Rüzgar'ın özel jetinin lüks iç mekanında, İstanbul'un tehdit dolu gölgesi yavaşça geride kalmıştı. Ece, geniş koltuğunda otururken, Melis'in son mesajının yarattığı korkunun soğukluğunu hâlâ hissediyordu. Rüzgar, uçağın kalkışından hemen sonra, Paris'teki güvenlik ekibiyle sürekli iletişim halindeydi; Melis'in Ozan'a yaklaşma ihtimalini sıfıra indirmek için tüm kaynaklarını seferber etmişti.
Rüzgar, telefon görüşmesini bitirdi ve Ece'nin yanına oturdu. Uçağın sessizliği, aralarındaki gerilimi daha da belirginleştiriyordu.
"Ozan güvende," dedi Rüzgar, sesi kararlıydı. "Melis'in uydurduğu yalanlar, Holding'in güvenliğini geçemeyecek kadar zayıf."
Ece, Rüzgar'a baktı. "Bu kadar emin misiniz? Melis Hanım, sınır tanımıyor."
"Ben de tanımıyorum, Ece," dedi Rüzgar, yüzünde soğuk bir gülümseme belirdi. "Farkımız bu. O, duygularıyla hareket ediyor; ben ise güçle." Rüzgar, Ece'nin elini tuttu ve parmağındaki elmas yüzüğü kendi dudaklarına götürdü. "Senin bana olan güvenin, benim en büyük gücüm."
Rüzgar'ın bu sözleri, Ece'nin hem kalbini ısıttı hem de vicdanını sızlattı. Bu güven, bir anlaşmaya dayanıyordu; bir borca.
Paris'e vardıklarında, gökyüzü şafak vaktinin yumuşak ışığıyla aydınlanıyordu. Rüzgar, Ece'yi şehrin en tarihi ve gizli otellerinden birine götürdü. Melis'in geleceği otelden tamamen farklı, medyadan uzak, görkemli bir süitti burası.
Oda, devasa pencereleriyle Eyfel Kulesi manzarasına hakimdi. Rüzgar, Ece'yi pencerenin önüne getirdi.
"İşte burası," dedi Rüzgar, Ece'nin belini sıkıca sararken. "Melis'in bizi asla bulamayacağı sığınağımız. Ve burası, senin bana olan borcunun son defa Melis'in gölgesinde ödeneceği yer olacak."
Ece, bu manzaranın güzelliği ile Rüzgar'ın tehlikeli isteği arasında sıkıştı kaldı. Artık kaçış yoktu. Melis'in tehditleri, Rüzgar'ın kontrolünü daha da keskinleştirmişti.
Rüzgar, Ece’yi kendine çevirdi. Gözleri, Eyfel Kulesi'nin sabah ışığında parlıyordu. "Giysilerini çıkar, Ece," diye emretti, sesi düşük, ancak mutlak bir otorite taşıyordu. "Melis'in beni ne kadar kızdırdığını, bu gün bana olan teslimiyetinle unutturmalısın."
Ece'nin parmağındaki elmas yüzük ve gümüş kolyesi, bu emrin ağırlığı altında parlıyordu. Ece, Rüzgar'ın bu kontrol oyununu tamamen kabul ederek, Rüzgar'ın gözlerinin içine baktı ve yavaşça itaat etti.
Rüzgar, Ece'nin her hareketini izlerken, bu teslimiyetin sadece bir anlaşmanın parçası değil, aynı zamanda Ece'nin de bastıramadığı bir arzu olduğunu biliyordu. Oda, aniden yükselen tutkunun sıcaklığıyla doldu.
Rüzgar, Ece'ye doğru yaklaştı. Ece'nin elleri, Rüzgar'ın güçlü kollarına sarıldı. Aralarındaki temas, Paris'in romantizmini, Rüzgar'ın kontrolü ve Melis'in tehdidiyle karıştırıyordu. Ece, tüm vicdanını susturarak, kendini bu kaçak ve tehlikeli tutkuya bıraktı. Rüzgar, Ece'nin boynundaki kolyeyi öperek, Ece üzerindeki sahipliğini ilan etti. Rüzgar'ın emelleri, Ece'nin arzularıyla birleşirken ikisinin de bedeni yanıyordu. Rüzgar'ın dudaklarından dökülen fısıltılar, Ece'nin zihnindeki tüm direnci paramparça ediyordu. Ece, Rüzgar'a olan borcunu öderken, aynı zamanda kendi kalbinin borçlandığını da fark ediyordu. Rüzgar'ın dudakları önce zarifçe Ece'nin boynunu öperken göğüslerine indikçe hırçınlaştı. Ece göğüslerinin ıslanmasıyla içindeki arzunun daha da arttığını hissetti. Nefes alışının değiştiğini hisseden Rüzgar daha da sert davranmaya başladı. Ece göğüs uçlarının acıması ile tarifsiz bir haz alıyordu. Daha fazla dayanamayarak Rüzgarı soydu ve yatağa doğru çekti. Rüzgar'ı içinde hissetmeden önce biraz oynamak istedi. Rüzgar'ı yatağa oturttu ve önünde diz çöktü. Rüzgar'ın erkekliğini yalamaya başladı. göz ucuyla Rüzgar'a baktığında zevk aldığını görünce devam etti. Çok geçmeden Rüzgar Ece'yi kollarından tutup kaldırdı ve kucağına oturtarak erkekliğini içine soktu. Yavaş hareketlerle hazzı içinde yaşadı. yukarı aşağı zıplatırken bir eliyle de göğüslerini okşuyordu. Ece'nin inlemeleri arttıkça hızlandı. Ece Rüzgar'ı tamamen içinde hissediyordu. İkisi de rahatladıktan sonra bir süre hiç kımıldamadan öylece durdular.
Karanlık ve sessizlik, şehrin ışıklarının hemen yanında, iki bedenin gizli anlarını yuttu. Geriye, sadece yatağın dağınıklığı ve Rüzgar'ın Ece üzerindeki mutlak zaferi kalmıştı.
Yoğun anın ardından, Eyfel Kulesi hala pencerelerden tüm görkemiyle parlıyordu. Rüzgar, yorgun ama huzurlu bir ifadeyle Ece'nin yanına uzandı. Eli, her zamanki gibi Ece'nin bileğindeki gümüş bileziği buldu.
"Melis'i unuttun mu?" diye sordu Rüzgar, sesi uykuluydu.
Ece, bu anlık huzurda, Rüzgar'a karşı olan karmaşık duygularını sorguladı. "Ozan güvende mi?" diye sordu Ece, kendi acısını gizleyerek.
"Sana söz verdim," dedi Rüzgar, Ece'yi kendine çekerek. "Artık Melis'i değil, sadece bizi düşün. Bu şehirde, aramızdaki anlaşma tamamen yenilenecek. Melis'in tehditleri bittiğinde, seni sözleşmeli sevgilim olmaktan çıkarıp, başka bir seviyeye taşıyacağım."
Ece'nin kalbi hızlandı. Başka bir seviye? Bu, aşk anlamına mı geliyordu? Yoksa Rüzgar'ın kontrol arzusunun yeni bir aşaması mıydı?
Rüzgar, Ece’nin alnını öptü. "Şimdi uyu. Sabah, Melis'in Paris'e vardığı haberini alacağız. Ama o gelene kadar, bu gece tamamen bizim." Ece, Rüzgar'ın elini tuttu.
"Sana güvenmek istiyorum," diye fısıldadı Ece. "Ama bu yüzük ve bu kolyeler... Hepsi birer zincir gibi geliyor."
Rüzgar, gözlerini açtı ve Ece'nin eline baktı. "Zincir, ancak seni sevmediğim zaman zincir olur, Ece. Bu benim sana ait olduğumu gösteren bir mühür." Rüzgar, Ece'nin bu kadar kişisel ve duygusal bir dürüstlükle konuşmasına şaşırmıştı, ama bu durum, onun sahiplenme arzusunu daha da körüklüyordu.
Rüzgar, Ece’nin alnını öptü. "Şimdi uyu. Sabah, Melis'in Paris'e vardığı haberini alacağız. Ama o gelene kadar, bu gece tamamen bizim. Söz veriyorum, Ozan'a bir şey olmayacak. Sen sadece bana teslim ol."
Ece, Rüzgar'ın güven veren kollarına sığındı. Paris'in gizemi, sadece yasak tutkuyu değil, aynı zamanda Rüzgar'ın geçmiş sırlarını ve geleceğe dair tehlikeli vaatlerini de içinde barındırıyordu. Ece, uykuya dalmadan önce, bir daha asla eski hayatına dönemeyeceğini, Rüzgar'ın tehlikeli dünyasında sonsuza dek kaybolacağını biliyordu.
Paris'teki ilk sabah, balayı kaçamağı vaadinin aksine, Melis'in öfkesinin yarattığı ağır bir atmosferle başladı. Rüzgar, Ece uyanmadan çok önce kalkmış, sessizce telefon görüşmeleri yapıyordu. Ece, Rüzgar'ın sesindeki keskinliği ve gerginliği duyabiliyordu; Melis, tahmin edilenden daha hızlı hareket etmişti.
Rüzgar, Ece'ye döndü. "Melis Paris'e ulaştı. Dün akşamki basın toplantısının ardından Turan Bey, tüm yönetim kurulunu aleyhimize çevirmek için harekete geçmiş. Melis, seni bulmak için tüm otelleri arıyor."
Ece, parmağındaki elmas yüzüğe baktı. "Ozan'ı tehdit etme gücü var mı?"
"Ozan'ın hastane kayıtları artık Holding'in gizli kasasında. Ona direkt ulaşamaz," dedi Rüzgar, sesi kesin ve kararlıydı. "Ama Melis, bu kez iş üzerinden vurmaya çalışıyor. Melis, benim Holding'deki hisselerimin bir kısmını babasının eski ortaklarına devrederek beni zayıflatmak istiyor."
Rüzgar, Ece'ye yaklaştı. "Melis'in karşısına güçlü çıkmalıyız. Şimdi, bir iş yemeğine gidiyoruz. Amacımız, Melis'e senin sadece bir 'sekreter' değil, onu devirebilecek bir tehdit olduğunu göstermek."
Rüzgar, Ece'yi Eyfel Kulesi manzaralı, Paris'in en seçkin restoranlarından birine götürdü. Ece, Rüzgar'ın taktığı pahalı ve zarif bir elbise içindeydi. Masada Rüzgar'ın Parisli iş ortakları vardı; Rüzgar, Ece'yi onlara "yeni ticari danışmanı ve hayatındaki en önemli varlığı" olarak tanıttı. Ece, bu rolü oynamak zorundaydı, çünkü Melis'in onları bulma ihtimali her an vardı.
Yemek, gergin bir tiyatro gösterisine dönüştü. Ece, Rüzgar'ın talimatıyla iş konuşmalarına katılıyor, Rüzgar'ın ticari zekasını tamamlayan yorumlar yapıyordu. Rüzgar, Ece'nin elini sık sık tutuyor, Melis'in bıraktığı boşluğu Ece ile doldurduğunu gösteriyordu.