TOPRAĞI GİBİ ÇORAK İNSANLAR
İnsan, toprak gibi olmalı derdi bir büyüğüm. Toprak gibi vefalı, toprak gibi üretken, toprak gibi kucaklayan... Ama gelin görün ki benim doğduğum topraklar bile çorakken insanlarından fazlasını beklememek gerektiğini çok uzun yıllar sonra anladım.
Çorak topraklarının sadece ağaların yüzünü güldürecek kadar verimli olduğu bir şehrin basit bir marabasının son çocuğu olarak gözlerimi açtım hayata. Üstelikte erkeklerin kral kadınların yok olduğu bir senaryonun içinde, sol gözünün tamamını kaplayan bir doğum lekesiyle kadın olarak. Babam bu toprakların sahibi, bilgili, geniş yürekli bir ağanın şoförü, annem ise aynı konağın basit bir mutfak hizmetlisiydi. İyi adamdı babam ama hükümsüz olmak gibi bir kusuru vardı. Ne kadar doğumumun mutluluk getirdiğini söylese de ne çocukluğumda ne de gençliğimde onun gizli gizli saçımı okşadığı zamanlar dışında sevgi görmedim.
Adımı ağa baba koymuş Elvan, rengarenk anlamında ama ben bu renkleri hiç görmedim. Çocukluğumdan gençliğime kadar geçen sürede hatırladığım en belirgin hatıralarım dayak üzerine kuruluydu. Süt taştı Elvan, kedi kaçtı Elvan, bardak kırıldı Elvan. Koca konakta her olayın nedeni küçücük Elvan'ın suçuydu. Çocuk aklımla hep uslu olmaya çalışırdım ama nafile hiç bir şey yapmasam da canı sıkılanın kum torbası olmaktan kaçamadım. Velhasıl kelam 9 yaşıma kadar durmadan itilip kakıldım. Yaşım okul çağına geldiğinde ise babamın tüm çırpınışlarına annemin kalbimi delen sözcükleri damga vurdu.
" Hem kız hem de çirkin ne okuyacak bu mendebur. Başımıza o... mu edeceksin okutup."
Bu ve minvalinde kelimelerle geçen yazın sonunda babam ağayı da arkasına alıp beni okula yazdırmayı başarmıştı. Okul güzeldi, kimse beni oyununa kabul etmese de; okul güzeldi her döndüğümde dayak yesem de; okul hayatımda ilk defa başımı okşayan ve aferin diyen öğretmenim sayesinde güzeldi.
İlkokulu bu zorluklarla geçtikten sonra köyde ortaokul olmadığı için yine ağanın desteği ile ilçede bir okula yazdırdılar beni. Annem söylense de elinden bir şey gelmedi zira ağa tek kelime ile susturdu hepsini. Yaşlıydı ama o vakitler hala gücü kuvveti yerindeydi. İlçeye zahmetli bir yolculuk yapsam da okumak her zaman benim için bir tutkuydu. Derslerim iyi, öğretmenlerim sevgi doluydu. Yine de bu benim liseye gitmemi sağlamadı çünkü annem o vakte kadar gücü yetmese de lise için izin vermedi. Üstelik ben 17 yaşına ulaştığım için babam da anneme karşı çıkamadı.
"Eğer onu liseye yollarsan seni boşarım."
Bu cümle okul hayatımın sonu ve tarladaki işlerimin başı oldu. Tarlada çalışmaya değil de insan yerine koyulmamaya içerlemiştim o zamanlar. Çalışmaktan hiç bir zaman gocunmadığım için tarla da ya da evde fark etmemişti. Ama tarlada annemin beni görmeye tahammülü olmadığı için çalıştığımı bilmek tüm iş yükünden ağırdı benim için. Mutfakta konuşurken duymuştum benim elimde olmayan, onun için büyük kusur sayılan doğum lekem yüzümden sevilmediğimi.
" Ben nasıl doğurdum böyle bir ucube Hatçe. O kör olasıca herif olmasa boğar öldürürdüm ya neyse."
Yüzümde, sol gözümü kaplayıp yanağıma kadar uzanan beyaz bir lekeydi kusurum. Bu lekeyi ben istememiştim ama suçlusu yine de benmişim gibi cezasını çekmem gerekiyordu. Abilerim ağanın oğullarının hizmetinde çalışırken ben tarlada gün boyu ekin biçerek üç yılı geride bıraktım. Hayatımın ne kadar korkunç olduğunu bundan kötüsünün olamayacağını düşünerek. Ama bilmiyordum beterin beteri vardı ve ben onu bir yılın sonunda bir yaz ekin toplaması sırasında öğrendim.
" Elvan kız, duydun mu? Aşağı köye eşkiya inmiş, yakmış yıkmış, genç oğlanlarla kızları alıp götürmüş."
Başımı yaptığım işten kaldırıp benden büyükte olsa ufacık hali ile benden ufak gösteren Ceylan'a baktım ve güldüm.
" Siz korkun kızım, güzel olan ben değil sizsiniz. Eşkiya beni alıp ne edecek?"
Ceylan omuz silktiğinde bizden epey büyük bir ablamız başını kaldırıp kaşlarını çatarak konuştu.
" Sus Elvan, Allah karşımıza çıkarmasın. O mendeburlar ne yüzüne bakar ne boyuna, kadın olman işlerini görmeleri için yeter de artar bile. Şimdi susun da işi çabuk bitirip gidelim."
" Ama Ayşe abla, taaa aşağıdaki köyde olmuş olay. Hem bizim başımızda ağanın adamları var, gelemezler buraya."
Ceylan sözünü tamamlamadan duyduğum silah sesi ile başımı çevirdiğimde yere yığılan ağanın adamı ile korku içimde harlandı. Hızla yere yatarken yakınımdaki Ceylan'ı da yere attım. Bu arada silah sesleri artmış ve yakınlaşmıştı. Başımı hafifçe kaldırıp baktığımda ağanın adamları arabaların arkasında bir yandan çatışıyor bir yandan da işçileri toplamaya çalışıyorlardı. Başımı Ceylan'a çevirdiğimde hızla buğday başaklarının olduğu sık alana girdiğini gördüm. Beni burada tek başıma bırakıp ses etmeden kaçmıştı. Kafamı sağa sola sallayıp bu düşünceleri def ettikten sonra ben de aynı yöne kaçmak için hareket ettim ama bu çok uzun sürmedi. Önüme çıkan bir atlı ile hareketlerim duraksarken kulağıma bizi taşıyan aracın boğuk sesi doldu.
Bu arada kısa bir an dikkatsizliğimde atlı adamlar çevremi sarmışlardı bile. Ne olduğunu anlamadan biri attan inip saçımdan tutarak ata bindirdiğinde attığım çığlıklar uçsuz bucaksız tarlada kayboldu.
Hayatım acı dolu demiştim değil mi? Yanılmışım gördüklerim yaşayacaklarımın fragmanı bile değilmiş....