Tandıra attığım ekmekleri çıkarırken sıcaktan terleyen alnımı yazmamın ucuna silerek geri attım.
"Yavrum geliver şuraya sen aç ben pişirivereyim biraz yandın sıcaktan" tandırda kalan son ekmeği alırken hiç itiraz etmeden ayaklandım.
Oturduğum tahta sininin başında hamurları açıp kaynanama uzatırken bir haftadır yaşadığımız yoğunluktan dolayı ağrıyan bedenimi esnettim.
Şehirde ziraat mühendisliği okuyan iki kaynım Kürşat ve Cihan'ın eve gelmesine az bir vakit kalmıştı. İşin doğrusu gelip gelmeyecekleri de kesin değildi. Yine de Saliha annemin evlatları burnunda tütüyor olsa gerek ihtimalleri dahi umursamamış yaklaşık bir haftadır bayağı bir hazırlık yapmıştı.
"Cezayir'e yemek gidecek mi kızım sen uğraşma bir daha Asuman'a diyivereyim o götürsün bu seferlik. Yoruldun sen de-"
"Asumaaann! kız Asumaaaaan!" cevap vermemi beklemeden bağırmaya başlayan kadını çabucak durdurdum.
"Yok anne yok. Öğlen eve gelecekmiş, hazırlarım ben."
"Ey madem" kafasını sallayarak onayladı beni.
"Ha ana?" Elinde bezle tandırlığın kapısından beliren on sekiz yaşındaki görümcem Asuman nefes nefese kızarmış yanakları ile ne oldu dercesine bize bakıyordu. Gözleri aynı abisine benziyordu. Tek farkı, Cezayir'in her daim sert olan bakışlarına tezat Asuman'ın gözleri yumuşacık ve ışıl ışıldı. Daha gencecikti. Sırtına yük binmemiş, gönlü dert ile tanışmamıştı.
"Abine yemek götür diyecektim kızım ama eve gelecekmiş. İşine bak sen daha.." yalandı..
Külliyen yalandı hem de! Cezayir, eve geleceğim falan dememişti. Ona karşı içimde öyle diri bir öfke vardı ki! Omuz silktim kendi kendime.Bir gün de aç kalsındı bir şeycikler olmaz, eminim cüssesinden hiçbir bir şey kaybetmezdi.
Hem kendi ellerim ile üşenmeden her gün yemek götürüyordum da ne oluyordu? Çok mu makbule geçiyordu! Tarla köşelerinde elin kızıyla yakalıyordum. Düşüncelerim tekrar tekrar iki gün önceki olaya kayarken dişlerimi sıktım. Bu kıskançlık benliğime oldukça ters, içine düştüğüm duygular bana oldukça zıt hislerdi.
. . .
Saklama kabına koyduğu yemekleri eline alarak bez çantanın içerisine dökülmeyeceğinden emin olduğu bir şekilde yerleştirdi ve çantayı eline alıp mutfaktan çıktı.
Öğle ezanına nerden baksan 20 dakika vardı. Tarla ile evin arasında ki ne uzak ne yakın mesafeyi düşününce adımlarını hızlandırdı, anca varırdı tarlaya.
Kocasının tüm itirazlarına rağmen nerdeyse evlendikleri günden beri -bazı günler aksaklık olsada - ona her öğlen kendi yemek götürüyordu. Bu iş Nazenin için bir külfetten ziyade sorumluluk ve mutluluktu. Cezayir'e kendi elleri ile bir şeyler yapmayı sessiz huzurlu ve keyif dolu kısacık öğle molasında beraber vakit geçirmeyi seviyordu. Kısa olan her şeyin tadı damakta kalırdı ve Nazenin o vakitler bunu daha net anlıyordu.
Kocası tarlada çalışanların başında duruyor, denetliyor yeri gelince de gocunmadan çalışıyordu. Hatta sürekli çalışıyordu. İşin sahibi olmasına rağmen böbürlenmiyor nede olsa patron benim gibi kibirli düşüncelere kapılmıyordu. Ne bir günden bir güne işine gitmemezlik yapıyordu ne de uzanıp kısalıp gün boyu kafayı vurup yatıyordu. Hal böyle olunca Nazenin de biliyordu ki köyde durumları en iyi ailelerden biri olmaları kocasının azminden kaynaklanıyordu.
Eh bu durumda bir kap yemek götürmekten aciz değildi. O da biliyordu yemeği götürebilecek başka kişilerin olduğunu ama kendisi de kocası için bir şeyler yapmak istiyordu. Zaten yakın zamanda artık götürmeyecekti...
Cezayir tarlada çalışan işçilerin artık yemek ihtiyaçlarını karşılayacağını bunun için de kasabadan anlaşmaya varmak üzere oldukları bir yerden bahsetmişti bir kere Saliha annesine. Kendi de orda yerdi herhalde bundan sonra..
"Olsuuuun-" diye mırıldandı Nazenin kendi kendine yolda yürümeye devam ederken
"Tatlı yapar götürürüm ben de."
Geçtiği sokaklar bir bir aklında kalırken geldiği toprak yolun kenarındaki taşa çökerek biraz soluklandı. Güneşin sıcağında boynuna yapıştığını hissettiği saçlarını ayırarak yanındaki çeşmede elini ıslatarak buz gibi suyu ensesine ve boynuna değdirdi. Mart ayının sonlarını yaşıyordular ve hava bir hayli gelgitli idi. Ne zaman ısıtıp ne zaman dolduracağı belli olmuyordu.
Nazenin uyduğu ezan sesiyle telaşla suyun başından ayrılırken adımlarını hızlandırdı. Normalde tarlaya vardığı vakit ezan okunuyor olurdu ama bugün bir hayli geç kalmış, yolda haddinden fazla oyalanmıştı.
"Akılsız Nazenin az biraz daha hızlı yürüseydin ya!"
Kendi kendine konuşarak adımlarını hızlandıran Nazenin, nihayet tarlanın başına gelmişti. Elini alnına yaslayarak güneşin gözlerine gelmesini engelleyip şöyle bir göz attı etrafa. Herkes farklı köşelere çekilmiş yemeğini yiyor, kimisi namazını kılıyordu. Tarlanın içine girmeden kenardaki tumbu izleyerek ilerlemeye başladı. Tarla ürün ekimine hazırlanıyordu. Nazenin sürülmüş ve gübrelenmiş tarafa ayak basmadan tarlanın diğer tarafından yoluna devam etti.
Etrafı gözetleyen yeşil gözleri bir türlü kocasına değip onun güzel gözleri ile kesişmiyordu. "Nerde Allah aşkına bu adam!" Fısıltı şeklinde dolgun dudaklarından dökülen sitem dolu kelimeler arkasından gelen sesle sekteye uğradı.
"Nazenin kızım"
"Hiihh" baş parmağıyla üst damağını yukarıya iten Nazenin'in korkuyla arkasını döndü.
"Ay sen miydin Halil amca. Kusura bakma boş bulundum.." Halil amca ellili yaşlarının ortasında tarlada Cezayir'den sonra sözü geçen tek kişiydi.
Cezayir ile Halil amcanın geçmişlerinin bayağı bir eskiye dayandığını biliyordu Nazenin. Halil amca daha cezayir çocukken babasının yanında çalışıp getir götür işleri ile meşgul oluyormuş. Babasının vefatından sonrada evin en büyük çocuğu olarak tüm işlere bakıp, evi çekip çevirmek durumunda kalan Cezayir'in yanında yer almaya başlamış. Halil amcanın, Cezayir için bir işçiden çok yol gösterici, baba yarısı bir adam olduğunu biliyordu genç kız.
"Estafurullah kızım. Sen bakma kusuruma böyle sessiz sessiz geldim" mahcup sesine dayanamayarak araya girme gereksiniminde bulundu Nazenin.
"Yok yok-" eli ile tarlayı işaret etti.
"Cezayir'e bakınıyordum dalmışım."
"Şu ağacın on on beş adım ilerisinde variller var kızım. Elini yüzünü yıkamaya gittiydi en son"
"Sağ ol Halil amca"
Güneş tam tepe noktasında her yeri aydınlatırken ara sıra gökyüzüne hakim olan kara bulutlar yağmur yağacağının işaretini veriyordu. Nazenin'in varmak üzere olduğu ağaç ile arasında ki mesafe sanki bitmek yerine sanki gittikçe büyüyordu.
"Güneş başına vurdu kız nazenin.."
Nihayet geldiği ağacı ardında bırakıp varilleri görme umuduyla ilerlemeye başladı. İlerledi fakat yine umduğunu bulamadı. Kimsecikler yoktu...
Biraz daha ilerle Nazenin diye diye yolu yarıladı. Halil amcanın adımlarına denk düşen on on beş adımın, kendi yerden bitme bedenine gelince yirmi yirmi beş adımı bulduğunu yürüdüğü yol uzadıkça anladı.
Nihayet su dolu büyük varilleri gördüğüne sevinecekti ki denk geldiği bir başka görüntü ile duraksadı ve dudaklarından silinen gülümseme ile derince kaşlarını çattı. Hissettiği sevinç ve heyecan da o an büzüşerek göğsüne gömülüp kaldı.
Su dolu mavi varilin hemen yanında arkası kendisine dönük olan kocası ve kocasının önünde dikilen sarıya dönük kumral saçlı kızın kim olduğunu sorgulamaya başladı. Şöyle bir yokladı hafızasını ve daha önce bu kızı görmediğine daha da emin oldu. Tarlada mı çalışıyordu acaba.. Nazenin kendisine engel olamayarak şöyle bir baktı ve baştan aşağı istemsizce süzdü genç kızı. Güzeldi. Bembeyaz teni ve yüzünde parlayan mavi gözleri ile oldukça dikkat çeken bir kadındı. Gözleri üzerine kaydı. Dizlerinin altında biten basma elbisenin üzerindeki toprak kalıntıları tarlada çalışıyor olduğu fikrini kuvvetlendiriyordu.
Biraz daha yukarı çıkan bakışları kızın üstten bir düğmesi açık elbisesi ile karşılaştı. Gerdanı açıkça güneşin altında parıldıyor göğüs çatalı çok hafif belli oluyordu.
Nazenin'in biçimli kaşları kızın ince parmağına doladığı saçını kıvırarak yarım bir gülüşle karşısındaki adama- kocasına- bakıp bir şeyler söylemesi ile iyice çatıldı. Mavi gözleri kısa bir an kendisini bulup tekrar Cezayir'e dönmüştü ki aynı hızla tekrar kendisini buldu.
Onun bu ikileyen haliyle arkası dönük olan Cezayir'de kafasını çevirerek omuzunun üzerinden kendisine baktı. Göz göze geldikleri an sabit duran adımlarında bir hareketlenme olsun istedi fakat ne yapacağını bilemiyordu. Yanlarına mı gitmeliydi yoksa ardını dönüp geldiği yolu geri mi dönmeliydi...
"Nazenin.."
Nazenin karar verip hareket edene kadar büyük adımlarla dibinde biten iri beden eğilerek saçlarına büyük bir buse kondurdu.
Nazenin ya nazenin... cevap vermeden elindeki bez çantanın kulplarını sıktı var gücüyle.
"İşine dönebilirsin, Nurbanu. Hikmet teyzeye selamlarımı ilet" Adının Nurbanu olduğunu öğrendiği kız birkaç saniye kendisine baktı. Garip bakışlarında yer edinen küçük hisleri bir türlü kavrayamadı Nazenin.
"Aleykümselam. Sağ ol Cezayir" Üzerine diktiği gözlerini çekerek Cezayir'e teşekkür edip yanlarından ayrılan kızın arkasından bakakaldı.
Cezayir Bey değil , Cezayir abi değil, CEZAYİR... Dişlerini birbirine sertçe bastırdı ve gözlerini yerde ki kurumuş toprağın çatlak yüzüne sabitledi.
"Yemek mi getirdin yavrum gel beraber yiyelim şu ağacın alt-"
"Yok sen ye!" Nazenin kafasını eğdiği yerden kaldırdı ve elindeki bez çantayı hızla Cezayir'in eline tutuşturdu. Arkasını dönmüş gidiyordu ki kocası kolunu tutarak durdurdu kendisini.
"Geç şuraya ne saçmalıyorsun!" Kaşlarını çatmış, ifadesiz yüzüne bakıyordu. Cezayir'de en az kendisi kadar sinirli idi.
"İşim gücüm var anan beni bekler!" Nazenin kolunu Cezayir'in elleri arasından çekmeye çalıştı fakat Cezayir hiç oralı olmadı.
"Bir şey olmaz iki dakika daha beklesin dinlen gidersin" Sert ses tonu ve ısrarı Nazenin'i sabrının sonuna getirirken kolunu sertçe ellerinin arasından çekti.
"Yemiyorum Cezayir acelem var. sen git zıkkımla- ye!"
Cezayir'in gözleri kararırken gür kaşları iyice çatıldı. Yüzüne düşen gölge Nazenin'i korkutsa da geri adım atmadı.
"Nazeniiin!" sıkılı dişlerinin arasından ismini baskınca telaffuz eden adama daha fazla dayanamadı ve dudaklarını araladı.
"Ne? Tarla köşelerinde fındık kıran kocamla oturup yemek mi yiyeyim! Kusura bakma cezayir midem o kadar geniş değil!"
Aman kötülük çıkmasın diye diye çocukluğunda, gençliğinde, gelinliğinde kısacası hayatının büyük çoğunluğunda susan Nazenin bir anda ağzından dökülen cümlelere inanamadı. Fakat bu sefer susmayacak kadar büyüktü göğsünde kendini hissettiren kızgın his.
Yumuşak huylu, saf ve sessiz Nazenin'in dilinden dökülenler kendisini şaşırttığı kadar karşısında ki adamı da şaşırtmıştı.
Karısının sıcaktan mı öfkeden mi kızarmış olduğunu bilmediği yanakları boynuna yapışmış bakır turuncu karışımı saçları ve hızla inip kalkan göğsü ile bir adım ötesinde dikiliyordu.
Sahi ne demişti o öyle? aralık duran dolgun dudaklarından dökülen kelimeler ile alnındaki damar atmaya başladı Cezayir'in. Öyle şeyler yapası vardı ki şimdi karısının küçük ağzına.
Bedeninin altında hissettiği hareketlenme ile gözlerimi yumdu. Yerli yersiz şu karşısındaki küçük bedene duyduğu arzu onu deli ediyordu.
Genç kadını arkasındaki ağacın gövdesine dayayıp içine gömülmemek ve o küçük ağzına hayalindeki şeyleri yapmamak için kendini zor tutuyordu.
"Şerefsiz miyim lan ben!" birden patlayan adamla sıçrayan Nazenin yaşlarla dolan gözlerini kapatıp açarak giderdi.
"Ne halt yerseniz yiyin"
Kocasına bir kere bile bakmadan ardını dönerek hızlı adımlarla giden Nazenin ne kocasının ardından gelmesini ne de adını bağırmasını taktı. Tarladan çıkıp toprak yola geçecek iken o kıza denk düştü bakışları. Göz göze geldiler. Bir kendisine bir ardından gelen Cezayir'e bakıyordu.
Üzerini süzen gözleri sonuna kadar iliklenmiş elbisesinin dügmelerinde gezinirken dudakları alayla kıvrıldı. Bakışlarını tekrar gözlerine çıkardı. Alaycı ifadenin yer edindiği yüzünü önüne çevirerek arkasından Cezayir'in Nazenin diye diye adını yineleyişlerine kulak asmadan çiselemeye başlayan yağmurun altında eve doğru yürümeye başladı.
. . .
"Yenge… hamuru öldürdün hamuruu…"
Asuman’ın sesi beni kendime getirdi. Önümdeki hamura baktım; düşüncelerimin yoğunluğu ve hırsım, paramparça olmuş hamurdan okunuyordu.
"Nimetin haline bak," dedi Asuman, kıkırdayarak. Utançla önündeki hamura göz gezdirdim; gerçekten de paramparçaydı.
"Koy Nazenin, onu kenara. En son pişiririz, ufalar tavuklara veririz yavrum," dedi annem, başımı sallayarak onayladım.
"Asuman, yengene yardım et. Etrafı toplayın. Filiz ekmek yapmış, hamuru fazla yoğurmuş. Ben bir koşu yardıma gidiyorum," annem seslendi.
"Biz mezdeke oynuyoruz çünkü, anne!" Asuman gözlerini devirdi ve etrafı gösterdi.
"O ne demek kız? Ne diyorsun sen?"
"Bize yardıma gelen olmadı demek!" Asuman’ın cevabı hızlı ve netti. Saliha anne ters ters bakarak yerinden kalktı, şalvarındaki unları silkerek temizledi.
"Konuşturma beni, Asuman! Şuncacık hamur yaptım, ne yardımı? sanki desek gelmeyecekler, tövbe tövbe…"
Annesi söylenerek salondan çıkarken, Asuman hiç aldırmadan bana döndü.
"Yenge…" Kapıyı kontrol eden bakışları annemin kaybolmasıyla tekrar bana yöneldi.
"Yenge, şuraları topladıktan sonra yarım saatliğine Esra’nın yanına gidip gelebilir miyim? Hı? Anam gelmeden gelirim, söz!"
"Ben karışmam Asuman. İzin al annenden," dedim, bulaşıkları toparlarken. Asuman peşimde dolanıyordu.
"Yenge, izin vermez! Hadi nolur, söz veriyorum, kimse gelmeden evde olacağım."
Artık dayanamayarak ona döndüm.
"Tamam, ama bak! İkindi ezanı okunmadan evde olacaksın, söz mü? Yoksa anneme hiçbir şey demem, sorumluluk kabul etmem!"
Ve sonra aniden çığlık atar gibi yanağıma peş peşe öpücükler kondurdu, neşeyle gülüyordu. Esra ile vakit geçirirken kendilerini tamamen kaptırırlardı; dünya yansa umurlarında olmazdı. Asuman ise evin yolunu zar zor buluyordu.
"Söz söz!"
"Hadi şuraları toplayalım da, gidip gelmen uzun sürmesin."
"Tamam, ben şunları yuyayım hemen."
Beni başıyla onayladı ve elimde tuttuğum leğenleri kendine çekerek tandırlıktan çıktı.
Anam evden çıkınca, Asuman depar atar gibi etrafı topladı; neredeyse bana iş bırakmadı. İşini bitirip kapıdan çıkarken, ben de kapının önünü yıkayıp süpürdüm ve içeri girdim. Yatak odama geçip banyoya yöneldim; sıcak suyun dolmasını beklerken üzerimdeki unlu kıyafetleri kirli sepetine attım ve hızlıca bir duş aldım.
Duştan çıkarken bedenimi esnete esnete odaya geçtim, ardından ince çiçekli elbiseyi elime aldım. Saçlarımın suyunu havluyla alırken bornozumu çıkardım, kilotumu bacaklarımdan geçirip kalçama doğru çektim.
Kapıdan gelen sesi duyunca irkildim; yatak odasının kapısına doğru sessizce ilerledim, doğru duyup duymadığımı anlamaya çalıştım. Birkaç saniyelik sessizlikten sonra kapı hâlâ gürültüyle çalıyordu. Hemen yatağın üstüne attığım elbiseyi kaptım ve hızlıca üzerime geçirdim.
Başımı sardığım yazmayı arkadan bağladım, aceleyle odadan çıktım. Kapının önündeki terlikleri ayağıma geçirirken hâlâ çalan kapıya doğru koştum.
Kapıyı açtığımda, karşımdaki çatık kaşlı Cezayir’i görünce bir an donup kaldım. Sabah söylediğim yalan gerçek olmuştu; şaşkınlığımı belli etmemeye çalışarak arkamı dönüp hızla eve girdim ve salona doğru ilerledim. Odaya çıkacak olsam da, aramızın birkaç gündür limoni olduğu düşünerek ve onun yatak odasına gideceğini hesaba katarak salona girdim.
Salonun kapısından başını eğerek içeri giren Cezayir’i görünce, bir kez daha yanıldığımı anladım. Yüzümü astım, homurdanarak kollarımı göğsümün üzerinde birleştirdim.
"Anamı gördüm." Kalın, erkeksi sesi odanın köşelerine yayıldı; halıdaki bakışlarımı yüzüne çevirdim, sanki “Ee?” dercesine.
“Öğle yemeğine eve gelecekmişim, karım öyle demiş.” Gözlerimi kaçırarak yutkundum.
“Ee, gelmişsin işte.”
“Kelime oyunu yapma, Nazenin!” Yanıma oturdu, yüzüme bakıyordu.
“İki gündür kendin gelmiyorsun, gelenlere de engel oluyorsun.” Omuz silkerek ayağa kalktım. “Yüzüme desen baktığın yok!”
“Engel olmam o vakit.” Hışımla ayağa kalktım. Arkamı dönüp uzaklaşacakken, kolumdan tuttu, hırsa beni kucağına çekip oturttu.
“Dinle biraz.” Elini belime doladı, beni kendine iyice yakınlaştırdı.
“O güzel kafanda ne kuruyorsan, kurma!” Burnunu yanağıma sürterek boynuma getirdi.
“Nurbanu… Hikmet Teyze’nin kızı. Hikmet Teyze yaşlandı, artık çalışamıyorum diye geldi yanıma,” saçlarımdan çekip atarak sözlerine devam etti.
“Kızım çalışsın, benim yerime onu al dedi. Dul kadın, kızıyla bir başına yaşıyor, yıllardır tanırım Hikmet Teyze’yi… Geri mi çevirseydim kadını?” Yüzümü kendine çevirip gözlerime baktı. Ben soramadım; o anladı aklımdaki soru işaretlerini.
“Teşekkür etmeye gelmiş yanıma, bir de izin istedi ertesi gün için; annesini hastaneye götürecekmiş.”
Yine ses etmedim. Derin derin nefesler alarak göğsünü şişirdi. Belimdeki kolu sıkılaştı, beni kendine bastırdı. Altımda hissettiğim heybetli varlığı yutkunmamı sağlarken, kulağımın altını derince öpüp tüylerimi diken diken etti.Eli elbisemin üzerinden göğsümü kavrayarak yoğurmaya başladı.
"Sütyen giymedin mi sen" Kulağımın dibinde boğuk erkeksi sesi ile kısık sesle konuşan adam, odada kol gezen erotizim seviyesini arşa çıkarıyordu.
"Hı" kendimden geçmiş şekile verdiğim küçük tepki ile Cezayir inledi. Bir bacağımı yanına atarak beni kendine çevirip kasıklarının üzerine iyice yerleşmemi sağladı.
Elbisemin kollarını çıkarıp belime kadar indirerek göğüslerimi açıkta bıraktı. Bir eliyle sol göğsümü avuçlayıp ucunu parmakları arasında sıkıştırırken eğilerek sağ göğsümün sertleşmiş ucunu ağzına alarak şeker emer gibi emmeye başladı.
Göğsümün ucunu emdikçe demir gibi olan aletinin üzerinde kıvranıyor, mabedimin sıcaklığını hissettiğini hoyratlaşan dudaklarından anlıyordum.
Öyle kuvvetli içine çekiyordu ki meme ucumu başımı geri atmış aralık küçük ağzımdan kısık kısık inlemeler hediye ediyordum ona.
"Kör alevlerin içerisinde bırakıyor bu halin beni.." diye fısıldadı. "Nazenin... her haline ölüyorum ama bu halin bir başka... yakıyor beni."
Yanağımı kavrayarak gözlerini açamadan baş parmağını aralık dudaklarımdan içeri itti Cezayir. Şaşkınca ona bakan gözlerimi görmedi ama hafifçe kıvrılan dudağı şaşkınlığımı anladığını açıkça belli ediyordu. Ağzında ki göğüs ucumu bırakarak kafasını kaldırıp beni izlemeye başladı ve parmağını küçük ıslak ağzımın içerisine doğru itip çekmeye başladı.
"Yala.."
Yüzüm kızarmış, gözlerim baygın bir hal almıştı. Ağzımda ki parmağını ağır ağır emerken Cezayir'in üzerimde gezinen kararmış bakışları beni daha da heyecanlandırıyordu. Hızlı nefes alışverişlerim ile çıplak olan memelerim hereket ediyordu. Pembe göğüs uçlarım emilmenin verdiği etkiden dolayı kızarmıştı
"Cezayir.." aklıma komşumuz Sedef ablanın söylediklerinin gelmesi ile yerimde biraz toplanarak kendimi kayadan hallice olan sertliğe daha çok bastırmaya başladım. Yapabilirdim...
"Gülüm.. istiyor musun "
"Cezayir.." bir kere daha inledim. Çaresiz bir zekvin ucunda fazlasıyla istekli fazlasıyla utangaçtım.
Utanmak için fazlasıyla geç kalmadın mı Nazenin!?
Benimle alay eden iç sesime göz yumdum.
"Ne cezayir.."
Beni yavaşça üzerinde oturduğumuz divana yatırarak altına aldı.
"Odamız- odamıza gidelim"
"Burda!" ses tonu baskın ve sabırsızdı.
"Asuman görür.."
"Asuman evde yok.. bunu saklamaya çalışmanın hesabını da az sonra soracağım " Kalın parmaklarını çamaşırımı kenara çekerek kadınlığım ile buluşturdu. Girişimde oyalanan iri parmağın biri içime girerken kafamı geriye atarak derince inledim.
Asuman'ın yokluğunun farkedilmesi şu an takılacağım en son şey bile olamazdı. Cezayir'in kalın parmakları kadınlığımın dudaklarında, girişimde dolaşırken Asuman'ı düşünemeyecek kadar zevk deryasına dalmıştım..
Cezayir'in gözleri uzun uzun üzerimde gezindi. Baygın bakışlarımdan çektiği gözleri, hafif aralık ağzımdan dökülen nidalara kilitlendi. Benim bu kendimden geçmiş halim onu kör ateşlerde bıraktı. Değişen ifadesi içinde bulunduğu zor durumu bir bir bana anlattı. Terden ıslanan saçları alnına yapışmıştı. Göğsü hızla yükselip alçalıyorken bakışları sakallarının etkisiyle yer yer kızarıp çizilmiş memelerine kaydı. Ardından dakikalar önce ağzında şeker gibi eriyen tomurcuklara baktı.
Cezayir içime ikinci parmağını gönderirken yüz ifademden geçen acıyla karışık zevki seçti.
"Hoşuna gidiyor mu yavrum.." iyice kalınlaşan ses tonuyla konuşan kocama baktım utanç içerisinde.
"Gidiyo- ah gidiyor kocacım" Cezayir duyduğu kelime ile inlerken daha fazla dayanamadı. Parmaklarını içimden çıkartarak iki yandan tuttuğu iç çamaşırımı aşağı çekip bacaklarımdan sıyırarak odanın bir köşesine fırlattı.
Elbisem belimde toplanırken, açıkta kalan kadınlığımı gizlemek için hızla dizlerimi birbirine yapıştırdım.
Pantolunu çıkaran Cezayir kısa süre içersinde çıplak kalırken eline aldığı aletini gözlerini benden ayırmadan sıvazladı bir iki kere.
"Aç bacaklarını" Cezayir'in zevkten iyice koyulaşan ses tonunu duymam ile kaçırdığım gözlerim tekrar kendisini buldu. Bacaklarımı iyice bastırdım birbirine.
"Hadi.." kocamı hiç duymamış gibi davranıyor, kenetlediğim bacaklarımı açmıyordum.
Sabrı gittikçe tükenmeye başlayan Cezayir ise kalan son kırıntılar ile beni bekliyordu. Bacaklarımı aralamak onun için çocuk oyuncağıydı ama benim yapmamı istiyor ve büyük bir sabırla bekliyordu. Benim istekli ve konuşkan hallerim kendisini delirtiyordu.
Tam elini dizime koymuş bacaklarımı açmak için baskı kuracaktı ki buna hiç gerek kalmadan kendim bacaklarımı araladım. Gördüğü görüntü karşısında nutku tutulan kocam çoktan kendine hakim olup beni zorlamaması için içten içe kendine telkinler vermeye başlamıştı bile, biliyordum.
Temizlenmiş küçük kadınlığımın etli dudakları şişmiş küçük deliğimden akan zevk suyu vajinamın her köşesine yayılmış hafif pembe kuytum güneş ışığının altında parıl parıl parıldıyordu.
Elini erkekliğine atarak sertçe okşayıp bacaklarımın arasına yaklaştı iyice. Sımsıkı tuttuğu aletinin iri başını küçük deliğime getirerek hafif hafif baskı uygulamaya başladı.
Girişimde hissettiğim baskı ile içim bir tuhaf olurken, ellerimi nereye koyacağımı bilemiyor, göğüs kafesi yükselip alçalıyordu.
Kocamın iri erkekliğinin başını birden içimde hissederken ellerimi iki yanda yumruk yaparak yüksek sesle inledim. Beni yararak ilerleyen geniş damarlı sertliğin her hamlesinde biraz daha içime girdiğini hissediyordum. Gerilen kadınlığım Cezayir'in haddinden fazlasını içime yerleştirdiğini ayan beyan bağırıyordu.
İlk zamanlarda yeni olduğundan kaynaklanıyor olsa gerek anca yarısını alabiliyordum içine. Cezayir de çok zorlamıyordu. Fakat son üç dört birlikteliklerin de şu an olduğu gibi şansını zorluyor sonuna kadar deniyordu.
"Ahh" gelen ani darbeyle odaya dağılan çıplak ete vuruş sesi ve acı içerisinde önlemlerinin birbirine karıştı. Kadınlığımın dibinde baskısını hissediyordum.
Kendini zorlukla geri çekip tekrar içime çarpması ile kadınlığımdan yükselen sızı da bunu doğrular nitelikteydi.
"Yatak odamıza gidelim Cezayir.." kısık sesim ile boynuma gömdüğü başını çıkarıp üzerimde doğrularak yüzüme bakmaya başladı hareketlerini hızlandırarak. Her darbesinde altında sarsılıyor ve yatıyor olduğum için iki yana yayılan dolgun göğüslerim hareket ediyordu.
Tekrar üzerime uzanarak sertçe içimi doldurup nefes nefese kulak mememi emerek ısırıp konuştu.
"Evin her köşesinde sikeceğim seni.." ani bir şekilde aldığım sert darbeler ve işittiğim müstehcen sözler ile kendimden geçiyordum. Cezayir'in sesi net ve kendinden emindi..
"Ohh Neyinim ben senin"
"Ko- kocam" titrek sesimle eş zamanlı kendini dibime kadar çarpan adam kocanım dercesine kendini belli ediyordu.
"kocacım.." kısık sesli utangaç inlemelerime aklı çıkan adam tutamıyordu kendini
Hissettiği kasılmalarla geleceğimi anlayan cezayir daha güçlü daha hızlı hamleler yapma başladı. Erkekliğini ikinci bir deri gibi saran ıslak küçük kadınlığım kasılıp gevşeyerek rahatlığa ulaşırken gözlerini zevkten baygınlaşmış buğulu gözlerime dikip sert bir kaç darbeyle içime akarak üzerime bıraktı kendini.
Hissettiğim zevk ile tüm bedenim titrerken titrek bir soluk bıraktım dudaklarımdan dışarıya. Hala içimde sertliğini koruyan Cezayir son damlasına kadar içine döktüğü tohumlar ve kendi suyumun karışımı kadınlığımdan dökülüp bacaklarıma akarken hissettiğim yapışkan hisle iri bedenin altında kıpırdadım. Benim bu hareketim ile içimde tekrar canlanan sertlik alt dudağımı sertçe ısırmama sebebiyet verdi.
"Var mı aklına yatmayan bir şey?”
Kafasını boynuma gömerek bir öpücük bıraktı. Sorunun cevabını bekler gibi birkaç saniye duraksadı.
“Yok…” Mırıltı gibi gelen tek kelimeyle Cezayir, kafasını boynumdan kaldırdı. Nefesini sıkıntıyla dışarı verdi; yüzünde hafif bir gerginlik belirmişti.
“Senden başkası yok.”Üzerimden kalkarak divana oturdu. Sözleri sertti ama o sertliğin ardında bir sahiplenme, bir güven vardı. “Senden başkası bana haram.”
Cezayir yerden aldığı tişörtü, üzerimdeki izleri kapatmak için kadınlığıma bastırarak göbeğime doğru usulca gezdirdi. Hızla doğrulup belimde toplanan elbiseyi çabucak yukarı çekip kollarımı geçirerek üzerime giyindim. Gözlerim, hemen yanımda oturan kocamın heybetli varlığına takıldı; o hâlâ şaşırtıcı derecede etkileyiciydi.
“Biraz daha oraya bakarsan, kalçalarının üzerine oturamayacak hâle getiririm seni, Nazenin!” Sesi kararlıydı, bariton ve hafif bir alay taşıyordu. Gözlerimi hızla kaçırıp ayağa kalktım, camları açtım ve yere dökülen kıyafetleri toplamaya başladım.
“Sen banyoya geç, ben hallederim buraları.”
Başımı sessizce salladım ve elime aldığım çamaşırlarla banyoya yöneldim.
Yaşadığımız an büyüleyiciydi… Cezayir’in bana dokunuşu, öpüşü, sert ve tutkulu hâli… Her şey aklıma geldikçe kadınlığım kendiliğinden yanıt veriyor, ikinci bir birleşmeye hazır hâle geliyordu. Aramızdaki ateş, gittikçe daha da harlanıyordu.
Banyoya girip başımdan aşağı döktüğüm ılık suyun rahatlatıcı etkisiyle gözlerimi kapattım. Bir anlık huzur… ama kısa sürdü. Zihnimde beliren sima, gözlerimi istemsizce açmama sebep oldu. O mavi gözler hâlâ aklımdan çıkmıyordu; beni rahatsız eden bir his vardı.
Cezayir’e güvenmek istiyordum, söylediklerine inanmak istiyordum. Ama içimde, o kızla ilgili bir rahatsızlık, sinsi bir kıvılcım gibi yanıyordu. İçimde bir yılan gibi sürünüyor, huzurumu kemiriyordu.
O kız hakkında açıkça konuşamadığım için pişmanlık içindeydim. Cezayir’in onunla bir daha muhatap olmasını istemiyordum. Söyleyemediklerim bir dağ gibi üzerime çökerken, sessizliğimle yetindim. Keşke çekincelerimi bir kenara bırakıp konuşabilseydim…
Ama sustum. Her zamanki gibi, içimde biriken sıkıntıları susarak örttüm.