PİTBULL SAMİ VS FİKO

1414 Kelimeler
✴︎ ✴︎ ✴︎ "Ne ulan bu kasanın hâli?! Fikret nerede? Fikret!!" "Hemen çağırayım ustam! Karşıya kadar gitmişti." Mürsel panikle fırlayıp gittiğinde, Sami Bey kasayı bir kere daha saydı. Yanılmamıştı, eksik vardı. "Vay eşşoğleşşeğek!!" Fikret dün akşam kasadan aldığı parayı sabah Azer'le itişmekten yerine koymayı unutmuştu. Normalde hayatta böyle bir acemilik yapmazdı ama işte... Yakalanmıştı. Ve bu sefer tehlike çanları onun için çalıyordu. "Buyur baba, geldim!" Delikanlı bir dakika sonra nefese nefese dükkandan içeri girdiğinde babası o daha doğru dürüst soluklanamadan tepesinde bitmiş ve okkalı bir tokat patlatmıştı ensesine. "EŞKIYA MI OLDUN LAN SEN BENİM BAŞIMA?!" Elindeki faturaları sallarken yine esip gürlüyordu: "Dayısı kılıklı, fırıldak!" Fikret acıyla yüzünü buruştursa da elini ensesine götürmedi. Cayır cayır yanıyordu babasının vurduğu yer ama şimdiye kadar ne dayaklar yemişti o. Bu neydi ki? "Baba ne vuruyorsun ya? Ne oldu yine, ne yaptım?" Salağa yatmak her zaman için en iyi savunmasıydı ama bu durumda paçasını kurtarmayacak gibiydi. Zira Sami Usta dişlerinin arasından soluyordu şimdi boğa gibi: "Bir de soruyor hayvan herif! Bir de soruyor..." Delikanlıyı kolundan tuttuğu gibi kasadan tarafa götürdü çekiştire çekiştire. "Akşam sen kapatmadın mı dükkanı yavşak? Hırsız girmediyse 700 lira götüme mi kaçtı?" Fikret boş bir çabayla "Estağfurullah baba... Düşmüştür buralara bir y-" demeye kalmadan "KES!" diye bağırıp susturdu onu babası. Yalanın bini bir paraydı. "Bir de sana güvenip dükkan emanet ediyoruz. Bir baltaya sap olamadı bari dükkana baksın, diyoruz. Rezil! Gene nereye borç yaptın?" Fikret liseden mezun olduğundan beri sağda solda sürtüp ona buna borç takıyordu, doğru. İtlik serserilikten vakit bulup doğru dürüst okul da okumamıştı, kabul. Bunları inkâr ettiği yoktu. Ama keyfinden mi borç takıyordu millete? Bunu kimse sormuyordu. Ne zaman arkadaşlarıyla yeni bir iş kurmaya heves etse, babası "Hazırda iş var, macera arama kendine." diyerek önünü kapatıyor, sermaye konusunda ona zerre destek olmuyordu. Fikret desen zaten babası gibi 40 metrekare dükkanda ne uzayıp ne kısalarak ömrünü çürütecek adam değildi. Hâl böyle olunca babasından ayrı, yeni iş kurma arayışlarına giriyor; daha siftah yapamadan işi batırınca da birinden aldığı borçla ötekinin borcunu ödeyerek kendince bir denge siyaseti yapıyordu. Fakat son tahlilde görünüyor ki, taşıma suyla değirmen dönmüyordu. "Arkamı döner dönmez kasayı mı tırtıklıyorsun lan?! Uçkuru düşük herif! Karıya kıza mı yediriyorsun paraları? Ganyan mı oynuyorsun? Ne yapıyorsun?" Fikret'in kaşları çatıldı hemen: "Baba bak ağır konuşuyorsun Mürsel'in yanında. Kalbini kıracam şimdi." Sami Usta bu lafla beraber daha da köpürdü: "Sen daha dünkü boksun ulan!" Hatta o kadar öfkelendi ki Fikret'i ite kaka dükkandan dışarı attı. "...Bana mı dayılanıyorsun it?" "Ustam sakin ol! Yapma ustam!" Baba-oğul kavgasını ayırmak için araya girecektiyse de Sami Usta'nın dehşet saçan gözlerine denk gelince kim vurduya gitmemek adına geri çekildi Mürsel. Dananın kuyruğu kopmuştu bir kere. Geri yapıştıracak hâli yoktu ya. Zaten hır gür o kadar büyümüştü ki, çarşıda Kahveci Hacı Fettah dahil bütün esnaf kapıya çıkıp onları seyre koyulmuştu. Bir Allah'ın kulu müdahale etmiyordu. Zaten Fikret de bunu beklemiyordu. Mahallede 'ipsiz-sapsız' denince akla ilk gelen isimlerden olduğunu biliyordu. "Bana bak Fikret Ali... Aklını başını topla, yoksa evlat demem alırım seni ayağımın altına. Duydun mu lan?!" "Duydum baba." "Kırk yıldır ayakta bu işletme! Ya sahip çık ya da siktir git, ne bok yiyorsan benden uzakta ye! Parayı da akşam getir koy kasaya. Ümüğünü sıkarım!" Babası yine aynı hışımla ama bu sefer kalbini tutarak dükkana girdiğinde sokağın ortasında piç gibi kalmıştı Fikret. Ama dert etmedi. Bu sahne daha önce lise zamanlarında da pek çok kez yaşanmıştı. Bilhassa eve zayıf notla geldiğinde... Fikret bir süre gözleri dolu dolu dişlerini sıktı başı öne eğik. Gene bütün mahalleye rezil olmuştu. Olay durulup herkes dükkanına dağılırken "Sinirlendirme şu adamı be oğlum! Şekeri var, tansiyonu var..." dedi köşedeki Berber Niyazi. "Uslanıver artık biraz sen de." Sinirle başını ondan tarafa çevirdi Fikret: "Yav Niyazi abi sen bizim iç işlerimize karışmasana ya?! Bak kesecem en sonunda veresiye fıstığını o olacak!" Niyazi Usta gülerek ✨pışşıığk✨ dercesine bir hareket yapıp "Hade len ordan, büllük!" diye karşılık verdiğinde, kahvenin önündeki kamelyada oturan birkaç emekli amca güldü bu tatlı atışmaya. Peder Bey sağ olsun mahallenin maskarası olmuştu iki dakikada. "Gülün dayılar gülün! Üstünüze toprak atarken de ben gülerim!" Amcalar gülmeyi kesip "Terbiyesiz..!" dediler hep bir ağızdan. "Ulan Fiko... Adam olmazsın lan sen!" diye de ekledi içlerinden bir tanesi. "Çok da sikimdeydi..." Fikret ağzının içinde gevelediği küfürlerle bir an yüzünü karşıya çevirdiğinde otoparkın nöbetçi kulübesine takıldı gözü. Azer puştu gene yaslanmış kulübeye, elinde çay... Merakla bu tarafa bakıyordu. Belli ki az önceki mevzuyu naklen izlemişti. "Senin de bir çekirdeğin eksik! Amına kodumun dertsiz puştu!" Azer sırıtıp elindeki bardağı kaldırarak Fikret'e kısa bir selam çakarken, onu sinir ettiğinin gayet farkındaydı: "Beter ol Fikret kardeş! Beter ol..." Fikret'in ağzı açık kaldı. Sanki bütün mahalle bir anda ona düşman olmuştu. "Ulan farz oldu be! Hepinizle uğraşacam oğlum! Hepinizle! Ama önce senle... Önce senle uğraşacam Değnekçi!" Sesinde o malum "Seni yenecem İstanbul!" havası vardı ama bunu söyleyen kimse İstanbul'u yenememişti. Onlar İstanbul'u yenememişti ama belki Fiko, Azer'i yenerdi. Kim bilir? "Uğraşıcam lan... Bekleyin." Bu kadar eziklenmek yetmişti bünyesine. Daha fazlasına katlanamayacaktı. O yüzden kaşları köküne kadar çatık, elleri ceplerinde arkasını dönüp söylene söylene sahile doğru yürümeye başladı hışımla. Güneş çoktan kızıla boyanmış, batıyordu. Gölgeye geçmedi. Gözlerini kısıp inadına güneşe doğru yürüdü. Kafasındaki tilkilerin kuyrukları asla birbirine değmiyordu ama Fiko'nun yine de bir planı vardı. "Demek beter ol ha..." diye söylendi ayağının ucunda tekme manyağı yapa yapa sahile kadar getirdiği taşı denize yollarken. Niyeyse çok koymuştu bu laf. "Bana beter ol diyen bin beter olsun!" Bu açık bir savaştı. Azer'i mahalleden göndermedikçe de bitmeyecekti. Zaten burnu boktan kurtulmuyordu. Bir de bu atanamayan otopark mafyasıyla mı uğraşacaktı? Önce onu bertaraf etmeliydi. Ama nasıl? "Sen görürsün Değnekçi... Seni öyle bir ezecem ki bir daha benim adımı ağzına alırken besmele çekeceksin, besmelee!" Elini cebine attığı gibi telefonunu çıkardı ve rehberinde birkaç saniyelik gezintinin ardından mahallenin fitness hocası (eski boksör) Saldıray'ı bulup aradı hemen. "Alo, Saldıray abi? Benim Fiko. Nasılsın abi görüşmeyeli?" "Ooo Fiko! İyiyim koçum, seni sormalı." "N'olsun abi işte? Dosta güven, düşmana korku vermeye devam. İşimizde, gücümüzde, mahallemizdeyiz. Birtakım deneysel çalışmalarımız var arkadaşlarla, birkaç yatırım fikri, belki coin... O şekil yani. Ekmeğimizin peşindeyiz." "İyi iyi... Sesin soluğun çıkmayınca merak etmiştim seni. Bayadır gelmiyorsun salona. Kondüsyonun nasıl? Formdan düşmedin inşallah." "Formdan düşen gözden düşer Saldıray abim! Ayıpsın. Biz bu yola baş koymuşuz. Dinleniriz ama durmayız evelallah." "Helal lan sana Fiko! Aynen böyle devam aslanım. Bırakma tabi. Vücut bu..." "Sigarayı bırakırım barfiksi bırakamam abi, o kadar diyim sana. Da... Birkaç sorum olacaktı abi müsaitsen." "Sor oğlum, sor tabi." Saldıray'ı kıvama getirdiğine kanaat getirince ufaktan ufaktan zehri salmaya başladı Fiko: "Abi sen bu Kartal abinin dövüş organizasyonlarını yapıyormuşsun diye duydum. Haftanın belli günleri Fight club tarzı elemanlar geliyormuş dayak yemeye... Sonra bahisli kafes dövüşleri falan oluyormuş. Altta kalanın canı çıksın hesaabı..." "Yok be oğlum! Nereden duydun sen? Kim demişse yemiş seni. İnanma her duyduğuna. Haftada bir amatör dövüşler oluyor. O da sporcular ter atsın diye... Çerezine..." Sen onu benim külahım anlat, dedi içinden Fiko. Tabi ki de bundan fazlası dönüyordu o delikte. Eski mahkumlar ve onların yeni sahipleri, galericiler, dövüş meraklısı bahisçiler... İri ufak bit yavşak, ne kadar it-kopuk varsa gün aşırı oradaydı. Fiko şahsen katılmamıştı aralarına ama biliyordu orada ne boklar çevirdiklerini. Hatta o Değnekçi'nin bile bir iki kez gaza gelip ringe çıktığını duymuştu. "Abi benden laf çıkmaz. İçeride çok büyük bahis dönüyor diye duydum." dedi Fiko yine şansını denemek için. "Yahu oğlum... Nereden çıktı bu? Nereden duydun yavrum ya..?" Saldıray paniklemişti. Öyle diyordu ama... Bu herif eski kulağı kesiklerdendi. Kartal tabi ki işi ehline verecek, dövüşleri ona organize ettirecekti. Parayı nasıl kırıştıkları konusu tam bir muammaydı. Fakat dövüşlere arada bir şike karıştırdıklarını biliyordu Fiko. Yoksa sadece otoparkın parasıyla o Jeep'i nasıl alacaktı Kartal efendi? "Ayıptır söylemesi... Kız meselesi yüzünden bu aralar çok borca girdim. Peder'le aramız bozuldu. Hani bir iki maça beni soksan da belimizi doğrultsak be abi? Sevabına... Ha? Ne dersin?" Karşı taraf bir süre sessiz kaldığında, Saldıray'ın aklına girmeyi başardığını anladı Fiko. "Of be oğlum... Of be Fiko. Tamam yavrum kapat telefonu. Ben bir iki yeri arıyım. Duruma göre akşam saati söylerim sana. Beklemede kal." İşte bu be! "Aslansın be Saldıray abi!! Kaplansın!" Fiko çoktan tehlikeli sulara girmişti. Artık karşısına vatoz da çıksa, köpek balığı da çıksa dönüş yoktu. İntikam yoluna baş koymuştu bir kere. Kartal abisiyle arasını bozmak pahasına def edecekti Azer'i mahalleden. Kafaya koymuştu. "Ben seni bir ihbar edeyim de... gör sen ebeni." Bu yolda tek dileği: Planlarının götünde patlamamasıydı. ✴︎ ✴︎ ✴︎ O zaman başlasın soğuk savaş... ;) Not: Sami Usta ve Fikret'i paralel evrende Pitbul Sami ve Kuzey olarak hayal edebilirsiniz. Şahsen ben onların baba-oğul ilişkilerini hayal ederek yazıyorum. ;)
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE