bc

Sahibin Benim! (Ağanın Gelini) +18

book_age18+
46.5K
TAKİP ET
450.0K
OKU
dark
HE
forced
badboy
mafia
bxg
cruel
musclebear
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Kurtbey aşiretinin başında hem ağa hem de istihbaratçı bir asker… Aslan Kurtbey... Onun inine giren ve oradan istese de çıkamayan masum ve güzel Elfesya... Elfesya’nın babası Aslan Kurtbey’in babasını öldürür. Elfesya da kendini Kurtbey Konağı’nda bulur. Elfesya, konakta Aslan Kurtbey’in esareti altında yaşarken gizemli bir odaya giriş yapar. Odayı gören Elfesya donup kalır. Oradan çıkmak isterken ensesinde bir nefes hisseder. O an ceylan, aslanın inine girer. Yani Aslan Kurtbey'in... Aslanın inine giren bir daha çıkamaz. Ya ölür ya da onun kölesi olur.

"Bu odaya girdiysen artık sahibin benim!"

**

“Berfin, kalk az sonra nikahın var! Miran’la evleneceksin!”

O an donup kaldım. Konuşamadığım için ona tek kelime edemedim ama gözyaşlarım akmaya başladı. Bu nasıl olurdu? Miran benim ölen kocamın üvey kardeşiydi. Ne olursa olsun kayınbiraderimdi. Kafamı iki yana salladım.

Kolumu sertçe kavradı.

“Eğer söylediklerimi yapmazsan seni bize satan babana geri veririm, duydun mu?” diye sordu.

Kafamı korkuyla salladım. O an kaderimden kaçamayacağımı anlayıp kayınvalideme itaat ettim. Daha bir saat önce kayınbiraderim olan adam az sonra kocam olacaktı.

Not: b**m ve yoğun +18 sahneler içermektedir.

Rahatsız olanlar okumasın.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1-Ağa Aslan Kurtbey!
Bu oda… Aslan Ağa’nın fantezi odasıydı. Kelepçeler, kırbaçlar, demir ve tüylü çubuklar… Odanın tam ortasında üzerinde mor renkte saten nevresim takımı olan bir yatak vardı. Yatağın başında ve dibinde kelepçeler vardı. Sağ tarafta da dikdörtgen şeklinde demir parçasının dört bir yanında da kelepçe vardı. O kadar farklı aletler vardı ki beynim gerçekliğini kabul etmiyordu. Aslan Ağa sandığım gibi biri değildi. Hemen buradan çıkmam gerekiyordu. Elim ayağıma dolaşmıştı. Oradan çıkarken ensemde bir nefes hissettim. Aslan Kurtbey buradaydı. Kalbim yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. “Aslanın inine giren bir daha çıkamaz, Elfesya. Bu odaya girmemeliydin. Ya öleceksin ya da kölem olacaksın! Bana bir bebek vereceğin için ikinciyi tercih ediyorum. Artık istesen de benden kurtulamayacaksın!” Titremeye başladım. Elini saçıma koyup bana daha fazla yaklaştı. Erkekliğini kalçamda hissederken kulağıma doğru fısıldadı. “Bu odaya girdiysen artık sahibin benim!” ** İktidarsız olduğu halde çocuğumuz yok diye beni suçlayan kocam, trafik kazası sonucunda vefat etmişti. Belki de ben dilsizim diye istediğini söylüyordu. Ya da hor görülmek benim kaderimdi. Babamın evine dönemezdim. Onlar beni asla geri almazlardı. Şu an ne yapacaktım? Düşüncelere dalmışken içeriye kayınvalidem girdi. “Berfin, kalk az sonra nikahın var! Miran’la evleneceksin!” O an donup kaldım. Konuşamadığım için ona tek kelime edemedim ama gözyaşlarım akmaya başladı. Bu nasıl olurdu? Miran benim ölen kocamın üvey kardeşiydi. Ne olursa olsun kayınbiraderimdi. Kafamı iki yana salladım. Kolumu sertçe kavradı. “Eğer söylediklerimi yapmazsan seni bize satan babana geri veririm, duydun mu?” diye sordu. Kafamı korkuyla salladım. O an kaderimden kaçamayacağımı anlayıp kayınvalideme itaat ettim. Daha bir saat önce kayınbiraderim olan adam az sonra kocam olacaktı. ** Günler Önce Elfesya Kara Fırat ve Dicle nehirleri arasında Mezopotamya’nın masalsı güzellikteki şehri Mardin’den Elfesya… Adımın anlamı ‘masal prensesi’ olsa da ne başkasının ne de kendi hikayemin prensesi olabildim. Her zaman hor görüldüm. Halam ve babam beni bir hizmetçi gibi gördüler. Tam anlamıyla bir külkedisiydim. Belki bir gün ben de kendi hikayemin Sindirella’sı olabilirdim. Sabah erkenden kalkıp annemin ailesinden miras kalan atım Balkız’la dolaşmayı çok seviyordum. Özgür hissettiğim tek an, onunla dolaştığım anlardı. Siyah, belime kadar inen, kıvırcık saçlarımın rüzgârda savrulması hoşuma giderdi. Bu sabah da atımla dolaşırken ileride başka bir at gördüm. Atın üzerindeki kişiyi fark ettiğimde yutkundum. Aslan Kurtbey… Mardin’in en güçlü aşiretinin ağası Nasuh Kurtbey’in oğlu. Bir hafta önce, Nasuh Ağa vefat etmişti. O kadar yardımsever ve iyi bir insandı ki Mardin’de iş vermediği kimse kalmamıştı. Ölümüne çok üzülmüştüm. Ara sıra tarlamıza gelir, eksiklerimizi sorar, insanlarla sohbet ederdi. Şimdi onun yerini oğlu Aslan Kurtbey almıştı. İstanbul’dan dönüp aşiretin başına geçmişti. Ancak Aslan Kurtbey babasından çok farklı biriydi. Sert, kararlı, cesur ve ürkütücü bir adamdı. Fakat bir o kadar da yakışıklıydı. Esmer teni, kara kaşları, uzun boyu, kaslı yapısıyla her genç kızın hayallerini süsleyecek kadar dikkat çekiciydi. Onu ilk defa yıllar önce yakından görmüştüm. Hem de onun kolları arasına yığılıp kalmıştım. O gün yaşananlar gözümün önünden film şeridi gibi geçmeye başladı. Güneş tam tepedeydi ve sıcaklık dayanılmaz hale gelmişti. Nefes almakta zorlanıyordum. Ter damlaları alnımdan süzülürken gözlerim kararmaya başladı. Ayakta durmakta güçlük çekiyordum. Dudaklarım kurumuştu. Biraz su içmem gerekiyordu. Elimdeki işi bırakıp çeşmeye doğru yöneldim. Tam o sırada şef önüme dikildi. Kaşları çatılmış, sesi de sertti. “Nereye gidiyorsun?” diye sordu. “Su içmeye.” dedim, zayıf bir sesle. Daha bitirmediğim kısmı işaret etti. “Önce şu işi bitir! Sonra suyunu içersin!” diye emretti. İtiraz etmeme bile izin vermedi. Arkadaşlarım endişeyle bana baktılar ama hiçbir şey söyleyemediler. Onlar da şeften korkuyordu. Bir arkadaşım yanımdan geçerken kısık bir sesle “Yüzün bembeyaz olmuş. Vicdansız adam, halini görmüyor mu?” dedi. Onunla konuşacak hâlim yoktu. İşime dönmekten başka çarem yoktu. Şef bizim konuştuğumuzu fark edince yanımıza yaklaştı. “Konuşmayı bırak! Yoksa susuz çalışmaya devam edersin!” dedi, tehditkâr bir sesle. İşimi yapmaya devam ederken gözyaşlarım yanaklarımdan aşağıya süzülmeye başladı. Hayat neden bu kadar zor olmak zorundaydı? O an tarlanın kenarına tam dört araba geldi. Arabalar peş peşe sıralanınca herkesin bakışları oraya kaydı. Öndeki araçtan takım elbiseli birkaç adam indi. Ortadaki aracın arka kapısını açtı. Kapı açılınca içeriden esmer, uzun boylu, kirli sakallı bir adam çıktı. Onun kim olduğunu herkes bilirdi. Aslan Kurtbey… Kurtbey aşiretinin varisi… Gelecekte babasının yerine o ağa olacaktı. Herkesi sıraya dizdiler. Ben de babam ve halamın tam ortasındaydım. Önce konuşma yaptı ama söylediklerini anlamamıştım çünkü başım dönmeye devam ediyordu. Kimseye belli etmemeye çalıştım. Aslan Kurtbey hepimizle tek tek el sıkışıp avans veriyordu. Herkes ona dualar ederken sıra bana gelince kafamı kaldırıp ona baktım. O an ilk defa gözlerimiz birbirine değdi. Elini uzattı ama ben hareket edemiyordum. Elimi kaldıracak gücüm yoktu. Eli havada kaldı. Aslan Kurtbey’in kaşları çatıldı. Sert bir sesle konuştu. “Sen kimsin de elimi sıkmıyorsun?” diye bağırdı. Sesi tarlada yankılandı. Herkesin bakışları üzerimdeydi. Babam ve halam telaşla beni dürtmeye başladı. Halam “Kız, ne yapıyorsun? Ağanın eli havada kaldı,” diye fısıldadı. Sonra da beni çimdikledi ama yine harekete geçemedim. Aslan Kurtbey’in öfkesi iyice arttı. “Sana elimi uzatıyorum, sen bunu görmezden mi geliyorsun? Bu ne cüret! Bir adım öne çık!” diye bağırdı. Bir şey söylemeye çalıştım ama kelimeler çıkmadı. O an Aslan Kurtbey kolumdan sertçe tutup kendine doğru çekti. Titreyen bacaklarım artık beni taşımadı ve bir anda kolları arasına yığıldım. İnsanların çığlıkları yükseldi. Bir çift kolun sıkı sıkı beni tuttuğunu hissederken gözlerimi hafifçe araladım. Aslan Kurtbey’in yakışıklı yüzü bana çok yakındı ama gözlerim yeniden kapandı. Gözlerim yavaşça aralandı. Yerdeydim. Halam, babam ve Aslan Kurtbey başımdaydı. Halam uyandığımı görünce yanıma çöktü. “Elfesya!” Aslan Kurtbey de diz çöktü. Az önce bana bağıran ve öfkeli bir şekilde bakan adam şimdi tepkisizdi. “İyi misin?” diye sordu. Kafamı salladım. “Evet,” diye fısıldadım. “Neden bayıldın? Hasta mısın?” Halam cevap verecekken araya girdi. “Sana sormadım! Elfesya’ya sordum,” dedi. İsmimi söyleyince farklı hissetmiştim. Zorlanarak konuşmaya çalıştım. “Susamıştım.” “Neden su içmiyorsun? Aklınla sorunların mı var? İleride çeşme var!” Yutkundum, bakışlarım şefe kaydı. Aslan Ağa, bakışımı fark etmişti. Bakışları, tam arkasında duran şefe döndü. Anlamıştı. “Sen! Bu insanların sıcakta nasıl çalıştığını görmüyor musun? Kimsin sen? Kendi keyfin için insanları eziyorsun, öyle mi?” diye bağırdı. Şef başını eğip geriye çekilmek istedi ama Aslan Kurtbey’in adamları izin vermedi. “Cevap ver!” diye bağırdı. “Efendim, ben sadece…” diye kekeledi. Aslan Kurtbey, şefe sert bir tokat attı. Tokat sesi tarlada yankılanırken herkes donup kalmıştı. “Bir daha bu insanlara böyle davranırsan seni tarladan atarım. Anladın mı?” Şef, yüzü kıpkırmızı olmuş bir şekilde başını öne eğdi. “Anladım, ağam.” dedi zorlukla. Aslan Kurtbey bakışları işçilere döndü. “Bir daha böyle davranırsa bana haber verin! Bu sefer bir tek tokatla kalmaz! Ben bir kez uyarırım. İkinci de affetmem! Herkes haddini bilsin!” diye bağırdı. O gün anlamıştım ki Aslan Kurtbey hem tehlikeli hem de yeri geldiğinde merhametli ve adaletli bir adamdı. Beni görmesin diye geri döndüm. Eve döndüğümde Balkız’ı ahıra bıraktım. Hemen kahvaltı hazırlamam gerekiyordu. Eve girdiğimde babam ve halamın kısık sesle bir şeyler konuştuğunu fark ettim. İkisi de tedirgin görünüyordu. Babam beni fark edince kaşları çatıldı. Öfkeli bir sesle konuştu. “Sen bizi mi dinliyorsun?” Başımı iki yana salladım. “H-hayır.” dedim, titreyen sesimle. Babam ayağa kalktı ve kolumdan sertçe tuttu. “Doğruyu söyle! Bir şey duydun mu?” diye bağırdı. Kolum çok acıyordu. “H-hayır, hiçbir şey duymadım.” Babam söylediklerime inanmış gibi durmuyordu. Kolumu daha fazla sıkınca acıyla yüzümü buruşturdum. “Baba acıyor.” “Acısın! Aklın başına gelir! Eğer bir şey duyduysan ve birine söylersen elimden çekeceğin var, anladın mı?” “Baba, yemin ederim bir şey duymadım.” Yalvarırcasına konuşurken beni sertçe yere itti. Dengemi kaybettim ve yere düştüm. “Ayağımızın altında fazla dolanma! Hadi, tarlaya git! Biz gelmiyoruz.” “Neden ki?” diye sordum. Babam öfkeyle bana bakıp “Sana soru sorma hakkı mı verdim? Hadi, defol git!” diye bağırdı. Başımı eğip ayağa kalktım. Dizlerim çok acıyordu ama bir şey söylemek imkânsızdı yoksa dayak yerdim. Zorlukla doğruldum. Halam masadaki çay bardağını işaret etti. “Bana çay koy!” diye emretti. Sessizce mutfağa yöneldim. Halama çay getirdiğimde ellerim titrediği için küçümseyici bir şekilde beni süzdü. “Elfesya, neden bu kadar beceriksizsin? Şu hâline bak… Bu gidişle başımıza kalacaksın! Seni kimse gelin olarak almaz!” Ne diyeceğimi bilemeden boynumu eğdim. Halamın sözleri zaten hiç değişmezdi. Hiçbir zaman beni sevmediklerini biliyordum. Çaresizlikle başımı eğip annemin odasına gittim. Annem çok hastaydı. Eğer tedavi olmazsa ölecekti. Beni endişelendiren de buydu. Yanına oturdum ve ona yemek yedirdim. Annemin gözleri bana bakarken hüzünle doluydu. “Sen iyi misin, kızım? Çok solgun görünüyorsun. Yüzün beyazlamış." “İyiyim, anne. Bir şeyim yok. Sadece kansızlıktan." Annem, ellerimden birini tuttu ve zayıf bir sesle “Bir gün buradan kurtulacaksın, Elfesya. Biliyorum, hayat senin için çok zor ama sabret. Belki bir gün her şey değişir, çok dikkat et. Sana zarar vermek isteyenler olabilir.” Annem ne demek istemişti? Sormak istedim ama annem yorgun gözlerle bana bakıyordu. Gözleri hafifçe kapanırken ona soru soramadım. Onun üzerini örtüp sonra evden çıkıp tarlaya doğru yola koyuldum ama annemin söyledikleri beynimde yankılanmaya devam ediyordu. ** Tarladaki iş bugün erken bitmişti. Mardin’in taş sokaklarında yürürken çok yorgundum. Nihayet eve gelmiştim fakat bir terslik vardı. Kapının önünde lüks arabalar sıralanmıştı. Bu arabalar burada ne arıyordu? Kalbim hızla çarpmaya başladı. Halam ve babam neredeydi? Bugün tarlaya da gelmemişlerdi. Koşarak eve yöneldim. Kapı ardına kadar açıktı. Kapının önünde de takım elbiseli, sert bakışlı adamlar duruyordu. Silahları vardı. Korkudan nefesim kesilmişti. Titrek bir sesle “S-siz kimsiniz? Ne oluyor burada?” diye sordum. Adamların gözleri bir anda bana döndü. O an içimdeki korku daha da büyüdüm. İçlerinden biri gür bir sesle bağırdı. “Ağam!” Ağa mı? Bir ağanın bizim evimizde ne işi vardı? Evin içinden çıkan kişiyle donup kaldım. Aslan Kurtbey… Onun burada ne işi vardı? Neden bizim evdeydi? Yavaş adımlarla evden dışarı çıktı. Yürüyüşünde bile dünyaya hükmediyormuş gibi duruyordu. Bakışları sertti. İçeriden annemin hıçkırıklarını duydum. O “Anne!” diye bağırdım ve içeri girmek için bir adım attım ancak adamlar beni durdurdu. Omuzlarımdan sıkıca tutarak Aslan Ağa'nın önünde diz çöktürdüler. Gözlerim doldu çaresizce bakındım. Göz ucuyla bana baktı. “Kim bu kız? Ne işi var burada?” diye sordu. İçlerinden biri “Osman Kara’nın kızı.” diye yanıtladı. Aslan Kurtbey beni hatırlamamıştı. Hatırlamasını düşünmem zaten çok saçmaydı. Yanıma yaklaşıp başımı tutarak yüzümü yukarı kaldırmaya zorladı. Çenemi sıkıca kavradı, canım çok yanıyordu. “Demek Osman’ın kızısın. Baban nerede?” diye sordu, sesi daha da sertleşirken. Titrek bir sesle “E-evdeydi.” diye cevapladım. Çenemi biraz daha sıkarak “Evde olsa sana mı sorardım? Baban nerede diyorum!” diye bağırdı. “B-bilmiyorum!” diye fısıldadım ama bu cevap onu tatmin etmemişti. “Yalan söyleme! Komşular, senden sonra çıktıklarını söyledi. Kaçtı mı? Nereye saklandı?” diye bağırdı. Kaçtı mı? Babam neden kaçsın ki? Çenemdeki eli gittikçe sertleşirken “Yemin ederim bilmiyorum.” diye fısıldadım. “Bilmezlikten gelme! Nerede olduğunu biliyorsun!" Babamı neden arıyordu? Bütün cesaretimi toplayarak sordum. “Babamı neden arıyorsunuz?” “Senin baban, Mardin’in en büyük ağası Nasuh Kurtbey’i öldürdü! Şimdi de ben onu öldüreceğim!” Nasuh Kurtbey’i mi öldürmüş? Babam mı? Bu mümkün müydü? Babam sadece bir işçiydi, üstelik Nasuh Ağa’nın tarlalarında çalışan sıradan biriydi. Başımı iki yana salladım. “Babam böyle bir şey yapmaz! Yemin ederim!” dedim, ağlayarak. “Sana inanmamı mı bekliyorsun?” diye bağırdı. Ardından belindeki silahı çıkardı ve alnıma yasladı. “Nerede olduğunu biliyorsun! Hemen söyle yoksa seni öldürürüm!" Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. “Bilmiyorum! Gerçekten bilmiyorum! Ne olur, beni öldürmeyin!” diye ağladım. Aslan Kurtbey daha da öfkelendi. Beni öldürmesinden çok korkuyordum. “Alın bu kızı! Arabaya götürün!” diye emretti. Adamlar beni sıkıca tutarak sürüklemeye başladılar. Hıçkırarak ağlıyordum. “Ağam, ne olur yapmayın! Annem hasta onunla kim ilgilenecek? Babam nerede bilmiyorum, yemin ederim bilmiyorum! Sabah evdeydi. Sonra gitmiş. Bana söylemedi. Lütfen, acıyın!” diye yalvardım. Ama yalvarışlarım işe yaramadı. Adamlar beni arabaya doğru götürmeye devam ediyordu. Tam o sırada Aslan Kurtbey hızla yanıma geldi. Adamlarını durdurup kolumdan sertçe kavradı. Kendine doğru çekti. Karanlık gözleri gözlerime dikti. “Kes artık! Senin gibi katil soyuna acıyacağımı mı sandın? Baban bulunana kadar benim yanımda kalacaksın!" Titreyen bir sesle fısıldadım. “Ama ben hiçbir şey bilmiyorum ki…” “Öyleyse bilene kadar bedelini ödeyeceksin!”

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
522.4K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

HÜKÜM

read
224.0K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook