Hakkâri'nin Şemdinli ilçesinde yol güvenliğini sağlayan askerlerle PKK'lılar arasında çıkan çatışmada 5 asker şehit oldu.
Eylül, 2016, Hakkâri.
Kuzey Irak sınırını geçeli neredeyse bir saat olmuştu ve sınırdan girmeye çalışan terörist grubun haberini aldığı anda tüm askerlerini toplayan Yüzbaşı Arman Savaş Akat, önde kobra arkasında tankla içine düştükleri bozuk yolda boynunu kütleterek önüne baktı.
Karşısındaki koltukta oturan adamın varlığı onu geriyordu ve askerlerinin emniyetini korumanın yanında bir de ayağının altında dolanan bir muhabirin canını korumak zorunda olması canını sıkıyordu.
Giray ise onun delici bakışlarından bağımsız yanında oturan Siraç'ın omzundaki roketatarı incelemeye koyulmuştu.
"Bundan kaç tane var mühimmatınızda?" diye sorunca Siraç düşünüyor gibi yaparak hmladı. Daha sonra da parmaklarıyla sayar gibi yapıp "Sanırım cebimdekiyle beraber sekiz tane" dedi.
Giray onunla dalga geçtiğini anladığı için kaşlarını yukarı kaldırarak "Cidden silahlardan hiçbir bok anlamadığımı falan mı sanıyorsunuz?" diyerek gülmemek için zor duran diğerlerine baktı.
Aslında hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmak Giray'ın en büyük silahıydı. Şimdiye kadar bu sayede girilmemesi gereken her yere girebilmiş, kimsenin almaya cesaret edemediği belgeleri bilmiyor gibi davranarak ele geçirmişti. Ailesinin tanınmış ismiyle ve rütbesiyle istediğini elde eden şımarık çocuk rolünü oynamak her zaman işine yarıyordu.
"Komutanım saat üç yönünde bir hareketlilik algılandı."
Arman üniformasındaki telsizini eline alıp "Merih" dediğinde tankın sürücüsü olan Merih'ten "Emredin komutanım" cevabı geldi.
"Öne çık."
Kısa cümle Merih için yeterliydi. "Emredersiniz komutanım" cevabıyla birlikte hızlandı ve önündeki kobrayı geçerek yerini aldı.
"Beş araç ve yaya olarak elliye yakın grup radarıma girdi komutanım."
Merih'in telsizden ilettiği bilgiyle Arman "İlerle" emrini verdiğinde Merih tankı tam gaz teröristlerin geldiği yöne doğru sürdü.
Kobra içinde gergince yerinde kıpırdanan Giray duyduğu doçka sesleriyle hızla etrafında oturan askerlere baktı. Arman ve diğerlerinin gözlerinde ise maskelerinin altından bile anlaşabilen gözle görülür bir öfkeyle yerlerinden kalktıklarına şahit oldu. Saniyeler içerisinde kobradan inen ekip ağır silahlarla ateş açmaya başlayan terörist grupların üstlerine doğru mermiler yağdırarak ilerlemeye başladılar.
Arazi araçlarının üslerine yerleştirdikleri doçka tipi silahlarla askerlerin üstüne süren teröristler onların sayıca az olmasını fırsat bilerek yolu aşabileceklerini sanıyorlardı ama tonlarca ağırlıktaki tankın üstlerine doğru tam gaz geldiğini gördüklerinde geriye çekildiler.
Dağların yamaçlarına doğru kaçan teröristlerin üstüne süren Merih telsizden "Komutanım müsade verin" diye seslendi.
Askerlerinin en önünde ilerleyen Arman hızla cevap verdi.
"Müsade senin aslanım, yık geçsin."
Merih dağların yamaçlarını hedef alarak güdümlü topu ateşlediğinde Giray yere çöküp başını iki kolu arasına aldı. Çünkü saniyeler sonra dağ topun etkisiyle şiddetle sarsıldı.
Arman "Devam et" diye bağırarak Giray'ı ensesinden tutup ayağa kaldırarak yürüttü.
Ediz ve Siraç mermilerin arasına dalarak "Beşi benim üçü senin" diye dalga geçerek yürüyorlardı.
Onların mermilerle dalga geçtiğini gören ve şokla etrafına bakınarak ilerleyen Giray, Merih'in tekrar kendine hedef bulduğunu anladığında kolundan sürükleyen adama baktı. Aybora, Tan ve Gökmen çoktan dağın yamaçlarına ulaşmış arazi aracından kaçan adamların ensesine yapışmıştı.
Arkalarında adamlarını bıraktıklarını anlayan teröristler kayalıkların arkasından ikisine ateş açmaya başladığında Tan yerde yatan adamı aşağı doğru sürüklerken Aybora ve Gökmen mermilere karşılık veriyordu. Ediz ve Siraç ise çoktan açtıkları yolda önlerinde geçmişti.
Artık göz gözü görmeyecek kadar toz dumana karıştığı sırada arkalarından gelen Arman ve diğerleriyle teröristler dağın diğer tarafına kaçışmaya başladılar. Ama onlar için her şey daha yeni başlıyordu.
Giray duyduğu helikopter sesiyle Arman'ın hemen arkasında gökyüzüne baktı ve aynı saniyelerde hepsinin telsizinde şu cümleler duyuldu.
"48. Hudut Tugay Komutanlığı'ndan Teğmen Karan Akkurt, emirlerinizi bekliyoruz komutanım."
Arman maskesinin altında gururlu bir gülümsemeyle telsizini eline aldı.
"Hoşgeldin Beyaz Kurt. Hedef saat on iki yönünde, devam et."
Karşı taraf tok bir sesle "Emredersiniz komutanım" diyerek Arman ve diğerlerinin üstünden süzülerek ileri doğru devam etti.
Hepsi gülerek birine bakarken yerde yaralı yatan teröristleri ensesinden tuttuğu gibi kaldıran Siraç "Ele başları bu sikik olamaz, devam edelim" dediğinde Arman hafifçe öksürerek önden yürümeye başladı.
Arkalarından gelen askerlerin en sonunda ise hâlâ başının belası Giray geliyordu. Bu adamın böyle bir çatışmada ölmemesi içten bile değildi.
Sinirle başını iki yana sallayarak Ediz'e seslendi.
"Şu küçük adamı koru, ölüp kalacak dağın başında."
Ediz gülmemeye çalışarak Giray'ın yanına gidip arkasına geçti, etrafını kolaçan ederek "Yürü küçük adam yürü" dedi.
Giray önce arkasına dönüp Ediz'e göz devirerek önüne döndü. Ardından diğerlerine yetişmek için hızlanarak onlar gibi dağı tırmanmaya başladı. Ama bir anda durup kaşlarını çatarak dağın aşağısına bakmaya çalıştı ve buraları bir yerde gördüğünü hatırladı. Birden bağırmaya başladı.
"Durun, durun tuzak. Dur."
Arman ve diğerleri oldukları yerde durduğunda Arman hızla geri dönüp Giray'ın koluna yapıştı.
"Ne diyorsun sen?"
Giray elini kaldırıp işaret parmağıyla dağın altındaki kurak araziyi gösterdi.
"İlerlemeyin sakın, burası mayın tarlası" diyerek dağın diğer tarafını gösterdi. "Ordan gittiler, dağların içinde mağaralar ve geçitler var."
Arman farkında bile olmadan Giray'ın kolunu sertçe sıkarak "Nerden biliyorsun lan sen bunları?" diye sordu.
Giray acıyla yüzünü buruştururken kolunu ondan kurturmak için hızla çekti.
"Nerden biliyorsam biliyorum komutan, size gitmeyin, tuzak diyorum."
Hepsi birbirlerine bakarken Arman telsizine sarıldı.
"Savaş'tan Beyaz Kurt'a, rapor ver."
Cevap gelmeyince bir kez daha konuşup dağın eteklerine baktı.
Karşı taraftan gelen cızırtı seslerinden sonra cevap geldi.
"Komutanım burası temiz, herhangi bir canlı algılanmadı."
Arman hızla Giray'a döndüğünde Giray başını iki yana sallayarak tekrar dağın diğer tarafını gösterdi.
Arman askerlerine onun gösterdiği yeri işaret ederek eğilerek devam etmelerini istedi. Hepsi kayalıkları siper alarak ve eğilerek o yöne doğru yürümeye başladılar. Arman ise Giray'ın başına elini koyup onu eğerek yürütmeye başladı.
Çünkü Arman onların ne yapmaya çalıştıklarını anlamıştı. Düzlüklere kadar sipersiz ilerleterek arkalarından saldıracaklardı ya da mayın tarlasında tuzağa düşüreceklerdi. Ama Giray'ın nereden bildiğini şu anda sorgulamayı daha sonraya bırakarak onun gösterdiği yerden gitmek Arman için mantıklı tek seçenekti.
Tankla dağı aşamayacağını anlayan Merih oflayarak tanktan indi, dağı tonlarca ağırlıktaki tankla aşmayı denemiş miydi? Evet, deneyecek kadar deliydi.
Diğerlerinin tırmandığı dağdan tırmanmaya başladığında arkadaşlarının yarattığı tahribata ve yerde yatan ölü adamlara bakarak söve söve kayalıklara çıkıyordu.
"Bana bir şey bırakmamışlar, şerefsizler."
"Hepsi sizin mi olum?"
"İnsan evladı bir tane bırakır ya."
Ne tarafa gittiğine bakmak için doğrulan Merih dağın altındaki kurak araziye baktı. Görünürde kimse yoktu ama dağın eteklerine anca indiklerini düşünerek dümdüz aşağıya doğru inmeye başladı. Dağın doruklarında hava oldukça soğuktu ama aşağılara indikçe hafif bir sıcaklık hissediyordu. Omzundaki tüfeğinin namlusunu etrafında gezdirerek kayalıklara tutunup dağın dibine ulaştı. Yine etrafında hiçbir şey göremeyince sesleri duymaya odaklandı. Şimdiye kadar onlara denk gelmesi gerektiğini biliyordu ama onlar burada değildi.
Kurak araziye attığı bir kaç adımdan sonra duyduğu helikopter sesiyle başını yukarı kaldırdı ve dağın diğer yönünden çıkan helikopterle araziye doğru geri geri bir kaç adım daha attı ama anında helikopterden bir kaç uyarı atışı gelince koşarak kayalıklara çıktı.
Telsizine bağlanan adamın öfkeli sesi "Nereye gittiğini sanıyorsun lan mal?" diye sordu.
Merih kulaklarına dolan öfkeli sese kaşlarını çatarak yukarı baktı. Helikopter kurak araziye doğru ilerleyerek uzaklaştı. Tekrar kayalıklara tırmanan Merih ise neler olduğunu bilmediği için sinirli sinirli ilerliyordu. Tekrar dağın yamacına ulaştığında az önce uzaklaşan helikopter geri döndü ve Merih'in hemen tepesinde metrelerce yükseklikten merdivenli halat salladı.
Merih'in artık canı sıkılmıştı ve diğerlerinin nerede olduğunu yukarıdaki şahısa sorabilmek için tırmanması gerekiyordu. Merih tam tırmanmak üzereyken aslında helikopterin neden halat salladığını anladı. Çünkü halattan aşağı ard arda komandolar iniyordu.
Merih şaşkınlıkla geri çekilirken ayakları yere ilk basan asker Merih'e ters ters bakarak "Ölmeye mi çalışıyorsun asker, yürü" diyerek Merih'i de önüne katarak yürüttü. Son askerde dağa indiğinde helikopter tekrar havalarak uzaklaştı.
Merih ise hâlâ olanların şokuyla arkasından gelen adama baktı. Adam onun şaşkınlığına kaşlarını çatarak "Ne bakıyorsun lan?"diyerek önüne geçti. Bir yandan da "Yüzbaşının bu kadar salak askeri olduğunu bilmiyordum" diyordu.
Karan'ın arkasından yürüyen ekibinin en sonunda kalan Merih kaşlarını yukarı kaldırarak ağzını araladı.
"Lan bu sikik kim?"