İniş
Asmira, Asi’yi zorlu yamaçtan aşağı, karın içinde hızla sürükledi. Arkalarından gelen bağırışlar ve tüfek sesleri giderek azalıyordu. Karın üzerinde açtıkları iz, derin bir yara gibi uzuyordu; ama bu iz, onları daha hızlı ve daha alçaktaki güvenliğe taşıyordu.
Mert, Asi’nin sırtında zorlukla tutunuyordu. Bilinci dalgalanıyor, ancak Asmira'nın kararlılığına duyduğu hayranlık, onu ayakta tutuyordu. "Köy... köye mi gidiyoruz?" diye sordu, sesi kısıktı.
Asmira, alçakta, sisin hafifçe aralandığı yerde görünen minik ışıklara baktı. "Hayır. Köylerde Ağa'nın kulağı var. Dağların ardında, Çoban Musa'nın ağılı var. Bana çocukluğumda yardım etmişti. Kimseye karışmaz, sadıktır. Orada saklanacağız, sonra..."
"Sonra ne?"
"Sonra seni askeri birliğe ulaştıracağım."
Bir saat daha süren yorucu bir inişin ardından, nihayet kar seviyesi azaldı ve Asi'nin yürümesi kolaylaştı. Karın azaldığı, çalılıkların başladığı bir vadide, taştan yapılmış, dumanı tüten küçük bir ağıl gördüler.
Sığınak.
Asmira, yorgunluktan bitmiş bir halde Asi’yi durdurdu. Mert'i yere indirdi. Ağılın kapısına yürüdü.
"Musa Amca!" diye seslendi Asmira. Sesi titrekti. "Ben geldim! Asmira!"
Kapı yavaşça açıldı. İçeriden gelen sıcak hava ve koyun kokusu, hayat vericiydi.
Yüzleşme
Kapıda, yüzü kırışıklıklarla dolu, ak sakallı, yaşlı bir adam belirdi: Musa.
Asmira, sevinçle adamın boynuna sarıldı. "Biliyordum! Sadece sen..."
Musa, Asmira'nın kollarının arasından zorlukla sıyrıldı. Gözleri, Asmira'nın hemen arkasındaki yaralı, yabancı adama, Mert'e kaydı.
"Bu kim?" diye sordu Musa, sesi beklenmedik şekilde soğuktu.
"O bir asker, Astsubay," diye fısıldadı Asmira. "Yaralı. Kaçıyoruz. Baran... bizi arıyor. Bize sığınak ver, ne olur. Sadece bir gece..."
Musa, derin bir nefes aldı. Gözlerini kaçırdı ve ağılın içindeki karanlığa baktı.
"Kızım," dedi Musa, sesi artık şefkatten uzaktı. "Biliyorum, Ağa seni haksız yere Berdel'e zorladı. Ama sen... sen bir isyan başlattın. Konak'ın kararlarına karşı geldin. Dağların dengesi bozuldu."
Asmira, sırtından soğuk bir rüzgar estiğini hissetti. "Ne diyorsun, Musa Amca? Sen her zaman bize yardım ederdin."
Musa, yavaşça elini arkasındaki duvara uzattı. Elinde, eskimiş bir av tüfeği belirdi.
"Baran Ağa... bana bu kaçağı getirmem için üç yüz altın teklif etti."
Asmira’nın nefesi kesildi. Gözleri yaşlı adamın acımasız ifadesine kilitlendi. Yüzündeki yorgunluk, anında saf öfkeye dönüştü.
"Para mı?" diye fısıldadı. "Sen, beni... paraya mı sattın? Çocukluğumuzu, verdiğin sözleri... her şeyi?"
Mert, yerde, zorlukla konuşuyordu: "Asmira... dikkat et..."
Musa, tüfeği kararlılıkla doğrulttu. "Bana kızma, kızım. Bu dağlarda kanun güçlü olandadır. Baran'ın gücü, benim vicdanımdan daha ağırdır. Üç yüz altın... tüm ağılımı kıştan çıkarır."
Son Çırpınış
Musa'nın tetiğe basmasından saniyeler önce, Asmira içgüdüsel olarak davrandı. Gözü, Musa'nın hemen arkasındaki, koyun yünleriyle dolu bir yığına takıldı.
Hızla eğildi ve yerde duran bir taş parçasını alıp, içerideki koyunlara doğru fırlattı.
Koyunlar, panikle sesin geldiği yöne, yani Musa'nın üzerine doğru depar attılar.
Musa, dengesini kaybetti. Tüfeği elinden düştü ve avluya yuvarlandı.
Bu kargaşadan faydalanan Asmira, Mert'i zorla yerden kaldırdı ve Asi'ye doğru koştu.
"Sırtına tutun!" diye bağırdı.
Mert, son bir gayretle kendini Asi'nin üzerine attı. Asmira, atı en yakın karanlık ormanlık alana doğru dörtnala sürdü.
Arkalarından, Musa'nın öfkeli sesi yankılanıyordu: "Kaçamazsınız!"
Asmira ve Mert, kanı kaynayan bir ihanetin acısıyla, geceye doğru, bilinmeze doğru yeniden kaçmaya başladılar. Artık tek bir kesinlik vardı: Bu dağlarda güvenilecek kimse kalmamıştı.
Bu ihanet, kaçışın seyrini tamamen değiştirdi. Şimdi, yolları tamamen kapalı.