Yanında Olmayanın Varlığına Sığınmak

2272 Kelimeler
Arabasına atladığı gibi tozu dumana katarak gitmişti. Arkasında sadece bakabilmiş söylediği sözlerin ağırlığı ile çökmüştüm hayali duvar dibine. Karşılığını veremediğim hakaretleri sindiremeyen gururum ise bana sırtını dönmüş kırılan parçalarına dudaklarını bükerek bakıyordu. Onu toparlamak şimdilik mümkün değildi. Bir süre küs gururumla ayrı kalacaktım. Ben de istemezdim yabancının biri gelip hakaretler saydırıp güçsüzğümü yüzüme vurmasını ama gün içerisinde yaşadığım onca olaydan sonra bana tutunmaya çalışan bu derdi başımdan def etmeye karar verdim. Son sözleri ima ve iğrençlik doluydu ve kendime dönüp bakmaya zorunlu kılmıştı. Kıyafetlerime bakıldığında bu iş için uygun olmadığım açıktı ama kaçmak ile o kadar meşguldüm ki üzerimdeki kıyafetlerin bu kadar dikkat çekeceğini düşünememiştim. Hatalarım daha yolun başında ayaklarımın altına serilince dengemi bulmakta zorlanmaya başlamıştım ama kendi hayatımda kendi hatalarımın içinde bir şeyler öğrenmeyi de bırakmayacaktım. Bazıları halının altına süpürmem gerekiyordu. “Kızım! Buyur geç içeri.” En son ne zaman bir kadın tarafından bana kızım denildi hatırlayamadım. Temkinli ama sıcak sesin sahibi olan kadın beni içeri davet ettiğin de bir parçam içeri girmemem konusunda beni uyarıyordu. Kendimi bir ateşe atmıştım peşimden kimseyi de sürüklemek istemezdim. Ama şuan tek çarem bu kapıdan içeri girip bir kaç saatliğine saklanmaktı. Bu süre yeterli olabilirdi. O büyük ve süslemeleri ile gösterişli kapıdan adımımı atmakla belayı arkamda bırakmayı umud ettim. Bir kaç adım attım ve tebessüm eden kadına mahçup bir ifadeyle baktım. Ama bu saniye sürmüştü çünkü başımı kaldırmış konağın ihtişamı karşısında büyülenmiştim. Bu dar sokakların her bir kapısı demek ki kendi saltanatını devam ettiren evlere perde görevi görüyordu. Konak gördüğüm en büyük konaklardan bile daha göz alıcı ve ihtişamlıydı. Kocaman bahçesi ve orta kısmında bulunan avlusu ile ağa konağı olduğunu belli ettiriyordu. Ayrıca bütün tarihi ve yaşanmışlığı bir yere sığdırmak bu konakla mümkün görünüyordu. Bir çift sürmeli gözün üzerimde tebessüm ile dolaştığını görünce utandım ve elimdeki bavulu tutmaktan acıyan ellerimi biraz daha sıktım. “Midyat ın göz bebeğidir bu konak. Bu kadar şaşırman normal kızım. Ham taşın kıymeti pek yoktur dünyada ama onu alıp işler değer verip zaman ayırırsan elinde bir mücevhere dönüşür. Tıpkı bu konak gibi. Bu konak Midyat ın gerdanın da asılı duran işlenmiş bir mücevherdir.” Yuvasını duygu yüklü sesiyle büyüleyici bir şekilde anlatan kadına biraz daha dikkatli baktım. Bordo zengin işlemeli fistanı geniş boncuk oyalı yazması ile bu evin hanımı olduğu anlaşılıyordu ilk bakışta. Esmer teni ve yeşil gözleri gençliğinde çok daha güzel bir kadın olduğunu gösterirken konağa baktığında gözlerini bir bulut dalgası çevrelemişti. Yaşanmışlıklar onun gözleri önünde yeniden can buluyordu belli ki. “Geç kızım şurada oturalım." Bahçe kısmında masa ve sandalyenin bulunduğu yere oturduğumuz da ağrıyan sadece ellerim değil bütün vücudumdu. Koşmaktan ve bir çok duyguyu yaşamaktan oldukça yorgun düşmüştüm. “Hoş geldin kızım. Benim adım Dizdar. Bir şey içmek ister misin?" İlgili oluşu rahat hissetmeme neden oldu ve masada bulunan sürahiyi görerek bir bardak su istedim. “ Hoş bulduk. Benim de Hazal. Zahmet olmasa ben bir bardak su alayım.“ Kendisi suyumu doldurarak önüme koydu ama içecek cesaretim yoktu. Dizdar hanımla ne konuşacağımı bilemiyor oluşum yeni yalanlar uydurmama neden olmazdı umarım. “Ciwan oğlum iş için geldiğini söyledi. Tam olarak ne işi kızım anlamadım.” Dizdar hanım da oğlu gibi şaşırmış duruyordu. Şimdi yine aynı tedirginlik üzerimde dolaşınca önümde duran bardaktan küçük bir yudum aldım. Bir parça olsa da boğazım ıslanmış ve yutkunabilmiştim. Yalan söylemeyi beceremeyen ben bugün hayatımın en büyük yalanlarını söylüyor ve söylemeye devam edecektim. “Yardımcı olarak. Temizlik, yemek yapmayı pek bilmesem de mutfakta yardımcı olurum, eğer küçük çocuk varsa da bakabilirim. Çocukları severim." Kendimi kasarak söylediklerim kesinlikle doğruydu bunları yapabilirdim ama ne zamana kadar? Newroz beni tamamen aramaktan vazgeçtiğinde gitmek isterdim doğrusu. Benim geleceğim hayallerim dışarıda beni bekliyordu. “Kızım seni üzmek istemem ama burada her gelene bu işler verilmez. Bu konakta çalışan kadınlar anadan kıza geçen bir neslin insanlarıdır. Uzaktan da akrabalık vardır.” Söyledikleri ile yüzüm düşmüştü. Az çok tahmin ediyordum buradaki düzeni ama bunun yüzüme açık ve zor zamanım da söylenmesi beni biraz üzmüştü. Bu tür konakları bilirdim. Elvan anlatırdı. İnsana sahip çıkan, aileden kabul eden bu konaklar güvenli bir koza gibi olurdu. Yetimi öküzü sahiplenen aşiret ağaların çoğunu Elvan' dan dinlemiştim. Hatta bana bu konakta bile bahsettiğini hatırlıyordum. Görüp görebileceğin en güzel konak demişti. Sanırım Halis ağanın konağıydı. Midyat ın ileri gelen ağasıydı. Bu devirde ağalık sisteminin pek anlamı yoktu ama zenginlikleriyle statü kazanan ağalardandı Halis ağa. “Asma yüzünü kızım, oğlum Civan senin için şirkette bir iş bulur. Kimsin kimlerdensin hele bir söyle bakalım.” Çalışmak için gelmiştim ama bu şartlarda dışarıda bir yerlerde çalışmak pek mantıklı gelmiyordu şimdilik. Bu konak olmasa bu tür bir iş için Elvan ı aramayı düşünsem de onu zaten bir ateşe atmıştım daha fazla yakmanın anlamı yoktu. Şansımı akla gelmeyecek başka şehirde demeliydim. Mardin e kaçtığımı bulan Newroz beni arayıp dursundu burada. Dizdar hanıma baktığımda sorusunun cevabını bekleyen meraklı ama sabırlı halini görmek biraz beni utandırmıştı. Çünkü ona hakkımda hiç bir bilgi veremezdim. Sağıma soluma düşünceli bir şekilde bakınca uydurma bir hayatı anlatmanın ağırlığı çöktü üzerime. “Ben yetimhanede büyüdüm. Yaşım geldiği için ayrıldım yurttan. Okumak sınavlara hazırlanmak için kalacak ve çalışacak yer arıyorum.” Dizdar hanımın uydurma geçmişimi dinlerken ki yüz ifadesi buruk ve acı doluydu. Yalan söyleyerek insanların duyguları ile oynamak benim için çok zor ama gerekli olandı. Daha fazla yüzüne bakamadım ve gözlerimi kaçırarak merdivenlerden inen adama çevirdim. Yaşı ileri olan ama heyetinden ve ağır duruşundan bir şey kaybetmeyen adamın merdivenleri yavaş yavaş inişine takıldı gözlerim bir kaç saniye. “Ah güzel kızım. Demek öksüzsün. Doğrusu seni şehirli bir kız zannettim bu elbiselerinle görünce.” Nerede nasıl giyinmesini bilen ben kaçarken absürt elbiseler giymeyi nasıl başardım anlayamıyorum. “Bunları bağışlayan bir ablamız vardı.” Son anda aklıma gelen fikri tek nefeste söylemiş Dizdar hanımın daha çok bana acımasına neden olmuştum. “ Ez derdikevim Dizdar.”Yaşlı adam merdivenlerden inmiş Dizdar hanıma seslenmişti. *Ben çıkıyorum Dizdar. “Kızım bekle ben geliyorum." Hızlı ve düşünceli yürüyüşüyle yanımdan ayrılan kadın benden uzakta bir köşeye kocası olduğunu tahmin ettiğim adamı çekip konuşmaya başladı. Araların da ne konuştuklarını duymuyordum ama bana acıyan kadının dışarıda yada şirketlerin de bana iş ayarlamasını isteyeceğini tahmin ediyordum. Acınacak duruma düşmek gururumu zedelese de gerçeklerim de vardı elbette. Yalanlarımdan ne kadar utandıysam gerçeklerimle de o kadar gurur duyuyordum. Dizdar hanımın gelişi ile kendimle olan hesaplaşmamı yarıda kestim. Yüzünde tebessümü ile oturduğunda ise tahmin ettiğim işi kocasına söylediğini varsaydım. Ama onun söyledikleri benim ümidi kestiğim güvenli kozamla ilgiliydi. “Halis ağayla konuştum benim kocam olur kendisi konağımızda senin için yeri olduğunu söyledi.” Son bir saattir yaşadığım korkunun, acının, hayal kırıklığının, utanmanın ve sinirin dibini sıyırmış umutsuzluğumun ve çaresizliğimin tüten dumanında boğulmuştum. Tüm zorlukları aşmak düşündüğümden daha güç gelmişti ama şimdi Dizdar hanımın söyledikleri parçalara ayrılan duygularımı bir araya toplamış kendime olan inancımı yeniden alevlendirmişti. “Çok teşekkür ederim. Bu zor zamanımda yardımcı olduğunuz için. İsterseniz ben hemen başlayabilirim." “Hazal kızım ama bir ay deneme süresi olacaktır. Konak işi ağır iştir ders çalışmana pek vakit olmayabilir. Yapamazsan seni başka işlere yönlendiririz. Seni gibi güzel kız kapımıza gelmişse onu asla yarı yolda bırakmayız.” Bir ay bana yeter artardı. Newroz pisliği o zamana kadar peşimi bırakmış olurdu. Yüzümde kendine yer edinen tebessüm ile “Sorun değil çalışırım her işte ben.” dedim. Bu iyi niyetli insanları güvenlerini boşa çıkartarak üzmek istemezdim ama onların iyiliği için de bu yalanları söylemek zorundaydım. Yolun başında kendime verdiğim sözler vardı. Kendime en büyük sözüm de cesaretti. Korkup kendime acısaydım bir köşede bir zalimin elinden ölümümü bekliyor olacaktım. Acınacak duruma kendimi sokmak gururumu biraz incitse de yarınlara umudum vardı. Benim olacak yarınlar... Dizdar hanım nerede nasıl kaldığımı sormaya başlaması ile akla uygun cevaplar vermek durumundaydım. Erzurum' dan bir Vakfa ait yurttan otobüs ile geldiğimi söyleyince kaşlarını çattı ama burada okumak istediğimi büyük şehirlerden korktuğumu anlatınca anlayışlı bakışları ile yeniden rahatladım. Söylediklerim bir bakıma doğruydu ama benim hayatıma ait değildi bu gerçekler. Okul yıllarını birlikte geçirdiğim arkadaşım Kübra' nın geçmişiydi. Şimdi hayatından memnun mutlu, aşık ve çocuklu bir kadındı. Beni konağın alt katında bulunan odalardan birine götürdü Dizdar hanım ve kalacağım oda olduğunu söyledi. İçerisinin sıcaklığı buz tutan yüzümü ısıttığında üşüdüğümün farkına bile varmayışım yaşadığım olayların beni ne kadar sarstığını göstermişti. Bavulumu tam Mardin evlerini yansıtan eşyalarla donatılan odanın bir köşesine bıraktığım da Dizdar hanımın bakışları küçük bavuluma kaydı. “Eşyan bu kadar mı kızım?” Evet anlamında başımı eğdiğim de ellerimi tuttu. “Konakta çalışan kızlardan birinde temiz bir elbise isterim şimdi sonra sana ihtiyacın olanları alırız.” “Sorun değil kendim alabilirim ihtiyacım olanları siz nasıl şeyler almam gerektiğini söylerseniz.” Bavulumda bulunan hiç bir parça ile konakta çalışmam mümkün değildi. Buranın kendine göre bir adabı olduğunu görüyordum. “Ama şimdilik bir tane elbise alabilirim.” “Sen Halis ağanın konağındasın güzel kızım. Merak etme buradaki bütün çalışanların ihtiyacını görür bu konak. Hele senin gibi güzel aklı başında kızın elinden tutmasını da bilir.” Yumuşak elleri yanaklarımı avuçlayınca annem aklıma gelmişti. Son günlerinde çocukluğumun verdiği inatla gizlice hasta yatağına sokulur beni sevmesi ve ilgi göstermesi için yanına uzanır dakikalarca neler yaptığımı anlatırdım. Güçsüz oluşunu o zaman fark etmezdim ama yine de beni dinler elleri ile saçlarımı okşar yanaklarımı severdi. Ta ki bir gün yine herkesten habersiz yanına gittiğimde soğuk bedenine başımı yaslayana dek. O gün annem ne beni dinlemiş ne saçlarımı okşamış ne de beni sevmişti. Sadece kendime sardığım üşüyen kolu altında beni hissetmesini bekliyordum. Ama o bir daha beni hissedememişti. Bana kalan gül kokusu olmuştu sadece. “Negiri çavê xezala min. Ben de senin annen olurum bana Yade de istersen güzel kızım.” *Ağlama ceylan gözlüm. Ağlamanın insan üstünde rahatlatıcı eksi olduğu söylenirdi ama bu benim için geçerli gibi durmuyordu. İçime bir bir akıttığım yaralar darbeler gün yüzüne çıkıyor canımı daha çok yakıyordu. Anne özlemi son zamanlarda yüreğimde sığmıyor taşıyordu. Dizdar hanımın şefkati ile yeniden keskin acısı yüreğimi değil bütün vücudumu lime lime etmişti. “Sağ olun,” demekten başka diyecek ne sözüm vardı? Dizdar hanım yerleşmemi ve istersem duş alabileceğim banyoyu göstermiş üzgün olduğu belli olan ruh haliyle odadan çıkmıştı. Oturduğum tek kişilik yatağın baş ucunda duran alçak pencereden koridor gibi duran küçük avluya baktım. İçeri az bir ışık giriyor ayak ucuma değiyordu. Sabahın erken saatinde ışığın kıt oluşu öğlen de aynı manzarayla karşılaşacağım anlamına geliyordu. Birde evin oğlu yada oğullarından biri olan Civan beyle de karşılaşacak olmam hâkimiyetimi nasıl etkileyeceği konusunda bariz düşüncelerim vardı. Benimle yine böyle saygısız ve çirkin konuşmaya devam ederse kendimi tutamayacak cevabını misli ile verecektim. Belki bana sırtını dönen gururum biraz olsun iyileşirdi. Ama kedi köpek gibi birbirimize sataşmamız benim sonum için hayra alamet olmazdı. O adamın kaybedeceği şey yoktu ama benim kaybedeceğim çok şey olacaktı. Her şeye rağmen sabrı kendime bu yolda dost bilmek zorundaydım. Midyata ayak bastığım da kendime söylediğim ilk sözümdü. Tutmam zordu ama yapmak zorundaydım. Oda küçük ama her ihtiyacı karşılayan kullanışlı bir yerdi. Koridor sonunda banyonun oluşu biraz sıkıntı yaratsa da olduğu konum gayet iyiydi. Duşumu almış odaya hızla girmiştim. Yatağın üstüne bırakılan elbise dikkatimi çekti ilk. Siyah dizin bir karış altında önü düğmeli ve kolları uzun elbisenin üzerimde ki etkisi o kadar tuhaftı ki adını bile koyamadım. Hayatım da ilk defa böyle bir elbise giyecektim, üstelik en az iki beden büyüktü. Tamam bende çalışırken Jean giymeyi beklemiyordum ama bu kadarını da düşünmemiştim doğrusu. Etek gömlek makul görünmüyordu. Şımarık bir kız çocuğu gibi davranıyor olmanın hiç bir işe faydası yoktu. Bavulumdan çamaşırlarımı alırken para ve mücevher dolu kese dikkatimi çekti. Onu çok iyi bir yere saklamak zorundaydım. İçinde olanlar başıma büyük dertler açabilir saklanacağım kozamdan gitme sebebim olabilirdi. Kimsenin göremeyeceği yer bulup onları oraya tıkmam şarttı ama bavulum şimdilik güvenliydi. Odadan çıkmam ile karşı odanın açık kapısının yanında bulunan aynada kendi siluetimi gördüm. Başıma geçirdiğim tülbent üzerime iki beden büyük elbise ve ayağıma öldürseler de asla giymek istemeyeceğim terlikler ile ben kimim, kim olmak istiyordum ve ne olmuştum? Ben boyun eğmemek, yaşanmışlığı tekrardan bana yaşatılmasını istemiyen mücadele etmeyi hiç bir zaman bırakmayacak olan biriydim. Yolun yarısını geçmiş diğer yarısının zamanını bekliyordum. Biliyordum o da olacaktı her ne kadar ilk yarısını yalanlarla olsa da tutunmayı başardıysam diğer yarısını kendi gerçeklerimle başaracaktım. “Elbise çok yakışmış yeni almıştım. Ama..." Sesiyle irkildiğim genç kız yanıma gelerek başımda ki tülbentti kaldırdı ve çapraz katlayarak başıma tekrar koydu. İki ucunu pratik bir şekilde ense kısmında yer değiştirip omuzumdan aşağı bıraktı. Onu sesizce izlerken davranışında ki yakınlığı hissettim ve işini bitirnesini bekledim. “Biz çalışanlar böyle bağlarız. Diğer türlü evin hanımları takar.” Tamam anlamın da başımı salladığım da”Ben Havin bu konakta çalışıyorum, kız kardeşim de var adı Songül. Annem de bu evin mutfağının komutanlığını yapar. Doğduğumuzdan beri bu konakta yaşıyoruz, aslında yan evde kalıyoruz. Tabi ki de buraya göre gayet mütevazi ve küçük. “ demişti. Çenesinin düşük oluşunu da tescil ettikten sonra hafifçe tebessüm ettim. Cana yakın olmaya çalışan tatlı bir kızdı Havin. Daha ağzımı açmama müsaade etmeden elimden tutarak daha çok çekiştirerek avluya çıkardı. “Dizdar hanım bizi bekliyor annemlerle tanıştıracak neler yapacağını söyleyecektir. Ayy iyi ki geldin. Bu konağa artık yetişemiyoruz evin kızı gittiğinden beri. Sağ olsun çok iyi kızdı Berfin bize hep yardım ederdi.” Şaşkınlıktan ne diyeceğimi bilemiyordum bu kızın çenesi karşında. Bugün yaşadığım şeyler rüyaydı galiba çünkü Havin koluma kırk yıllık dostlar gibi sarılmış muhabbet ediyordu. Ya o da bana acımış ya da gerçekten çok sıcak kanlı bir kızdı. Mutfağın önündeki yüksek basamağı geçtiğimiz de içeriden gelen kokular başımı döndürmüştü. Nefis kokan yemeklerle daha içeri girmeden karnım guruldamış ağzım sulanmıştı. Dizdar hanım ve yanında ki kadının tebessüm eder hallerini görünce karnımdan çıkan açlığımın borazanını duyduklarını anladım. Utancımdan ayak parmaklarımı sıkınca terlikten kıvrılan parmakların görünmesinden daha çok utandım. “Gel otur önce kızım seni tanıştıralım bu evin insanlarıyla.” Mutfağın ortasında bulunan masanın sandalyesini çekerek oturdum. Hala borazanın utangaçlığı üzerimde sürüyordu. Bir insan kendine acıyabilir mi bilmiyorum ama şuan ben kendime o kadar acıyordum ki başımı ellerimin arasına alarak soluksuz ağlamak istiyordum.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE