Bölüm 1: Okul Bahçesi

719 Kelimeler
İzmir'deki bir lisede, güneş ışıkları parlak mavi gökyüzünden okulun geniş bahçesine süzülüyordu. Öğle arasındaki bahçede, gençler kendi aralarında gruplar halinde sohbet ediyor, kahkahalar etrafta yankılanıyordu. Beton duvardaki bir köşeye yaslanmış Melis, telefonunun ekranında geziniyor, dış dünyadan kopmuş bir şekilde birinin resimlerine bakıyordu. Uzun, kahverengi saçları omuzlarından aşağı dökülmüş, parlak gözleri telefonun ekranına odaklanmıştı. Dizlerinin üzerindeki eteği ve gençliğin tazeliğini taşıyan yüzüyle oldukça güzel sayılırdı. Ama onu tanıyan herkes, her zaman içe dönük ve belki de biraz kendine özgü bir havaya sahip olduğunu söylerdi. Tam o sırada, bahçenin diğer ucundan Melih göründü. Göz alıcı bir özgüvenle yürüyen, sarışınla kumral arası dalgalı saçları ve sportif yapısıyla dikkat çeken bu genç, kendini okulun en özgüvenli öğrencilerinden biri olarak görüyordu. Dolayısıyla bugüne kadar kimseyle çıkmamış Melis ilebçıkmak ve hatta onunla yatmak onun için büyük bir iddia haline gelmişti. Melih arkadaş grubundan uzaklaşarak kararlı adımlarla Melis’e yöneldi. Arkadaşları arkasından merakla onu izliyordu. Melih, Melis'in yanına varınca, bir elini arkasındaki duvara koydu ve diğer eliyle öksürerek dikkatini çekti. "Yine mi telefonla takılıyorsun, Melis? Gerçek hayatta çok daha ilgi çekici şeyler var" dedi, hafif bir alayla. Melis, başını telefondan kaldırdı ve ona bıkkın bir ifadeyle baktı. "Yine ne istiyorsun, Melih?" dedi, pek de ilgilenmeyen bir ses tonuyla. Melih, yüzünde şımarık bir sırıtışla eğilerek konuşmaya devam etti. "Herkesin bir sevgilisi var artık, farkında mısın? Ama sen hâlâ böyle yalnız takılmaya devam mı edeceksin? Bence bu sana hiç yakışmıyor." Bir elini Melis'in eteğinin açıkta bıraktığı bacağına koyarak yukarı doğru kaldırdı. Eli eteğinin altından onu okşamaya başlamıştı ki Melis hiddetle onun elini itti. Melis öfkeyle "Sen ne yaptığını sanıyorsun?" dedi. Melih, onun bu tavrı görmezden gelip daha da yaklaştı. "Ama Melisçiğim, hiç sana yakışıyor mu böyle konuşmak? Yani sonuçta..." dedi, yılışık bir ses tonuyla. Bu cümle Melis’in sabrını taşırmıştı. Elini uzatıp Melih’i omzundan itti ve sert bir ifadeyle, "Dünyadaki son erkek sen olsan bile senin gibi züppe bir çocukla asla çıkmam!" dedi. Melih bir an geriye sendeledi, ama duruşunu bozmadan kendine güvenen bir şekilde arkasından bağırdı: "Büyük konuşma, Melis! Bakarsın bir gün pişman olursun!" Melis, oradan uzaklaşırken telefonunu tekrar eline aldı. Umursamaz bir tavırla gözlerini ekrana dikmeye çalışırken, Melih'in dokunuşundan hiç istemese de etkilendiğini fark etti. Sonuçta bakireydi ve çoğu arkadaşının aksine erkeklerle çok da içli dışlı değildi. Zaten bu yüzden Melih'in açık hedefi haline gelmişti. Onu elde edip kendini kanıtlamak Melih için bir iddia halini almıştı. Belki ona böyle yaklaşmasa Melih'in bir şansı olabilirdi. Sonuçta yakışıklı bir çocuktu. Ama onun kendisini kullanmak ve sonrasında bir kenara atmak niyetinde olduğundan emindi. Bu yüzden ısrarlı kur yapmalarına ve sıkıştırmalarına rağmen ona asla yüz vermiyordu. Melis yüzünde hafif bir öfkenin iziyle sınıfına girdi. Az sonra öğle arasının bitişini haber veren zil tüm gücüyle okulun korudorlarında yankılandı. Melis en arka sıradaki yerine otururken, defterini açıp ders programına baktı. Öğleden sonraki ilk ders matematikti, sonra edebiyat ve sonra tarih... Son iki dersin tarih olması yüzünü güldürürken, salak Melih moralini bozsa da en azından Zeki hocayı görüp mutlu olacağını düşündü. Onu görmek içine bahar gelmesi gibiydi. Tüm sorunlarını unutuyor, o ders anlatırken sanki sınıfın geri kalanı yok oluyor ve sadece ikisi kalıyordu. Melis için tarih dersleri, haftanın en heyecan verici anlarıydı. Okul koridorlarında adeta süzülen, uzun boylu, koyu kestane rengi saçları her zaman düzgün bir şekilde taranmış olan yakışıklı Zeki Hoca, derslikte göründüğü anda sınıf sessizliğe bürünürdü. Siyah gözlerindeki otorite, konuşmadan bile herkesin ona saygı duymasını sağlardı. Hafif kirli sakalı, ciddi yüz ifadesine hoş bir karizma katıyordu. Zeki Hoca idealist bir öğretmendi. Tarihi öğrencilerine sevdirmek için elinden geleni yapıyordu. Ama Melis’i onu çeken bu değildi. Onun farklı olduğunu hissediyordu. Okulda onlara gösterdiği idealist ve ciddi tavrının arkasındaki o çekici kişiliğini tanımak için ölüyordu. Melis, Zeki Hoca’nın sınıfa adım atışını bile nefesini tutarak izlerdi. O konuşurken, sanki zaman durur, kalan herşeyi unuturdu. Melis, tahtaya yazdığı her kelimeyi defterine büyük bir dikkatle geçirir, onun yüzündeki her ifadeyi ise asla unutmamak üzere zihninin bir köşesine kaydederdi. Ama Melis, tüm bu yoğun duygularına rağmen bu hayranlığı içinde saklamayı seçiyordu. Zeki Hoca, onun hayal dünyasında ulaşılmaz bir figürdü. Her ders bitiminde, sınıf boşalırken Melis bir an daha onunla aynı havayı soluduğu için şanslı hissederek biraz daha yerinde otururdu. Bu duyguları sadece kendine saklıayarak, Zeki Hoca’yı kalbinde özel bir yere koyuyordu. Bu hislerin dile gelmesi, onun için imkansızdı. Yine de bu duyguların ayaklarını yerden kesmesine izin veriyor, her gece yatarken içinde Zeki hocanın da yer aldığı aşk dolu hayaller kuruyordu.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE