bc

MİLYONER BEBEK

book_age16+
4.4K
TAKİP ET
42.9K
OKU
mafia
lighthearted
scary
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Kendi halinde bir yaşam süren Defne hayatına bomba gibi düşen dört italyan ile oldukça keyifli üç gün geçirir. Rehberlik etmesi karşılığında alacağı para ile ailesine destek olacağını düşünerek teklifi kabul eder. Fakat işler hiç hayal ettiği gibi gitmez. Ailesini kaybeder ve tek başına kalır. Artık yaşamdan bir tat alamayan Defne kendi kabuğuna çekilip yasını tutarken bir gece ansızın evinden kaçırılır ve kendini bambaşka bir ülkede bambaşka bir hayatın içinde bulur.

Ya gerçek senin bildiğin gibi değilse?

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1.Bölüm-Tur Rehberi✓
Karanlık kışı geçmiş, yüzünü baharın müjdeleyici güneşine dönen bir kardelen çiçeği gibi açtım gözlerimi güne. Burnuma annemin kızarttığı patates kokusu gelirken araya karışan çatal bıçak sesleri ile uykum tamamen açıldı. Perdeden sızan güneşin sıcaklığını tenimde hissederken annemin sesini duymak beklediğimden de kısa sürdü. -"Defne. Kalk anneciğim kahvaltı hazır." Cevap veremeden annemin sesini tekrar duyunca susmak zorunda kaldım. -"Koş fırına ekmek al." Gözlerimi devirip başını iki yana salladım. Küçük olmanın en kötü yanlarından biri de buydu. Evin ekmek veya diğer eksik alışverişleri için her daim küçük giderdi. Ve bu çileyi çok uzun zamandır çekiyordum. -"Tamam anne hazırlanıyorum." Ne kadar itiraz edersem edeyim bunun işe yaramayacağını bildiğim için sorgusuz sualsiz hazırlanmaya başladım. Dolabımdan siyah orijinal Galatasaray amblemli eşofmanı giydim. Upuzun saçlarımı gelişigüzel bir topuzla topladığımda hazırdım. Odamdan çıkıp hızlıca lavaboda işlerimi halledip salona geçtim. Babam elinde kumanda, kanalları dolanırken annem hararetle kahvaltı telaşında masayı kurmaya çalışıyordu. Babama yaklaşıp onun yanaklarından öptüm. -"Günaydın babişim." Gülümseyerek elindeki kumandayı bıraktı ve bana sarıldı o güvenli kolların bende nasıl hisler bıraktığını bilmeden. -"Günaydın güzel kızım." Babama sarılmış anın tadını çıkarırken Deniz'in sesiyle ikimizde başlarımızı, kapı pervazında saçları kuş yuvası gibi kabarmış bir halde kaşları çatık bir Deniz görmeyi beklemiyorduk. -"Bensiz ha?" Sırıtarak babama daha çok sarıldım. -"Sensiz daha güzel oluyor inan bana." Söylediklerim konusunda ciddi olmadığımı evdeki herkes biliyordu. Ablam ile aramızdaki bağ çok güçlüydü. Bir abladan ziyade anne gibi, baba gibi. Bunun sıcaklığını her zaman hissettim. Deniz'in de gülmesinden belliydi. -"Hiç inanmıyorum." Deniz üzerimize doğru gelirken ben çığlık atarak babama daha çok sokulduğumda onun o güven veren kolları bedenime sarıldı beni herşeyden, herkesten korumak istercesine. -"Seni şimdi bak ne yapıyorum." Ablamın tehditi ile babamın göğsüne gömdüğüm yüzümü daha çok bastırdım ve bu yüzden sesim daha da boğuklaştı. -"Ya baba birşey de şu kızına." Sitemle babama söylenmem karşısında babamın güldüğünü göğsüne yumduğum yüzümün hafif titreşiminden anladım. -"Deniz rahat bırak benim nazlı kızımı, güzel kızımı." 21 yaşında genç bir kız olmama rağmen içimdeki babasına nazlanan 3 yaşındaki o çocuğu hiç bastıramamıştı ruhum. Babamın o yaşımdan itibaren nazlı kızım diye sevmesinin de belki de bunda etkisi vardır. Yada ismimin naz olmasından da olabilir emin değilim. Tek bildiğim naz yaptığım tek insanın babam olması ve kredimin onda hiç bitmeyeceğiydi. -"Aman baba senin bu kızın da adı gibi. Hemen de nazlanıyor. Ne vardı sanki ikinci ismini naz koyacak." Babam ışıltılı gözlerle bana baktı. -"O bir tek bana nazlanabilir. Annen de çok nazlanmıştı biz sevgiliyken. O zamanlarda söz verdim kendime dedim ki senin gibi nazlı bir kızımız olsun. İsmini naz koyacağım." Ablama baktım hemen. -"Bak gördün mü?" Babam ablama baktı gülümseyerek. -"Senin kız olacağını duyunca dedim fırsat bu fırsat. Naz koyacağım. Annen Deniz koyacağım dedi inatla bende naz da ekleyelim demiştim. Ama gel gör ki deden tutturdu ben onun ismini han koyacağım. O vesileyle senin ismin Deniz Han oldu. Bende ikinciye dedim." Babamın gözleri hüzünlendi fakat o ifadeyi ustalıkla kapattı. -"Sonra kardeşin geldi. Kardeşinin erken gelesi tuttu. Anneme tarlada tapan da yardım etmeye köye gitmiştik. O sıra annenizin sancısı tuttu. Araba bulup gelene kadar anneniz Defne ağacı altında doğum yaptı." Babam tekrar bana döndü. -"İsmin de oradan geliyor kızım. Ağaç her mevsim yeşil yapraklıdır. Sen doğarken yapraklar ağaçlardan dökülüyordu. Bizde annenle böyle bir karar verdik ve bu ismi uygun gördük. Ama aklım hala nazdaydı. Bende isminin yanına naz ekledim. Oldu sana Defne Naz." Babamın son söyledikleri ile hepimiz gülerken isimlerimizin hikayesini daha yeni öğrendiğimi şimdi fark ettim. -"Çok da güzel olmuş babacığım." Hoş sohbetimiz annemin araya girmesi ile son buldu. -"İsimlerinizin öyküsünü öğrendiğinize göre Defne artık ekmek almaya gitsin. Kahvaltı soğudu." Yüzüm anında memnuniyetsizce buruşurken yerimden kalkıp söylenerek çıkışa doğru yol aldım. Ne kadar erken gidersem o kadar iyi benim için. İş başından önce kahvaltı sofrasında ne kadar vakit geçirirsem o kadar iyi benim için. Küçüklükten beri her hafta sonları o masanın çevresinde eksiksiz bir şekilde kahvaltı yapardık. Bundan babamın bir fabrika işçisi olmasının etkisi var. Hafta sonları tatil olduğu için genelde yanımızda durur güne beraber başlardık. Bu benim en keyif aldığım anlardan biri. Aile olduğumuzu, birliğimizi hissediyordum hep. Sevgi dolu bir ailede yetiştim. Diğer arkadaşlarımın aksine babam bize sevgisini belli ederdi hep. Benimle evcilik oynar, elimden tutup parka götürürdü. Bazen biryerden beraber gelirken bile yolda elma şekeri satan tezgâh görse durup alır elime tutuşturur. İlkokulda gözümün önünde babası tarafından tartaklanarak okuldan götürülen arkadaşımı gördüğüm anda şükretmiştim iyi ki benim babam olduğu için. Bazı kızlar o kadar çok şanslıydı ki. İlk aşkları babaları olan. Kendini prenses gibi hisseden. İşte ben o kızlardanım. Çocuksu ruhumla babamın dediğine göre saksı çiçeği değil de kabına sığmayan içimde bir orman barındıran nadide bir çiçeğim. Annemin dediğine göre gülüşümle güneş açıp içini ısıtanım. Ablama göre kurak bir yaz günü yağan yağmurum. Evden çıkıp bakkala doğru yürürken iki bina yandaki mürvet ablanın seslendiğini duyunca başımı kaldırıp oturduğu beşinci kata çevirdim. -"Defneee?" -"Efendim mürvet abla." -"Annen evde mi bugün komşularla oturmaya geleceğiz." Pazar pazar çalışanların tatil gününde misafirliğe gitmeyi ne annem ne de ben doğru bulurduk. Böyle bir davranışı yapmayıp karşımızdaki insanlardan da aynı nezaketi beklerdik ama maalesef ki öyle olmuyordu. -"Annemin işleri var müsait değil mürvet teyze başka bir gün buyurun bekleriz." -"Tamam kızım." Hızlıca bakkala girdiğimde Faruk Amca yine elinde tespih zikir çekiyordu. Ekmek dolabından iki ekmeği alıp poşete koyarak parasını bırakıp çıktım. Hızlıca eve yürüdüm. Karnım neredeyse zil çalıyordu. Eve geldiğimde hep beraber masaya geçtik. Annemin çayı koymasıyla başladığımız kahvaltı faslımız gülüşmelerle, anılarla geçti. Akrabalarla yaşadıkları köy maceraları anlattıkları herşeye bedel. Hele bizim ablamla köyde yaptıklarımız. Annemin favorisi ineklere karpuz kabuğu fırlatmamız. Annem her defasında kavun karpuz kabuklarını hayvanların önüne bırakıp gelmemizi söylesede biz onlara yaklaşmaya korktuğumuz için kabukları ineklere fırlatırdık. Onlar da nereye düşerse oradan alıp yerdi. Kahvaltı bittikten sonra ortalığı topladık. Daha doğrusu annem ve ablam topladı desek daha doğru olur. Zira benim elimi bile sürmeme gerek kalmadan çabucak kaldırıldı. O sırada onlar işleri yaparken hazırlanmaya karar verdim. Bugün hafta sonu olduğu için kafede yoğunluk olacaktı. Her hafta sonu böyle olurdu zaten. Dolaptan dizlerimde biten salaş kırmızı üstünde papatyalar olan eteğimi ve beyaz crop tişörtümü giydim. Saçlarımı balık sırtı örmesi için tarak ve toka ile içeri girdiğimde ablamın babama sarılıp ona telefondan birşeyler gösterdiğini görünce gözlerim kocaman açıldı. Evet azıcık kıskanıyorum. -"Baba. Bana nasıl yaparsın bunu." Babam şaşkın gözlerle bakarken ablamın daha demin benim yaptığım hareketi yaparak babama daha sıkı sarılması ve sırıtarak bana bakması bir nevi intikam almasıydı. -"Sensiz çok daha güzel emin ol." Gözlerim avına yaklaşan sinsi bir kaplan gibi kısıldı. -"Ben sizi şimdi ne yaparım biliyor musunuz?" Ve cevabı beklemeden koşarak üzerlerine uçtum. Evet uçtum. Koltuğa varmama iki adım kala atladığımda ablam kocaman açılmış gözleriyle olduğu yerde put kesilirken babam bu halime alışkınmış olmalı ki kendi ellerini bana doğru uzattı ve yere düşmeme engel olarak kucaklarına yumuşak bir iniş yapmama sebep oldu. Bu yaptığı hareketin benim için hayati bir önem taşıdığını daha on yaşında anlamış olmama rağmen hala yapmakta ısrarcıydım. Belki de babamın hala beni tutup düşmeme engel olacağını biliyorum. Sebebini bilmiyorum ama o güven duygusu hiçbir zaman bitmedi ve eminim ömrümün sonuna kadar da bitmeyecek. -"Ezdin bizi ezdin. Tost oldum arada." Ablama baktığımda sahte sitemlerini görünce dayanamadım. -"Fena mı abla azıcık zayıflamış oldun sayemde." Kilosuna takıntılı bir insana bu şekilde laf söylemek... Biliyorum kötü ama dayanamadım. Tabi ablamın o ateş saçan gözlerini görünce ilk bir korksam da sonra kaçan cesaretim geri yerine geldi. -"İşte şimdi bittin kızım sen." Ablamın hızla yerinden