BÖLÜM 21- SICAK TOPRAK SOĞUK GERÇEKLER

1114 Kelimeler
Gökyüzü sabaha karşı donuk griye dönmüştü. Doğudaki dağların eteklerinden yavaşça süzülen sis, hâlâ gecenin soğukluğunu taşıyordu. Gecenin ardından gelen bu sabah, bir öncekinden farksız gibi görünse de Pınar için her şey değişmişti. Omzundaki yaranın ağrısı azalmıştı ama içindeki sızı daha derin bir yerden geliyordu. Savaş sadece bedenine değil, ruhuna da işlemişti. Kamp hastanesinin yan tarafındaki ufak barakada çay kaynıyordu. Pınar kalın yeleğini üzerine alıp dışarı çıktığında Burak’ı bankta otururken buldu. Elinde kupası, gözleri uzaklara dalmıştı. Onu böyle görmek içini burktu ama aynı zamanda alışmaya başladığını fark etti. Burak artık sadece görev adamı değil, aynı zamanda yanında olmasına alıştığı biriydi. "Çay hâlâ sıcakken iç istersen," dedi Pınar, yavaşça yanına oturarak. Burak hafifçe başını çevirip ona baktı. Gözlerinin altı yorgunluktan morarmıştı ama içinde hâlâ o tanıdık direnç vardı. "Bir gece daha sağ çıktık," dedi, sesinde yorgun bir kabullenişle. "Her sabah sayıyoruz. Ama bu sabah farklısın sen." Pınar onun bakışlarındaki anlamı yakaladı. "Yarası olan herkes biraz daha büyür Burak. Ben de büyüdüm. Belki de bu yüzden artık daha sessizim." Burak hafifçe gülümsedi ama ardından ciddileşti. "Bugün bir birlik daha geliyor. Sınır hattında yeni hareketlilik var. Komutan raporlarda artan sızmalardan söz etti. Seni burada bırakmak istemem ama doktor dinlenmen gerektiğini söylüyor." "Ben kalırım," dedi Pınar. "Söz dinlerim. Ama buradaki herkes gibi ben de neyle karşı karşıya olduğumuzu bilmek istiyorum." O sırada telsizden gelen çatlak bir ses ikisini de irkiltti. Burak kupasını bir kenara koyup hızla içeri girdi. Pınar onu izledi. Her adımı, her refleksi artık savaşın ritmine göre ayarlanmıştı. Onun ardı sıra içeri girdiğinde, karargâhın içindeki hareketliliği hissetti. Haritalar açılmış, sesler çoğalmıştı. Teğmen Kürşat kısa boylu ama çevik bir adamdı. Elindeki tableti masaya bırakarak Burak’a döndü. "Karahan, sızma girişimi doğrulandı. Kuzeydoğudan giren grup, gece termallerde fark edilmedi. İki kişilik tim hazırlıyoruz. Biri keskin nişancı, diğeri operasyon desteği. Senin tecrüben lazım." Burak tereddütsüz başını salladı. "Ne zaman çıkıyoruz?" "Otuz dakika içinde." Pınar içinden gelen dürtüyle bir adım öne çıktı. "Ben de gelebilir miyim? Sadece sağlık desteği olarak." Teğmen şaşkınlıkla Burak’a baktı. "Yarası yeni iyileşti." "Yaralı birini yanında taşımak istemem," dedi Burak kısık sesle. Ama gözleri Pınar’ın gözlerinden kaçmıyordu. Pınar gözlerini ondan ayırmadı. "Kendimi koruyabilirim. Sadece ihtiyaç hâlinde. Başka hiçbir şeye karışmam." Sessizlik birkaç saniye sürdü. Ardından Teğmen omuz silkti. "Senin sorumluluğunda, Karahan." Hazırlıklar kısa sürdü. Sırt çantaları, telsizler, gece görüş gözlükleri, cephaneler... Pınar’ın eli tüfekte değil ama çantasındaydı. Sargılar, ağrı kesiciler, adrenalin ampulleri. Savaş başka başka ceplerde taşınırdı. O, yaşatmak için hazırlanıyordu. Burak kamuflaj ceketinin yakasını kaldırdı. Dağların arasında ilerleyen küçük konvoyun en önündeki zırhlı araçta yerlerini aldılar. İçerisi karanlık, sessizdi. Motorun uğultusu, her an her şey olabilir hissini besliyordu. Yolculuk boyunca Burak konuşmadı. Ama sessizliği, Pınar’a karşı duyduğu endişeyi anlatıyordu. Oysa Pınar, orada olmasının doğru bir karar olduğunu biliyordu. Korkuyordu evet, ama korkunun karşısında durmak da cesaretti. Özellikle bu topraklarda. Dağın kıyısında konvoy durdu. Devriyeler inişe geçti. Karların üzerinde sessiz adımlarla ilerlediler. Gökyüzü henüz aydınlanmamıştı ama doğudan söken bir aydınlık, yavaşça aralarındaki buz gibi havayı kırmaya başlamıştı. Telsizden fısıltı hâlinde bir uyarı geldi: "Hareket var. İki kişi. Silahlı." Burak işaret verdi. Pınar hemen yere çömeldi, siper aldı. O an, kalbinin attığını değil, gürlediğini hissetti. Bu, korkunun sesi değil, hayatta kalma içgüdüsünün ta kendisiydi. Bir çatışma başlamadı ama bir kaçma kovalamaca oldu. Karşı grup ormanlık alana dağıldı. Bir asker takıldı, bileğini burktu. Pınar hemen ona yöneldi. Siper aldıktan sonra dizlerinin üzerine çöktü ve hızla pansumana başladı. Sol eliyle sargıyı sararken, gözleri sürekli çevredeydi. Burak uzaktan her hareketini gözlüyordu. Silahı elinde ama kalbi Pınar’ın olduğu yerdeydi. "Çek onu hemen buradan!" diye bağırdı. Pınar askerle birlikte taşındı. O an, arka taraftan bir el bombası sesi yükseldi. Herkes yere kapandı. Sarsıntı yerin altını titretti. Kulaklar çınladı. Burak hemen bulunduğu yerden Pınar’a doğru koştu. Ona bir şey olmamıştı, ama gözleri hâlâ korkuyla açılmıştı. "İyi misin?" dedi dizlerinin üzerine çökerek. Pınar başını salladı. "İyiyim." Burak, elini uzatıp ona yardım etti. Birkaç saniye elleri birbirine değdi. Belki bir yemin gibi. Belki bir kabul. Bu topraklarda atılan her adım, biraz daha yaklaştırıyordu insanı birbirine. Ve bu yakınlık, savaşın içindeki en insani şeydi belki de. Saldırı savuşturulmuştu, ama geride kalan izler kolayca silinmeyecek cinstendi. El bombası patlamasının ardından sessizlik çökmüş, doğudan yükselen gün ışığı yavaş yavaş her şeyi görünür kılmaya başlamıştı. Sis dağılmıştı, çatışma sonrası doğa bir süreliğine yeniden hâkimiyetini ilan etmiş gibiydi. Pınar, sargı yaptığı askerin başında diz çöküp nabzını kontrol ederken, eli hâlâ titriyordu. Yorgundu ama dikkati dağılmıyordu. Kendine verdiği o sözü, her tehlike anında yeniden hatırlıyordu: “Kimseyi bırakmayacağım.” Burak, Pınar’ın yanına geldiğinde yüzündeki ifade sertti ama gözlerinde yumuşayan bir şey vardı. Elini omzuna koydu. “Daha fazlasına hazırlıklı olmalısın,” dedi, hem uyarı hem destek gibi. Pınar bakışlarını kaldırdı. “Biliyorum. Ama bazı şeyler için hazır olmak yetmiyor. Orada olmak gerekiyor.” Araçlara dönüş başladığında, her adımda dikkatliydiler. Gözler çevrede, eller tetikteydi. Geri çekilme sessizce gerçekleşti. Burak’ın timi, görevini tamamlamıştı ama bunun yalnızca başlangıç olduğunu herkes biliyordu. Sınır hattında huzur kısa sürelidir; sonra tekrar uyanır gerginlik. Kampa döndüklerinde güneş tam tepedeydi. Pınar, yolda askerin bileğini yeniden sabitledi, ağrısını azaltacak dozda ilaç verdi. Revirde onu içeri teslim ettikten sonra kendini dışarı attı. Bir taşın üzerine oturdu, kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. Bu gökyüzü, ne çok hikâye taşıyordu... Arkasından gelen ayak seslerini tanıdı. Burak yanına oturdu, iki elini dizlerine koyarak derin bir nefes aldı. “Seni sahaya almakla hata mı ettim, bilmiyorum.” Pınar gözlerini kısmadan baktı ona. “Ben kendimi soktum sahaya. Sen sadece engel olmadın.” Burak başını salladı. “Her defasında bir şey olacak diye korkuyorum. Ve bu korku, benden çok seni yoran bir şey biliyorum.” Pınar derin bir nefes verdi. “Ama korkunun yerini alan bir şey var. Güven. Sen oradayken, bu toprağın ne kadar sıcak, gerçeklerin ne kadar soğuk olduğunu unutmuyorum ama ayakta kalabiliyorum.” İkisi de sustu. Yanlarında konuşan yoktu ama içlerinden geçenler havaya karışmıştı sanki. Savaşın ortasında bile kalbin atabileceği bir alan vardı — küçük, kırılgan ama gerçek. Tam o anda telsiz yeniden cızırdadı. Yeni bir görev değil, ama bir haber vardı. Sınır karakoluna gelen bir konvoyla birlikte, merkezin kıdemli sağlık görevlilerinden biri ziyarete gelmişti. Pınar’ın terfisiyle ilgili görüşülecekti. Sahadaki başarıları ve raporları merkeze ulaşmıştı. Pınar bir an donakaldı. Terfi demek, sahadan çekilmek anlamına da gelebilirdi. Daha güvenli bir bölgede görev. Daha az tehlike. Daha az Burak. Burak ise haberi duyar duymaz dikleşti. Bir şey söylemedi. Ama içindeki çelişki yüzüne yansımıştı. “Bu... iyi bir haber,” dedi sonunda. “Senin gibi birinin daha geniş bir etki alanı olacak.” Pınar başını eğdi. “Belki. Ama ben hâlâ burada bir şeylerin yarım olduğunu hissediyorum. Hâlâ gitmem gereken bir yol var.” Burak bir şey demedi. Sadece onun omzuna nazikçe dokundu. “Ne karar verirsen, yanında dururum.” O anda bir rüzgâr esti. Savaşın serinliğiyle, kalbin sıcaklığı birbirine karıştı. Ve hayat, o karışımın tam ortasında yeniden şekillenmeye başladı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE