Büfenin arkasından çıktım ve onlara bakarak, "Ne zaman başlıyoruz?" diye sordum. Hepsi birbirine bakıp omuz silkti ve rahatça bar taburelerine oturup içki içmeye başladılar. Aktan hariç.
Bana; "Sen çok mümin bir kardeşe benziyorsun. Sırf sana eşlik etmek için portakal suyu içeceğim." demişti.
Allah razı olsun.
Diğerleri gülerken, Toprak, Aktan'ın yine kafasına vurup "Hadi oradan." demişti.
Aktan; Kafasını ovuşturup "Beyin hücrelerim öldü lan. Hayvan gibi şey yapıyorsunuz." dediğinde Şebnem; "Var mıydı ki?" dedi.
Üzüldüm.
"Sus sen aşık çiyan."
Zaten eğer onları az çok tanımışsanız gerisini tahmin edebilirsiniz. Aktan kaçmaya başladı, Şebnem kovalamaya. Aktan bir kaç kez merdivenlerden falan yuvarlandı, Şebnem ise en sonunda yakalayarak güzelce dövdü.
Güldüm.
Onların yanındayken her şeyi unutuyordum. Ve bu çok güzeldi.
❄
Saat akşam 20:00'dı. Uzun süredir kapalı telefonumu açtım.
"Babam kişisinden 30 çağrı."
"Babam kişisinden 101 mesaj."
Aramaları es geçip mesajlara baktım. Çoğunluğu tehditten oluşan mesajlara başımı iki yana hüzünle salladım. Ne bekliyordum ki? Beni çok sevdiğini, özür dilemesini falan mı?
Babama mesaj yollamaya karar verdim ve mesaj bölümüne girdim.
Gönderilen: Babam
"İyiyim. Eğer merak ettiysen."
Telefonu yeniden kapattım ve dolan gözlerimi kırpıştırdım. Güçlü olmalıydım, bu kadar sulu gözlü olmaktan nefret ediyordum!
Bu sırada alkış sesleri duymam ile sahneye baktım. Bizimkiler sahneye çıkmıştı.
Kulaklarma Can Adrian - Nereye Gidiyorsun adlı şarkısı dolduğunda gözlerimi kapattım. Bugün resim yapmayı bırakmıştım, artık savaşmaktan ve her savaşın sonunda yara almaktan bıkmıştım. Resim yaptığımda en azından bazı düşünceşerimden sıyrılıyordum ancak şu an ne olacaktı hiçbir fikrim yoktu... Ne yapacaktım? Babama nasıl davranmam gerekiyordu? Anlamıştım. Ağlayıp sızlamanın hiçkimseye faydası yoktu, tam tersi sadece karşıdaki kişiye haz veriyordu. Bir şeyler yapmalıydım, bu savaştan sıyrıkla kurtulmak için bir şeyler yapmalıydım. Artık babamın kölesi gibi her dediğini yapmayacaktım. Savaş mı istiyordu? Savaşalım o zaman.
❄
Gölgeni ismini sil yavaş yavaş
Giderken bu kentten tükür yüzüne yalnızlığının
Kalbini kendini sök yavaş yavaş
Giderken bu kentten sakın ağlama sus!
Unut ne yaptı sana
unut ne söyledi
Unut ne varsa vazgeçtiğin
Yüzünde korkularla
İçinde çığlıklarla
Kalbinde simsiyahlar
Nereye gidiyorsun?
Hep bu şarkılarla
Kıymetsiz dualarla
Utanmaz bir yağmurla
Nereye gidiyorsun?
Yolları duvarları geç yavaş yavaş
Giderken bu kentten bir piç gibi bırak yalnızlığını
Ve o siyah saçlarını kes yavaş yavaş
Giderken terkederken savur yüzüne yalnızlığının
Ve unut ne yaptı sana
Unut neler anlattı
Unut ne varsa vazgeçtiğin
Yüzünde korkularla
İçinde çığlıklarla
Kalbinde simsiyahlar
Nereye gidiyorsun?
Hep bu şarkılarla
kıymetsiz dualarla
Utanmaz bir yağmurla
Nereye gidiyorsun?
Hep bu şarkılarla
Yüzünde korkularla
İçinde simsiyahlar
Nereye gidiyorsun?
Bu sahte baharlarla
Kıymetsiz dualarla
Utanmaz bir yağmurla
Yine mi gidiyorsun?
❄
Sahte bahar. Gözlerimi açtığımda ilk Alaz ile göz göze geldim. Gülümsedim. Kalbimin çarpıntısı da neyin nesiydi? Niye Alaz'ın her gülüşünde kalbim hızlı hızlı çarpıyordu? Bugün beni kurtarmış, aynı zamanda, kahramanım olduğu için olabilir miydi? Olmasın olmasın. Aklıma gelen şey lütfen olmasın.
Murat'tan sonra başka birisine aşık olmak istemiyordum. Murat benim ilk aşık olduğum insan, ilk hayal kırıklığım ve ilk kaybedişimdi.
Şimdi ben nasıl da başkasına aşık olurdum?
Şebnem'in dediği doğru olabilir miydi? Gözlerimizden, bakışlarımızdan belli olduğunu söylemişti. Gerçekten dışarıdan belli oluyor muydu? Oysa ben Murat'tan sonra başkasına aşık olmanın imkânsız olduğunu düşünmüştüm.
Bu sırada sahne şarkıları bitmişti ve arkaya geçmişlerdi. Bende ayağa kalkarak yanlarına gitmek için adınladım.
Kulis tarzı bir kapının önüne geldiğimde kapı aralıktı. Tam açacaktım ki, Alaz'ın bugün ki konu hakkında konuştuğunu duyunca yerime hafifçe sindim. "Ee sonra ne oldu?" dedi Şebnem.
"Sonra bir orospu çocuğu bilerek üstüne sürdü!"
Gözlerimi kırpıştırdım. Bilerek mi?
"Bilerek mi?" diyen şaşkın üç ses duydum. Alaz sıkıntıyla iç çekti ve başını salladı. "Evet şaşırdınız biliyorum ama maalesef. Arabanın Elis'i görmeme gibi bir şansı yoktu! Üstüne bilerek sürdüğünü anlamam çok uzun sürmedi zaten, Elis'i yoldan çektim. Ama inanabiliyor musunuz arabanın hızı yavaşlamadı hatta durmadı bile!"
Duyduklarım ile kapının pervazına yaslandım. Allah'ım lütfen...Lütfen denilenler doğru olmasın...Lütfen.
"Ağabey." dedi Toprak. "Kimin Elis ile işi olur lan? Kim o kızı öldürmeye çalışır."
Aktan; "Harbi lan. Bu kız çok saf kendi kankam olduğu için söylemiyorum da." dediğinde akan gözyaşlarıma rağmen sırıttım.
Şebnem; "Alaz." dedi sakince. "Bulabildin mi?"
Kaşlarımı çattım. Bulabildin mi derken? Neyi bulabilmişti?
"Buldum."
"Kim?"
Nefesimi tuttum. Anlamıştım. Alaz bana çarpan kişinin kim olduğunu bulmuştu!
"Adam Bora Aksu. Geçen ay hapishaneden çıkmış."
"Hapisaneden mi? Hiç bir şey anlamıyorum amına koyayım. Niye girmiş ki?"
Uzun bir süre sessizlik oldu. Ben merakla onları kapı eşiğinde dinliyordum. Diğerleri ise Alaz'ı. Alaz'ın zor bela sesini duydum. Sesi çatlamıştı. "Bu duyacaklarınız kimsenin kulağına gitmeyecek. Elis'in asla! Tamam mı?"
Şebnem; "Eğer Elis ile ilgili bir konuysa ve hayatı tehlikedeyse bilmek zorunda! Yoksa kendini koruyamaz."
Gözlerimi sımsıkı kapattım. Duyacaklarımdan ölesiye korkuyordum, titriyordum, dağılmaktan, içime kapanmaktan korkuyordum.
"Şebnem. Lütfen."
Alaz'ın sesi yumuşacaktı. Kızmamıştı. Çünkü Şebnem'in haklı olduğunu kendide biliyordu. "Tamam. Öğrenecek. Ama şimdi değil. Ben işleri halledene kadar öğrenmesin, yeter."
"Pekâlâ. Sana tek bir soru soracağım." dedi Şebnem.
"Sor."
"Elis'e aşık mısın?"
Gözlerimi kocaman açtım. Şebnem'in bunu sorduğuna inanamıyorum! Rezillikti. Ya Alaz, bunu benim sordurduğumu düşünürse? Nasıl bakarım yüzüne? Ne diyeceğini merakla beklerken, "Saçmalama." dediğini işittim.
"Nereden çıktı bu?" diye devam etti. "Hiç." dedi Şebnem.
"Abi onu bunu bırakın da, devamını anlat. Adam niye hapise girmiş? Neden çıktığı anda Elis'i öl---" cümlenin devamını getirmesine izin vermedi Alaz.
"Birini öldürmüş."
Gözlerimi sımsıkı kapattım. Bugün beni öldürmeye çalışam adam, birini öldürmüştü!
"Kimi?"
Kısacık bir sessizlik oluştu. Şu an saat tam 21:00'dı. Kaşlarımı çattım, kalbim göğüs kafesimden fırlamak ister gibi o kadar sert ve hızlı çarpıyordu ki, bayılmamak için kendimi zor tutuyordum.
"Verda Saygın."
Dondum. Dıyduklarımla bacaklarım tir tir titremeye başladı. Gözlerim doldu, nefesimin yetmediğini hissettim.
Hayır. Bu mümkün olamaz ki? Benim annem hasta olduğu için ölmüştü. Ama duyduklarım hiç böyle değildi. Biri anneme kıymıştı, biri annemi incitmişti. Ve ben hiç bir şey yapamamıştım, bugüne kadar anneme ne olduğunu bilmiyordum bile.
Kimdi bu? Kimdi? Neden annemi incitmişti? Bora adında biri sadece annemi öldürdüğünü sanıyordu, oysa onunla birlikte bende öldüm, babamda öldü, kahkahalar öldü, mutluluklar öldü. Bora Akay tek bir darbeyle bir çok kişiyi dağıtmıştı.
Şimdi ki darbenin sırası bendim.
Yutkundum. Ya babam? Ya babama bir şey olursa? Ne yaparım o zaman ben?
Titreyen bacaklarımla odanın önünden çekildim ve neredeyse koşar adımlarla mekandan çıktım. Mekandan çıktığım an, rahatsız edici gürültüde kesilmişti. Telefonumu elime alarak babamı aramaya başladım.
'Aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor..."
"Baba. Hayır. Lütfen. Beni yalnız bırakma." dedim sayıklarcasına. Ve, koşmaya başladım. Tüm gücümle, tüm her şeye rağmen koştum. Koştum. Şansıma mı bilmem koştuğum yerlerden bir taksi bile geçmedi, bende babamı kırtarmanın umuduyla koştum.
Evin önüne geldiğimde hiç durmadan yerde yatan korumalara aldırmadan bahçenin içine girdim ve kapıyı sessizce anahtarım ile açtım.
Evde çok garip bir koku vardı. "Baba."
"Baba."
Üç-dört kez tekrarlamama rağmen ses seda yoktu. Mutfağa girip ışıkları açtım ve gördüğüm şeyle çığlık attım. Masanın üzerinde duran kanlı bir bıçak, yerde kolunu tutup baygın şekilde yatan babam vardı.
"Baba!"
Yanına koşar adımlarla gittim. Sesimi duyduğunda göz kapakları titredi. "Elis? Sen misin?" dedi emin olmak için. "Benim." dedim ve kolumun tersi ile gözlerimi sildim. "Şimdi... Şimdi ben ambulans arayacağım. Sonra, sonra hastaneye gideceğiz tamam mı?"
Başını salladı ama dayanamıyordu. Ambulansı arayıp gerekli her şeyi dedikten sonra kapattım ve babama; "Tamam aradım. Geliyorlar, iyileşeceksin baba."
Ve babama baktığımda gözleri kapalıydı. Sesimi duyduğunda cevap vermemişti. İçime bir kor ateşi düştü, aklım tam 15 yıl öncesine gitti. Yine bu evden, bir ceset çıkmıştı. Annemim cesedi. Şimdi ise babam...
"Baba uyan."
Ağladım. Babamın yaralı gövdesine sarılıp ağladım. "Baba uyan lütfen. Yapma bana bunu! Yapma! Beni bir daha kimsesiz bırakma. Lütfen. Lütfen."
Sonra şefkat dolu sesini duydum. İyiyim kızım. Acımıyor, merak etme."
Nasıl meral etmem baba? Benim burada canım acırken, nasıl sakin dururum. Ambulans seslerini duyduğumda ayağa kalktım ve kapıya giderken bıçağın üzerinde bir not gördüm.
"Aslında her bitti dediğimiz şey, yeni bir hayatın başlangıcıdır. Bu sefer ucuz yırttınız Hakan Saygın ve değerli kızı Elis. Belki bir dahaki sefere, kim bilir?"
Aslında her bitti dediğimiz şey, yeni bir olayın başlangıcıdır. Uzun zamandır kendimi çok iyi hissediyordum. Çünkü yanımda arkadaşlarım vardı, Burcu vardı, Şebnem vardı. Beni bu hapishaneden kurtaran Ceyhun vardı, kafamı dağıtan bir Alaz vardı. Arkadaşlarım vardı, uzun zamandır çok mutluydum.
Ancak, artık 'sahte bahar' bitmişti. Ve dirgin sular kendini lodosa bırakmıştı. Bahar bitmişti, artık ayaz vaktiydi.