Sabah gözlerimi açtığımda yüzüm allak bullaktı. Rüyamda babamı görmüştüm. Onunla konuşmuş gülüşmüştük. Hatta yıllardır gitmediğim lunaparka bile gitmiştik. Dönme dolaba bindiğimiz de babam karşımda oturuyordu. Üzerinde o çok sevdiğim siyah gömleği, babalar gününde aldığım lacivert süveteri ve hep çok yakıştırdığım siyah kot pantolonu vardı. Sanki hiç gitmemiş gibiydi. Hiç bizden kopmamış gibi. Heyecanla ona “Çok güzelmiş baba. İnince kâğıt helva da alır mıyız?” dediğimi hatırlıyordum. Tıpkı o gün dediğim gibi.
Başını omuzuna yatıran babam öylece susmuş beni izliyordu. Biraz daha ısrar ettim. ıslak kedi bakışlarım yüzünde hafif bir tebessüme neden oldu.
“Hadi ama baba söz fazla kaçırıp karnımı ağrıtmam.”
Babam gülümsedi. Dişleri görünüyordu şimdi inci iki dudağının arasında belli oluyordu. Zaten bana hiç kıyamazdı.
“Tamam kızım ama sadece bir tane.”
Gülümsediğimin hatırlıyorum yeniden ve babamın sanki o sıcak gülüşe tutunma ihtiyacı varmış gibi bakmasını. Dönme dolap hareket etmiş biz aşağıya doğru inmeye başlamıştık. Hayatımda hiç gülmediğim kadar çok gülüyordum. Annem nerede bir fikrim yoktu. Galiba şu an baba kız günü yapıyorduk.
Dönme dolaptan indiğimiz de ben koşarak kâğıt helva tezgahına giderken “Düşersin kızım” diyen babama aldırış etmedim. Koca kızdım nasıl düşecektim ki. Dönüp babama “Koca kız oldum merak etme düşmem” dediğimde bana kaşları bükülmüş şekilde baktı.
“Daha sekiz yaşındasın cennet kokulum hala bebeksin benim gözümde.”
Sekiz. Sekiz yaşındaydım. Şu anki halimle değildim. o gündeydim. Hayatımdan bir yılımı çalan o olayın başlangıcındaydım. Bir tezgâha bir babama baktım. Omuz silkip “İstemiyorum” dedim. Biliyordum. Bundan sonra olacakları çok iyi biliyordum. Ben kâğıt helva alacak babama koşacak sonra onun telefonu çalacak ve ben bir kedinin peşine düşüp yola çıkacaktım. Fark etmediğim kamyon çarpacak ve ciddi bir yaralanma ile yere serilecektim.
Babama doğru yürüdüm. Ama bu defa o bana arkasını döndü. Gitti. Peşinden koştum ama olmadı. Sanki ben karınca misali küçüktüm de adımlarım ona yetişmiyordu. Ortalık karardı. İnsanlarla dolu lunapark bir anda ıssız bomboş bir yer oldu. Korkuyordum. Kaç kez baba dedim bilmiyorum. Her defasında bana cevap verdi ama sesi başka yerden geliyordu. Onu kaybetmiştim. Tıpkı gerçekten de kaybettiğim gibi. Benim kaza geçirdiğim yerde babamın öylece etrafı saran sisin içinde sonsuzluğa karışmasına şahit olmuştum.
Bir süre yatağımda oturup yüzümü sıvazladım. Kendime gelmeye çalıştım. Serin havanın içeri dolması için camı açtığımda karşı komşunun da camı açıldı. Bir adam üzerinde beyaz tişört ile kendini gösterdiğinde kaşlarım havalandı. Önce biraz esnedi gerindi. Ardından ellerini pervaza yaslayıp öne eğildi ve aşağıya baktı. Onu dikizlediğimi düşünmesin diye hemen içeri girdim ve tülümü çektim. Üzerimi değiştirip banyoda işlerimi hallederek aşağıya indiğimde annem çoktan kahvaltıyı hazırlamış çayı demlemiş mutfak masasının bir köşesinde kahvesini içerken bilgisayarından bir şeyler bakıyordu. Okuma gözlüğü burnunun ucuna düşmüştü. Bu da gülmeme yetmişti. Rahmetli anneanneme benzemişti. O da kitap ya da gazete okurken, tülbent kenarı oyalarken aynı şekilde yapardı.
Yanına gelip yanağını öperken “Günaydın annem” dedim. Bakışlarını ekrandan çekip bana bakarken sakince ama huzurlu bir şekilde “Günaydın kuzum” deyip öpücük attı. Çayları doldurup yerime geçtiğimde onun bazı kolileri açtığını anladım. Sohbet ederek kahvaltımızı yaparken yayın evinden iki kitap dosyasının geldiğini ve çevirinin dikkatli biçimde yapılması gerektiğini anlatan anneme gülümsedim.
“Valla Leyla sultan benim sana güvenim tam. O çevirileri yer yutarsın sen, hem bende yardım ederim okuldan gelince.”
****
Leyla hanım kızına gülümsedi. Onun da kendinin de gülüşlerinde bile saklı birkaç damla göz yaşı vardı. Kahvaltı sonrası anne kız masayı topladı ve kalan kolileri açmaya başladılar. Tabi koliler boşaldıkça evin ortasında yığıntı oluşuyordu. Güzelce onları açıp kalabalığı azaltan kız hemen çaprazlarında kalan çöp kutusunun yanına kartonları koymak için dışarı çıktı. Kartonları bıraktı ama duyduğu incecik miyavlama sesiyle dikkati sesin olduğu tarafa kaydı. Küçük bir beyaz kedi bahçe demirlerinin kıyısında oturmuş ona doğru miyavlıyordu.
Kaşlarını kaldıran Hesna “Ya sen ne güzel bir şeysin böyle” der demez eline aldı ve kaldırımın kıyısına oturup sevmeye başladı. Onu sevdikçe beyaz tüyleri arasında parmakları dolandıkça gülümsüyor yüzünde saf bir merhamet oluşuyordu.
“Ah bizim kar topu kendini sevdirecek birini bulmuş.”
Bu sözleri duyduğunda başını acele ile kaldırdı çünkü kedinin sahibinin olduğunu düşünmüştü. Bir de dalgınlığından dolayı boş bulunmuştu.
Gördüğü yüz annesinden birkaç yaş büyük bir kadına aitti. Üzerinde çiçekli bir elbisesi vardı. elinde ise bir borcam dolusu kek.
“Şey, demirin kıyısındaydı. Biraz sevmek istemiştim.”
“Ay kuzum ya nasıl da çekindin sen öyle. Sev kızım sev. O sevgi arsızı biraz. Oğlum bahçede besliyor annesiyle kardeşlerini ama bu yaramaz hep kaçıyor. Bugün sana denk gelmiş.”
“Ya öyle mi? Demek annesi kardeşleri var.”
“Evet, bak bahçenin köşesinde büyük bir barakaları var. Bu arada kediden dolayı lafa daldım kendimi tanıtmadım. Ben Fatma. Yan komşunuzum. Dün gelmişsiniz evde değildik yoksa daha erken gelir hem tanışır hem de yardımcı olurdum. Neyse geç olsun güç olmasın. Annen müsait miydi gelip tanışsam.”
Hesna kediyi ne yapacağını bilemeden kucağında tutarken “Ben Hesna Fatma teyze memnun oldum. Elbette lütfen buyur bize de kahve içecektik.” Dediğinde kadın güldü.
“Hay yaşa kızım.”
Önden Hesna ardından Fatma evin kapısına gelince içeri giren kız hemen az önce yerleştirdiği terliklerden birini kadına verdi. Annesi “Kızım, geciktin” derken Fatma terliği giymiş koridoru geçiyordu.
“Geldim anne ve sana bir misafir getirdim.”
Leyla Hanım koridora çıkmıştı ki Fatma ile karşı karşıya kaldı. bir kızına bir kadına bakarken çaktırmadan gülümseyip “Hoş geldiniz buyurun?” derken sesi az biraz sorar gibi çıkmıştı. Borcamı eline tutuşturan kadın “Ben Fatma, yan komşunuzum. Hayırlı olsun a geleyim dedim. Mis gibi vişneli kek yaptım afiyetle yersiniz diye.” demesi ile durumu anlayan kadın salona buyur etti. Kısa sürede kaynaşmışlardı. Hesna kediye mutfak kapısının önünde süt verdi. O içerken kahveleri yapıp kekleri tabaklara koydu. Bir dilim ağzına attığında gerçekten de güzel olduğunu anladı. Ama yine de kimse annesinin kekini geçemezdi.
Kahve servisi sonrası “Anne, ben biraz bahçeye çıkabilir miyim? Kar topu ile oynamak istiyorum.” Dediğinde Leyla kızına gülümsedi. On sekiz yaşında küçücük bir bebek gibiydi. fatma Hanım “Git kızım git. Benim kızı da getirmek istedim ama arkadaşları ile alışverişe gidecekmiş gelmedi. Senin yaşlarında oda. Sonra tanışırsınız zaten.” Deyip gülümsedi. Arka bahçeye çıktığında buranın dağınık olduğunu fark etti. Küçük yavruyu çimlere bırakırken bandana yaptığı fularını aldı ve saç tokası gibi kullanarak saçlarını bağladı.
Boş bira tenekelerini söylene söylene kıyıya biriktirdi. Çöp poşeti alıp toplarken homurdanıyordu.
“Ya anlamıyorum ki bunu içince ne anlıyorsunuz. Yetmiyor başkasının mülküne atıyorsunuz. Pislikten başka bir şey değil ya. Saygısızlar.”
“Bence de.”
Duyduğu sesle başını kaldırıp yukarı baktı. Ona camdan bakan kişiyle “Bana mı dediniz?” diye sordu. Onunla konuştuğundan emin olmalıydı.
“Evet size dedim. Söyleniyordunuz da dedikleriniz de haklısınız.”
“Haklı olmak bazen işe yaramıyor ne yazık ki.”
“Olsun. Haksız duruma düşmek de sıkıntı.”
“Öyledir muhakkak.”
“Bu arada kar topu size kaçmış galiba.”
Kediye bakıp yeniden gözlerini adama çevirdi.
“Evet, demirin kıyısındaydı kaldırımın orada. Görünce dayanamadım. Ama galiba annenizdi Fatma teyze durumu izah etti.”
“Hala sizde mi?”
“Evet, kahve içiyorlar.”
“Anladım. Bu arada ben Mirhan.”
“Bende Hesna.”
Adam bir an duraksadı. Kız kardeşiyle yaşıt gibiydi.
“Memnun oldum Hesna. Sormam da sakınca yoksa kaç yaşındasın?”
“On sekiz.”
“Anladım. Ben yirmi altı yaşındayım. Senin yaşlarında bir kardeşim var. Sende bana abi diyebilirsin.”
Hesna o an bir duraksadı. Neden bu istek anlık canını sıkmıştı anlamadı ama “Tamam” diyebildi. Adama biraz dikkat ettiğinde saç renginin koyu kahverengi olduğunu fark edebiliyordu. Tam emin değildi ama gözleri açık renkti. Saçları gibi sakalları da kısa ve düzgün kesilmişti. Yaşını bu sayede gösteriyordu. Işığın vurduğu yüzü ve kısa kollunun açıkta kalan yerinden gördüğüne göre açık tenliydi.
Zaten adam kısa bir “Hayırlı olsun. Uzun zamandır ev boştu.” Gibi kısa cümlelerle sohbet edip içeri girmişti. Girerken de “Anneme söylersin kar topunu bahçeye getirsin” demiş Hesna’nın kaşlarının çatılmasına neden olmuştu.
Belki de yeni mahallesinde yeni birileri ile tanışmanın gerginliğini taşıyordu. İlk izlenime göre Fatma denen kadın sıcak kanlı birine benziyordu. Hani bazı tipler vardır hemen muhabbet kurar sanki kırk yıllık ahbapmış gibi davranır onda tam olarak öyleydi.
Kızını görmemişti. Oğlu ise daha ilk dakikadan “Bana sende abi dersin” ayaklarına başlamıştı. Tuhaf bir ilk tanışma olmuştu.
***
Pazartesi okul saati gelirken formasını giymiş olan Hesna çantasına defterlerini koyuyordu. Pazar günü müdürün talimatı ile onu okulun sınıf grubuna almış dersler konusunda bilgi vermişlerdi. Eksik birkaç şeyi de Pazar gününden almışlardı. Yürüme işine bakacak eğer isterse bisiklet durumunu gözden geçirecekti.
Kahvaltı sonrası annesi harçlığını verirken “Kızım gelmemi istemediğine emin misin?” dedi.
“Eminim anne. Hem ben çocuk değilim biliyorsun. Şimdi sen beni evden postala kahveni yap çerezini al otur bilgisayar başına mis gibi çalış. Yemeği fazla yapmıştık yemek var o yüzden hiç kalkma. Anlaştık mı?”
Annesine sarılıp gıdısından öperken ikisi de kıkırdadı. Sonra genç kız geri çekildiğinde anlık burukluk tüm bedenlerini sardı. Asım hem karısını hem de kızını kapıda vedalaşırken gıdılarından öper onlar kıkırdadıkça yaşadığını hissederdi. Daha fazla durmayan Hesna ayakkabısını giyip annesine öpücük atarak evden çıktı. Bahçe kapısından da çıkınca istikameti okuldu.
Önceki okuluna nazaran biraz daha dağınık gibiydi. Giyimine dikkat etmeyen öğrenciler, herele gürele okul bahçesi, kıyıda köşede duran süslü kızlar. Hesna için alışması zor olacak şeylerden bazılarıydı. Kendisi beyaz yakalı bir gömlek, onun üzerinde ise siyah V yaka bir süveter vardı. Altında lacivert tonlarında, kırmızı ve yeşil çizgili ekoseli bir etek şort, ayaklarında beyaz spor ayakkabıları ile klasik öğrenciydi. Saçlarında yine siyah çiçekli bir fular bağlıydı. Diğerleri gibi makyaj ya da onun gibi şeylerle uğraşmazdı. Onun bir amacı vardı. okumak okulunu bitirmek ve sonrasında istediği meslek kolunda ilerlemek.
Başlarda yalan yok babasının mesleğinden devam etmek istemişti ama bunu cenaze de aklından çıkarmıştı. Kendi için değil sırf annesine aynı acıyı yaşatmamak için hedefinden vazgeçmiş yeni bir hedef belirlemişti. Yazılımcı olacaktı. En azından babasının mesleğinin ucundan kıyısından yapmış olacaktı. Eğer istediği gibi ilerlerse askeri yazılımcılar arasında yerini alabilirdi. Savunma sanayisinde varlığını bir kez ispat ederse devamı gelirdi.
Bu yüzden derslerini çok iyi dinliyor boş zamanlarında ise çantasındaki yabancı klasiklerden birini okuyordu. Böylece yabancı dili de gelişiyordu.
***
Bu şekilde dört günü devirdi. Bir kız grubu vardı sınıfında ve her lafları her hareketleri cringedi. Üstelik aralarında Fatma teyzenin kızı Gülşah da vardı. Cuma sabahına ülkece büyük bir yasla gözlerini açmışlardı. Şehitler vardı. Anne kız bu haberi internette okumuş zar zor kahvaltı yaparken televizyondan son dakika haberlerine bakmıştı. Kızı ayakkabısını giyerken üst kata çıkan Leyla Türk bayrağını camın pervazına takmış şehit yakınlarına dualar etmişti.
Okula gelen Hesna derslerde dalgındı. Babası aklından çıkmıyordu. Şehitlerden bazılarının daha yeni çocuğu olmuştu. O bebeklerin tabutların başında her şeyden habersiz duruşunu hayal ediyor içi acıyordu. Yemek arasında zorla biraz tost yiyen kantinde oturuyordu. Önünde kitabı vardı ama okuduğundan bir şey anlamıyordu. Hemen yan masasına o sinir bozucu kız grubu geldi. Gülşah da yanlarındaydı ama onun amacı gruba girebilmekti. Popüler olmak istiyordu. Ergenliğin o garip getirilerinden biriydi.
Dakikalarca boş boş konuştular. Sonunda kızlardan biri “Ay sinir oldum ya sabah sabah. Her kanal da şehit haberi vardı. Hayır yani tamam öldülerse öldüler. Ne demeye ülkeye duyurmaya çalışıyorlar ki.” Değince kaşları çatılan Hesna dikkatini onlara verdi. Tabi Gülşah aldığı gazla devam etti.
“Yani bize ne ki? Sanki biz dedik gidin oralara diye. onlar enayilik yapmışsa bu onların kabahati. Para derdine düşüp ölüyorlar sonra da başlıyor mağdur edebiyatları. Hiç çekemiyorum.”
Sonunda patlayan Hesna sinirle “Doğru konuşun” dedi. Ona dönen Gülşah ve diğer kızlar alay eder gibi “Bize mi dedin?” derken ayağa kalkan kız “Evet, size dedim.” Dedi.
“Eee? Amaç ne? Yeni geldin olay mı istiyorsun? Kimse seni siklemedi mi?”
“Kimse de siz de umurum da değilsiniz. Ama şehitler konusunda ettiğiniz o lafları geri alın. O insanlar siz biz hepimiz huzurla uyuyup uyanalım yaşayalım diye şehit düşüyor. Hiçbir şey umurunuzda değilse bile saygı duyun.”
Gülşah grubun lideri olan Selin’e baktı. Onun bakışlarındaki öfkeyi görünce bir cesaret ayaklandı ve Hesna’nın karşısına geçip gülerek “Bize ne kızım? Gitmesinler. Biz mi diyoruz gidin geberin diye” dedi ama devamı gelmedi çünkü yediği tokatla başı yana düştü. Gözleri büyümüş vaziyette elini yanağına koyarken ona vuran kıza döndü.
“Sen, aklını kaçırmışsın.”
“Düzgün konuş. Şehitler senin pis ağzının mezesi değil. Kapa çeneni.”
“Kapatmazsam ne olur. Enayiler işte enayiler.”
Hesna bu defa kızın üzerine atladı. Öbürleri müdahale etmiyor izleyip gülüyorlardı. Gülşah onlar için ezik bir evcil hayvan gibiydi. Sömürmesi kolay bir popülarite meraklısı biriydi. Kantin görevlisi ve birkaç öğrenci onları ayırmaya çalışırken Hesna hem ağlıyor hem de sinirle Gülşah’ın saçlarını yoluyordu. Herkesin bağırışından çok onun “Adam gibi konuşacaksın. Onların adını ağzına almayacaksın. Şehitlere laf etmeyeceksin” lafları yankılanıyordu.
Kavga sevmeyen kız şimdi bir kızla saç saça baş başaydı. Çünkü o kız yarasının kabuğunu soyup almıştı. Şehitlik mertebesine laf etmişti. Bu vatan için ölenlere enayi diyor alay ediyordu. Onu kim tutabilirdi ki şimdi.