Bölüm 3

1006 Kelimeler
“Kalbine başkalarını aldı. Gelmesi ne ifade eder ki şimdi?” “Sen de yatağına başkalarını aldın. Birbirinize söyleyecek lafınız yok bence.” “O beni unuttu Betül. Başka kadını sevdi.” “Ama sen ona hala aşıksın.” Elimdeki çiçekli İngiliz çay fincanını tabağın içinde döndürdüm. Bunu da ben almıştım Betül'e. Avuçlarıma vuran sıcaklığa odaklanmak istedim. Sevmiştim. Gereksiz bir aşktı bence. İkimizi de tüketmekten başka bir şey yapmamıştı. Yine de insan kalbine hükmedemiyordu. Terk eden ben olmama rağmen unutamayan da ben olmuştum. “O da seni seviyor,” Betül onun kız kardeşiydi. Benimse en yakın arkadaşım. Aynı apartmanda büyümüş, kendimizi bildik bileli hiç kopmamıştık. Abisiyle yaşadıklarımıza rağmen o hiç müdahale etmemiş ya da yargılamamıştı. “Evlendi. Rüya gibi bir düğün yaptı karısına. Büyük aşk yaşadı. Evliliğini bir bebekle taçlandırdı. Ben zannetmiyorum beni hala sevdiğini. Çünkü karısını nasıl sevdiğini gördüm ben. Nasıl üstüne titrediğini. Mutlu olmalarını isterdim.” “Yapma Allah aşkına. Abim ömrünce bir tek sana aşık oldu. Sen de biliyorsun bunu. Mia'yı sevdi belki ama aşık olmadı.” “Keşke olsaydı. Çok isterdim mutlu olmasını.” Soğumuş çayımdan bir yudum almak istedim ama ağzımdaki acı tadı pekiştirmek dışında bir işe yaramadı. “Boşandı biliyorsun. Belki...” lafı eveledi, geveledi. “Belki yeniden-“ “Ne o gittiğindeki adam ne ben gittiğindeki kadın. Bizim tekrarımız kötü yazılmış bir kitabı tekrar okumaktan farksız Betül.” Daha fazla ilgilenmemek için çay fincanını bıraktım. İçemiyordum da zaten. "Abin bana neyi öğretti biliyor musun?" "Neyi?" "Hiçbir zaman hiç kimseyi kendinden öne koymaman gerektiğini. Ne annen baban, ne çocuğun, ne kardeşin, ne sevgilin, ne fanı olduğun şarkıcı, ne hayranı olduğun yazar. Çünkü herkes gidiyor ama sen hep senle kalıyorsun." Cevap vermedi, uzatmadım. “Ne zaman geliyorlar?” “Akşama. Uçakları rötar yapmış. Gecikeceklermiş.” “Ben kalkayım artık. Annen kötü kötü bakıyor zaten. Rahatsızlık vermeyeyim daha fazla.” “Saçmalama. Annem sana neden kötü kötü baksın? On sene önceki olay.” Abin benim yüzümden gitti yurt dışına demek istedim. Ben onu terk etmesem o beni bırakıp da okumak için gitmezdi demek istedim. Ama sustum. O gittikten sonra ben ben olamamıştım. Tıpkı annesinin de hiç içten gülemediği gibi. Ayağa kalkarak çantamı aldım. O gittikten beş yıl sonra aldıkları katlı evde alt kata ilerledim. Betül beni geçirmek için ardımdan geliyordu ama elinde telefon sevgilisiyle yazıştığı için pek önüne bakmıyordu. Merdivenleri indik, kapıya ulaştık. Topuklu ayakkabılarımı, ardından da kaşe kabanımı giyerken konuşmadık. Betül sidik dansına başlarken vedalaştık. “Git sen ben çıkarım.” O koşa koşa tuvalete giderken kapıya döndüm. Elim kulpa uzandı. Aklımda tek bir düşünce vardı. Akşam bu kapı onu görecekti. Akşam bu duvarlar onu duyacaktı. Bu parkelerin üzerinde gezinecek, yukarıdaki yatakta uyuyacaktı. Ben onu on senedir göremezken onu hiç tanımayan bu ev bütün gece ona doyacak, onunla dolacaktı. On yıl. Dile bile zor. Onsuzluğumun on yılı. Kapı kulpunu çevirdim ve çelik kapıyı asıldım. Onsuz geçen on yıl bitmişti. Karşımda dikiliyor, kucağındaki kızından iz kalmış gülüşle bana bakıyordu. Ben o gülüşü öpmeyi ne severdim. “Nare.” En son adımı sesinden dinlediğimde içinde bolca hayal kırıklığı vardı. Gözlerim kızına kaydı. Kızıl saçları kıvır kıvır başının etrafına yayılmıştı. Mia turuncuydu, kızı da kendisi gibi olmuştu anlaşılan. Kız bana döndü, kahve gözleri ışıldadı. Yüzündeki gülümseme bütün dişlerini ortaya seren bir gülüşe dönüştü. “Meraba!” Dedi sevinçle. “Ben seni tanıyorum.” Gözlerim babasına kaydı tekrar. Hala beni izliyordu. “Abiiii!!!!” Betül’ün cırtlak sesinden sonra bir curcuna aldı başını gitti. Ben kapı önünden sıvışıp sokakta kaybolurken ardıma bakmamak için boynumu kırmak istiyordum. Seri adımlarım kaldırımda tıkırdarken yağmur yağmaya başladı. Göz yaşlarım, burnumdan akan sümükler, yağmur derken aşkımdan sırılsıklam olmuştu. Ben geçti sanıyordum. Közü bile kül oldu söndü sanıyordum. Ama bir kere gözlerime bakması, adımı söylemesi içimde cehennem ateşleri yakmıştı. Alev alev yanıyordu kalbim. Arabama bindiğimde ardımda yaslandım ve uzun soluklar aldım. Derin nefeslerim yetmiyordu. Penceremi açarak yağmur havasından soludum. Ağlamam şiddetlenirken omuzlarım sarsılmaya başladı. Başımı direksiyona yaslayarak uzun uzun attım içimdeki irini. Sakinleştiğimde hava kararmıştı. Allah’tan park ettiğim yer evlerinden kolay görünmüyordu. Suyu alarak kana kana içtim. İçimin yangınına bir fayda etmedi. Dikiz aynasından kendime baktığımda akmış rimelimle bir vahşettim. Kendi kendimi katletmiştim. Bok vardı bu kadar sevecek. Bok vardı unutamayacak. Bok vardı içinde bu kadar büyütecek. Kontağı çevirdim ve arabayı çalıştırdım. Yağmur ince bir çisenti halini almıştı. Evime gitmek istemiyordum. Yalnız kalmak istemiyordum. Yakınlarda olmayan bir bara sürdüm arabamı. Kırmızı ışıkta durunca akmış makyajımı temizledim. Pencereden esen soğuk hava beni kendime getirdi. Kendine gel Nare! On yıldır yokluğu yıkamadı on dakikalık varlığı mı yıkacak? Bara girdiğimde insanların seviyeli sesi kulaklarımı doldurdu. Masalarında oturmuş yemeklerini yiyorlardı. Bar kısmına ilerledim ve sandalyeye oturarak en ağırından bir viski söyledim. Aslında sek rakı daha çok yakışırdı ruh halime ama bu elit ortam kaldırmazdı sek halimi. Üçüncü bardaktan sonra zihnim puslanmaya başladı. Alkole dirayetli olsam da inişli çıkışlı ruh halim şişede durduğu gibi durmuyordu. “Selam,” diyen sese döndüm. Yüzünde çapkın bir gülüşle bana bakan sarışın çocuğu bir yerden tanıyor muydum? Tanışacaktık ya da... “Selam canım?” dedim çok da ilgili olmayan bir sesle. “Geçen gün iş yemeğinde ben de vardım. O gün etik olmazdı ama şimdi sana -sen diyebilirim umarım- bir içki ısmarlayabilirim sanırım?” “Bakarız.” güldü. Salak. Piç. İki içki ısmarlayıp yatağa atacak. "Tamam." “Maksat kaynaşmak.” Sürtünme kuvvetinden de yararlanacak mıyız kaynaşırken? Sanki hayır demişim gibi ısrarına devam ediyordu. Sonra anladı ve içki ısmarladı. “Adın ne?" muhabbet açmaya çalışıyordu ama hiç gerek yoktu. Ben altında kaldığım enkazdan kurtulmak için bedenimi katletmekten çekinmezdim. Sana gidelim, dediğimi hatırlamıyorum ama muhakkak demişimdir. Yüzünde ki keyifli zafer ifadesini anlamsız buluşumu hatırlıyorum mesela. Sen ne yaptın ki ben kendi rızamla geliyorum. Beraber bardan çıktığımızda yüzüme çarpan havayı sevmiştim. Taksi gelene kadar kapıda dikilmiştik. Eli belimi kavramış ve teklifsizce kendine yaslamıştı. İtiraz etmemiş ben de uyum sağlamıştım. Bedenim katlonurken ruhum yukarıdan kuş bakışı izlemeye bayılırdı benim. Sonra taksi gelmişti. Biz arkaya yan yana yerleşmiştik. O adres verirken ben son kalan aklımla abime canlı konum atmıştım. Bu biraz şey kaçabilirdi ama Betül'e atamazdım. Sonra öpüşmüştük. O eteğimin üstünden bacağımın üst kısmını okşarken ben de dilimi ağzına sokmuştum. Şoförle dikiz aynasından göz göze geldik.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE