Daha sabah okula giderken içine çökmüştü ağır bir sıkıntı genç kızın. Hissediyordu, kötü bir şey olacaktı. Ama ne olacağını bilemiyordu.
Okula gitmemek için annesiyle konuştuğunda ise genç kadın onaylamamış ve okula göndermişti kızını. Kendi karnı burnunda son saatlerini yaşamasına rağmen.
Kızı okula gitmek için evden çıktığında karnındaki hareketlenmeleri, ve sıkışan kalbi ona kötü şeyleri çağrıştırıyordu. Fazla vaktinin olmadığını hissediyordu. Bu yüzden eline kızının defterlerinden ve kaleminden alıp başlayan ağrısı ile birlikte oturdu. Şimdiye kadar kendine sakladıkları vardı ve anlatmak için oldukça geç bir zamandı. Şimdi ise herşeyi tek tek yazıyordu. Bir eli karnında, diğer eli titreyerek ve akan gözyaşlarıyla yazıyordu.
Bittiğinde odasında, yatağının altında duran teneke kutuyu zorlanarakta olsa aldı. Bu kutuyu aylar önce almıştı. Kocasının ölümünden kısa bir süre sonra. İçinde kendine sakladıkları vardı. Şimdi ise mektubu da oraya koydu ve kapattı.
Ağrıları artarken içindeki sıkıntı ve kalbinde ki sıkışıklık artıyordu. Hissediyordu sanki ne olacağını. Daha fazla dayanamazdı. Ebeyi çağırması gerekiyordu. Bu kutu da ortada kalırsa birilerinin eline geçebilirdi. Bu yüzden sadece kızının bulabileceği bir yere koymak için diğer odaya girdi ve hiç düşünmeden kutuyu yere atıp ayağıyla yatağın altına itti. Aklında olan kızı kutuyu bulacağıydı. Ama bilmediği şey, kızının bulmasının yıllarını alacağıydı...
Genç kız gün boyu etrafındakileri dinlemiş ama içindeki sıkıntı bir türlü bırakmamıştı kendisini. Okulun son haftası olması işine geliyordu. Dersler de bilinenler tekrarlanmış, Güneş ise dinliyor gibi yapmaktan ilerisine gidemiyordu.
Öğlen arası okulda ki tek arkadaşı Esra yanına gelmiş ve birlikte bahçe de banka oturmuşlardı. Arkadaşı sürekli hoşlandığı çocuğu ona anlatırken, Güneş içinde ki sıkıntının git gide büyümeye başlamasıyla dalgındı.
O sırada Esra, arkadaşının kendini dinlemediğini anlayınca kaşlarını çatmış ve koluna çimdik atmıştı.
"Of Esra, acıttın!" diye homurdandı Güneş kolunu sıvazlarken.
"Oh olsun! Sen niye beni dinlemiyorsun?!"
"İçimde bir sıkıntı var Esra, bir şey olacak."
"Ağzından yel alsın, Gün Işığım. İyi düşün, güzel olsun." dediğinde Güneş kafasını sallayarak onaylamıştı. Ardından kafasını dağıtmak isteyen Esra okulun başından beri hoşlandığı çocuğu tekrar Güneş'e göstermişti.
"Ah Kızıl Aşkım, kim bilir beni ne zaman farkedecek? İnşallah çabuk farkeder!" diyen Esra ile Güneş kıkırdamıştı.
Esra'nın hoşlandığı çocuk Sarp, kızıl saçlı ve kahve gözlüydü. Bu yüzden ona Esra her zaman Kızıl kelimesini kullanırdı. Ardından aşkımlar gelir, yarimler giderdi.
Güneş'in yine bakışları dalgınlaşırken Esra bu defa çimdik atmak yerine yavaşça arkadaşının kulağına yaklaştı. Ve farkettiği bir şeyle fısıldadı.
"Güneş sağ tarafında ki çocuk son sınıflardan ve son iki haftadır yaptığım gözlemlere dayanarak söylüyorum ki, %99.99 oranında senden fena hoşlanıyor." diyen arkadaşına gözlerini kırpıştırarak bakmış ve aynı şekilde kırpıştırarak sağ tarafına dönmüştü.
Döner dönmez, bir meşe ağacına yaslanmış biriyle göz göze gelmişti. Göz göze geldiği kişi anında gözlerini kaçırmış ve elini ensesine atarak gülümsemişti. Ve bu şekilde de ne kadar hoşlandığını belli etmişti.
Güneş kafasını anında önüne çevirirken yanakları yanıyordu. Esra kendisini sürekli dürtüp imalarda bulunurken öğlen arasının bittiğini belirten zil imdat gibi yetişmişti. Güneş'te koşar adım sınıfına girmişti. Geri kalan zamanı da aynı dalgınlıkla geçmişti.
Okul bittiğinde her zaman olduğu gibi yürüyerek gidiyordu evine. Okul çıkışı her ne kadar güneş batmadan olsa da, eve gelene kadar hava kararıyordu.
Tam da içindeki sıkıntısının dışarı yansımasıydı, evlerinin sokağına girdiğinde duyduğu çığlık.
İçindeki sıkıntı şimdi bir taş olmuş tam iki göğsünün ortasındaymış gibi hissediyordu Güneş. Çünkü bu çığlık annesine aitti.
Sırtındaki çantayı sanki göğsüne oturmuş taş o gibi çıkarıp yere attığında koşarak ilerledi evlerine doğru. Annesi hamileydi. Ve hem ona hem de kardeşine bir şey olmasından korkuyordu.
Aslında annesinin ve kendisinin en büyük korkusu aylar önce ölmüştü. Artık atılan tokatlar, vurulan tekmeler yoktu. Annesinin çığlığını da oradan biliyordu. Babası ölmeden önce az mı dövüp, annesinin çığlıklarını tüm mahalleye dinletirdi.
Güneş aklına gelen kabus gibi anılarını kafasını iki yana sallayarak kurtuldu ve aralık olan kapıdan içeri girdiğinde holde duran iki kadının tereddütle annesinin odasına baktığını görmüştü. Kadınlardan biri yan komşuları diğeri ise Güneş'in teyzesiydi.
Ve bir çığlık daha...
"Neler oluyor burada?! Anneme ne oldu?" diye ağlamaklı bir sesle konuşarak odaya girmek istediğinde komşu kadın ve teyzesi onu hemen tutmuşlardı.
"Sakin ol Güneş. Annen doğum yapıyor. O yüzden bağırıyor." diyen komşu kadının sesi bir başka çığlıkla daha bastırılmıştı.
Güneş ağlayarak yine annesinin yanına gitmek istedi. Ama kadınlar bırakmadı ve dışarı çıkardılar.
"Annem çok bağırıyor, lütfen yanına gidiyim!" dedi içeri doğru hamle yaparken.
"Güneş, güzel kızım. Annenin şuan çok canı acıyor. Tıpkı seni doğururken de acıdığı gibi. Merak etme. Kardeşin doğduktan sonra hiç bir sorun kalmayacak."
Teyzesi, Güneş'e sarılırken onu avutmaya çalışıyordu. Ama kendisi de korkuyordu. Ebe kadının dediğine göre Ayşe, yani Güneş'in annesi birden fazla bebek taşıyordu karnında.
Ayyaş kocası bir kenarda geberip gitmişti gitmesine ama kadına bırakmıştı bebek. Şimdi de kendine ve Güneş'e bakmak için uğraştığı yetmiyormuş gibi, doğacak olan bebelerine de bakması gerekecekti.
Tam düşüncelerinin ortasındayken kulaklarına ulaştı bir bebek sesi.
"Bir kız oldu, şimdi bir tane daha geliyor!" diyen ebe kadının sesini duyan Güneş korkuyla Teyzesine baktı.
"Bir tane daha geliyor, derken ne demek istedi?" dedi titreyen sesiyle.
"Yani iki kardeş birden geliyor sana." Gülümsemeye çalıştı genç kızı korkutmamak için. Sanki iyi ve güzel bir şeymiş gibi.
On dakika sonra ebe kadının ikinci bebeği doğurttuğunu duydular. Ama asıl beklemedikleri şey başkaydı.
"Ayşe, az daha dayan kızım. Bir bebe daha var. Biraz daha dayan gözünü seviyim."
İşte o zaman, zaten ağlayan Güneş'e birde teyzesi eşlik etti. İçerdeki komşu kadın doğan kız bebekleri temizliyor, onlarla ilgileniyordu. Ebe kadın üçüncü bebeği almaya çalışıyor, Ayşe ise canını vererek doğum yapıyordu.
O sokaktaki tüm komşular pencerelere yapışmış kapı önünde ağlayan teyze yeğene üzüntüyle bakıyorlardı. Ve o an geldi.
Üçüncü bebekte doğdu. O da kız olmuştu. Güneş sabırsızlıkla annesinin yanına girmek istiyor ama Teyzesi ebe kadın çıkmadan girmesine izin vermiyordu.
Aradan yarım saat geçmişti. Teyze yeğen kapının önünde kaldırıma oturmuşlar sessizce yaş dökerek bekliyorlardı. Teyzesi yere bakıyordu gözlerindeki yaşları görmemesi için. Ama Güneş gecenin karanlığında gökyüzüne bakıyordu.
Gece de güneş gibi duran Dolunaya, parlayan Yıldızlara...
"Güneş," diye seslenildiğini duyan genç kız hızla arkasını dönerken ayağa kalkıp kendisine seslenen ebe kadının yanına gitti.
"Artık bitti mi? Annemin yanına gidebilir miyim?" diye soruyordu ama ebe kadın kolunu tutmasa cevap beklemeden girecekti annesinin yanına.
"Üç kız kardeşin doğdu, onları merak etmiyor musun?"
"Elbette merak ediyorum ama önce annemi görmek istiyorum. Canı çok yandı onun, gidip iyi mi diye bakmak istiyorum." dedi bir kez daha içeri girmek için hamle yaparken.
"Güneş, annene bakmasan daha iyi olur." dediğinde ebe kadın, arkasından teyzesinin sessizce hayır dediğini duyar gibi oldu. Ama umursamadı.
"Neden ya? Gidip anneme bakıcam ben!" derken o göğsünün ortasında ki ağırlık çoğalmıştı sanki. Hatta oradan kopan bir parça boğazına yerleşmiş nefes almasını güçleştiriyordu.
"Fatma," dedi arkasında duran teyzesine bakarak. Gerisini getirmedi. Sadece bir kaç saniye gözlerine baktı ve kafasını iki yana sallayarak yere eğdi.
Fatma, çığlık attı. Güneş anladı. Ama inanmak istemeyip hızla ebe kadının elinden kurtulup eve girdi. Holden geçip annesinin odasına girdiğinde yatakta kafasına, kan bulaşmış çarşaf çekilmiş bir halde gördü annesini.
Yanına gitti. Elini örtüye koyarken biliyordu ama inanmak istemiyordu.
Annesinin üç bebeği geride bırakıp gittiğine inanmak istemiyordu...
Ama yüzündeki örtüyü açtığında gerçekler yüzüne tokat gibi çarpmıştı. Annesi artık yoktu. Güneş üç kardeşiyle birlikte artık yapayalnızdı...
**
Umarım beğenmişsizdir...