Keyifli okumalar
***
Kapının ziline bastıktan beş dakika sonra kapı yavaş bir şekilde açıldı ve Nergis annem göründü. Beni baştan aşağı süzdükten sonra, gözlerini gözlerime sabitledi.
"Buyurun?"
"Beni hastaneden gönderdiler. Can Bey için gelmiştim." dediğimde kısık sesime kaşlarını çattı, ama bir şey söylemeden bir adım gerileyip bana yol açtı.
"Şöyle geçin." dediğinde bana yol göstermesi için ortada dikiliyordum.
Annem önde, ben arkada salona doğru ilerledik. Girdiğimizde durdu ve beni ikili koltuğa yönlendirdi. Ben oturduktan sonra kendisi de tekli koltuğa geçti.
"Daha önce hiç böyle bir hastaya baktınız mı?" diye sorduğunda, tebessüm ederek kafamı onaylar şekilde salladım.
"Daha önce sakat bir adama bu şekilde bakıcılık yaptım. Ayrıca hemşireyim."
"Peki sesiniz niçin böyle kısık?" diye sorarken çekingendi.
"Küçükken ateşli bir hastalık geçirmişim ama daha tam iyileşmeden bir başka hastalığa geçiş yapmışım. O zamanlar ailemin durumları iyi değildi yani ben hastaneye gidip ilaç kullanmaya başlayana kadar böyle bir iz bırakmış bende."
"Öyle mi? Tedavisi yok muydu?" diye sorarken iki gün önceki annemden eser yoktu.
"Vardı ama tedavi fazla uzun sürüyordu. Bende böyle yaşamaya alışınca tedavi olmadım." diye anlattım.
"Geçmiş olsun."
"Sağolun."
"Burada kalmanız gerekecek, sizin için bir sorun olur mu?" diye sorduğunda, derin bir nefes aldım.
"Maaşım ona göre ayarlanırsa bi sorun olmaz." dedim.
"Sanırım para sorunu mu çekiyorsunuz?"
"Yalnız bir kadınım ve bakmam gereken bir bebeğim var. Ben çalışırken annem kendisiyle ilgileniyor." dediğimde olumlu bir şekilde kafasını salladı.
"Peki adınız ne?"
"Damla. Damla Sarıca."...
*** İki gün önce ***
"Levlâ, ne işin var burada, bu şekilde? Hem de kucağında bebekle?!" diye soran Didem Hanım'ın kucağında da bir bebek vardı. Bu durumda sorduğu soru biraz ironik oluyordu.
"Hey bakma bana öyle! En azından ben hem ağlamıyorum hem de yanımda bavullarla birlikte durmuyorum." diyerek mantıklı bir açıklama yaptı.
"Didem Hanım ben," diyerek lafa başladım ama sesim ağlamaktan çatlamıştı ve boğuk çıkıyordu. Bu yüzden boğazımı temizledim.
"Ben..."
"Hadi benim eve gidelim orada konuşuruz." dedi, benim tekrar ağlamak üzere olduğumu görünce.
Didem Hanım... Yıllar önce okuduğum üniversitenin dekanı. Her ne kadar annemin arkadaşı olsa da yıllardır hiç görmemiştim. Şimdi ise en çaresiz bir anımda karşıma çıkmıştı ve beni en azından bu gecelik evine alıyordu.
Yoldan geçen taksiyi durduran Didem Hanım, taksiciye eşyalarımı almasını söyleyip taksiye bindi. Ama kapıyı kapatmadı ve benim girmemi de bekledi. Bende daha fazla bekletmeden girip kapıyı kapattım.
Taksici araca binip adres sorduğunda Didem Hanım evinin adresini, yani bir sokak aşağısının adresini verdi. Adam da kısa mesafe olduğu için kızamadı bile.
Sonuçta gecenin bilmem kaçı, iki yalnız kadın ve kucaklarında bebek. Bir de artı olarak birkaç çanta ve iki bavul. E haliyle bu şekilde bizi sokakta bırakamazdı. Kimsenin vicdanı el vermezdi.
Kısa süre sonra eve ulaştığımızda taksici eşyaları eve taşımamıza yardım etmişti. Ardından ücretini benden fazlasıyla alıp gitti.
Didem Hanım kucağında ki bebeği yatağına yatırdıktan sonra Masal'ı da alıp ayak ucuna yatırdı. Bir battaniye ile ikisinin üstünü örtüp, beni de aldığı gibi ışığını kapatarak odadan çıkardı.
Salondaki üçlü koltuğa oturtup bir bardak su verdi. Anlatmamı bekliyordu. Peki ben anlatabilecek miyim? Ya annem gibi beni kötü görürse? Ya annemi arayıp burada olduğumu haber verirse?
Bu düşünce ile birlikte içimi müthiş bir korku kapladı. Bu ihtimal beni yok edecek kadar kadar güçlü bir şekilde bedenimi sardı.
"Ne oldu? Can ile kavga mı ettiniz?" diye sorduğunda kafamı iki yana sallarken tekrar ağlamaya başladım.
"Ben..." dedim ve en baştan herşeyi anlattım. Artık ne halim kalmıştı nede gücüm. Ne olacaksa olsun diyerek herşeyi en ayrıntısına kadar anlattım.
Ama Didem Hanımın verdiği tepkiler biraz normal dışıydı sanki. Yada işlevini yitirmiş olan beynim bana öyleymiş gibi oyun yapıyordu. Bilmiyorum...
İçimde ne varsa hepsini döktükten sonra iyice acınacak hâle gelmiştim. Yorgunluktan ve ağlamaktan iyice şişmiş olan gözlerim her an kapanacak haldeydi. Yani kafamı koltuğa yaslamış olmam da uyanık kalmamı iyice zorlaştırıyordu. Öyle ki kısa süre sonra bilincim uykuya teslim oldu.
Ama keşke uyumasaydım dedirten kabuslar görerek uyandığımda bir süre yabancı olan tavana bakıp nerede olduğumu düşündüm. Sonra uyurken gördüğüm kabuslarımın aslında hayatımdan birer parca olduğunu anladım.
Yerimden doğrulduğumda gece oturduğum koltukta uyuduğumu ve üstüme bir battaniye örtülmüş olduğunu farkettim. Ama salonda yalnızdım ve evde hiç ses yoktu.
Hatırladığım bebek odasına girip yatağa doğru ilerledim ama boştu. Gece içimi saran korku tekrar yerini aldıktan sonra, evin bütün odalarını dolaştım. Ama evde yalnızdım. Ve işte o an anladım ki, kızımı benden alıp götürmüşlerdi...
Artık dayanacak gücüm kalmamıştı. Dün ne olacaksa olsun desem de bu şekilde bitmesini istememiştim. Benden habersiz gizli bir şekilde götürmelerine dayanamıyorum.
Ellerimi yüzüme kapatıp hıçkırarak ağlamaya başladım. Duvara yaslanıp aşağı doğru kayarak yere çöktüm. Tam o sırada dış kapının açıldığına dair ses duydum.
"Levlâ, ne oldu?" diyerek yanıma gelen Didem Hanım ile birlikte ellerimi yüzümden çekip önümde oturan kadına baktım. Sonra da kucağında ki bebeğe.
"Kızım." deyip kucağından Masal'ı alarak sımsıkı sarıldım. Kokusunu içime çektim. O kadar çok korkmuştum ki, sanki bir daha hiç göremeyecek gibi.
O sırada sarı saçları ve mavi gözleri olan bir bebek paytak adımlarla gelerek Didem Hanıma sarıldı.
"Ben Masal'ı götürdünüz sandım. Kızımı benden ayırdınız diye çok korktum." dedim gözyaşlarımı silip ayağa kalkarken.
"O kadar vicdansız biri mi görünüyorum?" diyerek sahte bir kızgınlıkla sorsa da birden telaşa kapılmıştım.
"Yok hayır. Yanlış anlamayın! Ben evde kimseyi göremedim ve kızım da yoktu. Ondan böyle sandım." derken, Didem Hanım gülmeye başladı.
"Tamam, sakin ol. Senin yerinde kim olsa böyle sanırdı. Yani seni anlıyorum." dediğinde rahatladım.
"Ama sabah sabah nereye gittiniz ki?" diye sormaktan kendimi alamadım.
"Sabah mı? Saat öğlen bir oldu ve bebeklerin ikisi de acıktı. Sen çok yorgun görünüyordun bende seni uyandırmadan markete gittim. Bebekleri aç bir şekilde uyuyan bir kadınla evde bırakamayacağıma göre, onları da yanıma almam gerekiyordu."
Açıklamasını yaparken bir yandan da mutfak olarak tahmin ettiğim yere ilerliyordu. Sanırım beni ağlarken gördüğü için kapının önüne bırakmış olduğu poşetleri de almayı ihmal etmedi tabi.
"Bu bebek sizin bebeğiniz mi?" diye sordum biraz çekinerek. Malum annem ile aynı yaştalar ama elini tutan bebek bir yaşından büyük gibiydi.
"Benim torunum. Kızımın oğlu Deniz." dedi ve bebeğin sarı saçlarını eğilerek karıştırdı. Enteresan bir şekilde Deniz elini anneannesinin eline koyarak ve sinirli bir ses çıkararak itti. Sanırım bu hareketten hiç hoşlanmıyordu.
"Kızınız nerede peki?" diye sorduğumda mutfağa girdi ve poşetleri yere bıraktı.
"Hastane de hasta bakıcı, hemşire olarak çalışıyor. Bugün de nöbetciydi. Birazdan yürüyen ceset gibi gelir." dedi içim ürperirken. Nedense ceset dediğinde içim böyle olmuştu. Ve o anda aklıma Can geldi. Çok saçmaydı ama gelmişti işte.
Didem Hanım mama hazırlayıp yan yana oturttuğu bebeklere yedirmeye başladı. Bende ayaklanıp ufak tefek şeylerle kahvaltıyı hazırladım. Öyle ki Didem Hanım mamalarını yiyen bebeklerin önüne oyuncak bıraktı ve hazırladığım masaya oturdu.
Hiç bir şey konuşmadan önümüze aldığımız yiyeceklerle ilgileniyorduk. Yani Didem Hanım yiyerek ilgilenirken ben çatalla oynuyordum. Ne iştahım vardı ne de açlığımı hissediyorum.
"Levlâ sen böyle değildin. Yapma ne olur."
"Ben Can ile tanışmadan önce böyle değildim." dedim gözlerimi gözleriyle buluştururken.
"Belki de seni Nergis ile hiç tanıştırmamalıydım." dediğinde gülümsedim.
"İyi ki tanıştırmışsınız. Eğer ben o eve Can'a bakıcılık yapmaya gitmeseydim aşkın ne olduğunu muhtemelen öğrenmezdim."
"Pişman değil misin yani?"
"Değilim ve asla da olmam. O benim gözyaşım, umudum, aşkım ve en önemlisi kızımın babası. Bunların hepsi onun sayesinde olmuşken nasıl pişman olabilirim ki? Asıl beni hayatına dahil edenler şuan pişmandır sanırım." dediğimde Didem Hanımın gözleri dalmıştı.
"Seni en iyi anlayan Nergis olmalıydı." diye söylendi mırıldanır bir şekilde.
"Neden?" diyerek sorduğumda irkilerek kendine geldi ve elindeki çatalı 'boşver' dercesine salladı. Ardından ağzına bir parça peynir, domates ve hıyar atınca konuşamayacak hâle gelmişti. Bu haline gülmek istesemde içimdeki acı buruk bir tebessüm ettirmişti sadece.
"Can'ı göremedim. Onu görmeye cesaret edemedim. Ve öylece bırakıp kaçtım. Ben çok iğrenç bir insanım."
"Hayır, değilsin. Bunu yapmaya mecbur kalmışsın sadece. Merak etme Levlâ, bir yolunu bulup Can'ı görmeni sağlarız." diyerek beni teselli etmeye çalışırken dış kapı açıldı ve buğday tenli bir kadın içeri girdi.
"Anne, ben geldim." diye seslendi, homurdanır bir şekilde.
"Görüyorum kızım, mutfaktayım." diyen Didem Hanım ile birlikte kızı kolundaki çantasını portmantoya asıp elindeki dosyalar ile birlikte mutfağa girdi.
"Anne gece nöbetleri yetmezmiş gibi birde başıma özel hemşirelik çıkardılar." diyerek söylendi ve mutfaktaki koltuğa kendini attı. Bu durumda beni görmediği apaçık ortadaydı.
"Özel hemşirelik mi?"
"Evet, birde yatıya kalmam gerekiyormuş. Hem bakıcılığını yapacakmışım hem de özel hemşiresi olacakmışım. Küfür gibi!" diyerek Didem Hanımın sorduğu soruya sızlanarak cevap verdi.
"Kabul etmeseydin sende, bana ne söyleniyorsun ya!" deyip kızan Didem Hanım ile şaşırmadan edemedim.
"İki günlük düşünme süresi verdiler. Bu iki gün içinde hastane içinde izinliyim." dedi ve geldiğinden beri ilk kez gözlerini açıp bana baktı. Bir kaç saniyelik olan bu bakıştan sonra aniden yerinden doğrulup üstüne çeki düzen vermeye çalıştı.
"Ya hiç rahatsız olmayan lütfen." desemde beni duymadı yada duymamazlıktan geldi.
"Anneciğim neden misafirimiz olduğunu söylemiyorsun?" dedi gülümseyerek ama kısık gözlerle, tehdit eder gibi.
"Misafir sayılmaz o. Benim kızım gibidir." demesiyle bir içimde bir duygu fırtınası koptu. Resmen beni kızı gibi gördüğünü söyledi.
"Yine de söylesen fena olmazdı hani." dedi ve ayağa kalkıp yanıma doğru ilerlemeye başladı. Bende hemen ayağa kalkıp yanına ilerledim ve ortada buluştuk.
"Levlâ ben." dediğimde yüzünde acayip bir şaşkınlık ifadesi aldı.
"Levlâ mı? Annemin bahsettiği kız mısın sen?" diye sorarken ikimizde Didem Hanıma dönmüştük. Ama o kızının getirdiği dosyaları yerden alıp incelemekle meşguldü.
Ve birden onun yüzü kızının yüzünden daha fazla şaşkınlık içerikli oluverdi. Kafasını kaldırdı ve önce tokalaşmak için birleşmiş ellerimize sonra kızına ardından da bana baktı.
"Levlâ sanırım bunu seninde görmen gerekiyor." dediğinde elimi tutan kadına baktım ve ikimizde birbirimize anlamadığımızı belirten bakışlar attık. Tabi ki merakıma daha fazla dayanamayıp Didem Hanımın yanına ilerledim.
Elime verdiği dosyada ki kağıtları okumaya başladığımda benim yüzümüm hepsinden daha fazla şaşkın olduğuna eminim. Çünkü özel hemşireye ihtiyacı olan kişi yerinde 'Can Kibaroğlu' yazıyordu.
Peki şimdi ne olacaktı? Resmen kocama bakıcılık yapmak için Didem Hanımın kızı mı gidecekti?
"Neler oluyor? Biriniz bana da anlatabilir mi?" diyerek sabırsız bir şekilde konuşan kadına Didem Hanım hınzır bir gülümsemeyle cevap vermiş oldu. Sanırım aklına bir şey gelmişti ve bu sadece beni değil hepimizi etkileyecekti...
***
"Anne ne dediğinin farkında mısın sen? Bu söylediğin şey resmen suç! Bi ortaya çıkarsa hepimiz hapsi boylarız!"
"Ben ne dediğimi biliyorum! Bu anlattığım herşeyi kusursuz yaparsak kimse hiç bir şey anlamaz!" dediğinde başımı ellerimin arasına aldım.
Bir saatten beridir anne kız kavgasını dinlemekten başımda olmayan maymunlar horon tepmeye başladı. Ve ben hâlâ bir bok anlamadım!
"Levlâ, yapabilirsin değil mi?"
"Neyi?" diye sorarken resmen isyan eder gibiydim.
"Bakıcı diyorum yeniden olabilirsin, değil mi?"
"Ne?"
Ya Didem Hanım kafayı üşütmüştü ne dediğini bilmiyordu, yada ben artık ne söylenildiğini başka bi taraflarımdan dinliyordum.
"Ay benim burada anlatmaktan dilim damağım kurudu sen hâlâ 'ne, neyi' diye sorular sor! Kız anlat şuna." diyen Didem Hanımdan sonra kızı karşıma oturdu.
"Annem kocanın yanına gidip yeniden bakıcılık yapmanı istiyor." dediğinde alaylı bir şekilde güldüm.
"Zaten annemde 'Levlâ geri gelip, Can'a bakıcılık yapsa keşke.' diyordur zaten." dedim ve geriye yaslanıp gözlerimi kapattım.
"Bu defa Levlâ olarak değil işte, bir başkası olarak." dediğinde nedense içime bir umut doğdu.
"Ama nasıl olacak?"
"Sen yeniden bir bakıcı olacaksın! Can'ın sana aşık olduğu Bayan Bakıcı! Ama Levlâ olarak değil! Bir başkasının kimliğiyle gireceksin o eve. Ama bu defa onu inadınla değilde, kalbinle ikna edeceksin! Can'ın sadece seni kalbi duyabilir."
"Yeniden başarabilir miyim bilmiyorum."
"Bir kez başardın, yeniden Bayan Bakıcı olup, Başarabilirsin." diyerek bana verdiği bu cesaret içimdeki bir umudu beş yapmıştı sanki. Ama bir sorun vardı!
"Beni elbet tanırlar bu halde!"
"Herhalde kılık değiştireceksin." dediği gibi kızını benim yanıma çekiştirip beni ayağa kaldırdı.
"Bak aynı boydasınız."
Artık söyleyecek bir şey kalmamıştı. Didem Hanım kızıyla ikimizi kızının odasına soktuktan sonra 'Hemen geleceğim' diyerek evden çıkmıştı. Kafasında dönen tilkilerin yarısından haberimiz bile yok ve Didem Hanımın kızı ile birlikte yatağın kenarına oturmuş bir şekilde dolaptaki aynadan birbirimize bakıyorduk.
"Ben hiç bir şey anlamadım." diye söylendiğimde, kadın kendini yatağa doğru geri bıraktı ve gözlerini kapattı.
"Tam tamına yirmi beş yıllık annemi ben anlayamazken, sen anlamaya hiç çalışma bence." dedi.
"Haklısın galiba." deyip ayağa kalktım ve odanın kapısına doğru yöneldim ama çıkamadan Didem Hanım geldi ve geldiği gibi bana bakarak kaşlarını çattı.
"E hâlâ hazırlanmamışsın!" diyerek sert çıkışınca mal gibi kaldım.
"Ne için hazırlanmalıydım ki?"
"Ay sizden bi nane olmaz yahu!" dediği gibi elindeki eczane poşetini aynanın önüne yavaş bir şekilde koyup dolap kapağını açtı.
"Anne şu aklında her ne varsa bize de anlatta bizde bilelim." diyen kızına sert bir şekilde bakış attı.
Dolabın içinden bir elbise çıkarıp yatağın üstüne attı. Ardından yatağın yanında ki komodinin çekmecesini açtı ve bir makas çıkardı. Daha ben ne olduğunu anlamadan Didem Hanım kolumdan tutup banyo olduğunu tahmin ettiğim yere sürükledi.
Küvetin kenarına beni oturtup tel toka ile tutturmuş olduğum perçemlerimi saldı. Nereden çıkardığını bilmediğim tarak ile birlikte taramaya başlamasıyla bir makasla perçemlerimi kesmesi bir oldu!
"Ya ne yapıyorsunuz?!" diye cırlamaktan kendimi alamamıştım.
"Levlâ az sabit dur bak olmayacak!" diyerek benden daha sert bir şekilde konuşması mala dönmem için bir sebepti.
Yaklaşık beş dakika sonra makası, tarağı ve ellerini üstümden çeken Didem Hanım ile ayağa kalktığım gibi aynaya baktım. Tam kaşlarımın üstünde biten bir kahkül kesmişti.
Anlamaz ve hüzünlü bir şekilde aynadan arkamda duran Didem Hanımın kızına baktığımda bana aynı bakışları atıyordu. Ve o an farkettiğim şey ise kadının kahkülleri oldu. Çünkü şuan ikimizin kahkülü de aynı görünüyordu.
Beynimde çakan şimşeklerime, köşeli jetonumun seside eşlik ederken ne yapmaya çalıştığını anladım ama ben daha hiç bir şey söylemeden, elinde bir kutuyla geldi ve beni bu defa küvetin önünde diz çöktürdü.
Saçlarımı ıslatıp taradı ve tekrar makası saçlarıma değdirdi. Bu defa da boyunu kısaltıyordu ve ben dilim tutulmuş gibi bir şey söylemiyordum.
Sanırım kesme işi bitmişti ama bu defa elinde getirdiği kutuyu açıp saçlarıma sürmeye başladı. Sanırım bu defa da saçlarımı boyuyordu.
Aradan geçen bilmem kaçıncı saatten sonra, aynada saçlarımın yeni haline bakıyordum. Açık kahve tonlarında saç ve kaşlarımın hemen üstünde biten kahküller ile birlikte saçlarımı omuzlarıma kadar kesip bir kaç saat içinde bitirmişti. İşin garip yanı ise biz üçümüz saatlerdir banyodayız ama içerdeki bebeklerden ses soluk çıkmıyordu.
Bu aralar beni hiç bırakmayan korku tekrar sarınca koşarak içeri girdim. Ama gördüğüm görüntü...
Masal ve Deniz bir yastıkta yatmışlardı ve kızım başını, Deniz'in koluna koymuş bir şekilde uyuyorlardı. Şu an o kadar tatlı bir görüntü ki...
"Hadi bebekler uyurken herşeyi halledelim." diyen Didem Hanıma döndüğümde hâlâ adını öğrenemediğim kızı kafasını kaşıyordu.
"Anne bu kadın iyice bana benzemeye başladı. Ben neden olduğunu anlamadım." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Doktor doğduğunda kıçına değil kafana vurduğunu söylediğinde şaka yaptı sanmıştım. Sanırım doğruymuş." dediği gibi kolumdan tutup beni çıktığımız odaya soktu.
"Şu elbiseyi giy bakalım." diyerek yatağın üstüne atmış olduğu elbiseyi elime verdi ve kızını da alıp odadan çıktı. Bende derin bir nefes aldım ve üstümdekileri çıkrıp elbiseyi giydim.
Didem Hanımın kızıyla birbirimize hiç benzemiyorduk ama bizi benzetmek için baya çabalayan Didem Hanım da takdire şayan bir şekilde uğraşıyordu.
Kadınla ten renklerimiz bile aynı değildi. Öyle ki sadece gözlerimiz aynı renkti. Sadece saç ve elbiseyle olacak bir şey değildi ne yazık ki.
Salona girdiğimde Didem Hanım kızı ile konuşuyordu. Sanırım anlayamadığı planı anlatmıştı. Yada ben öyle sanıyordum. Çünkü Didem Hanımın sözleri bana nedense hiç iyi şeyler hissettirmemişti.
"Hadi hastaneye gidip şu estetik doktoruyla bir konuşalım."...
***
"Didem Hanım, şu şey bu kadar gerekli mi?" diye sordum doktorun elinde ki enjektörlere kötü bakışlar atarken.
"Unutma ki değişmen ve tanınmaman gerekiyor." dediğinde göz devirdim. Bir an için estetik ameliyat ile yüzümü değiştirecek sanmadım değil hani.
"Hadi yüzümde, saçımda ve kıyafetlerimde değişiklikler yaparak beni değiştirdiniz diyelim. Peki sesim ne olacak? Can ne kadar sürede iyileşecek bilmiyorum ve uzun sürerse ses değiştirmek konusunda biraz açık verebilirim."
"Sende değiştirmezsin o zaman, kısarsın." deyip göz kırptığında anlamaz bakışlar atacaktım ki bana yaklaşan enjektörler ile birlikte dehşet veren bakışlar atmayı tercih ettim.
Sonrası ise acı ve uzun süren dakikalar. Daha doğrusu acı veren enjektördü ama dakikalarda uzun sürünce canımı yaktı. Yada dudaklarımı acıttı. Aslında ne dakikalar acı verdi nede enjektör! Asıl acı veren şey, elinin üstünde bile kıl olan ayı elli estetik doktoruydu.
Yaktın beni doktor!
İlla yüzüm de bir değişiklik yapmamız gerektiğini söyleyen Didem Hanım, zorla dudaklarıma dolgu yaptırıyordu. Tabi bunlara istesem razı bile gelmezdim ama sırf Can için katlanıyordum. Onu görebilmek için, verdiğim sözü tutmak için...
Artık eve geri geldiğimizde akşam olmuştu ve ben etmediğim kahvaltı ile duruyordum. Her ne kadar bir kaç gündür iştahım olmasa da Can'ın yanına gidebilme ihtimali beni mutlu etmekle bir iştahımı da açmıştı.
O gün için yaptığımız bir kaç değişiklikle uyumuya karar verdik. Çünkü plan aklımıza geldiği gibi birden uygulamaya koymamızın sonucu Didem Hanımın kızı nöbetten gelmesine rağmen uyuyamamıştı. Ve dinlenmeye ihtiyacı vardı. Tıpkı yorgun ruhumun da dinlenmeye ihtiyacı olduğu gibi...
***
"Plan basit işte! Kızım kabul ettiğini söyleyecek ve hastaneye gidip ne gerekiyorsa yapacak. Sonra da verilen izin belgeleri ile birlikte sen o eve gideceksin ve kocanın özel hemşiresi ile birlikte yeniden bakıcısı olacaksın."
"Peki ya kimlik isterlerse?"
Aslında dünkü umudumdan hiç eser kalmamıştı. Her ne kadar bir sürü plan yapsakta illa ki bir yerden bi sorunlar çıkıyordu.
"Onu da düşündüm merak etme. Ama asıl sorun sesin. Sesini kısmamız gerekiyor." dediğinde gözlerimi büyüttüm.
"Televizyon mu bu? Sanki kumandayla kısılacak gibi konuşuyorsunuz."
"Ya sen sesini bi kısarak konuş."
"Ama..."
"Dediğimi yapsana kız!" diyerek kaşlarını çattığında derin bir nefes alıp verdim.
"Oldu mu böyle?" dedim sesimi kısarak.
"Hayır olmadı! Bilerek kıstığın belli oluyor. Şöyle boğazdan doğru kısmayı dene. Yada boğazından konuş." Didem Hanımın hayal dünyasını ağzı açık dinledikten sonra kaşlarımı çatmadan edemedim.
"İsterseniz boğazımdan birde ağız açalım benim yerime o konuşsun!"
"Eğer Can'ın yanında olmak istiyorsan, dediğimi yap." diyerek gözlerimin içine bir bakışı vardı ki...
İki, üç, dört derken sanırım on beşinci denemeden sonra Didem Hanım olduğunu söyleyip, bundan sonra o şekilde konuşmamı söylemişti. Alışmak için Didem Hanımla bile öyle konuşuyordum.
Öyle ki beni evden çıkarıp önce eczaneye sonrada fotoğrafçıya gittiğimizde bile bu şekilde konuştum. Ama asıl tuhaf olan şey fotoğrafçıdayken, eczaneden aldığı yeşil lensleri takmamı söyledikten sonra on ikilik vesikalık resim çektirmiş olmamdı.
Eve dönerken de bir kırtasiyeden iki uhu aldı ve bana hiç bir şey söylemedi. Belki planın bir kısmını biliyordum ama hâlâ Didem Hanımın yaptığı bazı şeyleri anlayamıyorum.
Ama bu durum eve gelene kadar sürdü. Eve geldiğimizde Didem Hanım kızının kimliğini istedi ve kimliğin üstündeki şeffaf kağıdını önce kenardan açtı sonrada kızının resmini kaldırıp benimkini uhulayarak yapıştırdı.
Aynı şekilde bir kaç belgede de uyguladı ama onların resimlerini kaldırmadı ve katı uhu ile üstüne yapıştırdı.
"Damat nerede?" diyerek kızına döndüğünde, kızı ağzı açık bir şekilde annesini izliyordu ve ister istemez irkildi.
"Birazdan gelir, sen gelsin dediğinde aramıştım." dediğinde şaşırdım. Belki daha dünden beri buradaydım ama kadının kocasını hiç görmemiştim. Gerçi kadının adını bile bilmiyorum ya orası ayrı konu.
"Ya senin adın ne?" diye sordum kibarlıktan yoksun bir şekilde.
"Damla. Damla Sarıca."...
***
Hastane kapısının önünde elindeki belgeler ile birlikte çıkmasını beklediğim Damla anca onbeş dakika sonra çıkmıştı.
"Herşey hazır mı?" diye sorduğumda gülümseyerek kafasıyla onayladı.
"Merak etme hazır." deyip elime belgeleri verdi ve taksi durdurmak için yol kenarına ilerleyince ben banka oturup dün Didem Hanımın yaptığı gibi belgedeki resimlerin üstüne kendi resmimi yapıştırdım.
"Az kalsın bunu unutuyordum." diyerek elime birde hemşire kimlik kartı verdi. Aynı şeyi onda da uygulayacakken durup Damla'ya baktım.
"Bu resmi çıkarsam sorun olur mu?"
"Yok be zaten çirkin çıkmışım. At gitsin." dediğinde güldüm ve dediğini yapıp resmi çıkardım.
"Biliyor musun hiç birbirimize benzemedik." dedi.
"Bence de. Ama eski bana da hiç benzemiyorum artık." dediğimde kafasıyla onayladı.
"A taksi geldi hadi gidelim."
"Tamam." dedim ve kucağımdaki belgeleri kimliği resimleri toparlayarak taksiye bindik. Damla taksiciye önce eşinin çalıştığı adresi verdi.
Geldiğimizde ise beni bırakıp yanına gitti. İki dakikaya geri döndüğünde yeni halim ile Damla'nın kimliğinin birleşimi elimde duruyordu.
"Hapse girmek için daha çok genciz!' diyerek beni ikna etmeye çalıştı ama kimseye belli etmeden kimliği kaplattırıp elinden aldım."
"Hepinize de çok teşekkür ederim. İyi ki varsınız." dediğimde taksi nüfus müdürlüğü binasının önünden arabayı hareket ettirdi.
Benim verdiğim adrese yani benim yaşamış olduğum eve çok kısa sürede geldikten sonra taksiden inmek için elimi kapı koluna koydum. Ama Damla kolumu tutunca ona döndüm.
"Kimliğini mecbur kalmadığın sürece gösterme. Malum annem ile Nergis Hanım arkadaş. Gerçi biz hiç tanışmadığımız için görse de sorun olmaz ama sen yine de dikkatli ol."
"Tamam." dedim ve stresli bir şekilde taksiden indim. Kapıyı kapatmadan Damla'ya doğru eğildim. "Kızım size emanet."
"Merak etme gelinime çok iyi bakacağım." dediğinde gülümsedim. Sonra ise taksi gitti bende kapıya doğru ilerleyip, titreyen ellerimle zile bastım.
Kapının ziline bastıktan beş dakika sonra kapı yavaş bir şekilde açıldı ve annem göründü. Beni baştan aşağı süzdükten sonra, gözlerini gözlerime sabitledi.
"Buyurun?"
"Beni hastaneden gönderdiler. Can Bey için gelmiştim." dediğimde kısık sesime kaşlarını çattı, ama bir şey söylemeden bir adım gerileyip bana yol açtı.
"Şöyle geçin." dediğinde bana yol göstermesi için ortada dikiliyordum.
Annem önde, ben arkada salona doğru ilerledik. Girdiğimizde durdu ve beni ikili koltuğa yönlendirdi. Ben oturduktan sonra kendisi de tekli koltuğa geçti.
"Daha önce hiç böyle bir hastaya baktınız mı?" diye sorduğunda, tebessüm ederek kafamı onaylar şekilde salladım.
"Daha önce sakat bir adama bu şekilde bakıcılık yaptım. Ayrıca hemşireyim."
"Peki sesiniz niçin böyle kısık?" diye sorarken çekingendi.
"Küçükken ateşli bir hastalık geçirmişim ama daha tam iyileşmeden bir başka hastalığa geçiş yapmışım. O zamanlar ailemin durumları iyi değildi yani ben hastaneye gidip ilaç kullanmaya başlayana kadar böyle bir iz bırakmış bende."
Aslında bu hikaye Didem Hanımın kız kardeşine aitti aslında. Eğer sorarlarsa -ki soracakları apaçık ortadaydı- bu hikayeyi anlatmamı söylemişti.
"Öyle mi? Tedavisi yok muydu?" diye sorarken iki gün önceki annemden eser yoktu.
"Vardı ama tedavi fazla uzun sürüyordu. Bende böyle yaşamaya alışınca tedavi olmadım." diye anlattım.
"Geçmiş olsun."
"Sağolun."
"Burada kalmanız gerekecek, sizin için bir sorun olur mu?" diye sorduğunda, derin bir nefes aldım.
"Maaşım ona göre ayarlanırsa bi sorun olmaz." dedim.
"Sanırım para sorunu çekiyorsunuz?"
"Yalnız bir kadınım ve bakmam gereken bir bebeğim var. Ben çalışırken annem kendisiyle ilgileniyor." dediğimde olumlu bir şekilde kafasını salladı.
"Peki adınız ne?"
"Damla. Damla Sarıca."
"Memnun oldun Damla, bende Nergis. Nergis Kibaroğlu. Eğer istersen seni oğlumun yanına götüreyim." dediğinde içim titredi. Ama belli etmeye niyetim yoktu bu yüzden sadece kafamı sallayarak onayladım.
İkimizde ayağa kalkmıştık ve yine annem önde yürüyerek Can'ın odasına ilerledi.
Odaya geldiğinizde tam kapıyı açacaktı ki, babam eve sinirli bir şekilde girdi.
"Nergis! Bu da ne demek oluyor?!" diyerek adeta kükredi. Ama annem de tık yoktu ve vereceği cevabı hazır olacak ki, burnunu havaya kaldırdı.
Ama bi cevabın beni içten yok edip mahvedeceğini hiç tahmin bile edemezdim. Taa ki annemin ağzından çıkan o kelimeleri duyana kadar.
"Levlâ'nın ve Can'ın boşanma evrakları."...
***
Umarım beğenmişsinizdir ☺