Kaçınılmaz bir son, kaçınılmaz günaha gebeydi.
Bu kadar çaresizken ayağıma gelmiş fırsatı geri tepemezdim. Ama... Düşünmeden de kabul edemezdim. Hayatım zaten bir ölüm kalım savaşından ibaretti. Kaçmaktan bıkmıştım. Anlık bir yanılgı ile tüm çabalarımın yerle bir olmasını kesinlikle istemiyordum. Her daim mantıklı düşünmem gerekiyordu aksi takdirde elimdekilerin de yok olması an meselesiydi. Olanı da kaybetmek istemiyordum.
Kolumu kavramış güçlü parmakların sahibi, soluk mavi gözlerindeki donuk ifade ile benden cevap bekliyordu.
"Düşünmem lazım." Dudağının kenarı aheste bir şekilde kıvrıldı.
"İki gün," dedi, "sonra tekrar karşına çıkacağım. Hırsızlık bir çözüm yolu olmamalı asla,” diyerek elini kaldırdı ve işaret parmağını şakağıma yasladı. "Tek çözüm yolu zihindir. Zihnini ne kadar iyi kullanırsan senin için o kadar verimlidir." dedikten sonra, elini önüme uzatıp avucunu açtı. “Parayı onlara geri vereceğim."
Cebimdeki paraları hiç sesimi çıkarmadan avucuna koydum. Bari birazını alsaydım bile diyemedim. Nutkum tutulmuştu. Arkasını dönüp uzaklaşırken olanları idrak etmeye çalışıyordum.
***
Terleyen avuç içlerimi pantolonumun sert kumaşına sürttüm. Bir iş görüşmem daha berbat geçmişti. Nereye başvursam ya eleman ihtiyacı yoktu ya da benden önce birini almış oluyorlardı. Bu bana hayatın oyunu olmalıydı.
Oflayarak gözyaşlarımı geri göndermek amacıyla elimin tersini gözlerime bastırdım. Hızlı adımlarla kaldırımda yürüyerek yolun karşısına geçtim ve evimin olduğu sokağa girdim. Kapımızın yan tarafındaki merdivenlerde oturan Ece Naz, arkadaşları onu dürtünce kafasını telefonundan kaldırıp bana baktı.
"Ne oldu kız, yine mi iş yok?" Başımı iki yana salladım. Uçları sarı olan saçlarını geriye doğru ittirip dirseklerini dizine yasladı. "Artık bir çözüm yolu bulsan iyi edersin. Abim bakkaldan artık veresiye bir şey vermeyeceğiyle alakalı bir şeyler geveliyordu."
Sözleri üzerine yüzüm hafif kızarırken yumruğumu sıkıyordum. Bunları bana söylerken zevk alıyordu. Birilerini ezmek veya aşağılamak onun için bir eğlenceden ibaretti ama bir gün kendisinin de bu durumlara düşebileceğini göz önünde bulundurarak hareket etmeliydi insan.
"En kısa zamanda borcumu ödeyeceğim," dedim kuru bir sesle.
"Piyango çıkarsa bana da haber ver."
Kendimi ezdirmeyi hiçbir zaman sevmedim ama diyecek bir şeyim olsa dahi aralanacak bir ağzım ve kelimeleri dökecek bir dilim yoktu o an. Yutkundum. Sadece yutkundum. En büyük serzenişim, sessizliğimdi. Usulca oradan uzaklaşıp alt sokaktaki parka doğru çiselemekte olan yağmura aldırmadan yürüdüm.
Ne düşünmeliydim?
Bilmiyordum.
Yağmur, yavaşça saçlarımı ıslatırken tek düşündüğüm ne yapmam gerektiğiydi.
Bakmam gereken bir kardeşim, düzeltmem gereken bir geleceğim ve direnmem gereken bir hayat vardı. Pes etmem mümkün değildi.
Kardeşime daha iyi bir hayat sunmamın tek yolu o adamdan geçiyordu.
Evet, yapmalıydım, kendim için değil kardeşim için bu hayata göğüs germeli, ne olursa olsun onu daha iyi yerlere getirmeliydim. Biz beraber büyümüştük. Onun masumiyeti, asla umudunu kesmeyişi bana güç vermişti. Gerçek kardeşim olmasa da daha fazlasıydı. O yanımdayken kendimi çocuğunu korumak isteyen bir anne gibi hissediyordum.
Kararımı vermiştim.
Teklifini kabul edecektim.
Olması gereken tek şey, yanıma gelip sorusunu tekrarlamasıydı.
Bugün o gündü. Beni bulacaktı.
Biraz daha yürüdükten sonra kendimi yolun kenarında bulunan büyük su birikintisine gittim, ayaklarımı nedensizce suya soktum ve dalgalanmakta olan suyu izledim.
Sonra, onu gördüm.
Bulanık suyun üzerine düşen karanlık gölgesini ya da ışığını... Kafamı kaldırdım, Karşımdaydı, gözaltları biraz çökmüş gibiydi.
"Geldin," dedim.
"Geldim," dedi.
Bir süre sessiz kaldık.
Yağmur saçlarımdan damlıyor, o düşen damlaları takip ediyordu.
"Karar verebildin mi?"
Çok düşünmüştüm ve artık düşünmek istemiyordum.
"Evet," diyerek derin bir nefes aldım. "Kabul, teklifini kabul ediyorum."
Eskiden kalma yaralarım vardı. Yaram, kimi zaman kanayacaktı ama katlanacaktım. Kanayan yaraları birer birer sarıp kabuk bağlatacaktım.
"Hayatını değiştireceğim, söz veriyorum küçük Mina. Sözüm söz, çok güçlü olacaksın çünkü sen buna layıksın."
İnanmalıydım. İnanmaktan başka çarem yoktu.
Belki sonunda ölüm vardı ama kardeşim için ölüme bile razıydım.
"Her şey güzel olacak."
Tekrarladım.
"Her şey güzel olacak."
Bu kelimeler hayatımın dönüm noktasıydı.
19.03.2018; Benim gizli hazinemin anahtar sayıları. Gizli hazinemin, gizemli adamı ile attığım ilk adımın tarihi.
"Şey, sormam gereken bazı şeyler var," dedim ellerimi önümde birleştirip yüzüne bakarak.
"Tamam, gel şurada kafede oturalım. Çok ıslanmışsın zaten…"
Her şeyi konuşmak, detayları öğrenmek istiyordum. Mesela ne işi yapacaktım? Bu iş ne kadar tehlikeliydi? Şartları neydi? Kabul ettim demiştim ancak her an cayabilirdim de.
Ben önde, o arkada kafeye girdik ve cam kenarındaki masalardan birine karşılıklı oturduk. Üzerindeki kapüşonu düzeltip ellerini masanın üzerinde birleştirdi. Kafe sakindi, rahat rahat konuşabilirdik.
"Dinliyorum," diyerek söze girdi.
"Öncelikle, ismini öğrenebilir miyim?"
"Ah, kusura bakma. Kendimi tanıtmayı unutmuşum. Ben Arkın. Arkın Sancar."
İçimdeki bütün soruları masanın üzerine boca etmek istesem de sırayla sormaya çalıştım.
"Ben… Ne yapacağım? Nerede yapacağım? Neler yapmam gerekiyor? Her şeyi öğrenmek istiyorum." dedikten sonra, nefeslendim. Heyecanlıydım. Korkuyordum. Endişeliydim. Hayatımın kurtulacak olması fikri ve kardeşimin iyileşeceği düşüncesi çok cazipti benim için. Bu mutlu olmam için yeterli bir sebepti ama tereddütlerimi de görmezden gelemezdim.
"Haklısın," dedi ve derin bir nefes aldı. "En baştan başlayayım öyleyse. Seni Çocuk Kampı’ndan beri tanıyorum."
İliklerime kadar üşüdüm, elim ayağım buz kesti. Yoksa... Beni onlara geri mi verecekti? Böyle bir şeye asla müsaade edemezdim. Kalbim korkuyla çarparken, yumruğumu sıktığımı avuç içlerim acıyınca fark ettim. Korktuğumu anlamış olacak ki ellerini teslim olurcasına kaldırdı.
"Sakin ol, sana yemin ederim ki hiçbir şey yapmayacağım. Lütfen sadece beni dinle."
Derin bir nefes almaya çalışıp başımı sallayınca devam etti.
"Biliyorsun, Çocuk Kampı çocuklar için büyük bir eziyetti. Ben de ara sıra oraya gelirdim. Patron denilen adamın gözde çocuklarından biri sendin. Zeki, çevik ve söz dinleyen. Seni eğiterek kötü işler için kullanmak istiyordu. Bunu birçok kez duymuştum. Orada harcanmanı istemediğim için de kaçmana yardımcı oldum." Duyduklarım, şakağıma dayanmış bir silahtan farksızdı benim için. Kalbim atmayı bırakmak üzereydi. Belki de tansiyonum düşüyordu, emin değilim. Zar zor yutkundum.
" O günden beri de peşindeyim. Seni oradan çıkarmayı başardık ama Eymen'e bir sözüm vardı ve bunu yerine getirmeye çalışıyordum. Ancak son zamanlarda işin rengi değişmeye başladı." Sıkıntılı bir nefes çekti içine, gözleri etrafı kısaca süzdü. Bu sırada garson, siparişlerimizi getirmişti.
"Nasıl yani? Eymen'i tanıyor musun? Şu an nasıl?" diyerek ona doğru eğildim. Kalbim maratona çıkmış gibi gürültüyle atıyordu. Onun ismini duymak boğazıma bir yumrunun oturmasını sağlamıştı.
"Evet tanıyorum, şu an iyi. Asıl konuya gelirsek, Patron senin peşine düştü. Güzel bir şekilde izini kaybettirdiğimi düşünüyordum ama yanılmışım. Seni buldu, düşüp takılman için önüne taşlar koyuyor. Hiçbir iş yerinin seni kabul etmemesinin nedeni o. Ne yazık ki benden daha güçlü ve elimden geleni yapmama rağmen ona engel olamıyorum. Başaramazsan tekrar ona gideceğini ve af dileyeceğini düşünüyor. Bu da yetmezmiş gibi..." dedi, sinirli bir ifadeyle tekrar etrafa baktı. Kasıldığını görebiliyordum ancak put gibi kalakalmıştım.
Beni bulmuştu.
Hayatımı yeniden mahvedecekti.
Kardeşim?
Evde tek başınaydı!
Bu kadar aptal olamazdım.
"Bana bir mesaj geldi. Pusula'yı sadece senin çözebileceğin yazıyordu." Aklım daha da karıştı. Kasılmaktan sırtım ağrımaya başlamıştı.
"Pusula?" dedim sorgularcasına. Mavi gözleri kısıldı.
"Belki inanamayacaksın ama ben de tıpkı senin gibi kardeşimi kurtarma peşindeyim. Pusula, kardeşimin hayatını kurtarabilmem için bana oynanan bir oyun ve ben de oyuna katılmaya mecbur bırakıldım. Yardımına ihtiyacım var, tıpkı senin benim yardımıma ihtiyacın olduğu gibi. Pusula'yı bulmaya çalışırken bana gelen mesajlarla yola çıkacağız. Mal sevkiyatı, alım, satım bunun içinde her şey var. Ama merak etme, can güvenliğini tehlikeye atacak bir şey olmayacak. Hem seni koruyabilmek hem de kendi açıklarımı kapatabilmek için artık karşına çıkmak zorunda kaldım," diyerek gözlerime beklentiyle baktığında aklım daha da karışmıştı.
"Yani… Şimdi o adam beni yine buldu ve artık güvende değil miyim?" dediğimde sadece başıyla onayladı. Endişe, bir yılan gibi boynuma dolandı ve beni nefessiz bıraktı.
"Ne yapacağım ben?" Sesim titremeye başlarken ellerimle yüzümü kapattım ve ağlamamak için direndim. Onca yıl süren uğraşlarım bir anda çöp olmuştu.
Elini kolumda hissettim. Nazik bir dokunuştu.
"Korkma, Eymen’le her şeyi düşündük. Bana güvenmiyor olabilirsin ama ona güveneceğine eminim. Yanına gelmeyi çok istedi ancak yakalanma riski nedeniyle buna cesaret edemedi."
Elimi yüzümden çektim. İçimde, ufak bir umut kıvılcımı parlamıştı.
"Ne yapmam gerekiyor?"
"Bizim bir ortak evimiz var. Seni ve kardeşini oraya yerleştireceğiz ki bu süreçte ben de sizinle olacağım ancak sakın yanlış anlama etrafta zaten güvenlik olacak. Ben sizi korumak için sadece orada bulunacağım. Eymen de kısa bir süre sonra bize eşlik edecek."
Stresle elimi saçlarıma daldırdım. Ona sadece bir şekilde inanabilirdim.
"Eymen'i arar mısın? Onun sesini duyana kadar..." dedim tereddütle. Mavi gözlerindeki anlayışla telefonu cebinden çıkardı ve birkaç tuşa basıp telefonu hoparlöre alarak ortaya koydu. Ekrandaki Eymen yazısı kalbimin bir kuş gibi çırpınmasına neden oluyordu.
Telefon açıldı.
Onun sesini duydum.
"Efendim kardeşim?"
Bu sesi yıllar geçse de unutmazdım.