bc

Kamelya

book_age18+
16.0K
TAKİP ET
104.2K
OKU
family
body exchange
second chance
drama
sweet
bxg
serious
detective
coming of age
soul-swap
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Sesi yok kalbimin. Dili lâl olmuş, haykıramıyor aşkını. Öylece uzaktan seviyor seni.

Leyla Aktaş....

*****

"Evimi neden bastığınızı sorabilir miyim?" diye sinirle sordu.. Adam ona cevap vermek yerine baştan aşağı giydiklerine baktı. Çıkık karnını saklama gereği duymadan üzerine oturan kayık yaka siyah elbisesinin içinde oldukça güzel görünen kadın adamı daha fazla öfkelendirdi. Üzerine gitmeye başladığı kadın duvara yaslanınca ona doğru eğildi ve sakin sesle "Az önce sevgilimle seviştim" dedi. Duyduğu kelimeler kadının içini acıtırken kendini toparlamaya çalıştı. Birkaç saniyelik gecikmeyle bunu başarsa da adamın keskin bakışları kadının yüzüne dağılan keder bulutunu fark etmişti.

Kendini toplamayı başaran Leyla alayla "Bundan bana ne acaba?" diye sordu.

Kafasını iki yana sallayan Ertuğrul "Onca boşalmaya rağmen rahatlayamadım" dedi.

Adamın gözlerine bakarak açık açık alayla gülümseyen kadın "Bir rahatsızlığınız mı var?" diye sordu.

Kafasını geri atarak sakinleşmeye çalışan adam bunu başaramayınca "Var lanet olası rahatsızlığım var." diyerek hafif sesini yükseltti. Onu ilk kez böyle öfkeli gören kadın şaşırsa da dilini tutmadı.

"Nedir o Allah aşkına?"

"Sensin lanet olası. Sen." dedi sessiz öfke ile. Adamın bağırıp çağırarak ortalığı yıkan birinden daha korkutucu hali vardı. Sadece bakışları bile ona bakan insanın sinmesine neden olabilirdi. Fakat Leyla'nın ondan korkmak yerine gözleri doldu. Bakışlarını adamın cehennemi andıran siyahlarından kaçırarak

"Evimi hemen terk edin!" dedi.

Onun ağladığını gören adamın öfkesi hemen sönerken kadının çenesini kavramak için uzanmak isteyince Leyla "Dokunmayın bana" diye sertçe çıkıştı. Adamın boşluğundan yararlanıp, onu iterek duvardan uzaklaştı. Arkasını adama dönerek gözyaşlarının görünmesini engelledi.

"Beni daha ne kadar aşağılayacaksınız?" diye sordu titrek sesle.

"Niyetim seni aşağılamak değil" diyen adama döndü.

Az önceki gözyaşlarını saklama çabalarını kenara iterek "Rahatlamak için bana gelmediniz mi? yine beni baştan çıkarıp gururumu ayaklarınızın altına almak değil mi niyetiniz?" diye sordu.

Ertuğrul haftalar önce yaşadıkları o ateşli dakikalara atıfta bulunan kadının ensesini kavrayarak kendine çekti. Kollarının arasında debelenen kadının dudaklarına doğru

"Benim şu an ihtiyacım olan tek şey sana sarılmak" diye fısıldadı. Bakışları kadının dudaklarını kuruturken sesindeki ihtiyacı ciğerlerine çekmişti.

"Duş aldın mı?"

"Aldım"

Aldığı cevabın ardından adama sarılan kadın özlediği kokuyu sessizce içine çekti. Sevdiği o parfüme karışan adamın erkeksi kokusu içini dağlarken adamın saçlarını avuçlayıp koklaması donmasına neden oldu. Adam şimdi rahatlamıştı. Ruhu kadının kokusunu alınca doyuma ulaşmış boşalmıştı.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
Birinci bölüm
Yıllarca beraber yaşadığın insanın yüzünde başkasını görürsün. Dokunduğun tende onu ararsın. Olmayacak hayalin içinde iki odalı bir yuva kurarsın ikiniz için.. Çayı her zaman onun sevdiği gibi demler, saçını onun en sevdiği şekilde toplarsın.. Kalbindeki sızı her zaman ona aittir ve ne kadar canını acıtsa da halinden memnunsundur. Onu hissettirecek her acıya kırmızı halılar serersin. Yokluğuyla bu kadar sevgiyi aşılayan insanı beklersin ömrün boyunca, bir tebessüm, bir dokunuş, bir öpücük belki de.. Eyyüp Bahçeci HİKAYEMİZDE ANLAMLI, GÜZEL ŞİİRLERİNİ KULLANMAMA İZİN VERDİĞİ İÇİN EYYÜP BAHÇECİ`YE ÇOK TEŞEKKÜR EDERİM. Birinci bölüm. “Karşı Komşu” Genç kadın büyük kupasına kahve koyarak kış balkonu olarak dekore ettirdiği terasına çıktı. Her tarafı camlarla kaplı balkonda renkli yastıklarla kaplı geniş koltuklar, duvara monte edilmiş televizyon, kitaplarla dolu raf, yuvarlak masa, iki sandalye ve dinlenmeyi en çok sevdiği şey sallanan koltuk vardı. Etrafa göz gerdirerek iç geçiren kadın koltuğa oturdu. Kalbindeki karşılıksız aşkı saymazsa yine yalnızdı. Camdan büyülü masal kitabından fırlamış gibi görünen karlı Eskişehir`i izlemeye başladı. Akşam üzeri işten eve gelirken başlayan kar iyice bastırmış her tarafı beyaz örtüsünün altına saklamıştı. Şehir adeta kartpostaldan fırlamış gibi güzeldi. Özellikle kış balkonundan rahatlıkla görebildiği Porsuk Çayı. Kafası dolu olmasa fotoğraf makinasını alır camları açar birkaç fotoğraf çekerdi. Şimdi ise en sevdiği şeyi yapamayacak kadar karışıktı. “Alıştım diyorsun da insan kalp ağrısına alışır mı?” dedi kendi kendine. O an içinden `Alışır` diye acı bir ses yükseldi. Karşılıksız aşkına alışmıştı. Geceleri dilini yakan, söyleyemediği sözler yüzünden yastığı yüzüne kapatarak ağlamaya alışmıştı. Her seferinde bu sefer tamam bir daha o adam için ağlamayacağım diye verdiği sayısız sözlere alışmıştı. Verdiği sözü tutmayacağını biliyordu. Karşı komşusunu, dünyanın en ketum, en ciddi adamını gördüğü an verdiği sözleri unutan kadın aşık kalbine hayret ediyordu. Kahvesini yudumlarken aklına aşık olduğu adamla ilk karşılaşmaları geldi. Evi ilk görmeye geldiğinde, almaya karar verdiğinde hatta taşındığında bile onu görmemişti. Adama kalbini kaptırdıktan sonra diğer komşusu ve arkadaşı Sadık`tan onun o sıralar Azerbaycan`a karmaşık bir cinayet işini çözmeye gittiğini öğrenmişti. Dört sene önce. Ağustos. Kitabının kapağı için poz verecek olan son zamanlar oynadığı gençlik dizisi ile popüler oyuncu Leman Duru ile buluşmasına geç kalan Leyla restoranın otoparkında hızla yürürken aklına rujunu sürmediği geldi. Oflayarak durdu ve geride bıraktığı arabasına baktı. Şimdi ona doğru giderse zaman kaybedecekti ve kapak modeli olacak oyuncu onu laubali biri sanacaktı. Ya da o çok heyecanlıydı. Derken etrafında ayna niyetine kullanabileceği bir araç aradı. İki adım önünde siyah Aston Martin`i fark edince gülümseyerek arabaya doğru yürüdü. Arabanın yanına varınca ona dokunmadan edemedi. Kendine o zevki yaşamaya izin vererek arabayı okşadı. Neticede her gün bir Aston Martin camına bakarak ruj sürmüyordu. Arabayı sevmeyi bırakarak ön kapısının siyah film kaplı camına doğru eğildi. Çantasından çıkardığı şeftali renk tatlı rujunu sürdü. Ruju sürdükten sonra kendini inceleyen kadın dolgun ve biçimli dudaklarını bir birine bastırdı. Beğeniyle aksine bakarken arabanın camı yavaş yavaş hareket ederek aşağı indi. Arabanın içinde kendisine bakan araba sahibinin tek kaşı havadaydı. Dili sussa da bakışları `İşin bitti mi?` diye soruyordu. Leyla kızaran yanaklarını saklayamadan adama baktı ve “Özür dilerim ben araba boş zannetmiştim” dedi. Adam yine tek kelime etmeden kendisine birkaç saniye baktıktan sonra başını hafif eğdi ve arabayı çalıştırdı.O sırada adamı inceleme fırsatı bulan kadın onun tahmini otuzlarının sonunda, esmer, yakışıklı biri olduğunu fark etti. Fakat kadının ilgisini çeken adamın yakışıklı olması değil yüzündeki ciddi ifadeydi. Sanki onun arabasına yaklaşmasından hoşnut olmamıştı. `Aman Allah`ım ben az önce ne yaptım?` diye düşünen kadının o an hissettiği utanç yıllar geçse de hatırlanacak cinstendi. Genç kadın o an nereden bilebilirdi ki, arabasının camında ruj sürdüğü, bir daha asla karşısına çıkmamasını dilediği adama deli gibi aşık olacağını. ******* Günümüz. Dolan gözlerini kırpan kadın yanaklarını kucaklayan inci tanelerini parmak uçlarıyla kuruladı. Biten kahvesini önündeki sehpaya bırakarak koltuğa yaslandı. Yanağını avucuna dayayarak sokak lambasının ışıkları altında süzülerek yere inen kar tanelerini izlemeye başladı. Bembeyaz, tertemiz kar tanesinin yere kavuşmak için bu kadar can atmasına buruk tebessümle baktı. “Zavallı” dedi kar tanesi için. “Yere inince ayaklar altında kirleneceğini, bir damla suya döneceğini bilmiyorsun ki.” diye mırıldandı. Sonra insanların günahlarını örtmek için yeryüzüne kar yağdırır sahip. O kadar çok yağar ki kendini bile bembeyaz örter. İnsan çırılçıplak soyunup kendini temizleyeceğine daha çok giyindi, sakındı kendini temizlikten. Çünkü insan kendinin zalimiydi, Öyle zalimdi ki, günahları kar tanesinden daha temiz göründü.. Güzel şekilli kar tanelerinin verdiği ilhamla koltuktan kalktı ve odasına giderek çalışma masasından leptopunu aldı. Balkona dönerek yuvarlak masaya koydu ve güç düğmesini etkinleştirdi. Leptop açılırken aklına gelen kelimeleri zihninde tekrar ediyordu. Aygıt açıldıktan sonra yeni kitabı için açtığı digital dosyaya tıkladı ve yazmaya başladı. Yazdığı kitap dedektif türündeydi ve kar tanesinin ona nasıl bir ilham verdiği yarım bıraktığı sahneyi tamamladığında anlayacaktı. Ertesi sabah ünlü bir mankenin altı aylık bebeğinin fotoğraf çekimine yetişebilmek için erkenden kalktı ve tüm hazırlıklarını yaptı. Yemeğe düşkün olan kadın asla kahvaltı yapmadan evden çıkmadığı için hazırladığı mükellef sofrada güzelce kahvaltısını yaptı ve binbir zahmetle kurduğu fotoğraf ajansına gitmek için dairesinden çıktı. Leyla Aktaş otuz beş yaşında, boşanmış, 1.68 santim boyu, kahverengi uzun saçları, aynı renk gözleri, estetik doktoru elinden çıkmış gibi biçimli burnu, dolgun dudakları, hafif balık etli vücudu ile güzel bir kadındı. Dairesinden çıktıktan sonra kapısını kilitleyen kadın arkadan duyduğu sese döndü. “Yine ortalığı yakıyorsunuz Leyla Hanım” diyen Sadık`a gülümseyerek baktı. “Sana da günaydın Sadık” “Günaydın komşum” “Üniversiteye mi?” “Evet. Gidelim de birkaç ekonomist yetiştirelim.” diyerek gülen arkadaşını takip eden kadın onunla birlikte merdivenleri indi. Buraya ilk geldiği aydan itibaren en yakın arkadaşlarından birine dönüşen Sadık Altunay, serbest olarak çalışan ekonomistti. Birkaç şirket ve iş adamının mali işlerini yönetiyor, gerekmedikçe evden çıkmıyordu. Ayda sadece üç kere Eskişehir Anadolu Üniversitesinde saatbaşı aldığı para karşılığında iktisat bölümünün öğrencilerine ders vermek için en sevdiği mekanı; evinden dışarı adım atıyordu. “Taksiyle mi gideceksin?” diye sordu kadın. Bildirim geldiği için telefonuna bakan Sadık “Hayır.” diye yanıtladı onu. “O zaman ben götüreyim seni. Yolumun üstü biliyorsun.” “Teklifin için teşekkür ederim Şekerim ama başkasına söz verdim. Onunla gideceğim.” dediğinde kadın ona merakla baktı. Verdiği cevap kadının ilgisini çekmişti. Dört senedir tanıdığı adamın yanında hiç kadın görmediği için meraklanmıştı. Kafasını ona çeviren Sadık meraklı bakışları ile karşılaştı. “Bakma öyle. Seninki bekliyor aşağıda.” diyerek telefonu cebine attı. “O, benimki değil Sadık” dedi kadın üzüntüyle. Sadık kolundaki eli ilgiyle hafif sıkarak “O, adam senin olacak Leyla. Zamanı gelince de sana ben demiştim diyeceğim” dedi. Leyla ümit etmekten bıkmayan, usanmayan kalbine hayret etti. Yıllardır Sadık`tan dinlediği adamın kendisinin yüzüne bile bakmayacağını bile bile ümit etmeye devam ediyordu. Bazen aptal mıydı aşık mıydı karar veremiyordu. “Haydi arkadaşım. Öğrencilerini bekletme.” diyerek konuyu başka yere çekti. Sadık ona imalı bakış atarak tek kaşını kaldırdı. “Kaç bakalım Leyla Hanım. Kaç.” dediğinde Leyla ona gözlerini devirmişti. Otoparka indiklerinde karşısına çıkan gece mavisi BMW M3 kadını heyecanlandırmıştı. Arabanın camları yine sihaytı ve içi görünmüyordu. Dün hatırladığı tanışma sahnesi aklına gelince tüyleri diken diken olmuştu. Adamın onun rujunu sürmesini beklemesi sadece ondan sonra camları indirmesi her aklına geldiğinde yerin dibine geçiyordu. Yıllar önce ayna olarak kullandığı Aston Martin sahibini öldürmek için kurşunlarla taranınca Ertuğrul hurdaya dönüşmüş güzelim arabayı bırakarak şimdi kullandığı BMW M3`ü almıştı. Geçen sene Sadık ona sevdiği adamın yeni arabasını gösterince mutluluktan uçmuştu. Onun da arabası siyah renk BMW F10 M`di. Sadık arabanın yanına gelince durdu. Leyla sevdiği adamı görememenin verdiği acıyla dolunca gayri ihtiyari arkadaşına sıkıca sarıldı. Sarılışına karşılık veren Sadık eğilerek kulağına “Acını içimde hissettim.” diye fısıldadı. Ağlamamak için direnen kadın burnunu çekti. Geri çekilerek arkadaşına gülümsedi. Gülümsemeye çalıştı. “Git artık. Bekletme o`nu” diyerek arabanın yanından geçip gitmek istediğinde Sadık kolunu tutarak kendine çekti ve salık bıraktığı saçlarını okşadı. Saçları okşanan kadın gözlerine dolan yaşları tutamadı. Zalim arkadaşı daha ileri giderek eğildi ve alnına ruhunu rahatlatan bir öpücük kondurdu. “Şimdi işime rahat gidebilirim.” dedi geri çekildiğinde. “Seni seviyorum Sadık.” dedi kadın titrek sesle. “Seni seviyorum Tontişim.” diyerek burnunun ucuna parmak ucuyla vurdu. Sadık arkadaşı ile vedalaşıp arabaya bindi. Kapıyı kapatıp direksiyondaki adama döndüğünde onun Leyla`nın arkasından baktığını gördü. Dudağının keyifle yukarı doğru kıvrılan tarafını dişledi. Süzülerek yürüyen arkadaşı her zamanki gibi şık ve güzeldi. Üzerinde siyah kalem etek, gül kurusu renk ince boğazlı kazağı, deri ceketi, ve ince topuklu yarım çizmesiyle çok güzel görünüyordu. “Kendini kilolu sanıyor.” dedi sohbet için. Sadık`ın sesiyle bakışlarını kadından çeken Ertuğrul arabayı çalıştırdı. Usta manevra ile otoparktan çıkarken “Değil.” dedi. Sadık onun kısa ve az konuşmasına alışıktı. Onun huylarına alışıktı da karşı komşusu hakkında fikir bildirmesine alışık değildi. Haliyle şaşırmıştı. Dört senedir tanıdığı kadın hakkında tek kelime etmemişti. Sadık`ın teşviklerine rağmen bile. Eline geçen bu fırsatı kaçıramazdı. “Gel de bunu ona anlat. Bazı kadınlar onun kıvrımlarına sahip olmak için doktorlara tonla para veriyor. Bizimki ise şişmanım diye yakınıp duruyor.” “Eskiden kiloluydu.” diyerek yola dikkat kesilen komşusunun tespitine şok olan Sadık yutkundu. “Siz onun-” “Radyoyu açar mısın Sadık?” diyerek Sadık`ın sorusunu yarıda kesdi. Onun konuyu kapattığını anlayan Sadık el mahkum radyoyu açtı. Biliyordu ki Ertuğrul Kasımoğlu bir konuyu değiştirdiyse o konuşma bitmiştir demekti. ******* De Luna (Dolunay) Genç kadın önünde durduğu binanın tepesindeki yazıya baktı. Yıllar önce küçük bir dairede başlayan işleri şimdi kocaman bir binada devam ediyordu. Leyla Aktaş artık fotoğrafçılık aleminin aranan ismiydi. Gururla baktığı binaya girmek için adımlarını hareket ettirdi. Binaya girdiğinde resepsiyondaki çalışanları onu fark eder etmez gülümseyerek selamladılar. “Günaydın. Hoş geldiniz Leyla Hanım.” her iki kadının selamını kabul eden kadın, “Günaydın kızlar. Hoş bulduk. Sema Hanımlar geldi mi?” diye sordu. “Hayır efendim. Daha gelmediler.” “Tamam. Teşekkür ederim” Resepsiyondan uzaklaşıp asansöre doğru yürüdü. Boş asansör çağırdı ve binerek odasının bulunduğu kata çıktı. Saatler süren çekimlerin ardından odasına çekilen kadın bilgisayarda çektiği fotoğraflara bakıyordu. O fotolara dalmış incelerken vurularak açılan kapının sesiyle bakışlarını ekrandan çekti. Gelen sekreteri Gülden`di. Patronu tarafından içeri gel işareti ile Gülden odaya girerek “Müsait misiniz Leyla Hanım?” diye sordu. “Müsaitim Gülden. Bir şey mi oldu?” diye sorduğunda Gülden iç geçirerek “Aplarslan Vardarlı.” dedi. Koltuğunda dikleşen kadın “Ne istiyor? Vahit`ler çekimi yapmamışlar mı?” diye sordu. Son aldığı işlerden en büyüğü gemi seyahatlerinin en büyük ismi Alparslan Vardarlı`nın işiydi. Bu onun kariyerini daha da zirveye taşıyacaktı. “Sizi istiyor Leyla Hanım. Vahit`i ve Ilgaz`ı kabul bile etmemiş.” “Tamam Gülden ben onunla konuşurum. Sen çıkabilirsin.” “Peki Leyla Hanım. Bir şeye ihtiyacınız var mı?” Vizit kartından adamın numarasını çeviren kadın sekreterine bakmadan “Bana bir kahve getirir misin?” dedi. “Hemen efendim” Gülden çıktıktan sonra numarayı kaydıran kadın çağrısının cevaplanmasını bekledi. Birkaç çalıştan sonra telefonun açılmayacağını düşünen kadın tam kapatacakken adamın hükmedici sesini duydu. “Buyurun Leyla Hanım” Kadın adamın numarasını nereden öğrendiğini merak etmişti. “Fotoğrafçılarımı neden kabul etmediğinizi öğrenebilir miyim Alparslan Bey?” Sorduğu soru birkaç saniye aralarında asılı kaldıktan sonra Alparslan “Bana en iyi fotoğrafçınız lazım.” diye cevap verdi. Sinirlenmeye başlayan kadın derin nefes aldı. “Benim fotoğrançılarım en iyisi zaten.” “Ben sizin çalışanlarınızın iyi olmadığını demedim. Sizinle çalışıyorlarsa en iyisiler.” “Peki neden gönderdiklerimi istemediniz?” “Bana en iyisi lazım Leyla Hanım.” “Yani?” “Siz. Ben sizi istiyorum.” “Sizi istiyorum derken?” elindeki kalemi öfkeyle sıkarak adamın cevabını bekledi. “Gemilerimin reklam fotoğraflarını en iyi fotoğrafçınızın çekmesini istiyorum. Yani sizin.” “Ben çalışmalarımı kendim seçiyorum Alparslan Bey. Kimsenin dayatması ile iş yapmam.” “Mail adresinize bir bakın Leyla Hanım. Orada fikrinizi değiştirecek şeyler olabilir.” Duyduklarından sonra meraklanan kadın bilgisayarda mail adresine girdi. Mailin açılmasını beklerken “Bakayım ama fikrim değişmeyecek” dedi. Oturduğu koltuktan kalkarak cam duvara yaklaşan Alparslan Eskişehir`in muazzam manzarasını seyre daldı. “Bence bakın sonra fikir beyan edersiniz.” dedi emin sesle. Kadın adama cevap verecekken ekrandan açılan meyda ile kala kaldı. Simsiyah, kocaman gemi kadının tam kalbinden vurdu. Daha önce hiç siyah renk gemi görmemişti. Titrek parmakları diğer fotoğrafa tıklayınca içinde kocaman bir `Yok artık` tepkisi patladı. “Mata Hari*” diyen kadının sesinde hayranlık açık açık seziliyordu. Tepkisine yarım ağız gülümseyen adam “Evet Mata Hari. Hayranı olduğum güçlü kadın.” dedi. Koltuğa sırtını yaslayan kadın masada duran fotoğraf makinesine bakıyordu. İçinde uyanan isteğe karşı koymanın hiçbir yararı olmadığını bildiği için zihninde konsept belirlemeye başlamıştı bile. “Şafağın Gözü (Mata Hari). Geminize sıradışı bir isim seçmişsiniz Alparslan Bey.” “Ne diyorsunuz? Çekimi yapacak mısınız?” diye sordu adam. Onun iş bitiriciliğine gülümseyen kadın “Yapacağım” dedi. “O zaman haftaya Çarşamba günü sabah saat dokuzda benim ofisimde görüşürüz” “Anlaştık.” Telefonu kapatarak işine geri dönen kadın kitap dosyasını açarak hikayesine devam etti. Akşam üzeri işlerini hallederek ajanstan çıkan kadın markete uğrayarak buzdolabındaki eksiklerini aldı. Yemeğe düşkün olduğu için dolabını asla boş bırakmıyor her şeyi bol bol alıyordu. Eğer ki, aldıkları o hafta fazlalık yapıyorsa onları güzelce paketler, haftada üç gün evine temizliğe gelen Emine`ye verirdi. Market alış verişinden sonra eve gelen kadın elindeki torbalarla merdivenleri tırmanmaya başladı. Yaşadığı binanın asasörü elbette vardı fakat o merdivenleri kullanmayı tercih ediyordu. “İyi akşamlar Leyla Hanım.” diyen kişiye döndü. “İyi akşamlar Bedri Bey. Nasılsınız?” diye sordu. Bedri kadının yavaşlayarak onu beklemesini takdirle karşıladı. Leyla emekli albay olan Bedri Sarı ile yan komşuydu ve onun ordu anılarını dinlemeyi seviyordu. Poşetlerini elinden alan komşusuna itiraz etse de adam onu dinlemeyerek aldığı poşetleri taşıdı. Bedri elli yaşında uzun boylu, kır saçlı, hiç evlenmemiş, yaşına rağmen gayet dinç gözüken bir adamdı. Ve Leyla onu iki sene önce rahmetli olmuş çok sevdiği amcasına benzetiyordu. Bu nedenle de onu her gördüğünde mutlu oluyordu. ****** “Yarım saat mola” dedi kadın etrafındakilere. Önünde duran kadına döndüğünde gülümsedi. “Minik prensesimizi çok yormayalım Aysun Hanım. Malum hava karlı. Babası gelince çekimlere devam ederiz.” “Yaklaşıyor sete az kaldı.” “O zaman bekleyelim” “Şimdiye kadarki çekimler çok güzeldi Leyla Hanım. Sizi bana tavsiye arkadaşlarım haklı çıktı.” diyen kadına hafif tebessüm eden Leyla “Teşekkür ederim.” dedi. Aysun kızı ile ilgilenirken kadın çektiği fotoğrafları inceliyordu. “Sedat, buradayız sevgilim.” Gülümseyerek kameranın ekranına bakarken duyduğu isimle duraksadı. Aysun onun arkasında duran birine gülümseyerek sesleniyordu. Kaşlarını çatarak gelene bakmak için arkasını döndü. Karşısında duran adam acı dolu hatıraları boğazına dizerken yutkunmakta zorlandı. Sedat kendisine dönen kadını ilk başta tanımamıştı. Benzetiyorum demişti kendi kendine. Onu en son gördüğünde hafif kiloluydu ve şimdiki kadar bakımlı değildi. Aysun onların bakışmalarını fark etmeyerek kocasına yaklaştı ve göğsüne sığındı. Sedat refleks olarak karısını kendine çekerek sarmaladı. Gözünün önünde karısına sevgi gösteren adam Leyla`nın anılarını sızlatmıştı. “Sevgilim bu Leyla Aktaş. Sana günlerdir öve öve bitiremediğim fotoğrafçımız” dedi Aysun. “Bu da hayatımın aşkı, meleğimi bana bahşeden adam eşim Sedat Yıldız.” Aysun bilerek ya da bilmeyerek kadının daim kanayan yarasını deşmişti. Karısının dediklerinden sonra derin nefes alan Sedat yapmacık gülümseme ile elini kadına uzattı. “Leyla Hanım.” “Sedat Bey.” Sedat onun titreyeceğini, bir şeyler belli edeceğini düşünmüştü ama olmamıştı. Leyla gayet soğukkanlı bir şekilde kendisine uzatılan eli sıkmıştı. Bu Sedat`ı bir hayli rahatlatmıştı. Rahatladığı için bu sefer içten gülümseyen adam kollarının arasındaki kadının şakağını öptü. “Benim güzel kızım nerede?” diye sordu karısına. Aysun mayışmış kedi yavrusu gibi mırıldandı. “Halide ablada. Mola verdik biraz. Oynuyorlar.” “Beni ona götür güzelim. Kızımı özledim.” Sedat yanından geçtikleri kadını nasıl yıktığından, yok ettiğinden habersiz kızına doğru yürüdü. Yalnız kalan Leyla derin nefes alarak sakinleşmeye çalıştı. Gözlerini kapatarak derin nefesler eşliğinde otuza kadar saydı. “Sakin ol. Sakın onun seni ezmesine izin verme.” diyerek kendi kendine telkinde bulundu. Onun öylece durduğunu fark eden Gülden koşarak yanına geldi. İfadesiz yüzünden bir şey anlamasa da “Bir şeye mi ihtiyacınız var Leyla Hanım?” diye sordu. Kafasındaki sesleri susturan kadına sekreterine baktı. “Bana kahvemi getir Gülden. Karavanımdayım.” Duygusuzca sarf ettiği cümleler Gülden`i şaşırtsa da kafasını sallayarak patronunun kahvesini hazırlamaya gitti. Gülden gittikten sonra karavana doğru giden kadının telefonu çaldı. Pantolonunun cebinden çıkardığı telefonun ekranına baktığında kederle gülümsedi. Hep en kötü anında arardı. Arar ve kalbini ferahlatırdı. Ekrandaki yeşil ikonu kaydıran kadın “Can tanem.” dedi. “Aşkım? Bir şey mi oldu? Sesin kötü geliyor.” Herkesin duygusuz olarak duyduğu sesin acı dolu olduğunu bir tek gerçek dost, kardeş anlardı. Aynur Karaca da gerçek dosttu. Kalbi genç kıza duyduğu sevgiyle kabardı. “Bir şeyim yok ablam. Sen niye aramıştın?” “Çete üyelerinden biri ayak bileğini incitti. Onu hastaneye götürüyorum diyecektim. Ama senin sesin çok kötü geliyor.” Çete üyelerini duyan Leyla endişelenmişti. Kaşlarını çatarak “Hangisi bileğini incitti? Neden dikkat etmiyor bakıcıları onlara?” diye söylenmeye başladı. Aynur ve ikiz yeğenleri ağabeyinin etrafına dişi sinek bile yaklaştırmamak için çete kurmuşlardı. Dört yaşında olmalarına rağmen babalarını kadınlardan canı dilden koruyan Miran ve Melinay çetenin en kıymetli üyeleriydi. “Miran efendi yatağında zıplarken yere çakıldı da sen bana hemen neler olduğunu anlatmazsan orayı basacağım ablam.” “Bazen abin gibi çok inatçı olabiliyorsun.” diyerek yakındı. “Sedat burada” dedi kısaca. Sedat ismini duyunca çıldıran Aynur adama saydırırken geliyorum demişti. Leyla nadiren kullandığı baskıcı yanını kullanarak kati itiraz etmiş el mahkum ona boyun eğen dostu Miran`ı hastaneye götürdükten sonra geleceğini diyerek kapatmıştı. Kapatmadan önce de `O şerefsiz seni üzerse haberim olsun aşkım` demişti. Kapattığı telefona bakarak gülümseyen kadın gelen kahvesini yudumlarken karavanın camından dışarıyı izliyordu. Beyaz kar etrafı sarmış güneş ışıkları altında parlıyordu. İç çekimlerden sonra dış çekimler için Şehr-i Aşk Adası`nı seçmişti. Banyodan çıkarak yatağa giren adama yaklaştı kadın. Ona sarılarak göğsüne yatmak isteyen karısına kaşlarını çatarak baktı. “Ne yapıyosun Leyla?” “Sana sarılıyorum.” “Az önce seviştik. Daha ne istiyorsun? Böyle laubali hareketlerden hoşlanmadığımı biliyorsun.” Duyduğu sözler kalbini kırarken kadın ona arkasını döndü. “Mesele sevişmek değil Sedat. Seviştikten sonra değerli olduğunu hissetmek. Senin için bir bedenden ibaret olmadığımı bilmek zorundayım.” “Benim için elbette değerlisin güzelim.” Sırtına sarılan kollar kadını mutlu etse de umursamazca omuz silkti. Adam onu kendine çekerek sıkıca sarıldı. “Sen beni sevmiyorsun.” “Seni çok seviyorum güzelim. Ve bir daha bu kelimeleri senden duymayayım. Yoksa bozuşuruz.” Adamın sakin halinden yararlanmak isteyen kadın ona doğru dönerek göğsüne sokuldu. Boynunu koklayarak öptü. “Mine`nin bebeği çok tatlı değil mi?” diye sorduğunda adamın bedeni gerilmişti. “Tatlı evet.” soğuk cevabı kadını yıldırmadı. “Bugün yeni bir doktorla konuştum Sedat. Muayene olunursan ve az da olsa umut varsa tedavini üstleneceğini söyledi.” Kadının ağzından çıkanlardan sonra sert nefes alarak dışarı üfleyen Sedat yataktan çıktı. Onun ardından çarşafı çıplak bedenine dolayan Leyla kocasının odada öfkeli voltalarını izledi. Aylardır aynı şeyi yaşıyorlardı. Bebek istediğini adama söyleyen kadının isteğini kırmayan kocası onunla doktora genel muayeneye gitmiş, muayene olmuştu. Uzun testlerden sonra doktor onlara Sedat`ın baba olamayacağını söyleyince yaşadığı yıkımı her hatırladığında canı yanıyordu. O günden sonra zor günleri başlamıştı. Leyla her tedavi dediğinde adam deliriyor kati olarak hayır diyordu. Aslında adamı da anlıyordu. Kısır olduğunu kabullenmesi zordu. Bir erkeğin spermlerinin işe yaramaz olduğunu bilerek yaşaması psikolojik olarak sarsıntıydı. Sedat adımlarını durdurup kadına döndü. Gözleri öfkeden kızarmıştı. “Sana kaç kere söyledim Leyla. Ben hiçbir doktora gitmeyeceğim. Benim bir gururum var!” “Peki ben? Herkes beni sorunlu biliyor anlıyor musun? Kimse sorunun sende olduğunu bilmiyor. Annenler laf sokuyorlar bana. Dayanamıyorum artık Sedat.” Sesi titeyen kadın ağlamaktan nefret etse de kendini tutamamıştı. “Mola bitti Leyla Hanım” diyen Gülden`in sesi ile anısından kopan kadın bir şeyleri uzun zaman sonra anlamanın verdiği acıyla iç geçirdi. “Geliyorum.” Karavandan inerken soğuk maskesi yine yüzündeydi. Fotoğraf makinesini kontrol ederek çekim alanına döndüğünde Yıldız ailesinin on beş tane kadar fotoğrafını çekti. Çekimin sona erdiğini bildiren çalışanına makineyi uzatan kadın oradan uzaklaştı. Bir saattir makinenin ofjektifinden izlediği mutlu aile tablosu sinirlerine dokunuyordu. Alandan uzaklaşarak esneme hareketleri yaparken duyduğu sesle duraksamak zorunda kalmıştı. “Seni iyi gördüm.” Tuttuğu nefesini dışarı üfleyen kadın adama doğru döndü. Birkaç adımda onun önünde durdu. “Onu çok mu sevdin?” diye sordu. Onun ne demek istediğini anlayan Sedat gözlerini kaçırmadan “Hep sevdim.” diye yanıtladı. Aldığı cevapla acı darbe alan Leyla bir adım geri attı. Geri adım atsa da gözlerini onun gözlerinden kaçırmadı. “Peki ben?” sesinin titremesine engel olamadı. Soğuk maskesi içindeki cehennem sıcaklığına dayanamayıp eriyordu. Sedat istifini bozmadı. “Ailem boşanmış bir kadınla evlenmemi istemedi. Seni gösterdiklerinde olur dedim.” Aldığı cevap Leyla`yı öfkeyle güldürmüştü. “Sevdiğim kadınla eşit olmak için kurban olarak seni seçtim desene şuna.” öfke gittikçe kanını kaynatıyor soğukkanlılığını yitirmesine neden oluyordu. “Leyla!” diye uyaran adamın ses tonu içindeki öfkeli kadının zincirlerinden kurtulmasına sebep olmuştu. Bunda iki gün önce ışıklarda durduğunda yolun kenarındaki restoranda bir kadınla oturan Ertuğrul`un da etkisi az değildi. Birini uzaktan sevmenin en kötü yanı buydu işte. O kadının kim olduğunu soramıyordu adama. İçi içini yiyordu kaç gündür. “Leyla ya Leyla. Doktorların tedavi olmazsan baba olamayacaksın dediğinde onca yalvarmalarına kulak tıkadığın Leyla! Kalbinde başka kadını taşıdığın halde her gece koynuna girdiğin Leyla! Seni seviyorum güzelim kelimesinin aslında ona söylenmediğini yıllar sonra da olsa anlayan salak Leyla! ” Sedat`ın boş bakışlarla sakince “Haddini aşıyorsun.” demesi kadını sinir krizinin eşiğine getirmişti. “Ben boşanalım dediğimde sanki bunu bekliyormuş gibi evet diyen, yıllarca beni aldatan, yalandan seviyormuş gibi davranan, boşandıktan iki ay sonra sevdiği kadını nikahına alan, bu yetmezmiş gibi tedavi olup çocuk sahibi olan, gecelerce hayalini kurarak uykuya daldığım Luna ismini kızına veren sen ama haddini aşan benim öyle mi Sedat Bey?” diye bağıran kadın etraftaki herkesin onlara baktığını umursamayacak kadar öfkeli, hayal kırıklığı doluydu. Sedat aniden kadının çenesini kavrayarak kendine çekti. Kadın ondan kurtulmak için çırpınsa da adam kendisinden kat be kat güçlüydü. “Sen beni sevseydin savaşırdın Leyla Hanım! Bir iki kavgadan sonra hemen boşanalım demezdin.” “Bırak beni adi herif” dedi kadın sıkılı dişlerinin arasından. Adam çenesini sıktığı için dudakları öne doğru büzülmüştü. O konuşunca Sedat`ın bakışları dudaklarına takıldı. Karısı dahil herkesin kendilerini izlediği bir anda adi herifin böyle yapması kadının midesini ağzına getirdi. Tırnaklarını çıkarmış kedi gibi adamın yakışıklı suratını tırmalamaya hazırlanırken aniden geriye savruldu. Birisi onu belinden kavrayarak kendine doğru çekmişti. Ağzını açarak bir şey diyecekken Sedat`ı kolundan tutarak götüren Sadık`a takılmıştı bakışları. Sadık`ın gelmesiyle herkes çekilmiş o ve belini sıkıca tutan biri kalmıştı. Öfke hâlâ bedeninde meşale gibi yanarken adamın ellerini üzerinden ittirdi. “Sen de bir git be. Bırak beni. Uzak dur aptal.” diye çemkirerek arkasına döndü. Ağzını açarak ateş püskürecekti ki, gördüğü kişi şokla donmasına neden olmuştu. Karşısında elleri ceplerinde kendisine, duygu kırıntılarına hasret yüzle bakan Ertuğrul Kasımoğlu vardı. Mata Hari* (d. 7 Ağustos 1876, Leeuwarden, Hollanda - ö. 15 Ekim 1917, Vincennes, Fransa), I. Dünya Savaşı yıllarında, dansçı kimliği altında Almanya hesabına çalışan casus. Hollandalı olan Mata Hari'nin asıl adı Margaretha Geertruida Zelle'dir. Mata Hari'nin ismi Malay dilinde şafağın gözü, Hint dilinde şafağın gözbebeği anlamına gelir. Kaynak: tr.wikipedia.org

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

HÜKÜM

read
222.8K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
518.8K
bc

AŞKLA BERDEL

read
78.8K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
1.8K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook