde bir şeyler söyledi ve Alex onu umursamadan yanımdan geçerek dışarıya çıktı. Teyzeme kısa bir bakış atıp gergin bir ifadeyle gülümsedikten sonra Max'in peşinden gittim. “Görüşürüz teyze.” Bu çocuk Türkiye'de yaşasa kahraman Türk anasından çok fazla dayak yerdi. Almanya’da yaşıyor olması sağlığı açısından daha iyiydi belki de. Onunla birlikte arabaya binerken kısık tuttuğum ses tonumla konuştum. Öfkeli ifadesi ürkmeme neden olmuştu. Konuşup konuşmamakta kararsız kalmıştım ama en son konuşmaya karar kıldım. "Mete’nin bizimle gelecek olması seni neden rahatsız ediyor." Bir anda öfkeli yeşillerinin hedefi olduğum için bakışlarımı kaçırdım. Bana kısa bir bakış attıktan sonra yola döndü. "Sana ne? Seni neden ilgilendiriyor?” Ses tonundaki sert ifade karşısında ürkerken kollarımı kavuşturarak önüme döndüm ve herhangi bir cevap vermedim. Şu an onunla konuşmamak en mantıklısıydı ve anladığım kadarıyla Alex’in asıl rahatsız olduğu şey yanında Mete’nin çok fazla övülmesi ve örnek gösterilmesiydi. Oysa çevresindekiler karşılaştırırken unutuyorlardı. Alex’e yüklendiklerinin farkında değillerdi. Onun içine kapanması çok normaldi. Hayatından birinin tamamen gitmesi, ki o kişi anneyse… nasıl atlatılabilirdi ki? Unuttukları Alex’in bir yanının eksik olmasıydı. *** Berlin’i alt üst etmiş her yerini gezmiştik. Eğlenceli ve bolca göndermeli bir gezintiydi. Mete ve Alex düşman olan iki rapçi gibi rahat vermiyor, birbirlerine sürekli diss atıyorlardı. Mete’nin Ash adındaki arkadaşı da bize katılmış, ardından bizden ayrılmıştı. Kız haklı. Normalde olsa o iki ergeni baş başa bırakır, ortamı terk ederdim ama mecburiyetten katlanıyordum. Sonuç ise fazlasıyla acıydı. Mete ve Alex’in ortasında oturmuş korku filmi izliyordum. İroniye bak. Jacob ve Edward arasında seçim yapmak zorunda kalan Bella kadar çaresiz hissediyordum. Filme pek bakmadığım için korku olması sorun olmuyordu ama sıkılmaya başlamıştım. Sürekli ofluyor, dikkat çekmeye çalışan bebeler gibi davranıyordum. Alex’in elindeki mısıra doğru uzandım ve o da o sıra uzandığından bilinçsizce mısır yerine elini tuttum. Tutmamla çekmem bir olmuştu ama bakışlarındaki yüksek dozda alayla bana döndü. Bakışları garip bir parıltıyla ışıldıyordu. "Elimi tutmaya bu kadar meraklı olduğunu bilmiyordum." Verebileceğim en mantıklı cevabı verdim. "Değilim zaten. Sadece mısır alacaktım.” Kızım Peri! Sen böyle değildin. Nerede içindeki ukala kız? Nerede İstanbul'daki atarlı ergen? Nerede tirübünlerde coşan Cimbomlu holigan? Nerede o hazır cevap had bildiren kız? İç sesimin sorduğu sorular karşısında afallarken cevap veremiyordum. Harbi neredeydi acaba? Yakınımda olduğu için dikkatim fazlasıyla dağınıktı zaten. Parfümüyle karışan kokusunu fazlasıyla hissedebiliyordum. Tek kelimeyle etkileyiciydi. Çok etkileyici bir kokuya sahipti. "Ah evet Peri belli oluyor, seninle konuşurken bile nefesin kesiliyor.” Kaşlarımı çatarak savunmaya geçtim. Beni bilerek sinir ediyordu ve bunu bildikçe daha çok sinirleniyordum. "Ego yığınının tekisin" Kulağıma doğru eğilmesi nefesimi tutmama neden oldu. Fısıldayarak konuştu. "İltifatların şımartıyor, ufaklık." Etkilenmiyormuş gibi yapmaya çalışarak sırıttım. "Bu kadar yaklaşmak zorunda mısın? Geri bas." Dediğim şey karşısında afalladığını görmenin tadını çıkararak önüme döndüm. Ve havalı bir şekilde önüme döner dönmez ekransa gördüğüm hayaletin görünümü karşısında ufak bir çığlık atıp Alex’e sarılmam ve kendime gelip ondan ayrılmam bir oldu. Her şey çok hızlı yaşanmıştı. Ona meraklı olmadığımı söyleyip sonrasında sarılmak… Fazlasıyla rezil olmuştum. Çarpıkça sırıttı. "Beni öpmemek için zor duruyorsun." Ağzım şaşkınlıkla aralanırken ona ters bakışlar atıyordum. Alaycı bir ifadeyle karşılık verdim. "Belki de sen beni öpmek istiyorsundur. Bu yüzden böyle konuşuyorsun." Bundan sonra ona onun gibi davranacaktım. Bana aşıkmış gibi davranacaktım. Yüzüme doğru biraz daha yaklaştı ve kesinlikle etkileyici olduğunu düşündüğüm bir tavırla gülümsedi. "Dudaklarının tadını merak ediyorum doğrusu." Verdiği cevap küçük dilimi yutmama neden olurken nefesimi tutmuş halde ona bakıyordum. Vazgeçmiştim, ona onun gibi davranmak işleri yokuşa sürmek olurdu. Tam o sırada ışıklar yardımıma yetişti ve salon aydınlandı. Güzel zamanlamaydı. Alex’in yüzümü kızartmasına fırsat tanımadan geri çekildim. Mete ise bize şaşkınlıkla bakıyordu. Şu ana kadar yanımızda olduğunu bile unutmuştum. Alex’in karanlıktaki garip tavırları kendimi bile unutturmuştu. Çocuk, ilginç bir şekilde ilgimi çekiyordu ve ben bundan kesinlikle korkuyordum. Onun bıraktığı etkiyi yok sayarak Mete’nin yanından yürüdüm. Dışarı çıktığımızda hava kararmıştı ve hafif bir esinti vardı. Üşüdüğümden ceketimin önünü kapadım ve paytak paytak arabaya yürürken Alex’in bakışlarını yok saydım. Arabaya bindiğimizde Mete bana döndü ve tüm dişlerini sergileyerek sırıttı. "Lunaparka ne dersin?" Ben henüz cevap veremeden konuşan Alex oldu. Oysaki soru banaydı. "Fazlasıyla sıkıcı." dedi göz devirerek. Bilmiş bir tavırla güldüm. "Ne bekliyordun Alex? Seninle birlikte kedi kesmemizi falan mı?" Dikiz aynasından attığı ters bakışla oturduğum yere sinerken sustum. Susmam sağlığım açısından en mantıklı olandı. Aksi halde kediyi değil, beni kesecekti. Yolun geri kalanında sessiz kalmayı yeğledim. *** Bazen sadece dikiz aynasından seni bakışlarıyla öldüren şahsı 18 yerinden bıçaklayıp tellere asmak istersin ama hiçbir şey yapamadan öylece durursun. Alex’in anlamsız bakışlarını ağır bir biçimde ödetmek istiyordum ve hiçbir şey yapamıyor olmam acı bir gerçek gibi yüzüme çarpıyordu. Ara ara bana ters ters bakması saçmaydı. Sanki çocuğun ekmeğini elinden almıştım. Kısa süre içinde oldukça büyük ve gösterişli bir lunaparka geldiğimizde arabadan indim ve etrafı inceledim. Türkiye'dekilerle kıyaslanmayacak büyüklükteydi ama Adana'nın kebabına değişmezdim açıkçası. Türkiye'de olsak gavurun tohumlarının kolundan tutar, onları olduğu gibi dürümcüye götürürdüm ama kör talih anasını satayım! Türkiye'de değil, Almanya’dayız. Etrafı incelemeye devam ettiğinde Mete kendini aşacak bir tavırda bulunup koluma girdi. "Yabancı dilinin bu kadar iyi olduğunu bilmiyordum, filmi gayet rahat izledin." Sempati gösteren bir tavırla gülümsedim. "Yani uzun yıllar dil eğitimi aldım." Çocuksu bir tavırla ileriye bakarken Alex’e dönerek konuştu "Çarpışan arabalara binelim mi?" "Bana uyar "diye mırıldandım, hiç düşünmeden. Her ortama uyum sağlayan bukalemun kişiliğime duacıydım. Alex alaycı tavırını gizleme gereği duymadan güldü. "Çok aptalca, korku trenine ne dersiniz." Uzun bir tartışmaya girmiştik ki Mete’nin telefonu çaldı ve gitmek zorunda olduğunu söyledi. Yanımızdan ayrıldığında içimden uygunsuz sözler söylüyordum. Çünkü beni Alex ile yalnız bırakmıştı. Alex’in şeytani sırıtışını hiçe saymak istiyordum ama mümkün değildi. Uzun itirazlarıma rağmen beni korku trenine binmem için ikna etmişti. Ufak bölmede yanıma otururken konuştu. "Abarttıkları kadar korkunç değil." Şimdiden gözlerimi kapatmıştım bile. Bana bakıp keyifle güldüğüne emindim. Ki gülmekte haklıydı. Ben de olsam o sırada fotoğrafımı çeker, tüm yıl şantaj yapardım. Ama Allah'tan herkes benim gibi şeytani düşünmüyor. Alet çalışmaya başladığında sorun yoktu ama hızlanıp karanlık bir tünele girdiğinde korku dolu bir çığlık attım. "Alex!” Çığlık atarken neden Alex dediğimi bile bilmiyordum. Düşmekten korkar gibi ona sarıldım ve başımı göğsüne bastırdım. Kollarını sıkıyor, ona sıkıca sarılıyordum. İnince yaptıklarım için pişman olacağımı bilsem de, o an ki ruh halim Dabbe filminde baş rol oynuyormuş gibi hissettiriyordu. Korkuyla kolunu sıkıp göğsüne yaslandığımda şaşırdığına emindim ama ben yaptıklarım için daha şaşkındım. Alex kulağıma doğru eğildi ve yüzüme bakmaya çalıştı. "İyi misin?" Soruya bak… Değilim aptal görmüyor musun? Başımı zorlukla kaldırdım. Hızlı oluşu tüm dengemi alt üst etmişti. Kafamı kaldırmadan konuştum. "Alex, ne olur eve gidelim.” Güçlü kollarını belime sararken yüz ifadesini görmüyor olmam kötüydü. "Bu kadar korkacağını tahmin etmemiştim, özür dilerim.” Hızdan dolayı sesini zar zor işitiyordum. Bu kadar korkutucu olacağını ben de tahmin etmemiştim. "Alex" "Efendim." Derken sesi endişeliydi. Kafamı zorlukla kaldırdım ve ona korkmuş bakışlar attım. "Gidelim." Tren sert bir hamle yaparak durduğunda karanlıkta bile seçebildiğim gözlerine baktım. "Neden durdu bu lanet şey!” Bir şey söylemeden etrafına baktı ama kimse yoktu. Ufak bölmemizle birlikte karanlık bir tünelde öylece duruyorduk. Elimde olmadan titriyordum çünkü buz gibiydi ve korkuyor olmam da durumu daha da kötüleştiriyordu. "Üşüyor musun?" Başımı olumlu anlamda salladığımda öküzlüğüne aykırı davranarak ceketini çıkardı ve giymemde yardımcı oldu. Onun kokusunun ağırlığını tüm hücrelerimde hissedebiliyordum. Kelimelere sığdıramadığım bir çekiciliği vardı. Bana sarıldığını başlarda farketmesem de benim onu sardığım gibi belime sarılmıştı ve korku aletinin yeniden çalışmasını bekliyordu. Aletse alet! Ben lanet diyeceğim. Birkaç dakika boyunca bir şey söylemeden birbirimize sarılmamız garipti ve Alex’in içindeki öküz bir yerlere gitmiş olmalıydı. Cumaya gitmiş gibiydi. Lanet tren bir süre sonra çalıştığında toparlanarak ondan ayrıldım ve bakışkarımı kaçırdım. Yüzümün kızardığına emindim. Tren yeniden çalışırken ikimizde sessiz kaldık ve az önce yaşananlarla ilgili hiçbir şey söylemedik. Ben başımı eğmiş ona bakmamaya çalışırken o gözlerini benden ayırmıyordu. İndiğimizde bile bakışlarını benden ayırmıyordu. "İyi misin?" Diye sordu şüpheyle. Bakışlarımı kaçırmaktan vazgeçmiyordum. "Evet." Alex’i düşünmemek adına Pretty Little Liars'daki A'nın kim olduğunu düşünmeye başladığım sırada sesiyle irkildim. "Atla arabaya.” Ona bön bön bakmaya devam ettiğimde bir daha seslendi. “Peri?” Bir şey demeden ön tarafa oturduğumda sonunda bana bakmıyordu. Bir yerde durduktan sonra arabadan indi ve kısa sürede geri döndü. Tahminimce yemek almıştı. Ya da aç olduğum için böyle düşünüyordum. Sessiz olmamız fazlasıyla garip bir hava oluştururken eve vardık. Evde kimse yoktu ve manyak olduğunu düşündüğüm çocukla yalnızdım. “Yiyecek bir şeyler aldım,” diyerek mutfağa yöneldiğinde bir şey söylemeden peşinden ilerledim. İlk defa bana iyi davranıyordu ve inanılmaz derecede şaşırtıcıydı. Alex, ben onu şaşkın gözlerle izlediğimde masayı hazırladı ve ona yardım etmeden oturup sadece yemeğin gelmesini bekledim. Hamburger ve patates almıştı. Hiçbir utanma sıkılma olmadan yemeğimi yedim ve Alex’in patateslerine el uzattım. Hafif bir şekilde elime vurdu. "Onlar benim ufaklık.” Surat asarken önüme döndüm. Cimri şey ne olacak? "İyi be anladık senin olsun." Sırıttı. "Zaten benim" Dudaklarımı büzdüm ve elimde olmadan gülümsedim. "Senin olsun. Kalmadık patateslerine.” Gülümsedi ve ağzıma patetes kızartmasını tuttu ve yememi bekledi. Bunları yaparken şaşırıyordum ama ona da bir yandan ayak uyduruyordum. Durur muyum? Hemen yedim. Doymuştum ama onu sinir etmek hoş oluyordu. Alex’in elinden yemek yemek garip hissettirse de 'elini yıkamış mıydın' diye sormak istiyordum. Temizlik imandan gelir ama çocuk müslüman değil ki imanı anlatayım. En iyisi Nihat Hoca'yı arayıp 'hocam iman nedir' diye sormak. Hem Alex öğrenir hem sevaba girmiş olurum. "Alex sana bir şey soracağım?" Ses tonundaki çekicilik kendini apaçık belli ederken bana döndü. "Sor başımın belası." "Kedi kesiyor musun?” İçimden kıs kıs gülüyordum. Satanist göndermesi yapıcam da… Evet. Bunu ciddi ciddi sormuştum. Bir an 'iman nedir' diye sormak istemiştim ama kısmet kediyeymiş. Güzel bir kahkaha attıktan sonra melodik gelen ses tonuyla konuştu. "Hayır bücür kedi kesmiyorum ama az kaldı senin dilini keseceğim." Şimdi de bücür mü? Hadi ama dostum biraz yaratıcı ol. Bu gece ne hikmetse susmak istemiyordum. Başka bir soru daha sordum. "Türkçe'yi nasıl öğrendin." "Zelda’dan kaynaklı alıştık, gittiğim okul Türkçe eğitim veriyor. Bunların etkisi büyük.” Üstelemekten kaçınır gibi farklı bir konu açtım. "Türkiye'ye gittin mi hiç?" Hoşnutsuz bir ifade takındı. "Hayır. Hep sıkıcı gelmiştir." Memleketimi savunmayı vatani görev haline getirmiştim. "Kebabından ciğerine üç tarafı denizlerle çevrili bir cennettir Türkiye." Uykulu bir tavırla esnedi. "Ah tabi öyledir." Pis ukala! Beni umursamadan kalktı ve yukarıya doğru yol aldı. Ağzıma nereden takıldığını çözemediğim şarkıyı mırıldanarak peşinden gidiyordum. "Cinlere şeytanlara benzirsen, acayip hayvanlara benzirsen." Garip bir bakış atarak bana döndüğünde yutkundum. "Bir şey mi dedin? Ufaklık." Dedim desem tabanca çıkarıp vuracak gibi duruyordu. "Hayır." Diye mırıldandım. "İyi geceler, Alex." Cevap vermesine fırsat vermeden odama yöneldiğimde düşünceler peşimi bırakmıyordu. Ona sarılmanın nasıl bir şey olduğunu tatmıştım ve ben de bıraktığı izlenim tüm duygularımı karmakarışık hale getirmişti. Ufak bir sarılmayla bu şekilde sarsıldıysam, her an yanımda olması benim için fazlasıyla tehlikeliydi... *** Yaşamayı seven kişiliğim baş göstermişti ve fazlasıyla enerjik hissediyordum. Hayat yaşamayı bilene güzeldir. Ciddi anlamda mutlu olan insanların yaşamın dibine kadar tadını çıkaran insanlar olduklarını biliyordum ve çoğu zaman istemsizce onlara özenirdim. Ben de mutlu yaşamayı bilen tiplerdendim ama depresif ruh hali az çok banada uğruyordu, yağmurlu günlerde. Tüm damlacıklarını hissederek yürüyordum. Yağmura küçüklükten beri bir mucize olarak bakmam şemsiyelerden nefret etmeme neden olmuştu. Yanımdan şemsiyeyle geçen insanlara alaycı bakışlar atarak ilerliyordum. Bartu'nun davetiyle kahvaltı için onlara gidecektim ve geçen birkaç günde oturdukları semti tanıyabilmiştim. "Nereye ufaklık?" Bana tanıdık gelen sesin sahibine döndüğümde Alex ile karşılaştım. Kulağında kulaklık, yağmurlu havada yürüyüş yapıyordu. "Mete kahvaltıya çağırdı." Umursamaz bir tavır takınırken yanımdan geçti. "Sakın kaybolma." Yanımdan uzaklaştığında yoluma devam ettim. Alex ile Mete’nin neden kavgalı olduklarını fazlasıyla merak ediyordum. Ki öğrenecektim. Mete beni gün için misafir bekleyen güler yüzlü hanım teyzeler gibi karşıladı. İçeriye girince beni her tarafı saran omlet kokusuyla selamlaştım ve Mete’nin yönlendirmesiyle masaya oturdum. Önüme bıraktığı krepten bir parça alırken konuştum. "Yemek yapmayı biliyor musun?" Gülümseyerek cevap verdi. "Evet." Kendine güvenen tavrı kaşlarımı kaldırmama neden olurken güldüm. "Tamam Mete, anladık hava atmana gerek yoktu." "Yemene bak güzelim" Dediği şey karşısında atara geldim. "Yavşama lan hemen, hiç hoşlanmam öyle kelimelerden.” Açık sözlüydüm. Arada iç sesime uyup açık sözlü olabiliyorum. Beni suçlamayın tek suçlu iç sesim. Keyifli bir kahkaha attı. "Güzel olduğu kadar da açık sözlü." Benden cevap gelmeyince devam etti. "Alex ile nasıl gidiyor?" Gülümsememi bozmadan yanıtladım. "Ukala + öküz + katıksız odun= Alex.” "Evet biraz öyle biri.” Meraklı kişiliğim baş gösterirken yemeyi bıraktım ve Mete’ye döndüm. "Sizin neden aranız bozuk." Surat ifadesi bozulurken memnuniyetsiz bir tavırla konuştu. "Uzun hikaye." "Anlat, dinlerim." "Zevk için dövüşüyor. Ailesinin işleri nedeniyle bilinen bir ailenin çocuğu ve bunu gizli yapıyor." Bir anda döküldüğünde şaşırmıştım. Gittikçe daha fazla meraklanıyordum. Devam etti. "Dövüştüğünü ailesinden kimse bilmiyordu. Onun iyiliği için Zelda ile konuştuğumdan beri aramız böyle. Ve ben gerçekten onun iyiliğini düşünmüştüm. Hiçbir kötü niyetim yoktu.” Ergenler bu yüzden böylelermiş demek ki. Ben de önemli bir şey sanmıştım. Cevap vermediğimi görünce devam etti. "Sevdiğim kızı ayartması da cabası.” Şaşırdıkça şaşırıyordum. Dediği şeyle yutkundum. "Sevdiğin kız?" "Evet sevdiğim kızla çıkıyor." Konuyu dağıtmak adına alaya aldım. "Senin adına üzüldüm be Mete.” Umursamazca cevap vermiştim ama içime öküz oturmuş gibi durgunlaşmıştım. "Ben de senin adına Pericim." Benim adıma üzülmesi anlamsızca meraklanmama neden olmuştu. "Neden benim adıma üzüldün?" Sırıttı. "Alex ile aynı evde kalıyorsun." İçime bir kurt düştüyse de belli etmedim. Muhabbet fazlasıyla sıkmıştı. "Benim adıma üzülme canım Alex ile baş edebiliyorum." Anlamlı bir şekilde göz kırptı. "Canım?" Omzuna vurdum ve güldüm. "Boş anıma denk geldi hemen şımarma" "Şımartma güzelim" Yerine oturan kendine güvenine karşı garip bir bakış attım. "Ne tuhaf adam çıktın be Mete.” "Açık sözlü kızları sevdiğimi söylemiş miydim Peri.” Takındığı kendine güveni tam olan ifadesinden ödün vermemesi şaşırmama neden olmuştu. "Boş konuşan erkekleri sevmediğimi söylemiş miydim Mete." Susması şaşırtıcı olsa da kısa sürdü. "Okul için heyecanlı mısın?" Güzel bir kahkaha attım. "Şu aptal sarışın dedikleri şey varya Mete. O kesinlikle sensin" Somurttu. Bozulduğu açıkça belliydi. "Hadi ama normal bir konu açmıştım.” "Hangi mal okul için heyecanlanır ki tam anlamıyla saçmalık." "Sana da yaranılmıyor Peri.” Onu daha fazla kırmamak adına konuştum. "Okulun nasıl olduğunu merak etmiyor değilim aslında." Hemen gülümsedi ve yelkenlerini suya indirdi. "Aslında rahat edersin okul türkçe eğitim verdiği için geneli türkçeyi çat pat konuşuyor" Buna sevinmiştim. "Bak bu iyiymiş." Dış kapının sesi geldi ve yardımcı mutfaktan ayrılarak kapıya yöneldi. İçeriye ciddi anlamda yakışıklı taş bir çocuk girdi. Bu nedir yarab? Bir alamet geldi hülooğ. Ah yine hayvanlaşıyorum. Bu Almanlar bu kadar meteor olmak zorudalar mı? Mete’nin yüzünden rahatsız bir ifade geçti ve ayağa kalktı. Gelen çocuk mavi gözlü koyu kahverengi saçları olan uzun boylu bir çocuktu. Bakışlarını üzerimde gezdirdi. Mete ise beni yoksayarak çocuğa döndü. "Daha sonra görüşecektik Paul.” Mete çocukla ingilizce konuşmuştu ve aksanının kendine has bir tınısı vardı.Paul denilen çocuk bana bakarak konuştu "Çok kabasın Mete beni arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?” Ses tonu iğneleyiciydi ve sanki dalga geçiyordu. Öyle bir amacı varsa söyleyeyim dalga denizde olur aslanım. Çocuk meraklı bakışlarımı yok sayarak devam et. "Yoksa Peri denilen kız bu mu?” Bu sefer türkçe konuşuyor olması dikkatimi çekerken burada popüler olduğum için kendimle gurur duyuyordum. Benim aksime Mete’nin yüzü hala solgundu. Altına yaptıktan sonra utanan bebekler varya aynı onlara benziyordu. Dişlerini sıkarak konuştu. "Arkadaşım Peri, misafir olarak geldi Alex’ler de birlikte kalıyor." Alex ismi geçince Paul’un suratından garip bir parıltı geçti. Ne cins çocuk lan bu. Hayatı severim bakışlarıyla dolaşıyor. Mal mıdır nedir? Paul bana döndü ve gülümsedi. "Merhaba Peri, ben de Paul.” Mete huzursuz bir tavırla araya girdi. “Peri de zaten kalkıyordu.” Dolaylı yoldan kovulmak böyle bir şey olsa gerek. Ah çat diye duyulan ses gururumun kırılma sesi mi yoksa. üff yok be Mete bardağı düşürdü sakar şerafettin ne olacak? Ayağa kalktım ve gitmek amaçlı kapıya yöneldim. "Sonra görüşürüz Mete.” Paul denilen çocuk genişçe gülerek bana döndü. "Dili de varmış beni görünce tutuldu sanmıştım.” Şerefsizin torununa bak sen bu da çürük çıktı. Ne Almanya’ymış anasını satayım! İstifimi bozmadan Paul’a döndüm. “Almanların ego tatmin etme yöntemleri bu sanırım daha yaratıcı olamaz mısınız?” Cevabıma karşı şaşırdığı belliydi. "Türk kızları güzel derlerdi ama onlar adına iyi örnek olmuyorsun ülkene geri dön bence.” Kaşlarımı çatarak konuştum. "Sen ve koca egonla uğraşamayacağım.” Tam gideceğim sırada arkamdan seslendi. "Söylesene Peri, Alex o çok konuşan ağzını susturuyor mu?” Bu kadarı da fazla olmuştu. Atarlı bir tavırla ona döndüm ve hiç düşünmeden kasıklarına tekmeyi geçirdim. Asıl havalı olan tüm bunları yaptıktan sonra hiçbir şey yokmuş gibi arkamı dönüp gitmemdi. Kesinlikle çok havalıydım. Ama dönüp daha beter vurmak istiyordum. Mete’nin bağırışmalarını duydum, kavga ediyordu ama umursamadım ve koşar adımlarla evden uzaklaştım. Fazlasıyla kırıcıydı. Ben; her şeyi alaya alan Peri ilk defa bu kadar sinirli ve kırgın hissediyordum. Gözyaşlarım yavaşça akmaya başladığında kendime ve baş gösteren duygusal kişiliğime lanet ediyordum. Alaycı Peri’yi istiyordum. Güçlü olmak umursamaz olmayı gerektirirdi. Umursamamalıydım. Güçlü durmak için bunu yapmak zorundaydım. Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildikten sonra derin bir nefes aldım ve duyduklarımı unutmaya çalıştım.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE