O sabah rüyamın etkisinden hâlâ çıkamamıştım. Kalbim hâlâ onun ismine çarpıyordu. Hayatımda ilk defa biri, sadece sesiyle bu kadar derinime dokunmuştu. Gözlerimi kapattığımda onu sahnede hayal ediyordum. O karizmatik duruşu, sesi, gözlerinin içindeki o gizli anlam...
Telefonum elimdeyken parmaklarım otomatik olarak menajerlik sayfasına gitti. Konser takvimi. Yakındı… Cuma akşamı Antalya’da bir konser.
“Bu bir işaret,” dedim. “Gitmeliyim.”
Hemen en yakın arkadaşım Sude’yi aradım.
“Sude... delirdim galiba ama ben Kubilay’ın konserine gitmek istiyorum.”
“Delilik buysa ben de varım,” dedi kahkahayla. “Haydi gidiyoruz!”
Günlerce ne giyeceğimi düşündüm. Kafamın içi onun rüyadaki haliyle doluydu ama bu sefer gerçekti. Onu gerçekten görecektim. Belki sadece uzaktan... belki sadece bir anlığına. Ama bu bana yeterdi.
Konser günü geldiğinde, aynanın karşısında uzun uzun hazırlandım. Elimdeki siyah saten elbise, bedenime tam oturuyordu. Sırtı açıktı, hafif yırtmaçlı ve zarifti ama bir o kadar cesur. Kızıl saçlarım büyük bukleler halinde dalgalanıyordu. Işıkta parlıyordu neredeyse. Göz makyajım dumanlı, dudaklarım koyu kırmızıydı.
Sude beni görünce kısa bir sessizlik oldu.
“Ekim… sen bu gece değil, bir ömürlük geceler içinsin,” dedi.
Konser alanına vardığımızda atmosfer baş döndürücüydü. Salon büyük ama samimiydi. Loş ışıklar, beyaz masa örtüleri, arka planda yavaşça çalan melodiler... Görevliler bizi en ön masaya yönlendirdi. Şansa bak, tam sahne karşısı.
Kalbim, sanki kafesinden çıkmak ister gibi atıyordu. Elimi göğsüme koydum, derin bir nefes aldım.
Sahneye çıkışı… işte o an.
Siyah gömleği bedenine tam oturmuştu. Saçları dağınık ama özenliydi. Gözleri… sahne ışığında bile karşıya geçip kalbime dokundu. Mikrofonu eline aldığında salon sessizleşti. İlk notayı duyduğumda ise… zaman durdu.
“Canın sağ olsun” dediğinde, kelimeler değil, bakışları konuşuyordu. Ve gözleri... tam bana çevrilmişti.
Göz göze geldik. Belki sadece bir saniye. Belki bana öyle geldi. Ama o anda bütün salon karardı sanki, sadece ikimiz vardık. O her şarkıda bana bakıyordu. Her kelime, her ezgi bana dokunuyordu.
Sude bile eğildi kulağıma, “Ekim, farkında mısın? Sana bakıyor…” dedi. Ama o an zaten içimde yanmaya başlayan o duygudan başka bir şey hissedemiyordum.
O gece... sadece bir konser değildi. O gece, Kubilay’a değil, onun müziğiyle içime dokunan adama âşık olduğumu fark ettim.
Ve belki… o da beni fark etmişti.