Zaman tahmin ettiğim gibi hızlı ilerlemiş ve bir haftalık stajımın her ne kadar istemiyor olsam da sonuna gelmiştik. Son güne kadar beni insan kaynaklarına çağırıp staj sonrası devam etmem için konuşmalarını umdum fakat hayal kırıklığı gerçekten büyük olmuştu. Bana staj boyunca verdiğim emek için teşekkür ettiler ve staj ücretimi vererek yeni bir personel için bütçelerinin olmadığını, sırada bekleyen staj çalışması için gelecek olan arkadaşları bile kabul etmeyeceklerini açıkladıklarında içimden kahkaha atmak gelmişti. Burası İtalya’nın önde gelen restoranlarından biriydi. Her akşam boş masaları kalmayacak şekilde doluyordu. Hatta neredeyse bir aylık sıralı randevu defterleri vardı. Burada yemek yiyebilmek için neredeyse bir ay bekleyecek sabırlı müşterilere sahipti. Üstelik hafta sonları rezerve edilmiş düğün nişan organizasyonlarını hesaba katmıyordum bile. Söyledikleri kadar batmış ve zor durumda olmaları imkansızdı. Sadece ucuza eleman çalıştırmak işlerine geliyordu. Sonuçta staj ücretlerini okul karşılıyordu ve buraya gelen çoğu öğrenciye garsonluk yaptırılıyordu. Onlara verecekleri tek şey sabah ve öğlen yemekleriydi. Vardiyaları akşam olan öğrencilere ise sadece akşam yemekleri veriliyordu. İşin aslı herkes çıkarını düşünüyordu ve restoranın çıkarları arasında yeni bir personel yoktu. Tabi ki bu durum benim pes etmeme neden değildi. Birkaç yere başvuruda bulunmuş hatta birkaçı ile görüşmeye bile gitmiştim. Hatta 3 yer ile görüşmeye gitmiş biri ile neredeyse anlaşma evresine bile geçmiştim. Görüşme esnasında beni şef aşçı ile tanıştırmışlar birkaç tabak hazırlatmışlar ve tekrar çağıracaklarını söyleyerek beni göndermişlerdi. Neredeyse 3 gün geçmesine rağmen arayan da olmamıştı. Hala umudum vardı. Hala umutla bekliyordum. Beni seçmemeleri için kendimce bir neden bulamıyordum ama yine de dua ediyordum.
Güzel bir İtalya sabahına gözlerimi açarken, güneşin odanın içini aydınlatmasını birkaç saniye öylece bakıp izledim. Bir haftadır sabahın erken saatlerinde kalkıp, telaşla hazırlanma olmayınca neredeyse kendimi bir boşlukta gibi hissediyordum. İtalya’ya geldiğim günün ertesi günü daha evi bile yerleştirme fırsatı bulamadan okula başlamıştım ve geçen 3 aylık zaman diliminde o fırsatı bir türlü yaratamamıştım. Şimdi ise her günüm evimde geçiyordu. Dışarıya çıkmayı dolaşmayı ve İtalya’da okuduğum süre boyunca görmediğim neresi varsa oraları gezmeyi diliyorum. Toparlanıp kendimi dışarıya atamıyordum. Aslında evimi istediğim düzene sokmak istiyordum. Kitaplığımı düzenlemek, iyi bir temizlik yapmak, mutfaktaki yerleştirmeleri yapmak ve bu boş zamanı değerlendirmek istiyordum. Fakat hala iş konusunda bir sonuca varamadığım için toplanayım mı? İyice yerleşeyim mi? Diye arada kalmıştım. Buda beni hiçbir şey yapmamaya, pinekleyip durmaya itiyordu. Gözlerimi incelemeye koyulduğum tavandan çekip, yatakta oturdum ve birkaç saniye öylece kaldım. Kendimi çok ama çok yalnız hissediyordum. Bir ailem vardı, her ne kadar anlaşamıyor olsak da düştüğümde hemen yanımda bitecek olan bir ikizim vardı. Derin bir nefes aldığım anda telefonum çaldı. Arıyor olabilirler mi diye umutla telefona koştum ve birkaç saniye önce aklımdan geçirdiğim ikizim Kadir’in beni aramasına gülümsedim. Gerçekten bu çocuğun sinyal alıcısı falan vardı. Biri onu aklından geçirdiğinde onu arayabiliyordu. Tabi bu durum sadece ailesi arkadaşları için geçerliydi. Telefonu sesimi iyi çıkarmaya çabalayarak,
“Artık senin gerçekten sinyal alıcısına sahip olduğunu düşünüyorum” diyerek açtığımda karşı taraftan gelen bir derin nefes sesi ile Kadir Ertürk’ün esprilerden de hoşlanmadığını hatırladım. Sonra daha sakin çıkan sesimle
“Tamam ne oldu?” diye sordum. Kadir ise
“Ali’nin yaşamaya devam etmesi için kalbinin herhangi bir sebebi var mı?” diye sordu. Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. Öğrenmişti ve bunu kimden öğrendiğini araştırmam bile gerekmiyordu. Kesin Filiz onunla buluşabilmek için bu durumu kullanmıştı. Çünkü başka türlü Kadir onunla buluşmayacağını bilirdi. Bir şeylerin iyi gitmesine ihtiyacım vardı ve bunun artık başlaması gerekiyordu. Kadir konuşurken arkasından
“Hande gerçekten üzgünüm” diye seslenen Filiz konuşmaya
“Fakat Kadir’in bilmesi gerektiğini düşündüm. Sonuçta sen Ali’den uzaklaşmak için İtalya’ya gittin. Onun buradan gitmesi gerekiyordu.” Dediğinde ise gözlerimi kocaman açtım. Öfkem neredeyse tavan yapmıştı ve konuşmak için kelimelerimi bulmakta zorlanıyordum. Filiz her ne kadar uslu sevilesi bir kedi gibi yumuşacık olsa da çıkarları için hırçın ve saldırgan bir kedi olmaktan hiç çekinmezdi. Şu anda Kadir’e ulaşmak için beni harcıyordu ve gerçekten onunla olan arkadaşlığımı sorgulamama sebep oluyordu. O gecenin, yaşadıklarıma tek sebep olan o kişinin gerçekten ciddi anlamda dayak yemesini her ne kadar istiyor olsam da Kadir’in başının derde girmesine izin veremezdim. Kadir gerçekten onu öldürürdü. Babamlar devreye girerdi ve Filiz onlara da şirin görünmek adına olan biteni anlatırdı. O zaman iş çığırından çıkar ve kontrol edilemez bir boyuta gelirdi. Buda benim için açıklaması yapılması gereken sürüsüne konu anlamına geliyordu. Onun için hemen kendimi toparlayıp Kadir’e
“Filiz sana ne söyledi bilmiyorum fakat söylediklerinin abartıdan öteye gitmediğini görüyorum. Ali ile aramda herhangi bir olumsuzluk yok beni aldattığını öğrendim ve onu terk ettim hepsi bu Bunalımda değilim ve inan bana onun için bir an olsun üzülmedim. Filiz sana ne anlattı?” diye sordum. Kadir,
“Antalya’da başına bazı olaylar gelmiş “dediği anda
“Kesinlikle büyütülecek bir durum değil Kadir. Sadece karanlıkta otele yürümek zorunda kaldım ve sabahında orayı terk ettim. Dediğim gibi Filiz dikkatini çekebilmek için abartmış” dedim ve telefonu filize vermesini istedim. Filiz telefonu alınca
“Kadir’in bundan sonraki hayatında suratına bakmasını istiyorsan söylediklerimin dışına çıkma ve bir daha hayatıma burnunu sokma anladın mı?” Diye sert bir sesle sordum. Bu hayat benimdi ve verdiğim kararlarımın sadece beni ilgilendirmesi gerekiyordu. Sadece İstanbul’da güvendiği tek arkadaşı olamam hayallerimin peşinden gitmeme engel değildi. Her zaman onun yanında olmamı istemesi ve tercihlerimi onun yanında olacak şekilde yapmamı beklemesi büyük bir bencillikti ve benim hayatımda bencillere yer yoktu. Bu konuşmanın sonunda onunla olan arkadaşlığıma gerçekten uzun bir süre ara vermeyi düşünüyordum. Fazlasıyla haddini aşmış ve zaten sıkkın olan canımı daha fazla sıkmıştı. Burada çok zor zamanlar geçiriyordum. Bir hayalim vardı ve neredeyse başarısızlıkla sonuçlanmak üzereydi. Bunun bende yarattığı bir üzüntü vardı ve ailemin başıma gelenleri öğrenmesinin ardından yaşayacakları üzüntü ve hayal kırıklığını gerçekten kaldıramazdım. Tüm bu seçenekleri düşününce Filiz’in çenesini kapalı tutması için gerekirse onu yalancı bile çıkarabilirdim. Telefonun diğer ucunda neye uğradığını şaşıran şok olmuş bir şekilde duran Filiz,
“Hande” diye söze başladığında sözünü keserek,
“Şimdi Kadir’e bu durumu nasıl kıvıracağın umurumda değil, onun için hızlıca düşün. Antalya hakkında tek kelime bile etme Ali’yi dövmesi için uydurduğunu bile söyleyebilirsin beni aldatmasına çok öfkelendiğini de sana ve becerine kalmış. Yoksa gerçekten Kadir ile hayallerini gerçekleştirememen için elimden ne geliyorsa yapabilirim.” Dediğimde gerçekten kararlı olduğumu anlamış olduğunu umarak,
“Şimdi telefonu Kadir’e ver!” dedim ve telefonu alan Kadir’e
“Evet yumruklarını Ali’den uzak tutuyorsun. Burada olmak benim hayalim ve bunu devam ettirmeyi düşünüyorum. Yeterince zor bir dönemden geçiyorum Filiz’in seni tavlamak için abarttığı olaylar yüzünden daha fazla gerilemem.” Dediğim anda
“Bir sorun mu var?” Diye sordu. Sinirim geriliyordu. Neden sürekli soru sormaya kendini programlamıştı. Neden hep bir sorun olduğunu düşünüyordu ve neden hiçbir şekilde yardımcı olmuyordu. Bu konu hakkında konuşmayı istemiyordum ve eğer ona mantıklı bir açıklama yapmaz isem konu anneme burada bir sorunum olduğu hakkında bir açıklama ile gidecekti ve sanırım yarın sabaha annemi kapımda açmam için zilimi çalarken görmek kaçınılmazdı. Onun için
“Burada çok yalnızım ve yoğunlaşmam gereken bir uygulama için buradayım. Senin aksine hedeflerim var Kadir. Aklımı bu saçmalıklarla doldurmamam gerekiyor ve senin bana yardımcı olman gerekirken işleri daha da zorlaştırman hiç iyi değil. Lütfen Ali’den yumruklarını uzak tut. İnan bana buna değmez benim için hiçbir anlam ifade etmiyor” dedim ve anlamış olduğu bir cevap vermesi için saniyelik geçen zaman diliminde dua bile ettim. Gözlerim dolmuştu ve birkaç saniye gibi olan fakat bana sonsuz bir zamanmış gibi hissettiren o 1 kaç saniyelik zaman bitiminde
“Tamam” dedi ve telefonu kapattı. Sadece derin bir nefes aldım. Ardından yataktan kalktım ve duşa gittim. Farklı birkaç başvurum daha olabilirdi. Bira ilana bakabilir ve değerlendirmeleri için randevu talep edebilirdim. Bir hayalim vardı ve bunun peşinden komam gerekiyordu. Yatağın içinde veya evin içinde birilerinin hayallerim için pes etmem gereken kararlar almasına bir son vermem gerekiyordu. Burası İtalya’ydı. Burada milyonlarca restoran vardı ve lükslük haricinde tüm aşçılar neredeyse aynı okullardan mezun olmuştu. Bunu başarabilirdim. Ben bu hayatta karşıma çıkan her zorluğu bir başıma geçmiş ve hedeflediğim her şeyi başarmıştım. Bunu başaramamam için herhangi bir engel yoktu. Kendime gelmem gerekiyordu o kadar. Ben Melek Ertürk’ün kızıydım. Kesinlikle savaşmadan pes edemezdim. Çünkü annemin beni büyütürken itina ile bana öğrettiği tek şey,
“Günü geldiğinde ben kazanmak için ne yaptım dememek için yapabileceğin her şeyi yanlış olmadan yap ki pişmanlık gözyaşların seni boğmasın” cümlesini anlamamdı. O cümleyi üniversite sınavında ve hayatımda hedef olduğuna karar verdiğim her savağımda aklımın ucuna yazmıştım. Onun için pes edemezdim.
…………………………………
2 Hafta sonra
Tek başıma içki içmekten hoşlanmıyordum. Fakat bu geceye de fazlasıyla ihtiyacım olduğu gibi etrafımda paylaşacağım kimse de yoktu. Tüm arkadaşlarım İstanbul’daydı ve burada edindiğim birkaç arkadaşımda şu anda bulmuş oldukları işlerinde mesai başındaydı. Tüm gardım düşmüş, tüm ümitlerim bitiş ve neredeyse pes etme ipinin üzerinden başarısızlığa kendimi bırakmak üzereydim. Yalnızdım ve beni ayağa kaldıracak kimse yoktu. Ailemi arasam hemen İstanbul’a dönmem için konuşmalar başlardı. Hayallerimin önemini ne kadar biliyor olsalar da burada tek başına kalmam onları fazlasıyla rahatsız ediyordu. Sadece 1 yıl daha burada kalmak istiyordum. Öğrenmem gereken çok fazla şey vardı. Okul haricinde kendime katmama gereken teknikler ve pratikler vardı. Gerçekten son iş görüşmemde kadının ücret beklentimi sormasına ücret ile ilgili bir beklentim yok sadece çalışmak istiyorum demek istemiştim fakat burada farklı düşünmelerine neden olacağımı düşünmeleri istememiştim. İtalya’da herkes para için çalışırdı. Çalışmak için paraya ihtiyaçları olmayan kişiler kariyer derdinde olurdu. Ben onların iş pozisyonu için paraya ihtiyacı olan bölümdeydim. Onun için onun verdiğini kabul etmiştim. Fakat yine beni arayacaklarını söyleyerek göndermişler ve geri dönüşte yapılmamıştı. Buda evimin salonunda oturup film izlerken açmış olduğum şarabımın ve aklıma gelen İstanbul anılarımdan dolayı kendimi dışarıya atmıştım. Çünkü aklımda öyle deli pes etmişlik düşüncesi vardı ki eğer evde bir başıma içmeye devam edersem valizimi toplayıp geri dönüş yoluna girmem an meselesiydi. Gözlerimi kapamamla açmam arasındaki tek fark artık İstanbul’da odamda ve yatağımda olduğum gerçeği olurdu. Şu anda yaptığım kaçınılmaz sonu ertelemek gibi bir durumdu. Fakat şu anda her türlü ertelemeye teşekkür etme durumundaydım. Elimdeki shot bardağını hızla diktim ve sesli bir şekilde
“Lanet olsun neden aramıyorlar ki” diye söylenmek oldu. Son görüşmemdeki insan kaynakları müdürü Nora Hanım ile fazla güzel bir muhabbet içinde olmuştuk. İş haricinde Türkiye’den ve geçen yaz tatilini yaptığı İzmir’den bahsetmiştik. Geçen yaz İzmir Ala çatıda tatil yapmış ve orada yakışıklı bir Türk erkeği ile tanışmıştı. Şanslı kadınlardandı ve ülkemizin önde gelen kadın avcılarından değil de gerçekten dürüst ve mükemmel bir adam ile tanıştığını anlamıştım. Adamın ailesi ile geçen ay tanışmış ve önümüzdeki yaz sonu Alaçatı’da evleneceklerini söylediğinde gülümseyerek onu tebrik etmiştim. Oradan çıkarken gerçekten çok güzel ve olumlu olduğunu hissetmiştim. Üstelik içimdeki umudu fazlaca yeşertmiş olmanın verdiği hayal kırıklığını yaşıyordum aslında. Çünkü neredeyse her sabah uyandığımda güne beni arayacaklarını ve
“Hande Hanım sizinle başlamak istiyoruz” olumlu yanıtını vereceklerini düşünerek başlıyordum. Gün öğleni geçtikten sonra umutların fazlasıyla azalıyor ve hüzne boğuluyordum. Fakat neredeyse 1 hafta olmuştu ve olumsuz bir dönüş bile olmamıştı. Moralim o kadar bozuktu ki bardağımın yenilenmiş olduğunu fark etmem ile düşünmeden ikinci bardağımda tek içişte mideme indirdim. İçkinin boğazımdan geçtikten sonraki yakma hissi tüm bedenimi saran bir rahatlığa bırakırken derin bir nefes aldım. Şu anda bu durum hiç de güzel bir şekilde ilerlemiyordu. Ne planladıysam ters işlemiş ve geldiğim noktadan hiç ama hiç memnun değildim. Ruh halim beni hiç de güzel olmayan bir yöne çekmeye başlamıştı çünkü içki içtiğimde eğer kontrolümü elimden bırakıyorsam bu evreden sonrası kendimi kaybetme aşaması oluyordu. Hele ki yurt dışında yanımda kimse olmadan, böyle bir durumdaysam başıma gelebilecekleri tahmin bile edemiyordum. Kendimi gecenin sabahından bir otel odasında veya hiç tanımadığım bir adamın yatağında uyurken bulabilirdim ki bu isteyeceğim en son şey bile değildi.
Gece ilerledikçe içkiye ara vermiştim fakat, yine de içtiğim kadarı yeterli olmuşçasına bedenimde karıncalanma başlamıştı. Barmen dördüncü kez bardağımı tazelemeyi teklif etmiş yanıma bilmem kaçıncı kez takılma ve içki ısmarlama teklifi ile gereksiz insanlar gelmişti sayı belirtemiyordum. Bedenimdeki alkolün etkisinin biraz olsun azalmasını bekliyordum ki bu arada kafam dağılsın ve düşüncelerimden uzaklaşmak adına bardaki insanları incelemeye başladım. Tercih ettiğim bu bar gerçekten çok kalabalık, orta seviyeli insanların bulunduğu ve dekoru gereği fazla karanlıktı. İtalya bar ve restoran kısmında loş ışık kullanan ülkeler arasındaydı. Buradaki neredeyse tüm barlar karanlığa yakın loş ışık kullanıyor. Neredeyse birbirini görmek olanaksızdı. Bakışlarımı barın içinde dolaştırdığımda görebildiğim tek şey karanlık gölgelerden ibareti. Ben bakışlarımı etrafta gezdirirken gürültüden sesini net alamadığım fakat bakışlarından ne istediğini net ifade eden bir adam bana buralı olmayan kırık bir aksanla İtalyanca,
“Bir içki ısmarlayabilirim” diye sordu. Sesindeki çıkarcı tınıyı ve bakışlarındaki ifadenin anlamını ne söylediğini anlamasam bile tahmin etmekte zorluk seviyesini düşürüyordu. Onun için samimiyetsiz bir gülümseme eşliğinde yüzüne bakıp,
“Teşekkür ederim fakat, devam etmiyorum” diyerek karşılık verdim. Gitmesi gerekiyordu. Reddedilmişti ve burada birini reddettiğinde seni rahatsız etmeye devam etmiyordu. İtalya’ya geldiğim süre boyunca çok fazla dışarıya çıkmadım fakat çıktığım anlarda yanıma gelen ve ülkemizde çirkin olarak kabul edilse de burada hayatın normalliği olarak görünen tekliflerine hayır cevabı alan İtalyan erkekleri çoğunluktaydı. Fakat bu gereksiz şahız kesinlikle bir İtalyan değildi çünkü tespitimin aksine gitmedi ve beni rahatsız eden bakışlarına devam etti. O rahatsız eden bakışlarına devam ederken hemen arkamda beliren barmen ise,
“Bunu size ikram etmem için sipariş etti. Bence denemelisiniz.” Dediğinde samimiyetsiz olan gülüşüm artık sabrımın son raddesine geldiğimi gösteren bir gülümsemeye dönüşmüştü ve dişlerimi sıkarak,
“Size de söyleyeyim devam etmiyorum. Devam etmek isteseydim zaten siparişimi verebilirdim. Size herhangi bir sipariş vermediysem devam etmiyorum anlamındadır.” Dedim. O ise sanki söylediğimi duymamışçasına önünde duran bardağa bakıyordu. Neden insanın sabrını zorlamak zorunda olduklarına dair bir his içinde savaşıyorlardı. Yalnız kalmak ve kafamı dağıtmak istiyordum. Teklif ettin kabul ettim neden centilmenlik gereği mesafeni bilip uzaklaşmıyordun ki? Diye kendimce kendi kendime söylenirken barmenin sesi biraz önceki tonundan biraz üzgün bir şekilde çıkarak,
“Siz içmezseniz sanırım parasını alamam ve çöpe gider. Buda bana yazılır.” Dedi. Gerçekten çok ama çok amatörce bir davranıştı. Bunun bir oyun olduğunu anlamamak gerçekten fazla içine kapanık iyi niyetli biri olduğum anlamına geliyordu. Ben hiçbir zaman aptal olmadım ve aptal yerine koyulmaktan hiç ama hiç hoşlanmazdım. Onun için gözlerimden sanki birazdan ateş çıkacakmış gibi öfkeli bakışları barmene fırlatırken,
“Sende tüm sarışınların gerçekten aptal olduğunu düşünen geri zekalılardan mısın?” diyerek ona biraz daha yaklaştım ve
“Bunu içsem de içmesem de bu geri zekalı onun ücretini ödemek zorunda sadece daha fazla satış yapmak adına yalan söylemen komik” dediğimde yüzünde beliren öfke gözle görülür bir şekilde belli oluyordu. Fakat bunu saklamak istercesine savaş vermeye devam ediyordu. Kendinden emin bir şekilde
“Paraya ihtiyacım var ve her kadeh için bir kotam var kotayı doldurursam prim alacağım ve buna gerçekten ihtiyacım var” dediği esnada sinirle soluma sırası bendeydi. Bu lanet olası içkiyi içmezsem her ikisi de sanırım beni rahatsız etmeye devam edecekti. Şu anda bu savaşa enerjim yoktu. Onun için elime aldığım küçük bardaktaki kırmızıya yakın sıvıyı boğazımı hatta tüm bedenimi yakmasına izin vererek içtim. Birkaç saniye gözlerim kapalı kaldı ve içkinin sertliğinin verdiği şokun geçmesini bekledim. Lanet olsun çok ama çok sertti. Bedenimde deprem etkisi yarattığı kesindi. Eğer olurda Kadir ile buraya gelirsek kesinlikle denemesi gerekiyordu. Zira en az onun kadar bir insanın bedeninde deprem etkisi yaratıyordu. Aralarındaki tek fark Kadir yumruklarını konuşturuyordu. Gözlerimi açtığımda ise karşımda bana sırıtarak bakan iki geri zekâlıya daha sert bir şekilde bakarak
“Kaybolun ve beni rahat bırakın” diye söyledim. Başlarını sallayıp anlamsızca sırıtarak onayladılar ve başka bir yöne yöneldiklerinde derin ama beni hiç rahatlatmayan bir nefes aldım. Gerçekten bu sonuncuyu içmemem gerekiyordu. Barın içinde fazlasıyla hareketli bir müzik vardı. Burasının geceleri bu kadar akıcı ve kalabalık olduğunu bilmiyordum. Saat ilerledikçe kalkanlar olur diye bakınsam da her geçen saat daha fazla kalabalık oluyordu. Müşteriler ya dans ediyor ya da masalarında koyu bir muhabbet vardı. Bir an içim burkuldu. Herkes bir nedenden buradaydı. Ya sevgilisi ile bir şey kutlamaya veya eğlenmeye ya da arkadaşları ile takılmaya gelmişlerdi. Üstelik kimse benim gibi tek başına vakit geçirmiyordu. Onca insan içinde hemen ilerimizdeki masada oturan ve yüzü bara dönük olmasına rağmen yüzünü göremediğim karanlıkta duran bir adam vardı. Karanlıklar içinde bile fazlasıyla kalıplı ve dev gibi olduğu kesindi. Nedenini bilmediğim bir çekimle gözlerimi ondan ayıramıyordum. Karanlıkta onu tam anlamıyla göremesem bile fazlasıyla çekiciydi. Şaşırtılacak derecede karanlıkta ve görüş alanımda olmasa da bakışlarını fazlasıyla hissediyordum. Sanki oturduğu yerden beni saniye saniye izliyormuş gibi hissetmeme neden olan bir çekim vardı. Tam bu sırada bedenim uyuşmaya başlamıştı. Tüm bedenimde kontrolüm dışı bir şeyler oluyordu. Hiç ama hiç iyi hissetmiyordum ve sanırım daha da kötü olacaktım. Onun için kendimi bir an öce evime atmam gerekiyordu. Çantama uzandım, zorda olsa cüzdanımı çardım ve gerekli olan parayı ayarlayıp barmene verdim. Birkaç dakika önce benden uzaklaşan kişi bir anda yine tepemde belirdi. Üstelik barmende bakışlarına sinsilik yüklemiş bir yırtıcı gibi bana bakıyordu. Adam hiç de samimi olmayan bir ses tonu eşliğinde
“İyi misin?” diye sorunca dilim konuşmama müsaade etmezcesine kelimelerim çıkmazcasına
“Sanırım ama eve gitmem gerekiyor” diyerek cevap verdim. Bu kadar yakınımda olmasına rağmen yüzünü seçemiyor olmam normal değildi. Hala onca reddedilmeye oranla yanımda durması benle ilgilenmeye çalışması ise hiç ama hiç normal değildi.
“Dışarıya kadar sana eşlik etmeme ve bir taksi bulmana yardım etmemi ister misin? Dilersen evine de bırakabilirim” diye sorduğunda midemin bulandığını hissetmeye başladım. Sanki içimde bedenimin kabul etmediği bir şey vardı ve bir an önce ondan kurtulma çabasındaymış gibi hissediyordum. Başım dönüyor, soğuk terler bedenimi sarıyor ve nefes alamadığımı hissediyordum. Sesler uğultudan öteye gitmemeye başladığında zor bir şekilde,
“Hayır ben hallederim” diyerek cevap verdim. O ise sanki beni duymamışçasına elini belime yerleştirdi ve
“Ayakta duramayacak kadar çok içtin hadi sana bir taksi bulalım. Güvende olduğunu bilmem gerekiyor” diye söylendiğinde beni çoktan sürüklemeye başlamıştı bile. Evet neredeyse zorla beni sürüklüyordu ve bu çok saygısızca bir hareketti. Elinden kurtulmaya ve onu kendimden uzaklaştırmaya çalışıyordum fakat bunda çok da başarılı olduğum söylenemezdi. Bedenim çoktan kontrolümden çıkmıştı. Boynumdaki fularım sanki beni boğuyormuş gibi hissettiriyordu. Onu çıkarmaya elim gitmeyecek kadar kendimde değildim. Barın çıkışını görüyordum fakat birden hemen solda bulunan koridora girdiğimizde içimde panikten bir karanlık oluştu. Onun için hiç de yüksek çıkmayan sesimle
“Burası çıkış değil bırak beni!” diye bağırdım. Tabi buna bağırmak denmezdi beni zor duyduğuna yemin bile edebilirdim. Burası barın ara koridoruydu. Genelde bar türü yapıtlarda işletme sahipleri ya dinlenme odasını ya da orada kalacak olan personelleri için yatak odalarını bu tip kısımlara yapardı. Mesai saatlerinde dinlenme odası her saat başı biri tarafından 10 dk kullanılırdı. Fakat kalmak için tasarlanan odalara bar kapanana kadar kimsenin uğrayacağını düşünmüyordum. Hele ki orda sadece 1 kişi kalıyor ve o kişide barmen denen o şerefsiz ise hiç gelmeyeceğinden emindim. Beni halimi umursamadan tam anlamıyla sürükleyen adam tüm benliğimi ürperten bir ses tonuyla
“Eğlenceli olacak” dediğinde güçsüzce çırpınmaya başladım. Lanet olsun tekrar bunun olduğuna inanamıyordum. Rezil bir durumdaydım. Bu aptal duruma bir kere daha düştüğüm için kendimden nefret ediyordum. Gerçekten aptaldım. Evet herkesin düşündüğü o sarışın aptallardan olduğum kesindi. Bu durumdan nasıl kurtulacağımı korkuyla düşündüğüm anda biri tarafından belime yerleştirilen ellerle adamım kollarından hızla çekildim. Ardından
“Sana bırak dedi” diye gür bir ses kulaklarımda yankılandığında içimdeki karanlık bir anda kendini rahatlamaya bıraktı. Kim olduğunu anlamasam da sanki güvenli limana sığınmış gibi hissediyordum. Üstelik her ne kadar imkânsız olsa da bu koku ve bu ses tanıdıktı. Beni eli ile kavrayarak arkasına çekti. Kalbim içimde deli gibi atıyordu. Adam bir şeyler söylüyordu. Anlamaya çalıştım. Fakat bu konuşma içinde birkaç arbede sesi duydum gözlerim artık kapanıyordu. Gölgeler gözlerimin önünde gidip geliyordu. Fakat ben ne olduğunu anlamıyordum. Her şeyin bittiğini hissettiğim anda ise ayaklarım yerden kesilip bedenim havalandı. Yine o güçlü kollar, o güvenli liman beni sarmıştı. Kollarımda olan kişinin imkânsız olsa da kim olduğunu biliyordum. Burada ne işi olduğunu ve bunun bir mucize olduğunu düşünmekten başka bir çarem yoktu ve içtiğim son içkiyi içmemem gerektiğini dilime doladım. Kollarındaki sıcaklığa sokularak,
“O son kadehi içmemem gerekiyordu.” Diye söylendim. O ise biraz sert çıkan sesi ile
“İçine uyarıcı madde gibi bir şey attılar onun etkisindesin” diye söylediğinde tepki bile veremedim. Düşünemiyordum ve bu gecenin sabahında gerçekten kendime çeki düzen vermem gerektiğini bir kenara yazdım. Sonra biraz fısıldayarak
“Olsun karanlıklar kahramanım sonuçta beni buldu” dediğimde ise sanırım güldüğünü hissettim. Sonrasında ise kendimden geçmeye başladım. Tüm bedenim kendini salıyordu ve uyku beni esir alıyordu. Savaşmam imkânsız gibiydi. Onun için bende savaşmayı bıraktım. Ona onu tanımasam da güveniyordum. Hem de çok fazla güveniyordum….