BİRİNCİ BÖLÜM
Kolumdaki saat öğleden sonra biri gösteriyordu. Öğle paydosunu çoktan geçmiştik. Ne kadar acıkmış olursam olayım işler o kadar yoğundu ki, bırakıp gitmek bizim için lüks sayılıyordu. Yeni sezona girmemize iki hafta kalmıştı. Bu yüzden başımız oldukça yoğundu. Tüm tasarım ekibi olarak günlerdir yoğun mesai yaparak tasarımları zamanında yetiştirmeyi başarmıştık. Şimdi ise o tasarımların sonuçlarını görme zamanıydı.
“ Yakut.” Gömüldüğüm kataloglardan başımı kaldırıp sesin geldiği yöne doru baktım. Güneş, Ferhat Beyin odasının önünde durmuş bana bakıyordu. Elindeki dosyalara bakılacak olursa toplantı vardı ve ben bunu yine unutmuştum. Aman ne harika… “ Sunum başlamak üzere.”
Başımı sallayarak anladığımı gösterdim. “ Geliyorum hemen.” Güneş Ferhat Beyin odasına girerken ben de katalogları toparlayıp ayağa kalktım. Demirhan Mücevher olarak, yeni sezona bomba gibi bir giriş yapmaya hazırlanıyorduk. Bu konuda oldukça iddialıydık da. Doğan Mücevher’e karşı bu sezonda da kazanacaktık. Bunun için elimden gelen her şeyi yapmıştım. Ve bu kez de başarmak konusunda kararlıydım.
Odanın kapısını çalıp içeriye girdiğimde benim dışında tüm ekibin burada olduğunu gördüm. İşe o kadar odaklanmıştım ki, sunum aklımdan uçup gitmişti. “ Özür dilerim. Biraz geç kaldım.” Dedim her zamanki yerimi alırken. Yani Ferhat Bey’in sağ tarafına geçip oturdum. Tam karşımda ise Ferhat Beyin yeğeni ve yetenekli avukatımız Evren oturuyordu. Aramız her daim iyiydi. Tüm çalışanlarla da olduğu gibi. Ve benim geç kalmalarım artık bağışıklık yaptığından kimse çok fazla üzerinde durmuyordu.
Ferhat Bey sıcak bir gülümsemeyle bana karşılık verdiğinde ben de ona aynı şekilde karşılık vermiştim.” Yakutumuz da geldiğine göre artık sunumlara başlayabiliriz.” Kendimi biraz kötü hissetmiştim ancak her zamanki gibi kısa sürede uçup gitmişti. Eliyle bize masanın üzerindeki kutuları işaret ettiğinde, herkes önünde duran kutulardan birini alıp açmıştı. Ben de kırmızı kadife kutulardan birini alıp açtım.
Bu sezon tasarımlarımızda safiri yoğun olarak kullanma kararı almıştık. Ve koleksiyonumuzun adı da Atlantis olmuştu. Bu yüzden benim elimde tuttuğum safir bileklik gibi tasarımların hemen hepsi safirden yapılmıştı. Elbette diğer taşlardan da yardım alınmıştı ama ağırlık safirdi. Gerçek hali tasarımlardan daha gösterişli görünüyordu. Ve şu an kendim bile tasarımlarıma hayran kalmıştım.
Ferhat Bey elini uzatıp elimdeki tasarımı istediğinde tereddüt etmeden eline bırakmıştım. Zaten sunumu bu şekilde yapardık. Tasarımlar elden ele gezerek tüm personelin görmesi sağlanıyordu. Bu yüzden bana uzatılan diğer tasarımı da alıp inceledikten sonra yan tarafımda oturan Ferhat Bey’e veriyordum. Döngü herkes tüm tasarımları görene kadar sürüyordu.
“ Görüyorum ki yine farkını koymuşsun Yakut.” Ferhat Bey’in iltifatıyla elimdeki tasarımdan ayırdığım bakışlarım Ferhat Beyin tuttuğu ve görmem için bana doğru uzattığı safir ve pırlanta taşların bir arada kullanıldığı zarif kolyeye kaydı. Yüzüme yayılan gülümsemeye istemeyerek de olsa izin verdim. Bu benim tasarımımdı ve Ferhat Bey yine doğru şekilde benim tasarımımı ayırt edebilmişti.
“ Sizin tasarımlarımı yaparken beniz izlediğinizi düşünmeye başladım.” Dedim.
Elindeki kutuyu Evren’e uzatıp elerlini masanın üzerinde birleştirip geriye yaslandı. Siyah çerçeveli gözlerinin altından bana bakan koyu gözleri mutlulukla parıldıyordu. Neredeyse tamamı beyazlamış saçlarının altında oldukça tezat bir görüntü sunsa da saçları dışında yaşını ele veren hiçbir ipucu yoktu. Her zaman dinamik ve atikti. Bizimle beraber gece mesailerine kalır ve sabahlardı. Hiçbir zaman çalışanların çalıştığı zamanlarda kendisi evine gidip dinlenmezdi. Ya bizi de kendiyle beraber gönderirdi ya da kendisi de gitmezdi. Bu yüzden benim gibi tüm çalışanların sevdiği bir patrondu.
“ Hayır, senin tasarımlarını ayırt etmek için gizliden seni izlemeye ihtiyacım yok. Kalbinin güzelliği tasarımlarına yansıyor zaten. Bunca mükemmel tasarımların arasında bile senin elinin değdiği parçalar kendini belli ediyor. Gerçekten Yakut sen bu iş için doğmuşsun. Bunu her geçen gün daha fazla kanıtlıyorsun.”
Yanaklarım kızarmıştı. Üstüne bir de arkadaşların alkışlamaları ve tezahüratları durumumu kolaylaştırmıyordu. “ Yine her zaman olduğu gibi beni gereksiz yere şımartıyorsunuz. Herkesin tasarımları kadar iyi benim tasarımlarım da. Onlardan daha iyi ya da daha başarılı olduğumu düşünmüyorum.” Mahcup bir sesle. Her ne kadar sık sık yaşadığım bir durum olsa da diğer çalışanlar arasında övgü almak kendimi kötü hissettiriyordu. Onlardan iyi değildim. Sadece Ferhat Bey beni sevdiği için fazla toleranslı davranıyordu.
Ferhat Bey, Evren’e doğru dönüp başıyla beni işaret etti. Evren de omuzlarını sallamakla yetinmişti. Ferhat Bey yeniden bana döndüğünde be de ne diyeceğini duymak dikkatimi ona yoğunlaştırmıştım.“ İşte seni özel kılan şey de bu Yakut. Sen asla kendi başarılarının gölgesinde kalmıyorsun. Sana söylediğim iltifatlar sende hiçbir değişikliğe yol açmıyor. Bunca kişi arasında sana iltifat ediyorum ancak hiç birinin yüzünde ne bir hoşnutsuzluk ne de olumsuz bir duygu belirtisi görmüyorum. Neden biliyor musun?” başımı iki yana salladım.” Çünkü senin başarının farkındalar ve seni yürekten destekliyorlar. Bunun nedeni de senin koca sevgi dolu yüreğin.“
Dönüp masanın etrafında oturan yüzlere çevirdim. Kimi gülümseyerek bakıyordu bana kimisi ise mimiklerini kullanarak onaylıyorlardı. Ama hiç birinde olumsuz bir ifade gözüme takılmıyordu. Bu benim için iltifatlardan daha değerliydi. Para ve şöhretten daha çok yürek ve sevgi kazanmayı tercih ediyordum. Ve bu güne kadar bu düşüncelerimden bir kez olsun pişman olmamıştım. Şimdiye kadar kazandıklarım, tüm ihtiyaçlarımı karşılama yetmişti. Eve gittiğimde yastığa başımı huzurlu bir şekilde koyuyordum. Bu bana yetiyordu.
“ Hepinize teşekkür ederim. Ama yine söylüyorum ben diğerlerinden farklı bir şey yapmıyorum. Ben o kadar yetenekli biri değilim.”
Birleştirdiği ellerinden birini kaldırıp havada salladı. “ Elbette, biz artık seni anlıyoruz.” Diye karşılık verdi Ferhat Bey. Bu masada gülüşmelere neden olmuştu. “ Eğer diğerleri de onay verirse bu koleksiyonda da senin tasarımını baş tasarım olarak kullanmayı düşünüyorum. Onaylayanlar…”
Bir anda tüm eller havaya kalkmıştı. Bu işe başlayalı dört yıl olmuştu. İşe ilk girdiğim yıl da yaptığım ilk tasarım baş tasarım olarak kullanılmıştı. Ve o günden beri her koleksiyonda eserlerimden biri baş tasarım olarak alınıyordu. Ama her seferinde olduğu gibi bunca koleksiyona rağmen yine gözlerim ilk gün olduğu gibi doluyordu. Çünkü o günden beri her onaya sunulan tasarımın oy çoğunluğuyla onaylanıyordu. Buna rağmen kimse alınmıyor ve ya kalbi kırılmıyordu. Benim için en önemli olan kısım da buydu. Benim başarım başkasını incittiği an o başarı olarak sayılmazdı. Eğer bir gün olur da yaptığım tasarımlar birini üzerse, işte o zaman bu işi yapmaya son verirdim. Birinin gözyaşının üzerine başarı oturtturamazdım.
Hepsine gülümseyerek teşekkür etmeyi tercih etmiştim yine. Dil çoğu duygu anlatmaya yetmiyordu bazen. Ama gözler hiçbir zaman yalan söyleyemezdi. Bu masanın çevresinde oturan herkes beni tanıyordu artık. Bu yüzden duygularımı kolaylıkla ifade edemediğimi de biliyorlardı. Tebessüm eden dudaklarıma, mutlulukla parıldayan gözlerimin altında hangi duygu yattığını anlayabiliyorlardı. Bu yüzden uzun uzadıya kendimi kelimelerle ifade etmiyordum.
Bir saatlik toplantının ardından katalogdaki sıralamalar yapılmış ve çekimlerin başlaması kararlaştırılmıştı. Her tasarım yine sezona damga vuracaktı ve Doğan Mücevher yine hezimete uğrayacaktı. Alacakları yeni yenilgiyi düşündükçe keyfim daha çok yerine geliyordu. Biz sonuçtan oldukça emindik. Bu sezonda da onlardan önde olacaktık. Ve biz başarımızı kutlarken onlar nerede hata yaptıklarını tartışacaklardı.
Bir haftanın ardından evime ilk defa gece yarısından önce dönüyordum. Bu kendimi daha iyi hissettirmişti. Annem şimdi yine döktürmüştü büyük olasılıkla. Bir haftadır eve geç döndüğümden annemin yemeklerini özlemiştim. Şirkette atıştırıyorduk ama annemim yemeklerinin yerini tutmuyordu. Kimse onun kadar lezzetli yemek yapamazdı. Henüz beş yıldızlı otellerde bile bu kadar iyisini yememiştim.
Kapıyı çalıp pervaza yaslandım. Kolumdaki saati kaldırıp kaç olduğuna baktım. Altıya geliyordu. Annem her zamanki gibi mutfakta olmalıydı yine. Benim geleceğimi düşündüğü için yemekleri hep bu saatlere yakın hazırlardı. Sıcak yememi isterdi. Çok çalıştığım için zaten bir deri bir kemik kalmışım ona göre. Ancak bana soracak olursa normaldi kilom. Ama annem için benim düşüncelerim kabul görmüyordu. Altmış kilonun altında kalan hiç kimse onun için normallik sınırına ulaşamıyordu. Aynen benim gibi.
Kapı sonunda açıldığında beş dakikadır kapının pervazına yaslanmış bir halde dikiliyordum. Ablam evde değildi büyük olasılıkla. Olsaydı bu kadar beklemezdim. Kapının önündeymişçesine ışık hızıyla kapıları açma huyu vardı ve ben onun evde olup olmadığını bu şekilde anlıyordum. “ Sonunda evin olduğunu hatırladın.” Diye sitem etti ben daha içeriye bir adım atmamışken.
Elinde ahşap kepçesi, üzerinde mutfak önlüğü, başında tülbendiyle ve gözlerindeki sahte kızgınlıkla çok tatlı görünüyordu. Bana uzun süre sitem edemezdi. Nedense ana bir şekilde dayanamıyordu ve ben bunu her zaman kullanıyordum. Çapraz olarak taktığım çantamı geriye doru itip annemin boynuna sarıldım. Sonrada geri çekilip tombul yanaklarını avuçlayıp sağa sola sallamamaya başladım.
“ Güzel annem beni özlemiş de huysuzluk mu yaparmış?” diye sordum.
Ellerimi tutup geri çekti ve kızarmış yanaklarını elerlimin arasından kurtardı. “ Seni deli kız. Yine morarttın yanaklarımı” dedi elindeki ahşap kepçeyi bana doğru sallayarak. Ama ben etkilenmemiştim. Bu kez de uzanıp yanağına bir öpücük kondurmuştum. Sonrada ayakkabılarımı çıkarıp içeriye girdim.
“ Benim gibi sevimli bir kızı mı döveceksin? Çok ayıp Ayfer Sultan. Bu bir insanlık suçu sayılabilir.” Dedim çantamı çıkarmaya uğraşırken.
Arkamdaki ayak seslerini duyabiliyordum.“ Asıl senin yaptığın insanlık suçun. O patronun olacak adama söyle seni bu kadar çalıştırmasın. Bir haftadır yüzünü gören cennetlik. Baban yüzünü hatırlamak için resimlerine bakar oldu.”
Ceketimi çıkarıp astım ve gülen bir yüzle anneme döndüm. “ Bu kadar özlendiğimi bilsem bir hafta daha gelmezdim. Belki o zaman geri döndüğümde beni azarlamadan önce aç mısın diye sorardın.” Diye takıldım.
“ Aç mısın?” diye sordu hemen. Hemen de yumuşamıştı. Başımla onayladım bende. Gerçekten çok açtım. Nerdeyse hiçbir şey yemeden çalışmıştım. Ama işleri toparlamayı başarmıştım. Artık rahat bir nefes alabilecektik. Bundan sonrası kolay kısımdı. Bir tek katalog çekimleri kalmıştı. Onda da bizim yapacağımız çok bir şey yoktu. İşimiz bitmiş sayılırdı. En azından bu sezon için. “ Gel mutfağa “dedi önden yürürken. Bende hemen arkasından mutfağa girip masaya oturdum. Tüm mutfak nefis yemek kokularıyla doluydu. Zaten aç olan ben bu kokuyla daha fazla acıkmıştım.
Annemin önüme bıraktığı çorba kâsesine büyük bir iştahla baktım. Kaşığımı içine daldırmadan “ Ablam nerde?” diye sordum ve dolu kaçığı ağzıma götürdüm.
“ Pazara gitmişti. Gelir birazdan.” Cevap benim için şimdilik yeterliydi. Aç karnımı doyurmadan beynim fazla soru üretemiyordu. Bu yüzden önce kendimi doyurup daha sonra annemin başının etini yiyebilirdim nasıl olsa.
On dakika içinde önüme konan tüm yemekleri itiraz etmeden yemiş ve şiş bir karınla salondaki kanepeden birine kendimi sırt üstü bırakmıştım. Yerken bu kadar şiştiğimi hissetmemiştim ama şimdi kendimi taşıyacak hallim bile kalmamıştı. Bu yüzden kapı çalınmasına rağmen açamamıştım. Ablamın sesi koridorda yankılanıyordu ama ben hala karnımı ovuşturuyordum. Cidden yemeği fazla kaçırmıştım.
“ Bakın kimler ve gelmiş.” Ablam salonun kapısından bana bakarken. “ Bir an kaçtığını düşünmedim değil hani.” Ayaklarımı geriye itip yanıma oturdu.
“ Aslında kaçmayı düşünmüştüm ama…”
“ Ama seni kaçıracak bir deli bulamadın değil mi?” diye sordu ben daha cümlemi bitiremeden. Karnım şiş ve rahatsız edici olmasına rağmen gülmeye başlamıştım.
Yüzümü buruşturarak onun gülen yüzüne baktım. “ Hiç de bile. Benim kadar harika birini taşıyabilecek birini bulamadım. Biliyorsun taşımak çok önemli.” Dedim evlendirme programlarına atıfta bulunarak. O sırada annem de beni duymuş ve ayağını kaldırıp terliğini görmemi sağlamıştı. Ona takıldığımı anlamış ve kısaca tehdit etmişti beni.
“ Senin gibi deliyi alıp da kim başına dert etsin.” Dedi diğer kanepeye de kendisi otururken. Kendimi kalmaya zorlayarak oturur pozisyona geldim.
“ Bir anne olarak senin beni övmen gerekmiyor muydu? Sen böyle dersen tabi kimse beni almaz. Sonunda kimseyi bulamayacağım ve başına kalacağım.” Dedim sahte bir alınganlıkla. Oysa çok da umurumda değildi. Henüz yaşım küçüktü ve evlenmek için uzun yıllar vardı önümde. Şimdiden evlenip de ne diye ağrısız başımı ağrıtacaktım ki? Böyle mutluydum ben. Huzurlu bir evim ve beni seven bir ailem vardı. Başka bir sevgiye hiç ihtiyaç duymamıştım şimdiye kadar. Bundan sonra duyacağımı da düşünmüyordum.
“ Aman Allah korusun. Ben seninle şimdi baş edemiyorum. Yaşlandığımda ne yapacağım. Valla eve gelip seni isteyen ilk kişiye hemen vereceğim.”
Ablamın kahkahaları salonda yankılandığında gülmemek için ben de kendimi zor tutmuştum. Aileme her daim sorun çıkardığım doğruydu. Zor bir çocuk olmuştum ve bu yetişkin birine dönüştüğümde de sürmüştü. Ablamdan çekmemişlerdi ama benden ablamın yerine yetecek kadar çekmişlerdi. Ancak yine de beni sevmekten hiç vazgeçmemişler üzerime titremişlerdi. Beni sevdiklerini her daim hissettirmişlerdi. Bu yüzden sevgi dolu bir çocuk oluvermiştim.
Ablam bana oranla daha sakin biri olmuştu daima. Siyah ve beyaz kadar ayrıydık bir birimizden. Ben ne kadar hareketli ve haylazsam, ablam o kadar durgun ve sessizdi. Bir o kadar da narin ve kırılgandı. Biri yanında sesini yükseltse üzerine alınacak kadar duygusaldı.
Hiçbir zaman bu eve ablam yüzünden şikâyete kimse gelmemişti. Ama benim için durum böyle değildi. Hemen her gün şikâyet için kapımıza dayanan birileri olurdu mutlaka. O kapı bir gün çalmazsa annem başıma bir iş geldiğinden endişelenirdi. O deneli bu şikâyetlere alışkınlardı. Ama bir kez olsun bana bunun için kızmamış ve ya şiddet uygulamamışlardı. Her zaman yaptığım şeyin yanlış olduğunu söyleyerek hatamı göstermişlerdi. Ben bu yüzden şiddetten uzak bir şekilde büyümüştüm.
Ablamla olan farklılığımız sadece kişilik olarak değil fiziksel olarak da geçerliydi. O anneme benzemişti. Onu gibi bakır düz saçlara ve koyu renk gözlere sahipti. Duru güzelliği ve kusursuz bir fiziği vardı. Annem gibi uzun boyluydu ve neredeyse onun yüz olarak kopyasıydı. Narinliği yüzüne de yansımıştı. Onu görüp de ne kadar kırılgan olduğunu anlamayacak biri olamazdı. Eğer olursa da büyük olasılıkla kördü.
Ben ise kahverengi dalgalı saçlara sahiptim. Ela gözlü olmam da bu evdekilerden farklı olan diğer özelliğimdi. Benden başka renkli gözü olan kimse yoktu bu çatı altında. Bunun nedeni, benim bu aileye doğumumla değil de sonradan dâhil olmamdı. Her ne kadar annem tarafından dünyaya getirilmemiş olsam da gerçek ailemden daha fazla beni sahiplendikleri bir gerçekti. Ve eskiye dair tüm kötü anılarımı silip atmışlardı da. Şimdi ara sıra geceleri gördüğüm kâbuslar dışında hiçbir şeyleri kalmamıştı bana. Tamamen unutmuş ve hayatımdan çıkarmıştım.
Ve bunu büyük bir memnuniyetle yapmıştım. Çocukluğumu mahvetmişlerdi. Hayatımın ilk on yılını yok saymama yetecek kadar nefret ettirmişlerdi. Ne biyolojik anneme ne de biyolojik babama dair çimde kalan en küçük bir sevgi kırıntısı yoktu. Şimdi kendimi on yaşından doğmuş gibi sayıyordum. Ve geçmişteki ailem hakkında bir kelime bile konuşmuyorduk. Beni kendi kızları olarak büyütmüşlerdi. Bir kez olsun bana üvey olduğumu hissettirmemişlerdi. Ne annem ne babam ne de ablam bunu dile getirmişlerdi. Belki de bu yüzden onları gerçek ailemden daha çok seviyordum. Ve düşünmeden onlar için her şeyimden vazgeçebilirdim.
“ Görüyorsun değil mi abla? Annem hemen benden kurtulmak istiyor.” Dedim sahte alınmış gibi bir yüzle. Ama onlar elbette ki bunu ayırt edebilecek kadar beni tanıyorlardı. Benim ne zaman alındığımı, kıldığımı ayırt edebiliyorlardı. Çünkü ben kolay kolay alınan bir kız değildim. Ve ben bir şeye kırıldıysam bu gerçekten büyük bir şey olurdu ve kırıldığım yüzüm yansırdı. Ama şimdi bu geçerli değildi. Bunun herkes farkındaydı.
“ Valla bu konuda anneme hak veriyorum Yakut. Seninle baş etmek herkesin harcı değil. Kadın ne yapsın?” diye sordu.
Biraz önce uzandığım yastığı elime alıp, tehditkâr bir şekilde havaya kaldırdım. “ Bir hafta burada olmayınca beni unutmuşsunuz. Ama durun ben size hemen kendimi hatırlatayım.” Dedim ve yastığı ablama doğru savurdum. Ancak ikinci darbemden kaçmayı başarmıştı ve diğer tarafta duran yastığı eline alıp bana savaş açmıştı.
İkimiz de yastıklarla birbirimize vurmaya başlamışken, annem de her aman yaptığı gibi durmamız için bizi ayırmaya çalışıyordu. Bu da alışkanlık olmuştu artık. Salonun annemin durmamız için söylediği cümleler ve ablamla attığımız kahkahalarımızla dolmuştu. Bir insan başka ne isteyebilirdi ki? Ablamla birbirimize bakıp, araya girmeye çalışan annemi işaret etmiştim. O da anlamış gibi başını sallayarak elindeki yastığı yere bırakmış ve aynı anda anneme sarılmıştık. Bu kez de onu gıdıklamaya başlamıştık.
Biraz önce bizi ayırmak için dil döken kadın şimdi kahkahalarla gülüyordu. Arada “ Durun… Öldüreceksiniz beni… Bırakın artık.” Gibi cümleler kurarak bizi durdurmaya çalışıyordu. Ancak bu tarz cümlelerin bizi hiçbir zaman durdurmadığını unutmuştu.
“ Karımı hemen bırakın sizi yaramalar” Diye araya giren babamı fark ettiğimiz de annemi gıdıklamayı bırakmış ve kapıya doğru bakmıştık. Babam kapının önünde durmuş gülerek bize bakıyordu.
“ Ne o tontişim kıskandın mı?” diye sordum annemin yanından kalkıp babama doğru yürürken. Bir haftadır doğru dürüst yüzlerini görmemiştim. Ama bu kadar kısa bir süre de onarlı deli gibi özlemiştim.
Kollarını iki yana açmış ve beni kucaklamak için beklemeye başlamıştı. Ve ben de onu çok fazla bekletme niyetinde değildim. Kendimi çocukluğumdan beri bildiğim bu güvenli kollara bırakıvermiştim. Beni yeniden hayata döndüren, bana yaşadığımı hissettiren bu kollara güvenle atılmıştım. Çalışmaktan nasır tutmuş ellerini saçlarımda hissettiğimde içime dolan huzura teslim olmuştum. Beni o karanlık dünyamdan çıkaran bu ellere oldum olası minnettardım.
Yıllarca bana uzanan her elden deli gibi korkmuş olan ben, bu eller sayesinde yeniden kendimi bulmuştum. Oysa ben uzanan her elden şiddet gören bir çocukluk geçirmiştim. Kendi öz ailem tarafından şiddet görmüş, hırpalanmış ve ölüme terk edilmiştim. Ve bu eller bana yeniden hayata döndürülmüştüm. Zor olmuştu ama sonunda güvenmeyi öğrenmiştim. Artık bana uzanan ellerden eskisi gibi korkmuyordum. En azından öfkeyle uzanmadığı sürece… Birilerine güvenebiliyordum. Zor oluyordu geç oluyordu ama güvenebiliyordum. Sevgiyi artık biliyordum. Birinden şefkat görmek, birini sevmek ne demekmiş artık biliyordum. Hepsi bu eller sayesinde olmuştu. Ve ben hayatımın boyunca aldığım her nefeste bu ellere minnet duyacaktım.
“ Kıskandım tabi deli kızım. Ben sizi kimseyle paylaşamam bilirsin.” Dedi. İşte bunu söylemeyecekti. Ablama başımla işaret verdim.
“ Demek kıskandın öyle mi tontişim? O zaman hemen telafi edelim.” Ve hemen ardından ablam ve annem de bize katılmıştı. Salon dördümüzün kahkaha sesleriyle yankılanmaya başlamıştı.
******
Katalog çekimlerini sonunda tamamlamıştık. Ülkenin önde gelen modellerinden biriyle anlaşmış ve çekimleri başarılı bir şekilde sonuçlanmıştı. Çekilen resimler özenle seçilmiş ve kataloga girecek olanlar belirlenmişti. Bunun için tüm çalışanların fikirleri alınmıştı. Bu bizim bir kural niteliğinde olmuştu. Bu iş yeri çatısı altında her şey tüm çalışanlara danışılarak yapılıyordu. Bu sayede herkes emek harcamış oluyordu. Bu yüzden herkes yaptığı her işe gönül veriyordu. Baştan savma iş yapan kimse olmuyordu.
Seçilen fotoğrafları son kez kontrol etmek için dosya halinde bana gönderilmişti. Elimdeki dosyada olan tüm resimler, bir aç gün içinde kataloglara girecek ve ülke genelinde yayınlanacaktı. Tabi öncesinde lamsan gecemiz olacaktı. Tasarımlarımız ülke ve yurtdışına yayılmadan önce şirketin davet salonunda kamuoyuna tanıtılacaktı. Bunca yıl bu şirkette çalışıyordum ancak bu heyecanlara hala alışamamıştım. Hala yeni işe girmiş biri gibi bu tarz durumlara alışamamıştım.
“ Yakut, Ferhat Bey seni odasına çağırıyor.” Diye seslendi Güneş.
“ Geliyorum.” Dedim karşılık olarak.
Dosyayı kapatıp elime alarak ayağa kalktım ve Ferhat Beyin odasına doğru yürümeye başladım. Her yerde koşturanlar olduğundan ilerlemek oldukça zor oluyordu. Lansman yaklaştığından hazırlıklarda son hızla sürdüğünde bu oldukça normaldi elbette. Tanıtıma bu kadar az süre kala olağan bir durumdu bu. Kimseye çarpmamaya özen göstererek Ferhat Beyin kapısını çalıp içeriye girdim. Evren’le birlikte kahve içiyorlardı.
“ Bakıyorum bu odada keyifler iyi. Biz dışarıda koşturalım siz patronlar kahve için.” Diye mızmızlandım tekli koltuğa geçerken.
Ferhat Bey fincanını kenara bırakıp masanın üzerindeki telefona uzandı. “ Sensiz boğazımızdan geçmedi zaten. Bu yüzden çağırmıştık değil mi Evren?” diye sordu. Sonra da tuşlara basarak “ Odaya az şekerli bir kahve daha.” Ekleyerek telefonu kapattı.
Bu seferde Evren’e baktım. “ Doğu söylüyor. Hatta seni çağırmayı ben teklif ettim zaten. Değil mi amca?”
“ Tamam, inandım.” Dedim. Sonrada elimdeki dosyayı Ferhat Bey’in önüne koydum. Ferhat Bey ne olduğunu bildiğinden bir şey söylemeden sayfaların arasında gezinmeye başlamıştı. Açtığı her sayfada yüzünün aldığı şekli özenle izliyordum. Ve şimdiye kadar olumsuz bir ifadeyle karşılaşmamıştım. Hatta baktığı her resimde gülümsemesi daha fazla yüzüne ayılıyordu.
Son sayfaya kadar gelip bitirdiğinde, kapağı kapatıp Evren’e uzattı. Sonrada bana dönerek“ Yakut, sen olmazsan ne yapardım bilmiyorum. Bu başarıda emeğini asla küçümseyemem. Sen bu iş için doğmuşsun. Bunu bana her tasarımda kanıtlıyorsun.”
İltifatlara alışmak zordu. Özellikle benim gibi biri için. Zaten utandığımı gizleyemediğim için anlaşılması da kolay oluyordu. Yanaklarım beni hemen ele veriyordu. Bu yüzdende hemen anlaşılıyor ve daha fazlasına maruz kalıyordum. Başını dosyadan kısa süreliğine kaldıran Evren, çarpık bir gülümsemeyle bana baktı.
Koyu renk saçları gözünün hemen üzerinde bitiyordu. Saçlarına uyacak kadar koyu olan gözleri, sert çehresi ve sempatik tavırları vardı. Ferhat Bey’e fiziksel olarak benzemese de karakter olarak tamamen kopyasıydı. Onun gibi iyi, saygılı ve kibardı. Şimdiye kadar bir kez olsun içimizden birini kırmıştı. Ne Ferhat Bey ne de Evren… Her zaman çalışanlarıyla aralarını iyi tutarlardı. Bu yüzen çalışanlar arasında çok sevilirlerdi. Bu çok nadir gerçekleşen bir durumdu. Genelde çalışanlar patronlardan patronlar çalışanlardan memnun olmazdı. Ama bizim şirket için bu geçerli değildi. Zaten şimdiye kadar zirvede olmamızın püf noktası buydu. İşimize ve patronlarımıza olan bağlılığımız.
“ Amca, iltifat etme şu kıza. Bak yanaklar yine kızardı. Birazdan kaçarsa hiç şaşırma.” Dedi alaya vurarak. Dudaklarımı büzerek ona baktım.” Öyle bakma Yakut, bunlar gerçekler. Ben hayatımda senin kadar iltifata düşman bir kız görmedim. Türünün tek örneği olmalısın.”
“ Bunları bırak da çekimler nasıl onu söyle. İltifatları işime yapılmasını tercih ederim.” Dedim konuyu kendimden tasarımlara yöneltmeye çalışarak.
Evren bu tepkime başını iki yana sallayarak gülümsemişti.“ Her zamanki gibi diyorsun. Peki…” dedi ve kaldığı yerden sayfaları çevirmeye devam etti.
O sırada kapı yeniden çaldı. Bu kez kahvem gelmişti. Kız fincanımı önüme bırakıp odadan ayrıldığında, biz de Evren’in vereceği tepkileri bekleyerek kahvelerimizi yudumlamaya devam ettik. Süre uzadıkça merakım da giderek katlanıyordu. Bir avukat olarak her seferinde olduğu gibi hepimizden daha fazla ilgileniyordu tasarımlarla. Ve yorumları gerçekten yapıcı ve gerçekçi oluyordu. Bu yüzden onun yorumlarına gerçekten önem verir ve dikkate alırdım.
Sonunda son sayfaya gelip dosyayı kapattığında, beklentiyle yüzüne bakıyordum. Ama o bana değil de amcasına doğru baktığında, bir an olumsuz olarak yorumlamıştım. Nefesimi tutmuş bir halde yapacağı yorumu bekliyordum. Ancak kasıtlı olarak yaptığını biliyordum. Ama yine de gerilmiştim. Bakışları Ferhat Bey ve benim aramda gidip geliyordu. Hadi ama konuş dememek için zor tutuyordum kendimi.“ Amca.” Dedi sonunda bakışlarını bir yere odakladığında. Elindeki dosyayı havaya kaldırıp görmemizi sağladı. “ Bu koleksiyon yine sonbahara damgasını vuracak.” Dediğinde tuttuğum nefesimi özgür bırakmıştım.
Cidden şu an burada bir yastık olmasını çok isterdim. Şöyle elime alıp Evren’i güzelce pataklamak çok iyi gelebilirdi. Ancak ne burada onu pataklayacak bir yastık vardı ne de bunu yapmaya yetecek konumum. Ben sadece tasarım bölümünde çalışan bir işçiydim o ise patronun yeğeni, şirketin avukatı ve Ferhat Beyin yerine birçok kez vekâleti üstlenen biriydi. Yani ne yönden bakarsak bakayım ona vurmaya yetecek güçte değildim.
“ Cidden korkuttun beni. Bir an beğenmedin sandım.” Dedim rahatlamış bir ses tonuyla.
“ Seni tasarımların içinde olurda bu koleksiyon kötü olabilir mi?”
Yeni bir iltifat dalgasının daha geldiğini hissedince oturduğum yerden kalkıp Evren’in elindeki dosyaya uzandım. “ Ben yeniden iltifatlara boğulmadan gitsem iyi olur. Bu dosyayı teslim edip, davet salonuna inmem gerekiyor.”
“ Yine kaçman gerekiyor. Tamam, git bakalım.” Dedi dosyayı elime bırakırken. Cevap vererek konuyu uzatma niyetinde değildim. Bu yüzden sadece dosyayı alarak odadan çıktım.
Günler su gibi hızla akarken son hazırlıklarda tamamlanmak üzereydi. Kimse bir dakika nefes almadan çalışıyordu. Tüm hazırlıklar kusursuz bir şekilde sonuçlanıyordu. Bu önem koleksiyonumuz için seçtiğimiz olan konsept Atlantis’ti. Bu yüzden kullandığımız dekordan tut davetiyelere kadar tüm rengimiz maviydi. İtiraf etmeliyim gerçekten oldukça hoş görünüyordu. Davetiyeler de buna uygun olarak özenle basılmıştı. Üzerinde mavi beyazın harika uyumuyla ve okyanus temalarıyla tam olarak konseptimizi yansıtacak türden olmuştu.
Davetli listesi Ferhat Bey ve Evren tarafından büyük bir titizlikle hazırlanmıştı. En büyük rakibimiz Doğan Mücevher’e de bir davetiye yollanma kararı alınmıştı. Yakın zamanda el değiştirdiğini duymuştuk. Ama henüz başına gelen kişiyle karşılaşma fırsatımız olmamıştı. Hakkında tek bildiğimiz İtalya’dan geldiği ve önceki patronun oğlu olduğuydu. Bir de adının Murat olduğuydu. Onun dışında ne kendisiyle karşılaşmış ne de resmini görmüştük. Evren sırf bu yüzden onu kendisi özel olarak davet etmişti. O da özel olarak geleceğini bize bildirmişti. Bu yüzden bu lansman bizim için ekstra önem taşıyordu.
Sonuçta yeni rakibimizle yakından tanışacaktık. Benim gibi çalışanlar için bir şey ifade etmiyor olsa da Evren ve Ferhat Bey için önemli bir meseleydi. Babasıyla aralarında büyük bir sürtüşme vardı. Hatta her koleksiyonun arkasından patlak veren büyük tartışma dalgaları olurdu. Genelde bizi karalama çalışmalarını yapan taraf Doğan Mücevher olurdu. Dürüstçe yenemediği rakiplerini alçakça hilelerle devirmeye çalışırdı. Ancak her seferinde olduğu gibi Evren bununda üstesinden gelmeyi başarırdı.
Bu lansman gecesinde yeni patronun tavırları aramızdaki rekabetin kalıcı olup olmadığını gösterecekti. Eğer babasının izinden gidecekse bunu net bir şekilde anlayacaktık ve ona göre ayağımızı denk alacaktık. Ancak aksinin olma olasılığı da vardı. Bizimle babası gibi kirli bir rekabet yapmak yerine onurlu bir şekilde rekabet etmeyi seçebilirdi. Umarım ikinci seçenek gerçekleşirdi. Çünkü ilk seçenekte zarar görecek biri varsa kendileri olacaktı.
“ Evren Bey.”
Odasına girmeden önce onu kapıda yakalamayı başarmıştım. Tüm gün yerinde olmadığı için onunla bir türlü konuşamamıştık. Yarın için gelecek olan davetlilerin geri dönüş yapanları listelemememi istemişti. Ve bunu yapmış olmama rağmen bir türlü ona ulaştıramamıştım. Tüm umudumu kaybetmek üzereydim. Sonuçta saat altıya geliyordu. Gitmek üzereyken onu görmem iyi olmuştu. Verdiği görevi yapamamış gibi görünmek istemezdim doğrusu.
“ Söyle Yakut.” Dedi. Acelesi olduğu her halinden belli oluyordu. Zaten onu fazla oyalama niyetinde değildim. Çantamın içinden çıkardığım listeyi ona uzattım.
“ Gelenlerin listesini istemiştiniz. Bir türlü size vere fırsatı bulamadım.”
Uzattığım listeyi alıp diğer elini omzuma koydu. “ Teşekkür ederim Yakut ama acelem var.”
“ Sorun değil.” Diye yanıtladım. Sonrada onun odasına girmesine izin verdim. Bu gün herkesin telaşlı olması kadar doğal bir şey yoktu. Üstelik bu kişi hem patronun yeğeni ve şirketin hissedarıysa. Bu nedenle çok fazla ayak bağı olamadan yarım saat önce boşalmış olan ofisten dışarıya çıktım.
Bahçeye adım atmamla serin havaya yakalanmıştım. Yüzüme vuran yağmur damlaları üşütmese de serinlettiği de söylenemezdi. Yağmuru severdim ama rüzgâr şu an pek sempatik gelmiyordu bana. Bu kadar önemli bir günün öncesinde hasta olmak son istediğim şey olurdu. Üstelik benim gibi hassa bir bedene sahip olan biriyse yağmur ve rüzgâr hiç iyi bir ikili değildi. Bu yüzden dolmuş durağına gitmek yerine parama kıyarak önüme çıkan ilk taksiye binerek evin yolunu tuttum.