Keyifli okumalar
Karanlıktı artık hayatım, bakışlarım, geleceğim ve sonum...
Aydınlığım kaybolmuştu artık, hayatımdan, geleceğimden, sonumdan...
Ben zaten Can'ın durumundan kendimi sorumlu tutarken, annemin de böyle söylemesi beni daha kötü hissettirmişti.
Sanki ruhum çekilmişti, içim bomboş bir beden gibiydim. Kendi kendimi suçlamak daha kolaydı belki de. Ama bir başkasından, hatta bu başkası en yakınınken bu suçlamayı duymak insanı mahvediyordu.
Ama ne kadar mahvetse de, yok bile etse, haklıydı. Ve sırf bu yüzden bile acı çekmeye mahkumum ben..
"Herşey onun yüzünden oldu! Benim oğlum o kız yüzünden bu hâle geldi! Keşke hiç hayatımıza girmeseydi!" ve daha niceleri...
Hastanede, eve gelirken ve eve geldiğimiz de, sürekli olarak bana olan nefretini kustu. Bir dakika susmadan, bir dakika bile durmadan...
Her an her saniye suçumu yüzüme yüzüme vurdu. Hissizleşti yüzüm, acıdan kanayacak hali kalmadı kalbimin. Düğümler ve yumrular iş birliği yaptı ve boğazımda kamp kurdular...
Babam ne beni savunuyordu nede annemi susturuyordu. O da haklıydı, iki günde ruhu da bedeni de oldukça yorulmuştu.
Ara sıra bir şeyler söylemek için ağzını açıyor ama hiç bir şey söylemeden kapatıyordu. Ama tuhaf olanı Cem'di. Annem ne zaman böyle sözler söylese, Cem karşı geliyordu. Şuanda da olduğu gibi...
"Hayır anne benim yüzümden oldu!" falan filan... Halbuki herşey benim suçumdu.
"Hayır herşey onun suçu!" diyen annemin de dediği gibi...
"Değil!"
"Öyle! Benim oğlum ona her zaman sonuna kadar güvendi! İki dakika durup onu dinleyemez miydi?! Ona olan güveni bu kadar mıydı?! Can'ın sadakatine hiç mi inanmıyordu?!"
Ne söylese doğru söylüyordu. Ne dese haklıydı. Ona güvenip, sadakatine inanmam gerekirdi. Ama onları o şekilde görünce yaşadığım hisler...
Tamam belki benim yaptıklarım iyi değildi ama neden bir kez olsun benim gözümden görmüyor ki? Onları öyle gördükten sonra, Can'ın yüzünde, gömleğinde o kadının izleri varken, nasıl olurdu da durup onu dinleyebilirdim? Nasıl bana ihanet etmediğine inanabilirdim? Ama bu arabanın Can'a benim yüzümden çarptığı gerçeğini değiştirmiyordu!
Salonda bağırtılar çağırtılar bir türlü durulmazken, ben Masal ile birlikte, Masal'ın eski odasında onu susturmaya çalışıyorum. Tabi ben de ağlarken ne kadar mümkünse...
Kendimi bile susturmayı beceremezken kızımı nasıl durdurabileceğimi hiç bilmiyorum. Sanki kanım çekiliyor. Kelimeler düğüm oluyor...
Sustukça içimdeki çığlık büyüyor, büyüdükçe yaşlar kendini bırakıyor, bıraktıkça kalbim sıkışıyor...
"Nergis yeter yalnız sen acı çekmiyorsun. Levlâ da senin gibi." diyerek uzun zaman sonra ilk defa konuşan babam ile birlikte bir hıçkırık kaçtı boğazımdan. Her şeye rağmen beni koruyordu.
"Acıya sebep olan kendisi, çekecek tabi!"
"Nergis ne yapalım kıza? Sokağa mı atalım?" diyerek sesini sertleştirdi.
"Evet ya harika fikir! Defolup gitsin buradan!" derken sesi iyice kendini kaybetmişti. Öyle ki az önce çıkan sesin anneme ait olduğunu sanmıyorum bile.
"Nergis, delirdin galiba! Levlâ Masal'ın annesi! Babası ise Can, ne yani oğlumuzun çocuğunun gitmesine izin vereceğimi mi sanıyorsun?!"
"Tabi ki gitmesine izin vermeyeceğim! Levlâ defolup giderken Masal bizimle kalacak!" dedi ve canımdan bir parça kopardı. Bunu söyleyen annem olamaz! Beni kızı gibi gören, bana sahip çıkan, oğluna gelin olarak alan bu kadın Nergis anne olamaz!
Ben zaten vicdanımla birlikte Can'ın acısını çekerken birde kızımı benden almasına izin veremem. Hem ben Can'dan ayrı kalmakta istemiyorum ki! O uyanana kadar ben ona bakarım. İlaçlarını düzenli olarak veririm, vücudunun temizliğini yaparım, yeter ki beni ondan ayırmasınlar.
"Saçmalamaya başladın sen! Kız zaten perişan halde! Birde bebeğini elinden alıp daha da mı mahvedelim?!" diyen babamın sesi daha yüksek geliyordu artık.
"Bizi de perişan edip evladımızı elimizden alan o değil mi zaten?!"
"Kafayı yemişsin sen! Hayır izin vermiyorum! Ne Levlâ gidecek nede Masal'dan ayrılacak! O kadar!" dediğinde sesler kesildi. Bir tek nefes alışveriş sesimi duyuyordum. Birde Masal'ınkini tabi. Artık ağlamaktan yorgun düşmüştü ve uyuyakaldı.
Ayağa kalkıp eskiden beşiğin olduğu yerde olan küçük yatağa koydum ve etrafını yastıklarla donattım. Ardından alnına öpücük koyup kulağına eğildim.
"Bizi kimse ayıramayacak bebeğim, merak etme. Baban iyileştiğinde yeniden bir aile olacağız."
Derin bir nefes alarak kapıya döndüm. Topuklu seslerine bakılırsa annem buraya geliyordu ve eminim ki beni affettiğini söylemeyecekti.
Masal'ın bu sesleri daha doğrusu annemin bana sarfettiği kalp kırıcı o sözleri duymasını istemediğim için, bende kapıya doğru ilerledim. Tam önüne geldiğimde kapı açıldı.
"Masal uyuyor anne." dedim ağlamaktan çatallaşmış olan sesimle birlikte.
"Gel dışarda konuşalım."
Dediğini yapıp, dışarı çıktım. Annemin peşinden. Başım zonkluyordu tıpkı gözlerim gibi. Ama hiç biri kalbimdeki sızının yerini alamıyordu. Nasıl alabilirdi ki?...
"Levlâ sende farkındasın ki, Can senin yüzünden bu hâle geldi." dediğinde sadece iki dakika önce akmayı bırakmış olan gözyaşım yine yerini bulup kendini aşağı bıraktı.
"Farkındayım anne." dediğimde kaşlarını çattı. Ardından bakışlarını gözlerimden çekip boğazını temizledi.
"Tıpkı bundan önce Koray'ın yaralaması da senin yüzünden olduğunun farkında olman gibi." diyerek beni dayanılmaz bir ateşin içine itti. Daha önce ben hariç hiç kimse bu konu hakkında değil suçlama, konuşmazdı bile. Ama şimdi...
"Anne..."
"Bana artık anne deme. Sen evladımı benden kopardığın gün bu hakkı kaybettin." diyerek bir kaç adım benden uzaklaştı.
"Ben Can'ı senden koparmadım ki! Bu sözlerin, çok saçma!" dedim isyan eder bir şekilde.
"Can'ın aklına girip ayrı eve çıkmasına sebep oldun! Şimdi de komaya soktun! Birde bana saçma konuştuğumu söylüyorsun!"
Boğazımda hiç yumru yokmuş gibi biraz daha oluştu sanki. Öyle ki kelimeler boğazımdan çıkmak istese bile yumruya takılıp kalıyordu.
Ne yazık ki bu konuda da haklıydı. O akşam Can ile kavga etmeseydim ayrı eve çıkma kararı almayacaktı. Ama hiç bir şekilde ona başka bir eve taşınalım demedim ki! Sadece ulu orta beni öpmeyi kesmesini söylemiştim. Böyle olacağını nerden bilebilirdim ki...
"Ben..."
"Sen gideceksin Levlâ... Başka çare yok. Oğlumun katilyle aynı evde kalamam."
Katil... Ben Can'ın katiliyim, öyle mi?...
"Ama..."
"Aması falan yok! Masal'ı da götürmezsin! O bana Can'dan son hediye!"
Her kelimesiyle vuruyordu... Canımı her hücreme kadar yakıyordu... Susmadan acımadan yapıyordu bunu... Hem de yaralarımı kapanmaz bir şekilde açarken... Artık acıtmıyordu, yakıyordu...
Bedenimi alev almıştı ve ateşleyen de annemdi. Gözünü kırpmadan benzin döküp tutuşturmuştu aciz bedenimi. Acımadan... Gözlerimin içine bakıp 'Öl' der gibi...
Kolay mıydı bir kadının minicik kızını bırakıp gitmesi? Hiç dokuz ay karnında taşımamış gibi? Geceleri uykusuz kalıp saatlerce uyutmaya çalışmamış gibi? Acıktığında doyurmamış gibi?
Bu kadar basit miydi yani? Git denilecek ve bende itiraz etmeden gideceğim öyle mi? Hem de sadece Can'ı bırakmam da istenmiyor! Kızını da bıracaksın deniliyor! Yani 'Can'ından ayırıyoruz, canının parçasını da senden koparıyoruz' der gibi...
O an içimde bir şeyler oldu! Böyle artık sinirlenmeye başlamıştım. Suçlu olduğum için alttan almak istiyor oluşum bana karşı kaldırımdan el sallamıştı. İçimdeki ağlamaktan gözleri şişmiş ama içindeki aktif bir volkan misali dinmemiş bir şekilde öfkeli kız ayağa kalktı ve kaşlarını çattı. 'Daha neyi bekliyorsun? Can'ı elinden almaya çalıştığı gibi Masal'ı da almasını mı?' diyerek beni gaza getirdi.
"Bu asla olmayacak!" diye sertçe konuştuğum da kaşlarını çattı.
"Yarın giderken bu konuyu tekrar hatırlat." dedi ve salona doğru gitti.
Ne olursa olsun kızımı benden almasına asla izin veremem!...
***
Can olmadan olmaz. Ama Masal'ı da benden ayırmak istiyor. Beni geri çıkılmaz bir çelişki içine sokuyor. Babamın gitmeme izin vereceğini sanmasam da annem onu dinleyecek gibi değil. Sanki bir şekilde bu evden beni Masal'ı almama izin vermeden gönderecek gibi...
Ama buna izin veremem! O bana Can'ın emaneti. Aşkımın ve aşkımızın kanıtı. Böylesine kolaylıkla bitmesine bitirmelerine izin veremem. Her ne kadar bu sonu hakediyor olsam bile...
Bir şeyler düşünmeliyim. Ya Can ile birlikte kızımı da kaybedeceğim yada... Bunu istemiyorum! Hatta aklımdan dahi geçirmek istemiyorum ama sanırım başka çarem yok...
"Levlâ iyi misin!" diye soran Fadime Teyze ile birlikte irkilerek hopladım.
"İyiyim sadece dalmışım." diyerek mırıldandım.
"Hayırdır neyin var?"
"Neyim mi var Fadime Teyze? Can benim yüzümden kaza geçirdi komada, annem beni bu evde istemiyor. Babam her ne kadar buna itiraz etse de gönderecek gibi. Üstelik Masal'ı almama da izin vermeyecek."
Derin bir nefes alıp ağırlaşan kalbim ile birlikte Masal'ın yanına uzandım. Ağlamaktan şişmiş gözleri, ve yumuk elleriyle hiç bir şeyden habersiz uyuyordu. Belki de malum oluyordu ve bu yüzden ağlıyordu... Bilmiyorum.
"Levent Bey'i ikna etmeye çalışırken gördüm bende." diyerek mırıldandı.
"Oğlunun katilini evinde istememesi çok normal tabi." dediğim an kafama vurdu.
"Saçmalama! O sadece zamanında çıkaramadığı acıları senden çıkarıyor."
"Ne?" diye sordum hiç bir şey anlamadığım için.
"Ne, ne? Yok bir şey." deyip telaşlı bir şekilde ayağa kalktı bende yerimden doğruldum.
"Fadime Teyze..."
"Hadi şunları ye!" dediği gibi önüme tepsi koydu. Herşeye göz gezdirdim ama içimden hiç bir şey yemek gelmiyordu.
"Hiç canım istemiyor." diyerek mırıldandım.
"Eğer sütten kesilmek istiyorsan yeme!" dedi kızgın bir şekilde. Ardından aynı sinirle odadan çıktı.
Eğer biraz daha 'ne yapsam?' diye düşünürsem beynim patlayacak gibi hissediyorum. Belki de bir şeyler atıştırırsam daha iyi düşünebilirim yada bilmiyorum...
Her ağzıma koyduğum sokum büyüyordu. Yutmak istiyordum kalıyordu. Can olmadan hiç bir şey olmuyordu. Ben yarım kalıyordum. Ruhum eksiliyordu. Kalbim tekliyordu. Beni ruhsuzluğa sürüklüyordu. Canım hiç olmadığı kadar yanıyordu...
Dayanılmaz bir hâl almıştı, içimdeki yangınlar. Soluğum bile zor zahmet geçerken, ben yemek yemeye çalışıyorum. Bedenim tir tir titriyor. Beynim duruyor. Ağlamaktan şişmiş gözlerim, etrafı bulanık görmeme sebep oluyordu...
Ama ayakta durmalıyım. Can'ın uyanması için bunu yapmalıyım. Masal babasının bu haline şahit olacak kadar büyümeden onu iyileştirmeliyim. Ama nasıl?...
Annem beni burada hatta Masal'ın yanında bile istemezken, ben nasıl Can'ın yanında hem de iyileşene kadar kalacağım?...
Ya ikisinden de ayrılmak zorunda bırakılacağım yada sadece Masal'ı...
Hayır hayır yapamam böyle! Ben Can'ı bırakıp gidemem! Masal'dan ayrılmamak için Can'ı terkedemem! Onsuz yaşayamam! Kalbi, kalbim olmadan üşür hasta olur. Dayanamam...
"Ama başka çaren yok." dedi kadifemsi sesiyle içimdeki çaresiz kız.
"Olmalı! Vardır elbet bir yol!"
"Yok işte, bunu sende iyi biliyorsun." dediğinde tükendiğimi hissetmeye başladım. Sanki hiç tükenmemişim gibi...
"Neden olmasın ki? Belki vardır."
"Böyle olması senin suçun, bunu unutma." dedi ve dediği için pişman olup dilini ısırdı. Çünkü ruhumdan arta kalanların parçalandığına şahit oldu an itibariyle.
"Doğru söylüyorsun..."
"Hayır yani öyle demek istemedim." diyerek itiraz etti.
"Ama öyle. Doğru söyledin." deyip gözlerimi kapattım.
"Ah hayır. Sadece gidecek olman senin için daha iyi olacak. Levent baba, Nergis anneyi kalman için ikna etse bile, seni asla rahat bırakmayacaktır."
Haklıydı. Yine haklıydı. Lanet olsun ama doğruydu işte! Eğer babam kalmamı sağlasa bile annem bunu burnumdan fitil fitil getirecekti.
"Ama Can için buna katlanabilirim." dediğimde kafasını iki yana salladı.
"Artık eskisi kadar güçlü değilsin. Kendini bu kazadan sorumlu tutarken güçlü kelimesinin anlamını bile unutacaksın. Bir yandan Masal, diğer yandan bakıma muhtaç Can... Bu eskisi kadar kolay olmayacak. Hele ki Nergis annenin iğneli sözleri her an seninleyken..."
"Can'ı nasıl bırakırım?"
"Mecbursun sadece..."
Mecburdum. Bırakıp gitmeye, onu terketmeye mecburdum. Sadece yanlış bir anlamadan dolayı buna mecburdum. Ona güvenmediğim için gitmeye necburdum. Canımın yanmasına göz yumacak kadar mecburdum. Lanet olsun bunu yapmak zorundayım!
"Tükenmek üzereyim. Yada zaten çoktan tükendim. Bilmiyorum."
"Merak etme, herşey düzelecek." diyerek beni telkin etmeye çalıştı içimdeki çaresiz olan ben. Ama başaramadı. Zaten başaramayacağını kendi de biliyordu ya, orası ayrı konu.
Bir şey söylemedim. Zaten söylenecek bir şey de kalmamıştı. Onun yerine Masal'a dönüp, herşeyin düzeleceğine inanmak istedim. Benim için, kızım için, Can için, bizim için, ailemiz için...
Can yarın ambulans ile birlikte buraya gelecek. Onu solgun bir şekilde uyurken görmek... Acının en tarif edilemez hali gibi...
Şimdi ne yapmam gerekiyordu? İçimdeki çaresiz kızı mı dinlemeliyim? Bilemiyorum. Gidersem yanarım, gitmeye zorlanırsam yok olurum, kalırsam...
Gerçekten de artık eskisi kadar güçlü değil miyim? Ayakta durmak eskisinden daha mı zor? Can için dayanamaz mıyım? O benim için çok şeye katlandı, bu bile bana güç vermez mi? Yapamaz mıyım?
"Olmayacağını biliyorsun." diyerek tekrar benimle konuşmaya başladı içimdeki çaresiz kız. Her daim içimde şen şakrak olan aşık kız şuan yaralıydı ve can çekişiyordu.
Can'ım da olduğu gibi yaralı bir şekilde komada yatıyordu. Aşkıma olan güvensizliğim onu bu hâle getirmişti. Yaralanmıştı, tıpkı Can'ın yaralı olduğu gibi...
"Zorundasın"
"Zorundayım"
"Gitmelisin"
"Gitmeliyim"...
***
Vazgeçmiştim, yapamayacaktım, Can'ı bırakıp gidemeyecektim. O her daim yanımda olurken, benim sebep olduğum bu durumda yanında olmalıydım. Bırakamazdım. Hele de şuan yan odada makinalarla birlikte yatarken...
Sadece tek bir soluğu ve onlarca makinaya bağlı, hareketsiz bedenini getirdiklerinde sebep olduğum bu manzaraya bakamamıştım ama bu benim için reva...
Sebebi olduğum bu adama bakmak benim görevimdi. Her ne kadar üstüme gelecek olsalar bile...
Masal'ı uyuttuktan sonra gücümü ve cesaretimi topladım. Hıçkırıklı olan ağlamamı kestim, çünkü Can ağlamamı hiç istemiyordu ve şuan da onu iyileştirmek istiyorsam onun dediklerini de yapmak zorundaydım.
Doktorla konuşmuştum ve yapmamı söylediği şeyleri iyice aklıma kazımıştım. Herşeyim olan Can'a, herşeyiyle dört dörtlük bakacağım.
Elime aldığım tepsiye Can'ı temizlemek için aldığım malzemelerle birlikte odaya doğru ilerledim. Her adımım titrekti. Her adımım korkaktı. Can'ı o şekilde görmek beni ne derece etkileyecekti, bilmiyorum.
Daha öncede yatarken, öylesine hareketsiz görmüş olsam da, o zaman uyanma ihtimali vardı ve ben bunu biliyordum. Şimdi ise uyanmama ihtimali yüksek. Uyanma ihtimali de var ama bu aylarda sürebilir yıllarda.
Yakıyordu. Bir alev topuna dönmüşçesine yakıyordu. Sebebi olduğum adam, aşkımın ta kendisiyken, her hücrem çığlık çığlığa bağırıyordu.
Gözyaşlarım sıklıkla olduğu gibi yerini alırken derin nefes alıp verdim. Odaya her attığım adımda Kalbimin atışı yavaşlıyordu.
Dakikalar süren bu adımlar sanki yıllar gibi gelmişti bana. Ama bitmişti ve kapının önüne gelmiştim. Bir kaç kere derin nefes alıp verdikten sonra elimi kapı koluna uzattım ama ben tutamadan annem kapıyı açıp dışarı çıktı.
Benim gireceğim bariz ortadaydı ama kapıyı açık bırakmak yerine gözlerimin içine baka baka kapattı. Sabır dedim içimden, sabır...
"Hangi yüzle geliyorsun? Ne o, yoksa yaratmış olduğun manzaraya bakıp kendinle gurur duymak için mi girmek istiyorsun." derken hayret içinde kalmıştım. Gözlerini elimdeki tepside bir süre gezdirdikten sonra tekrar gözlerime baktı.
"Sözde üzgünsün, işte."
"Anne ne diyorsun sen?! Lütfen s..."
"Sakın bir daha bana anne deme!" derken sertçe kolumu tutmuştu ve biraz beni kendine çekmişti. Bu hareket yüzünden elimdeki tepsi yamuldu ve üstündeki herşey büyük bir gürültü eşliğinde yerle buluştu.
Tabi bu gürültüyü duyanların buraya geleceği aşikardı. Bu yüzden söyleyeceklerini bitirip kolumu sert bir şekilde bıraktı. Zaten hazır bir şekilde bekleyen gözyaşlarım kendini bırakırken, evde kim varsa kapının önüne toplanmıştı.
Yüzümü saklamak için kafamı yere eğdim ve dökülenleri toplamak için yere çöktüm. Ama boğazımdan hıçkırıklar çıkmak için yer arıyordu ve zaptetmek hiç kolay olmuyordu.
"Neler oldu burada?" diyerek sertçe konuştu, babam.
"Sakarlık yaptı." diye alayla cevap verdi...
Artık ona anne demeyeceksem, ne demeliydim. Yine abla demem mi gerekiyordu, yoksa hanım mı?
O an fark ettim ki artık gitgide yalnızlaşıyorum. Ben sadece kendi gözümde değil, onların gözünde de suçluydum. Hatta annemin gözünde katildim. Oğlunun, aşkımın katili...
"Levlâ, koluna ne oldu?" diyerek yanıma çöken Chris, elini koluma koyarak az önce annemin sıktığı yere dokundu. Tabi istemdışı yüzüm buruştu.
"Dedim ya, sakarlık yaptı, diye."
"Anne, yengemin kolu yaralanmamış biri tarafından sıkılmış bir vaziyette." diyen Cem'di. Anlaşılan Chris'in sözlerini duyduğunda o da bakmıştı.
"Nergis, sen mi yaptın?" diye sorduğunda babam hâlâ sessiz bir şekilde yere saçılanları topluyordum.
"Hayır baba, kimse bir şey yapmadı." dedim, boğazımı temizledikten hemen sonra.
"Peki neden ağlıyorsun?" diye sorarak elini çeneme koyup kaldıran Cem, ne ara önüme gelip yere çöktü, bilmiyorum bile.
"Ben..."
"Hadi gel kızım." derken kollarımdan tutup beni yerden kaldıran babam, beni salona doğru götürürken arkama dönüp, Can'ın kapalı kapısına baktım.
Sanki sadece annem değil, hiç kimse içeri girmemi istemiyordu. Kimse Can'ı görmemi onaylamıyordu sanki. Peki neden? Hepsi de beni suçlu gördüğünden miydi?
Ama Nergis anne?
Ben daha onu tanımadan önce ilk gördüğümde ne kadar sıcakkanlı bir insan olduğunu düşünmüştüm. İyi bir insandı. Tabi ben oğlunu bu hâle getirene kadar.
Hiç bir zaman annemi böyle göreceğimi düşünmemiştim. Tuhaf bir şekilde inanılmaz değişmişti. Yada ben değiştirmiştim. Değişmesine sebep olmuştum.
Evet ben suçluyum. Can'a sebep olan benim. Ama yine de bu derece üstüme geleceğini hiç düşünmemiştim. Öyle ki, beni kızım olmadan evden göndermeye çalışması...
Nergis anne böyle biri değildi, olmamalıydı da. Onu ve kocaman büyük bir aileyi mahvettim. Hepsini Kırdım. Aslında annem çok doğru söylüyordu. Eğer hayatlarına girmeseydim belki Can hâlâ sakat biri olarak kalırdı ama en azından bu hâle gelmezdi.
Tabi bu ailenin içine beni sokan kişinin annem olması da ayrı bir konu...
"Baba, Can'ı görmem lazım. Yanında olduğumu bilmesi lazım. Yanına gitmeliyim."
"Levlâ, kızım şimdi çok yorgunsun. Bitmiş bir durumdasın. Biraz toparlan sonra girersin." demesiyle gerçekten de girmemi istemediğini kendimce kanıtlamış oldum. Hem de bahanesiyle birlikte...
"Ama..." demiştim ki, Masal'ın ağlayan sesini duyduğumda, bir şey söylemeden gitmek zorunda kaldım.
Hızlı adımlarım, Can'ın odasının önüne geldiğimde yavaşladı. Ama kapıyı açıp içeri bakamadım. Her ne kadar babam bahane olarak söylemiş olsa da, şuan için gerçekten de bitik bir durumdaydım.
Can'ı görecektim elbette ama dinlenik bir kafayla. İşte o zaman annemin söylediği sözleri kaldırabilecek kadar güçlü olurum.
Masal'ın odasına girdiğimde yastıkların içinde oturmuş bir şekilde ağlayan kızımın yanına ilerledim. Beni gördüğünde ağlaması biraz olsun dinse de hâlâ devam etti.
"Minik kızıma ne olmuşta ağlıyormuş?" diye sorarken kucağıma aldım. Cevap olarak ise manasız bir kaç ses.
Gülümsetmişti. Ağlanacak halimle gülümsemiştim. Bunu yapmalıydım. Minik kızıma bir şeylerin kötü olduğunu anlamaması için, aslında buna mecburdum. İçim kan ağlasa da...
Fadime Teyzenin benim için getirdiği ama içmediğim süte uzanıp Masal kucağımdayken zorda olsa içtim. Bir kaç gündür hiç bir şey yiyemiyor içemiyorum. Bu da ister istemez sütümü etkiliyordu.
Masal'ı yatağa koyup bende yanına uzandım ve göğsümü açıp, Masal'ın ağzıyla buluşturdum. Elimi siyah ve kısa saçlarına koyup okşamaya başladım.
{Toygar Işıklı ~ Ninni}
"Yum usulca gözlerini
Uzat üşümüş ellerini
Sakla o masum yüreğini
Zaman gibi sessiz uyu
Bu dünya dipsiz bir kuyu
Pamuktan kalbin solmadan
Hayat yüzüne vurmadan
Uyu yavrum uyu
Bu dünya dipsiz bir kuyu
Uyu melek yüzlüm uyu
Bu dünya dipsiz bir kuyu"
Söylediğim ninninin etkisiyle birlikte gözleri yavaşça kapanan Masal'ın alnına hafif bir öpücük koyup kendimi geri çektim. Göğsümü kapattıktan sonra üstüne ince bir battaniye örtüyordum ki, odanın kapısı çaldı.
Masal uyanmasın diye sessiz ama hızlı bir şekilde kapıya ilerledim ve açtım. Tabi karşımda ellerinde çanta ve bavullarla birlikte Emre'yi görmeyi beklemiyordum.
"Bunlar ne Emre?"
"Sizin evinizdeki kıyafetlerinizi toplamamızı emretti, Nergis Hanım." deyip elindeki çantaları ve bavulları yere koydu.
"Birde 'Masal'ın kıyafetlerini dolaplara yerleştirsin, kendi kıyafetlerini yerleştirmek için zahmete girmesin.' dedi. Ben ne demek istediğini anlamadım ama 'Sen söyle, o anlar' deyip gitti."
"Tamam." dediğim gibi boğazımda ki yumru ile birlikte kapıyı kapattım.
Kararlıydı. Beni gönderecekti, hem de Masal'ı vermeden. Bana bu şekilde mesaj gönderiyordu sözde.
Yapamam. Can ile bu kadar uzakken birbirimize, kızımla da ayrılamam. Belki gün gelip Can uyanacak ve bana çok kızacak, biliyorum. Ama ben bir anneyim ve canımdan can kattığım bir varlığı burada öylece bırakıp gidecek değilim.
Yerdeki çantalara öylece bakarken kapı çalınmadan açıldı. Tabi ki gelen annemdi. Bana beni istemediğini evden göndereceğini yalnızca diliyle değil, gözleriyle bile haykırıyordu sanki.
"Çok güzel bir haberim var. Levent'i ikna ettim. Artık gidiyorsun." derken yüzündeki alaylı ifade daha da büyümüştü. Tabi çok fazla bekleyemeyen yaşlarım da kendini hemen bıraktı.
"A tabi baştan söylemeyi unuttum. Güzel haber banaydı, sana değil." deyip saçma bir gülücük attı. Ardından arkasını dönüp ilerleyecekken durdu.
"Bu gecen son. Masal ile birlikte güzel bir gece geçir. Nasıl olsa bir daha göremeyeceksin." dedi ve kırıtarak ilerlemeye başladı. Arkasında yıkık bir enkaz bıraktığından haberdar bir şekilde...
***
Ya Can'ı bırakmaya mecburdum ya da kızım da dahil ikisinden de beni zorla ayıracaklardı. İzin veremezdim. Bu yüzden zorda olsa gitmeliydim.
Hem Masal'ın kıyafetleri, hem de benimkiler hazır bir şekilde odada duruyordu. Tek yapmam gereken şey onları ve kızımı alıp gitmekti.
Sıkı sıkıya giydirdiğim kızımı alıp pusete koyup pencerenin önüne bıraktım. Ardından çantaların hepsini pencereden tek tek aşağı attım. İlk katta olduğumuz için bu konuda şanslıydım.
Masal'ın kemerlerini de bağladıktan sonra pusetin tutulan koluna çarşaf bağlayıp yavaş bir şekilde onu da pencereden indirdim yere.
Ardından üstüme hırkamı giyip telefonumu aldığım gibi odadan çıktım. Saat gecenin ikisiydi ve herkes uyuyordu. Bu yüzden sessiz adımlarla ilerlerken Can'ın odasının önünde durdum.
İçeri girmek için elimi kapı koluna koysam da cesaret edemedim. Sadece alnımı ve ellerimi kapıya yaslayıp yaşlı gözlerimi kapattım.
"Söz veriyorum sevgilim, geri döneceğim."
Daha fazla kalamazdım. Gitmem gerekiyordu. Her ne kadar uyusalar da uyanma ihtimalleri de vardı. Bunu göze alamazdım.
Zorla kendimi geri çekip dış kapıya ilerledim. Sessizce kapıyı açıp çıktıktan sonra hemen pencerenin altına doğru koştum. Masal uyuduğu için hiç bir ses yoktu.
Puseti bir elime alıp diğer elime de sadece bir çanta alabildim. Ardından yola ilerledim. Sadece beş dakika sonra bir taksi geçerken durdurmuştum ve çantayı bagaja koyarken adamın eline Masal'ın pusetini verdim.
"Abi eşyalarım kapının önünde kaldı iki dakika kızımı tut, getireyim." dediğimde kır başlı adam gülümseyerek kafasını onaylar şekilde salladı.
Hızla odanın penceresinin altına gidip, kalan çantayı ve bavulları aldım. Aynı hızlı adımlarla da taksinin yanına geldim. Abi elindeki puseti bana verip eşyalarımı taksiye yerleştirdi.
"Sen gir içeri kızım." dediğinde ben de kafamı olumlu anlamda sallayıp taksiye bindim. Battaniyesini aralıyıp yüzüne baktığımda hâlâ uyuduğunu görüp gülümsedim.
"Nereye gideceğiz kızım?" diye sorduğunda dikiz aynasından taksiciye baktım.
Gerçekten nereye gidecektim ben? Evden bir cesaret çıktım ama, gidebileceğim neresi vardı benim için?
Annemlerin yanına gitsem, annemler beni hemen bulurdu. Abimlerin yanına gitsem yine aynı. Daha doğrusu ailemden tanıdığım kim varsa onların yanına gitsem bile beni bulmaları, kaçtığımı anlamalarıyla eş değer hızda olacaktır. Peki ben nereye gideceğim?
Araba çalıştığında farkında olmadan bir yeri söylediğimi anladım ama bu yerin eski üniversitemin yakınında ki park olduğunu bilmiyordum. Peki ama ben neden burayı söylemiştim ki?
Ücretini ödeyip taksiden eşyalarım ile birlikte indim. Parka girip bir bankın üstüne oturdum, eşyaları yanıma yerleştirdikten hemen sonra.
Bir süre boş bir şekilde otursam da birden içimden gelen ağlama isteğini bastıramadım ve ağlamaya başladım. Taa ki biri gelip elini omzuma koyana kadar.
Gecenin bir vakti ıssız bir parktaydım ve elini omzuma koyan şahıs bir sarhoş olabilir. Bu yüzden irkilerek geri çekilip gelen şahısa baktım.
"İyi misiniz?" diye soran bir kadın sesi duyduğumda ağlamaktan bulanıklaşmış gözlerimi düzelmesi için kırpıştırıyordum.
"Sayılırım." dedikten sonra gözlerim düzeldi ve gelen şahısı gördüm. Ardından ağzım değil, ikimizin ağzı da açık kalmıştı.
"Levlâ?"
"Didem Hanım?"...
***
Umarım beğenmişsinizdir ☺