kalktığını ve saçlarıma yapışmak için ellerini uzattığını gördüm. Saçlarımı eline aldığı gibi hafiften çekip koltuğa oturduğunu beni de ayaklarının dibine çektiğini çok az bir an gördüm. Ablamın ayakları dibine çöktüğümde elim refleksle saçıma gitti. Ama anında ablam tarafından bertaraf edildi. Elimdeki tarağı alıp taramaya başlaması dudaklarımı birbirine bastırmama neden oldu. Bana kıyamayacağını adım kadar biliyordum. Ben kadar annem babam hatta kendi bile biliyordu. O benim ikinci annemdi. Değil dövmek saçımın teline zarar vermezdi. Ama şuan saçlarım biraz dağılmış ve kabarmış olduğu için tararken canım biraz yanıyor olabilir. -"Acıdı." Sızlanarak söylenmem karşısında tarağı daha özenli sürmeye başladı. -"Oh olsun." Yaptığı ve söylediği bir olmayan ablam sonunda saçımı balık sırtı ördüğünde önünden kalktım. -"Teşekkürler canım." Öpücük atarak odama tekrar dönerken ablamın arkamdan 'önemli değil bebeğim.' dediğini duyduğumda yüzümdeki gülümseme büyüdü. Hazırlanıp evden çıktığımda kafenin evime yakın olması nedeniyle yürüyüşüm çok kısa sürdü. Bu yaz gününde de bu işime geliyordu açıkçası. Hem evden saatinde çıkıp hemde kan ter içinde kalmadığım için bir nebze mutluydum. Kafenin kapısına geldiğimde içeriye gayri ihtiyari şöyle bir göz attığımda hafta sonu yoğunluğu olmadığını görmek beni biraz şaşırttı doğrusu. Köşede dört genç ikisi kız ikisi erkek. Cam kenarında bir kız bir erkek ve sürekli müşterimiz olan dört tane yakışıklı yabancı erkek. İki yıldır bu kafede çalıştığım için kimin daimi kimin geçici olduğunu biliyordum ve bu dört yabancı son üç aydır neredeyse haftada üç defa kafeye geliyorlardı. Sena'nın anlattığına göre İtalya'dan erasmus ile buraya gelip eğitimlerine devam ediyorlardı. Geldikleri ilk günden beri Sena onlarla ilgilendiği için bende daimi, sohbette bulunduğum diğer müşterilerimle ilgileniyorum. Ama bazen bir tanesinin bakışlarını üzerimde hissediyorum ve içimin ürpermesine engel olamıyorum. Bakışlarında bir şey vardı çözemediğim. Nefret, aşk.. Hayır kesinlikle bunlar değil. Bir kadın olarak olsaydı eğer az buçuk hissederdim. Ama değil. Kapıdan içeri girdiğimde hepsinin bakışları bana döndüğünde yine o ürperme hissi bedenimi esir aldı. Tüylerim diken diken olurken delici bakışları yine üstümdeydi. Onun bakışlarına karşılık ben kaşlarımı çatarken yanındaki diğer mavi gözlü onun bacağına dokununca bakışlarını benden çekti. Ama bu defa diğerleri bana baktı. Derin bir nefes alarak içeriye adım attım. Tezgahın arkasına doğru yürürken Sena'nın tezgah arkasında pasta hazırlamaya çalıştığını görünce çantamı alt dolaplardan birinin içine koydum ve önlüğümü taktım. -"Selam." Sena başını çevirdi. Beni görünce kocaman gülümsedi. -"Selam. Hoşgeldin." -"Hoşbuldum. Nasıl gidiyor. Pek yoğun değil sanırım." -"Hayır değil. Bugün çok sakin." Sena pasta siparişi götürürken bende dolabın içindeki ürünleri düzelttim, temizledim. Boşları makinaya dizdim. O sırada pardon diyen bir ses duyunca başımı çevirdim ve onları gördüm. Sena'yı aradı gözlerim ama o köşedeki dörtlü grup ile ilgileniyordu. Tekrar seslendi. Bozuk Türkçesi ile seslenmesi bir an komiğime gitse de yüzümün ifadesini sabit tutarak masaya yaklaştım. Gülümseyerek baktım. -"Buyrun." Konuştuğum adam neredeyse benimle yaşıt gibiydi. Diğerleri ona nazaran bir tık büyük. -"Biz sütlaç alabir miyiz?" Başımı salladım. -"Tabi. Kaç tane olacak?" Bu defa cevap veren oydu. Şimdi daha yakından görüyorum yüzünü. Dediğim gibi sipariş veren adamdan büyüktü. Yakından baktığımda fark ettiğim başka bir detay da hepsinin gözlerinin mavi olmasıydı. Bir an ağzımdan kaçırdım. -"Siz kardeş misiniz?" Sipariş veren adam güldü. -"Evet." Ve sonra anlamadığım bir şekilde İtalyanca bir cümle kurdu. -"Anlamadım." -"Yok birşey. Dört sütlaç lütfen." -"Tabi." Daha fazla o masada oyalanmadan tezgahın arkasına geçtim. Dolaptan sütlaçları alıp tepsiye hazırladım ve vakit kaybetmeden masaya yöneldim. Dördü de ilgileyle bakıyordu. -"Afiyet olsun." Tam arkamı döndüm bir adım atıyordum ki yine seslenmesi ile geri adım atıp onlara döndüm. -"Senden bir konuda yardım istesek bize yardımcı olur musun Defne Naz." İsmimi o kendi dilinde telaffuz etmesi tatlı olsa yüzümün ifadesini sabit tuttum. -"Yardımcı olabileceğim bir konuysa tabi ki." -"Biz buraya Erasmus ile geldik. Çok fazla bilmiyoruz ve İtalya'ya gitmeden önce de bir İstanbul turu yapmak istiyoruz. Ama buraları bilmiyoruz. Nasıl yapabiliriz." -"Turlar var onlara katılabilirsiniz." Mavi gözlü oğlan yanındaki kardeşlerine baktı. Kendi dillerinde yine konuşup bana döndü. -"Onlar turla gitmek istemiyor. Kalabalık oluyor rahatsız olurlar." Kaşlarım yine benden bağımsız çatıldı ve merakıma yenik düştüm. Çenemi tutamadan tekrar sormuş bulundum. -"Kardeşleriniz Türkçe bilmiyor mu?" Kocaman gülümsedi. Ve o sırada yanağında oluşan o çukuru görünce elim kendinden bağımsız yanağıma gitti. Tıpkı onun gibi gamzelerim vardı benimde. Mavi göz önce yanağımdaki elime sonra da gözlerime baktı şefkatle. -"Abim ve ben biliyoruz. Matteo ve Sergio bilmiyor. Bu arada ben Andrea." Elini uzatmış samimiyetle bana bakarken elimi uzattım. Elim avuçları arasına düştüğünde elimi sıkmaktan korkarcasına hafifçe tuttu. Ve çok geçmeden elini çekti. Abisine döndü. -"Abim Francesco." Elini uzatmış bana beklentiyle bakarken elimi uzattım. -"Tanıştığımıza memnun oldum." -"Bende mio caro." Yine kendi dilinde söylediği o kelime karşısında kaşlarımı çatmamak için zor durdum. Belirsizliklerden hoşlanmam ve bu tamda öyle bir an. Ardından onların karşılarındaki iki adam ellerini uzattı. -"Sergio." -"Matteo." Onlarında ellerini sıktım kabalık olmasın diye. Bazen bu düşüncem için kendime kızmıyor değilim. Hayır diyemeyen, kırmamak için çabalayan bir insan olduğum için bazı anlarda canım yanabiliyor. Ama hala akıllanmıyorum. -"Memnun oldum." -"Bizde." Asıl konuya giriş yaptım. -"Neyse. Dediğim gibi turlara katılabilirsiniz. Ama kalabalık ile gezmekten rahatsız olursanız bir rehber ile anlaşabilirsiniz. Size İstanbul'un her yerini tanıtır." -"Burada hiçbir yer bilmiyoruz. Rehberi nasıl bulacağız." -"İnternetten bulabilirsiniz. Güvenli siteler var." Andrea sıkıntıyla nefes alıp kardeşlerine İtalyanca cümlelerini sıralarken ben hala orada dikilip kalmış heykel gibiydim. Francesco ile göz göze geldiğimde onun gülümseyen hali karşısında bir anda gülümsedim. Neden yaptım açıklaması çok güç. Tek bildiğim istemsizce bir anda gülümsemek istediğim. -"Sana bir iş teklifi etmek istiyoruz. Kabul edersen çok seviniriz." Anlamayarak kaşlarımı çattım. Andrea devam etti. -"Bize rehberlik yapmak ister misin?" Aniden gelen teklif karşısında şaşkınlıkla gözlerim kocaman açıldı. -"Ne?" Andrea sırıttı. -"Bir iki günlüğüne bize rehber olur musun? Bilmediğimiz bir ülkede rehber, tur işleri bizim için sıkıntı açıkçası. Burada bir tek seni ve Sena'yı tanıyoruz. Fakat abilerim seni çok sevdi. Aramızda kalsın ama Sena biraz çok konuşuyor. Sen rehberimiz olursan çok seviniriz." Sıkıntıyla nefes aldım. -"Ama benim bir işim var. İstesem de size yardımcı olamam. Kafemiz çok yoğun oluyor ve patronum izin vermez." Onların ısrarcı halleri üzülmeme neden oldu. Yardımcı olmak için elimden geleni yaparım fakat Rahmi amca kesinlikle bunun için izin vermez. -"Patronun bence izin verir sen konuşsan. Hem bu kafeden kazandığından fazlasını kazanacaksın. Üç günlük gezi için 1000 Euro alacaksın." Rakamı duyduğumda gözlerim büyüdü. -"Hadi canım. Ciddi misin sen?" Andrea ve diğerleri gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdılar. Yüzümün aldığı şekle güldüklerine çok çok eminim. Ama kendime o an engel olmam açıkçası çok zor. Bin Euro demek ne demek. Neredeyse iki maaşım yapıyor bu tutar. -"Tabi ciddiyim mia bella." Gerçek yüzüme bir tokat gibi vurduğu için yüzüm hemen normale döndü. -"Oldukça güzel bir rakam ama dediğim gibi patronum izin vermez. Sizin için bir rehber bulmaya çalışırım. Bana bir iletişim numarası bırakırsanız size yönlendirebilirim." -"Cazzo. Başkası değil sen yap bu işi. Lütfen. Patronunla konuş eminim sana bir iki gün izin verecektir." -"Gerçekten -" -"Lütfen. Sadece konuş. İzin vermezse söz ısrar etmeyeceğim." Pes ettim. -"Peki. Sizin için şansımı denerim. Şimdi izninizle." Yanlarından ayrılıp tezgahın arkasına geçtiğimde bu iş teklifini düşündüm. Ücreti oldukça iyi. Bu parayı kazanıp babama götürsem borcunun iki taksidini anında kapatır ve önümüzde ay rahat ederiz. Fakat nasıl olacağına dair fikrim yok. Asıl mesele Rahmi amcanın izin verip vermeyeceği. Vermeyeceğini biliyorum ama onların ısrarları o kadar fazlaydı ki sanki sormasam içim içimi yiyecek. En azından hayır cevabı alsam bile sordum izin vermedi diyebileceğim. Akşam Rahmi amca geldiğinde yıllık iznimden üç gün kullanmak istediğimi söyleyip konuyu açmaya karar verdim. O sırada Sena mutfaktan çıkageldi. -"Ne konuştun o kadar bizim İtalyanlarla." Gülümseyerek sorması bana bozulmadığı anlamına geliyor diye yorumlayarak rahatladım. Onlarla ilgilenmeyi o seviyor. Çünkü söylediğine göre Matteo'dan aşırı derecede hoşlanıyor. -"Hiç. Sipariş verdiler götürdüm. Sonra burayı pek bilmediklerini anlattılar." Sena hayran hayran baktı Matteo 'ya. -"O istese ben ona İstanbul'u karış karış gezdiririm aslında." Derin bir nefes çekip mutfağa tekrar giderken arkasından gülmeden edemedim. Bazen gelen müşterileri yakışıklı bulup onlar gidene kadar depresip modda takılıyor platonik aşık gibi. Sonra normale dönüyor. Tezgahın arkasında işleri hallederken yine Andrea bana seslendi. Fakat bu defa ismimle. Arkamı döndüğümde kasanın önünde dördünün de durduğunu görmeyi beklemiyordum. -"Ödemeyi yapacaktık mia bella." -"Tabi." Verdikleri karttan ücreti çekerken dördününde gözlerini dikip bana baktığını fark edince sormadan edemedim. -"Niye hepiniz bana bakıyorsunuz? Birşey mi var?" Matteo ve Sergio anlamadığı için Andrea onlara çevirirken Francesco bana cevap vermekle meşguldü. -"No." Aldığım kısa ve net cevaptan sonra hiçbir şey sormadım. Zaten varsa bile söyleyecek gibi durmuyordu. Hepsi bana el sallayarak kafeden ayrıldıklarında Sena'nın dikkatini çekmiş olacak ki merakla yanıma gelip sordu. -"Sana giderken el mi salladılar onlar." Diye şaşkınlıkla sordu. Bende onun kadar şaşkındım açıkçası. -"Evet sanırım bana el salladılar." -"Aa nasıl ya? Sen onlarla konuşmazdın ki?" -"Bende anlamadım." Sena bişey söylemeden yanımdan uzaklaşıp masadaki boşları aldı ve mutfağa götürdü. Akşama kadar geçen sürede yoğunluk pek olmadı. Sena da mutfakta işleri halletti. Onun çıkış saatinin gelmesine yakın Tuğba geldiğinde Sena gülümseyerek beni selamladı ve kafeden ayrıldı. İki kişi full çalıştığımız için bir kişi de part geliyordu bize desteğe. Üniversite öğrencisiydi ve para kazanıp kendi başının çaresine bakmaya çalışıyordu. Ailesi yoktu. Yetimhanede büyüten bir kızdı. Aklıma gelen fikirle hemen Tuğba'ya döndüm. -"İstanbul'un gezilecek her yerini biliyor musun?" Tuğba başta şaşırdı fakat hemen cevapladı. -"Yani biliyorum ama öyle her yerini karış karış değil. Neden?" Gülümsemeden edemedim. Akşam Rahmi amcadan izin almadan önce Andrea'yı arayacaktım. Eğer aklımdaki olursa Tuğba için çok güzel olacağını düşündüm. Kafeyi kapatıp eve doğru yürürken telefonumu çıkarıp o yeni numarayı aradım. Andrea'yı. İki çalıştan sonra açıldı. -"Hey. Merhaba." -"Merhaba Andrea. Nasılsın?" Benim yorgun sesimin aksine onunki capcanlı geliyordu. -"İyiyim Mia Bella. Sen nasılsın?" -"İyiyim. Ben bugün ki teklifiniz için aramıştım aslında." Hattın diğer ucundan derin bir nefes alıp verme sesini duydum. -"Kabul ediyor musun?" -"Kabul etmeliyim ki teklifiniz çok cazip. Kabul etmeyi de çok isterdim ama-" Francesco sözümü kesti. Onun sesini duyunca bir an şaşırdım. Ne yani hoparlörden hepsi beni mi dinliyordu. -"Ama ne?" -"Ama kabul edemem." -"Neden?" Diye sordu Francesco sert bir sesle. Sesinin tonunda itiraz istemeyen bir istek gizliydi. -"Kafede çalışan bir arkadaşım var adı Tuğba. Anne babası yok yetimhanede büyüdü. Şimdi kendi başına ayakta kalmaya çalışıyor. Hem okuyor hemde çalışıyor. Eğer kabul ederseniz sizi o gezdirsin. Sessizdir öyle çok da konuşmaz rahatsız etmez sizi. İstanbul'u da çok iyi bilir." Hattın ucunda sessizlik hakimken dayanamadım. -"Lütfen. Kabul edin. Onun o paraya ihtiyacı var. " Francesco'nun italyanca cümlesini duydum ama anlayamadım. Kendi aralarında kendi dillerini konuşuyorlardı. Çok geçmedi ki benim dilime geri döndüler. -"Sen bu yüzden mi kabul etmiyorsun şimdi bizim teklifimizi." -"Evet" -"Yani onun maddi açıdan bir sıkıntı olmasa bizimle çalışırsın bu konuda." -"Yani evet neden olmasın." Andrea güldü. -"Sen hiç merak etme Mia Bella. Biz bu konuyu çözeriz. Sen işin o kısmını düşünme sadece evet de bize." -"Nasıl çözeceksiniz." -"Yakında öğrenirsin. Kabül mü?" -"Peki o halde ben patronunumu arayıp izin isteyeyim." -"Okey senden haber bekliyorum." -"Tamam. Görüşürüz." -"Görüşürüz mia piccola." Kendi dilinde değişik hitaplar söylemesi bana fazlasıyla garip gelse de bir tepki vermedim. Şimdi işin çetrefilli kıskamına gelmiştik çünkü. Rehberden Rahmi amcayı aradım ve ilk önce kibar bir şekilde halini hatrını sorup ardından yıllık izin meselesine getirdim. Başta kafedeki yoğunluktan bahsedip soğuk baksa da tatlı dille onu ikna ederek iki gün izin aldım. İznim salı akşamdan sonra başlayacak cuma günü de kendi haftalık iznimi kullanacağım için neredeyse üç günü buluyordu. Telefonu kapattıktan sonra evin önüne geldiğimi fark ettim. İçeride annemler varken rahat konuşamayacağımı bildiğimden eve girmeden Andrea'yı aradım tekrar. -"Ciao piccola." İstemsizce kaşlarımı çattım fakat beni görmediklerini çok sonra idrak ettim. -"Ne dediğini gram anlamadım ama selam." Andrea'nın yüksek çıkan kahkaha sesine Francesco'nun da katıldığını anlayınca gülmelerinin bitmesini bekledim. Şükür ki çok beklememe gerek kalmadı. -"Selam tatlı kız." -"İznimi aldım onu haber vermek için aradım." Francesco'nun heyecanlı sesi kulağımı doldurdu. -"Ciddi misin?" -"Evet. Salı akşamdan sonra cuma gününe kadar izinliyim. O yüzden çarşamba günü turumuza başlayabiliriz." Hepsinin sevinç nidaları ile birbirlerine kendi dillerinde birşeyler demesi ile tekrar bekledim. Neyse ki kısa sürdü. -"Okey anlaştık küçük kız. Çarşamba günü seni evinden almaya geliriz o halde." Aldığım cevapla gözlerim kendimden bağımsız kocaman açıldı. Ne bahsediyordu bu İtalyan? -"Evden almak mı? Yoo hayır." Andrea ve diğerlerinin bir an sessiz kalması ile bende sustum. -" Neden?" -"O iş biraz uzun ya. Ben eğer fırsat bulursam anlatırım. Ben kafenin önünde sizi beklerim. Orada buluşuruz." -"Okey mia bambino." -"Sabah 8 de görüşürüz." -"Görüşürüz canım." Telefon kapağında hala ekrana bakmaya devam ettim. Canım mı? Bunu Sena duysa eminim ki 'sevgili mi oldun Andrea ile.' Diye bütün gün sorar dururdu eminim. Evdekileri çok bekletmeden binaya doğru yol aldım. Zile basıp ayakkabılarımı çıkarırken kapının açılması ile yüzüme limonlu çay kokusunun çarpması bir oldu. Çocukluğumdan kalan en keskin anı hep bu kokuydu. Evde limonlu tomurcuk olmadan çay demlenmezdi. -"Ohh mis gibi geldi burnuma." Çay tiryakisi olmanın bir nedeni babamken bir diğer nedense Rize'li olmamdı. Annem ve ablam bizim kadar içmez, bizim önümüze bir demliği bıraksanız içer bitirirdik babamla. -"Gel yavrum. Demledim biraz beklettim tadı çıksın diye. Taze taze iç." İçeri girdiğim gibi hemen odama geçip üzerimi değiştirdim. Rahat bir pijama tişört giyip odaya geçtiğimde annem demlikleri balkona götürmek için önümden geçti. -"Hava çok güzel bu akşam. Gelin balkonda oturup öyle içelim." Annemin isteği üzerine babamla beraber ayaklanırken gözlerin ablamı aradı. Normalde bu saatte ayakta olur bizimle beraber bir bardak olsun çay içerdi. -"Ablam nerede?" -"Bugün liseden arkadaşlarıyla buluştu baya gezip yorulmuşlar o yüzden erkenden yattı yavrum." Annem ve babamla balkonda oturup çayımızı yudumlarken bizim gibi bazı komşularımızın da çaydanlıklarını alıp balkonda oturduklarını görmek gülmeme neden oldu. Özellikle Eda ablayı. Annemle babamın böyle yaz akşamlarında oturup kendi aralarında sohbet ederek çay içtiklerini görünce hafiften bir kıskanıp kocasına 'bizde Nurdan ablalar gibi karşılıklı oturup çay içsek ne olur.' dediğini kendi ağzıyla itiraf etmişti çünkü. Annemler yine köyden, memlekete gitmekten bahsedince o günlerin pek yakın olduğunu hissederek usulca yerimden kalkıp odama geçtim. Köye gidip orada vakit geçirmeyi, hayvanlarla uğraşmayı, ağaçlardan meyve toplamayı çok severdim. Fakat çalıştığım sektörde yaz zamanları çok iş yaptığı için izinlerim çok kısıtlı oluyordu. Mesela bayram izinleri pek olmazdı. Bu yüzden annemler ablamı da alıp gider ben çalışmaya devam ederdim. Bu seneki tatil de öyle olacağı için hiç ses etmedim. Dişlerimi fırçalayıp saçlarımı da tararken aynada kendime baktım. Epey uzamış belime kadar geliyordu kahvenin açık tonu saçlarım. Dümdüz durur ablam gibi düzleştirmeye uğraşmazdım her gün. Onun kadar olmasa da ben de güzel sayılırdım. Mesela onun gibi kahverengi gözlerim yoktu. Maviydi. Annem ve babamda da olmayan bu rengi babaannemden aldığıma kanaat getirirdim. Zira onun gözleri de maviydi. Ama onun ki koyuydu benimkinin aksine. Benim mavinin en açık rengiydi. Bazen güneşte maviden daha da açılarak gri gibi oluyordu. Ablam gibi zayıftım bende. O benden bir tık zayıf olsa da bana göre benimki idealdi. Aynada kendime bakmaktan vazgeçip odama geçtim ve yatağa girdim. Saçlarım yastığa tel tel dökülürken yaz aylarında böyle açık saçla yatmanın bana işkence olduğunu fark edince hemen topuz yaptım. Gözlerim yorgunlukla kapandı hemen. Sabah gözlerimi açtığımda on civarıydı. Hızlıca kalkıp banyoda işlerimi hallettikten sonra mutfağa geçtim. Annemler kalkmış çoktan. Babam balkonda oturmuş gazete okurken annem mutfakta kahvaltı hazırlama telaşındaydı. -"Günaydın." -"Günaydın kızım." Masa hazırdı. Annem babamı çağırırken bende oturdum. Sessizlikle yapılan kahvaltıdan sonra hazırlanıp işe geçtim. Sena ben kafeye girince yemek molasına çıktı. Bütün gün yoğunlukla geçen bir iş gününden sonra akşam yorgun argın eve geldim. Bu defa ablam ayaktaydı. Onunla biraz sohbet edip ardından uyumaya odama geçtim. Diğer gün de rutin bir şekilde geçerken Sena birkaç defa italyanların neden gelmedikleri ile alakalı konu açmış sonra tekrar işine geri dönmüştü. Kendimi zorlukla banyoya attım. Sıcak su yorgunluğumu hafifletirken yine çay faslını yapıp kendimi yumuşak yatağıma attım. Sabah alarm sesiyle gözlerimi açtığımda sabah sekizi gösteriyordu saat. Lavaboda işlerimi halledip, dolaptan kendime beyaz önü gemi dümeni desenli bir tişört, buz mavisi bir kot pantolon ile kombin yaparak giyindim. Saçlarımı at kuyruğu yapıp hafif bir makyaj ve sırt çantamla hazırdım şimdi. Mutfağa girip kendime bir ekmek arası yapıp hızlıca karnımı doyurdum. Tam çıkıyordum ki annemin beni görmesi ile olduğum yerde çivi gibi çakılı kaldım. -"Kızım bu saatte nereye? Sen akşamda değil misin bu hafta?" Rehberlik yapacağımı bilse bana kızacağını bildiğim için mecburen küçük bir yalana başvurdum. -"Bu hafta işler yoğun anne. Yaz geldi haliyle insanlar dışarıdalar. Ben bugün leventteki şubeye gideceğim. Orada çok boşluk var yetişemiyorlar. Hatta iki gün boyunca gitme ihtimalim de var. Yollar dolu. Şimdiden çıkıyorum." Anneme bir şey söyleme fırsatı vermeden portmantodan aldığım beyaz spor ayakkabımı hızlıca giyip evden dışarı koşarak çıktım. Binadan dışarı çıktığımda annem camdan bana bakıyordu. Kim giderse gitsin cama çıkıp arkasından bakmadan rahat edemiyordu. Ona gülümseyerek el salladım. Anında o da aynısını yaptı. Hızlı hızlı yürüyerek kafenin önüne geldim. Görünürde kimse yoktu. Kafenin önündeki beton bloğun üzerine oturup beklemeye başladım. Saat 08.43'ü gösterirken kafenin olduğu sokağın köşesinden dönen siyah minibüsü görünce kaşlarım çatıldı. Yavaş yavaş kafenin önüne gelişini kısık gözlerle izledim. Ki çok geçmeden tam önümde durduğunda hala dik dik bakıyordum. Kapı açılıp içeriden Andrea'nın inmesi ile gözlerim kocaman açılırken o sevimli yüzü ile bana gülümsüyordu. -"Selam mia bella." -"Selam." Diyebildim sadece. -"Hazırsan gidelim." -"Ben hazırım da bununla mı gideceğiz." Andrea bana endişeyle baktı. -"Evet. Bir problem mi var?" -"Yok yani problem değil ama hani İstanbul gibi trafiği çok olan bir yerde bununla gitmek sıkıntılı biraz." Andrea güldü. -"Birşey olmaz. Atla hadi." İyi madem benden günah gitti o zaman. -"Peki gidelim o halde." Arabaya binerken sırıtmadan edemedim. Zira kendileri istedi bunu. Arabaya bindiğimde İtalyanların düne nazaran oldukça sportif ve şık ayrıca kabul etmeliyim ki yakışıklı oldukları gerçeği suratıma tokat gibi çarptı. Francesco bana Türkçe selam verirken Sergio ve Matteo İngilizce selam verdiler. Andrea ve Francesco Türkçe olarak benimle konuşmaya devam ederken onlar yüzlerinde hafif bir gülümseme ile bana bakıyorlardı. Anlamıyorlardı beni ama bakışlarındaki anlam veremediğim o his bana güven veriyordu o kesin. Biz sohbete bütün hızıyla devam ederken yolu nasıl geldiğimizi anlamadım. Kendimizi Beşiktaştaki köprünün dibinde olan bir kafese buldum. Soran gözlerle Andrea'ya baktım. -"Önce kahvaltı yapalım sonra başlarız. Biz daha kahvaltı yapmadık. Sen yaptın mı?" -"Yaptım." Andrea gözlerini kıstı. -"Bana nedense yapmadın ama bize yalan söylüyormuşsun gibi geldi." Kaşlarım havalandığında gülerek elini şaklattı ve gülerek; -"Doğru tahmin." -"Atıştırdım ben aç değilim." -"Yok öyle sende bizimle oturup yiyeceksin hadi bakalım." -"Ama-" Cümlemi tamamlamama fırsat vermeden indi ve yanında oturduğum için benim kolumdan tutup hafifçe arabadan indirdi. Resmen beş yaşında çocuğun elinden tutan abiler gibi beni sarsmadan çekiştiriyordu. Diğerleri de indi ve hep beraber kafeden içeri girdiğimizde bazı masadaki kadınların bakışlarını görünce rahatsızca yerimde kıpırdandım. Gözlerin üzerimde olmasına alışkın olmadığım için huzursuzluk içimde kol geziyordu. Düğünlerde bile kuytu köşelere saklanıp gözden uzak dururdum ben. Gözlerim kafe içerisinde dolanırken bir garsonun gelip bize yol göstermesi ile italyanlarla beraber yürüdüm. Teras katta büyük bir masaya yönlendirildiğimizde masanın çoktan hazırlanmış olduğunu görünce şaşırdım. Arkadaşlarımla geldiğim bir kafe olduğu için biliyordum geldiğimizde sipariş verip öyle hazırlandığı. Benim bakışlarımı hisseden Andrea ne demek istediğimi anlamış olacak ki o güzel gülümsemesi ile beni hipnoz ederek açıklamaya başladı. -"Vakit kaybetmemek adına organizasyon yaptırdık. Yolda da geliyoruz diyince sağ olsunlar hazırlamışlar." Başım anladığımı belirtircesine sallanırken garsonun getirdiği çay ile sohbetimiz kapanmış bulundu. Onlar kahvaltıya başlarken ben çayımı alıp içmeye başladım. Francesco'nun sol kaşı havalanmış bir bana bir elimdeki çaya bakıyordu. Bir an acaba yanlış bir şey mi yaptım yoksa içmemi mi yanlış buldu diye kendimi sorgulamaya başlamıştım ki onun söylediği cümleylr bu düşüncelerim hızla beynimin içini terk etti. -"Sen neden çay içiyorsun. Kahvaltını yapmaya başlasana." -"Yok ben iyiyim teşekkürler. Siz kahvaltınızı yapın sonra turumuza başlayalım." Francesco bana sert bir bakış atıp önümdeki tabağı Andrea'dan istedi. Andrea ve ben yan yana otururken Sergio ve Matteo yan yana. Masanın en başında da Francesco oturuyordu. Andrea tabağı uzattığında o tabağın içine masadaki herşeyden doldurduğunda gözlerim faltaşı gibi açıldı. Bizim evin ahalisinin o tabağı yediğinde doyacağından adım kadar eminim oysaki. Başımı hızla iki yana sallarken annesinin sevmediği bir şurubu içilmeye çalışan ve dudaklarını birbirine bastıran çocuklar gibiydim. Bu tepki dördünün de gülmesini sebep olsa da ilk kendini toplayan Francesco oldu. Sert bakışları hala üzerimdeydi. -"Bu tabak bitecek. Yoksa tur falan yok." -"Ben bu tabağı hayatta yiyemem. Hem gerçekten tokum ben." Ne kadar açıklama yaparsam yapayım dinlemedikleri için Andrea tabağı önüme bıraktı. -"Abimin kesin emri var. Sen yemeden kalkmayacağız." Olanlara inanamadım. Buradan neden ben kahvaltımı yapmadığım için kalkmayalım ki? -"Gerçekten -" -"Ben diyeceğimi dedim." Andrea yalvaran gözlerle bana bakınca gözlerim kocaman açıldı. -"Ne? Bakma öyle bana. Ayrıca bu nasıl müşteri personel ilişkisi canım. Benim kahvaltımla ne alakası var turun?" -"Sorgulamasan. Sadece yesen olmaz mı?" Söylenen şeyler, verilen cevaplar oldukça absürttü. Sorduğum sorulara yanıtlar alamamak beni hafiften sinirlendirse de sitem etmeyi de ihmal etmedim. -"Ama bu çok saçma. Sizin geziniz bana bağlı değil." -"Hadi mia bella." Andrea 'nın ısrarları sonucunda tabağımdan bir kaç parça bişeyler yerken Francesco'nun telefonu çalınca izin isteyerek yanımızdan ayrıldı. O gittiği anda tabaktakileri Andrea, Matteo ve Sergio 'nun şaşkın bakışları altında tabaklarına bölüştürdüm. -"Lütfen susun. Eğer tur yapmak istiyorsanız beni açığa çıkarmayın yoksa gidemeyiz." Bunu yapmaya mecburdum zira onların hepsini yiyemezdim. Ayrıca onların dediklerini yapmak zorundaydım. Onlarda alacağım para babama ilaç gibi gelecekti biliyorum. Borcu bitince rahat edecek kendini çok yormayacaktı. Hepsi buna tebessüm edip beni onayladıklarında rahatça derin bir nefes çektim. Bu sırada Francesco tekrar gelip yerine yerleşti. Gözü benim tabağıma kayınca kaşları çatılıp soran gözlerle baktı. -"Tabağını bitirdin mi sen?" Sırıtarak baktım. -"Evet bitti." Bana inanmayıp diğerlerinin tabaklarına tek tek baktı ama bir iz bulamadı. Çünkü o gelmeden tabaklarına bölüştürdüğüm kahvaltılıkları hepsi midesine indirdi. Geride bir iz bırakmamak keyfimi yerine getirmişti açıkçası. -"İyi o halde kalkalım." Yerimizden kalkıp hazırlanırken Francesco hesabı ödemeye gitti. O sırada Andrea gülerek burnumu yakaladı. -"Seni düzenbaz küçük kız." Gözlerimi devirdim. -"Sen şuan benim patronumsun farkında mısın? Bu nasıl bir rahatlık anlamadım." -"Ne patronu mia bambina. Sen benim kardeşim yaşındasın." -"Şuan patronumsun." -"Hayır. Abin yaşındayım." -"Kaç yaşındasın?" -"24. Sen?" -"Ben 21 yaşındayım." Andrea bilmişce sırıttı. -"Bak doğru bildim yine. Abin yaşındayım. Abi diyebilirsin bana." Elini omzuma atıp beni kendisi ile beraber yürütürken Sergio ve Matteo'nun kıkırdayarak kendi dillerinde birşeyler konuştuğunu duydum ve yine anlamadım. Bir an önce İtalyanca öğrenmek şart oldu. -"Ya patron çeksene elini yanlış anlaşılacak." -"Patron yok abi var." Israrla kendisine abi dedirtmek için uğraşıyordu. -"HasbinAllah." Sabır çektiğim anda bir anda zınk diye durdu. -"O ne demek? Küfür mü ettin sen bana." Çatılmış kaşları ile bana bakarken kendimi açıklama hissiyatı duydum. -"Hayır küfür değil. Bu sabır çekmek. Deyim anlamında kullanılıyor. Sabır diliyorum." Andrea anladığını belirtircesine çatık kaşları hafifçe yumuşadı ve o eski sevimli haline geri döndü. -"Sende haklısın ne diyeyim." Kafeden çıktığımızda kapıda beklerken Francesco arkasını dönmüştü ki bizi gördü. Bir bana bir Andrea'ya bir de omzundaki koluna. Dudakları bir an kıvrılıp geri eski haline döndüğünde onların bu hali içimde tuhaf bir ürperti hissetmeme neden oldu. Bu sıcak günde bir anda tüylerim diken diken olunca Andrea'nın da dikkatini çekti. -"İyi misin canım." -"İyiyim. Hadi gidelim çok vakit kaybettik." Arabaya bindiğimizde bu defa yanımdaki kişiler Francesco ve Sergio oldu. İkisinin ortasında kalan küçük bedenim tuhaf bir tezatlık oluşturuyordu. Eminim dışarıdan gören gülerek birdaha bakardı. Çünkü bu biraz komikti. Arabaya yerleştiğimizde Andrea hemen şoföre döndü. -"Bizi önce Kapalıçarşı'ya götür." Şoför talimatı aldıktan sonra hızla yol almaya başlayınca gerçekten bu durumun garip bir hal almaya başladığını fark ettim. -"Bu işte bir terslik var." -"Anlamadım.? -"Benim sizi gezdirmem gerekirken neden siz beni gezdiriyor gibisiniz." Bir dakika ya. Ben rehber değil miydim? Benim onları gezdirmem gerekirken sanki ben yabancı bir turistim de onlar beni gezdiriyordu. Asıl benim onlara yol göstermem, merak ettikleri yerleri tanıtmam gerekiyordu ki işimi yapabileyim. Bu duruma acil olarak el atmam gerekiyordu.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

KARANLIK ATEŞ

read
24.5K
bc

Kod adı :Buz

read
6.1K
bc

Operasyon "Şafak Vakti"

read
3.2K
bc

DERİN ACI (+18)

read
28.3K
bc

ARAF ~ KAYBOLUŞ

read
1.8K
bc

Puma

read
221.0K
bc

Ruhun Haritası

read
14.0K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook