Gözlerimi açtığımda oda etrafımda dönüyordu. Kıpırdamakta zorlanıyordum sanki uyanmaya devam ediyor ve uyku felci geçiriyordum. Sadece düşünebiliyorum. Bir çarkın defalarca aynı yerde durması gibi.
Uyuyup uyanmak ve asla hatırlamasan da aynı rüyaları bir döngü gibi her seferinde görmek... Yaşadığım tam olarak buydu. Dışarıda bir ıslık gibi hüküm sürmeye başlayan rüzgârın sesiyle uzandığım yatakta biraz kıpırdandım. Tedirgin bir uykuda oluş halim ne kadardır sürmekteydi bilmiyordum. Anımsadığım tek şey zaman zaman yanımda duran bedenlerdi.
Annemi de hatırlıyordum. Onun koşan bedenini.
Her şey gerçekçi görünse de bir rüyadan ibaretti. Alışmaya çalıştığım bu süreç bana henüz yakın olmaktan çok uzaktı. Birkaç gündür şahit olmak zorunda kaldığım ve şartlar gereği bilmem gerekenler, durup kalmış hayatımı görünmez bir dokunuşla son sürat döndürmüş gibiydi. Kafamın içinde kendime sorduğum onlarca soru, içimde biriken korkunun her zaman gözyaşlarıyla açığa çıkamaması, koşarak kaçmam gerekirken tüm kapıların kalın sürgülerle kilitli oluşu daha fazla dayanamama sebep olmuştu.
Belki ağız dolusu çığlık atamadım, belki ne olacaksa olsun deyip hiçbiriyle kavgaya tutuşmaya cesaret edemedi vücudum. Sadece burnumun içindeki damarlar tepki verdi bu karmaşık olaylara. Gerçekten tek sebep içinde bulunduğum bunalım mıydı?
Kapının sessizce açılmasıyla, kafamdaki düşünce bulutları dağıldı. En uzun ve yorucu savaştan çıkmış gibiydi vücudum ama Delfin'in endişeli surat ifadesi zorlukla da olsa hafifçe başımı oynatmamı sağladı.
"Bizi korkuttun, Vera."
Saçlarımı okşadığında aslında hissettiklerini tüm içtenliğiyle anlatmış oldu. Sandalyeye oturduğunda bakışlarımı gözlerine doğru kaldırdım.
"Tam olarak bir rüya gibiydi, pek hatırlamıyorum. Garip bir şey oldu mu?"
Dudak büzse de düşünceli görünüyordu. "Bazen anlamsız kelimeler söyledin. Sadece anne dediğini çok net duydum ama akabinde söylediğin ismi hiç anlamadım, adeta fısıldıyordun."
"Kasandra," diyerek sözünü kestim. Gözlerim dolduğunda üst üste kırpıştırdım. "Annemin adı bu."
"Bilmiyorum, belki." Delfin saçlarını karıştırdığında bu ismi duyup duymadığından emin değil gibiydi. "Bir hastalığın olmadığına emin misin, Vera? Daha önceden de burnun kanar mıydı?"
Cevap vermeden elini alnıma koyunca tehlikeli bir ateş durumu olmadığını fark edip rahat bir nefes aldı. Ses çıkarmadan sandalyesine oturduğunda yüzünde yine o merhametli ifade vardı.
"Hasta değilim ama bazen soğukta olabiliyor."
Bunu hatırlamıyordum sadece daha fazla anormal görünmemeye çalışıyordum.
Akıllarından geçen ihtimal, yarı yarıya iyi olmam veya kötü amaçlı biri olmamdı. Onlar Arel gibi kesin hüküm vermemiş ve bana hep bir şans tanımış, korumuşlardı. Çünkü eğer gerçekten masum bir konuksam kötü davranışları ve ön yargılı tepkileri onları gerçekler ortaya çıkınca pişman ederdi. Buna göre davranmamak aptallık olurdu.
Delfin yeniden kalktığında pencereye yürüdü. Odanın camındaki yoğun buğuyu kazağının koluyla silip, beklemekte olduğu karartının görünüp görünmediğine baktı bir kez daha. Arel'in artık geri dönmeyecek olması mümkün değildi, verdiği sözler vardı nihayetinde. Benimle ilgili işleri yoluna koymadan hiçbiri yarıda bırakamazdı görevini.
"Neden buraya geldiniz?" diye sordum. Sanki buraya ait değilmiş gibi dururken dışarıyı izleyen gözleri hüzünlüydü. Belki de özlem dolu. "Gerçek eviniz nerede?"
"Dünyanın her bölgesinde ve belirli şehirlerde," dedi bana bakmadan. Gülümsediğinde başını yana eğdi. "Dağılmış olan gruplardan bir takım olarak Lotus'a garip olayları biraz olsun aydınlatmak için gelmiştik. Gelişen durumlar en çok da mühürlüleri bir tabaka gibi sarmış durumdaydı. Vilayetin konumu uzun yıllardır buna elverişli olmasına rağmen son zamanlarda artan vakalar hepimizi kuşkulandırmıştı. Mühürlenmiş her bir üye, başına gelebilecek korkunç durumlara hazırlıklı olsa da şehirlere dağılan ve kendine sabit bir düzen kurmaya çalışanları ister istemez zorlayıp keyiflerini kaçırıyor."
Sert ve kararlı durmaya devam etti cam yeniden buharlanmaya başlarken. Ben onlar gibi başına bir şey gelmesinden endişe duymuyordum. Sare bana bile gücü konusunda teminat vermişti. Söylediğine göre Arel dışa vurduğu soğuk ifadesiyle kimsenin kolayca yaklaşamayacağı bir adamdı. Aynı zamanda savaşlarda ya da diğer mücadelelerde onun namını duymuş büyücüler tarafından da uzak durulması gerekilen biriydi. Bazı gaddar tavırları özellikle yeni tanıştığı kişilere bir ok gibi saplanıyordu.
Yeni sorunları ben olduğumdaysa keskin bir balta gibi kırıcıydı. Diğerleri bile hangimizi haklı tarafa koyacağına karar verirken zorlanıyordu. Gerçekler su üstüne çıkınca Arel bu tutumları için pişman olacaktı.
Merdivende yankılanan ayak sesleriyle kapıya döndük. Gelen Noyan'dı ve suratında endişeli bir yorgunluk vardı. Siyah gözlerini yatakta uzanan bedenime diktikten sonra sessizliği bozarak konuşmaya başladı.
"Vera, biraz daha iyi misin?"
Usulca yaklaştığı yatağın kenarına oturdu. Yeniden uykuya dalmak üzereyken geldiği için cevap vermek yerine boş bakışlarla baktığımda sesli bir nefes verdi.
"Belki de aynı anda içeri girmemeliydik. Bilinci açık olsa da kendini yorgun hissediyor olabilir."
Noyan kısa bir an Delfin'e baksa da başını tekrardan bana çevirdi. Güven vermesi gerektiğini bilir gibi ses tonunu hafifletti. "Buradayım, bana her şeyi anlatabilirsin. Bir sanrı falan mı gördün yoksa daha korkunç bir şey mi? Bize söylemediğin bir hastalığın mı var?"
"Noyan, fazla üstüne gidiyorsun." Kısık bir sesle söylemiş olsa da bu onu durdurmuştu.
"Affedersin."
Bunu bana mı yoksa Delfin' mi söylemişti bilmiyordum. Tek bildiğim şu anda benim için gerçekten endişelenmesiydi. Korumak, karşısına kötü olarak ne çıktıysa tek tek hesap sormak istercesine bakıyordu.
"Kim yaptı sana bunları, kim?" diyerek cılız sesiyle kurmuş olduğu cümleleri kuru bir yutkunmayla tamamladı.
Zihnimde bir kıpırdanma sezinledim. Konuşmuyordum, ağlamıyordum, gözlerimi kapatmıyordum sadece boşluğa bakıyordum. Süresini bilmediğim bir vakitte kâbus görmüştüm. Belki uyanmadan hemen önce belki bayıldığım ilk dakikalar içinde.
"Arel nerede?" diye sordum.
İkisi de donup kalmıştı. Geçirdiğim travmatik olaydan sonra soracağım ilk şeyin kendimle ilgili sorular olması gerekirken, bana öfkeden başka bir şey sunmayan birine karşı böyle merak hâli içinde olmam hiçbirinin mantığına sığmıyordu. Şaşkınlıktan en çabuk sıyrılan da Noyan oldu.
"Gerçekten onu mu merak ediyorsun?" Elleriyle kısa saçlarını olabildiğince dağıttı. Adımları küçük odanın her köşesini turluyordu. "Sana söylediği onca şeyden sonra bile mi? Olay esnasında yanımızda bile değildi, şimdi onu sormanın sebebi ne ki?"
"Sakin ol Noyan! İşte gördün, kendinde değil. Fazla ileri gidiyorsun. Onu koruma içgüdünü anlayabiliyorum ama bunun yüksek dozu sahiplenmeye kadar gider. Kendine gelmelisin, buna hakkın yok."
Burnundan soluyordu Delfin ama araya girecek enerjiyi kendimde bulamıyordum. Noyan bir çocuk gibi sessiz ve savunmasız görünüyordu. Hem tepkisinden hem azarlanmasından memnun değildi.
"O iyi mi?" diye sordum fısıltıyla. Her şeyi bir anda anımsamıştım. "Rüyamda Arel'i gördüm. Uçsuz bucaksız bir karanlıktaydı, yerde yatıyordu. Acı çektiğini gördüm, onu yapayalnız gördüm. Üstü başı toz içindeydi, omuzlarına kuru yapraklar dökülmüştü. Başına bir şey mi geldi?"
Öfkesiyle mücadele eden Noyan ve Delfin birbirlerine bakarak bu ihtimali kendileri değil de benim düşünmemi hatta Arel'in yokluğuna böyle kafa yorup rüyalarıma dahil etmemi hazmetmeye çalışıyorlardı.
"Kendini yorma tatlım, sadece kâbus görmüş olmalısın." Delfin gerçekleri bildiğinden değil, böyle olmasını dilediğinden söylemişti.
"Bilmiyorum, kâbus olsaydı Arel'in yine bana sataştığını görürdüm ama bu çok farklıydı." Güçlükle kollarımın üzerinde doğrulmaya çalışırken, Delfin de yanıma gelerek yardım etti. "Nerede olduğu hakkında bir tahmininiz varsa hemen yanına gidin."
"Nerede olduğunu bilseydik çoktan gitmiştim onu aramaya."
Alınganlık havasından sıyrılan Noyan şimdi sadece dostunun başına gerçekten bir şey gelmiş olabileceği ihtimali için paniklemeye başlamıştı. Sadece basit bir rüya olabilirdi, herkes rüya görmez miydi? Özellikle hastalık halinde en anlamsız rüyaları görebilirdik, bu da canımızı sıkmaktan başka bir işe yaramazdı.
Ama o an gerçek gibiydi. Nasıl ki bundan günler önce beni ormana çeken rüyadan etkilendiysem bundan da o kadar etkilenmiştim.
"Arel'i benden daha iyi tanıdığınızı biliyorum ve bunun basit bir rüya olabileceğini de. Fakat yine de onu görmeden kuşkularımdan sıyrılamayacağım gibi hissediyorum."
"Kendini daha fazla zorlama. Sare senin için çorba yapıyor belki de gidip yardım etsek iyi olur."
Aslında bunları söylemesinin ve beni boşluğa dikmiş gözlerimle bakar hâlde bırakıp odayı terk etmesinin en büyük sebebi Noyan ile daha iyi konuşabilmeleri içindi. Belki de söylediklerimi daha sakin kafayla düşünmek istiyorlardı, bazen tepki vermede aşırı sert olabiliyorlardı.
Odada yalnız kaldığımız an Noyan da çıkmak yerine sandalyeye oturdu. Her ne kadar biraz kızgın olsa da duyduğu endişe daha ağır basıyordu, bu elinde değildi.
"Özür dilerim, çok sert çıktım. Aslında böyle değilim ama bilmiyorum, belki ben..."
"Sen benim için endişeleniyorsun, hepsi bu." Eline küçücük de olsa dokunup geri çekildim.
"Şu an bir aptal gibi görünüyorum."
"Her zaman böyle açık sözlü olmak zorunda mısın?" Zaten küçük olan gülümsemem daha da küçülerek gittikçe kayboldu. "Neden bayıldım ki? Annemi gördüm, rüya gibi bir şeydi ama ağzımda kan tadı hissedince sanki başıma bir darbe almış gibi sersemledim ve hiçbiriniz orada yoktunuz. Nereye gitmiştiniz?"
Noyan şaşkınlığını gizlemeye gerek görmeden ve bakışlarını kaçırmadan direkt bana doğru konuştu. "Biz hep beraber oradaydık, senin yanında. Hiçbir yere gitmedik, yanından bir an olsun ayrılmadık. Sen gittiğimizi mi düşündün?"
Kafamı toparlamaya çalıştım. Onları çağırdığımı anımsıyordum belki de bu sadece rüyanın bir parçasıydı. Yardım istesem veya çığlık atsam ellerinden gelen tüm yardımı yaparlardı, bunu artık biliyordum. Bildiğim diğer bir şey ise bu yaşanan vakanın sıradan bir düşten çok uzak olduğuydu. Konuşmadığımız her dakikada tüm bunların sebebi ne diye sessiz çığlıklar atıyordu gözlerimiz.
"Noyan?" Kapı açılınca Delfin'in meraklı gözleriyle karşılaştık. "Seni bekliyorum. Vera biraz dinlenmeli."
Sessiz bir onaylamanın ardından oturduğu yerden ağır hareketlerle kalktı. Kapıyı hafifçe aralık bıraktığında üzerimdeki örtüye daha sıkı sarmalandım.
"O kan da neyin nesiydi anlamıyorum."
Bu Noyan'ın sesiydi. Merdivenden inen adımlarını duyarken zorlukla da olsa yataktan sıyrılıp kapının yanına ulaştım.
"Bir anda bayılması falan gerçekten numara olmaktan çok uzak değil mi sence de? Her şey çok tuhaf başladı ve gizemini kesmeden ilerliyor. Arel onun artık başımıza daha fazla bela olduğunu düşünecek ama ben onun için üzülüyorum."
Yumuşak sesle dile gelen itiraflarından etkilenmiştim. Bana acımamasını istiyorsam güçlü görünmeliydim fakat adını koyamadığım şeyler yaşıyordum. Sanırım kalbindeki mührü gerçek anlamda en çok hak edenin oydu.
"Belki gerçekten canı yanıyordu da bize daha fazla yük olmamak için iyiyim demiştir," diyerek yanıtladı Delfin. Onları duyabilmek için sahanlığa kadar çıkmıştım çünkü sesleri çok kısıktı.
"Öyle biri olduğu çok belli değil mi? Yani kimseye yük olmamak için annesini aramaya bile tek başına çıkmış. Zarfı birileriyle paylaşmadan tüm ihtimalleri kendi omuzlarına yükleyip koyulmuş yolculuğuna."
Çisenti damlaları cama bir bir çarparken çıktığım odaya dönmüş, yatağın ucuna misafir olduğumu belirtircesine mesafeli oturmuştum. Şöminedeki odunların cılız gölgesi parlak parkenin üzerine yansıyordu. İyiliğe dair sahip olduğum tüm özellikleri kucağımda onların önüne sunmak istiyordum. Kendimi ispatlamak istiyordum.
Ne yaparsam yapayım silinmiyordu izlerim. Kanıt olsun diye her anlattığımda ağzımda kekremsi bir tat gibi yapışıp kalıyordu anılarım. Bunu anlamak için yüzüme birkaç saniye bakıp, büründüğüm kederli hali izlemeleri yeterliydi.
"Sare o kadar lezzetli ve sağlıklı bir çorba yapmış ki, kokusu bile insanı acıktırmaya yetiyor."
İçeriye girdiklerinde Sare gülümseyerek ama merakla bana bakarak kapıya yaslandığında, Delfin de sandalyeyi karşıma çekip kucağına koyduğu tepsideki çorbayı üflemeye başladı.
"Sen kendin içebilir misin yoksa ben yardımcı olayım mı?"
"Kendim halledebilirim. Suyu uzatır mısın, lütfen?"
"Pekâlâ, ama hepsini bitirme iştahını kapatmasın."
Titreyen ellerimle tuttuğum bardaktaki su o kadar iyi gelmişti ki, içimdeki harareti söndüren her yudumda bunu hissedebiliyordum. Kendimi koca bir bardağı bitirmekten alıkoyamadım.
"Üzgünüm ama iştahım umurumda değil. Boğazımda bir yanardağ barındırıyormuşum da farkında değilmişim."
"O zaman ben aşağıdan bir sürahi alıp geleyim, kızımız suyla kafa bulmayı seviyor anlaşılan."
Sare'nin benimle pek konuşmadan yeniden dışarıya çıkmasıyla biraz şaşırsam da Delfin'in uzattığı tepsiyi kucağıma bıraktım. Çorbadan aldığım ilk kaşıkta boğazıma dolan nane aromasıyla yüzümü buruşturdum. "Bu kadar da sağlıklı olmak zorunda değildi bence."
Güçlükle birkaç yudum daha içebilmiştim. Aslında aç değildim, piknik yaptığımız sırada uzun süre bir şey yemeden durabilecek kadar sıkı beslenmiştim. Bunu yaptığım için minnettardım çünkü şimdi iştahım yerinde değildi.
"Ben bu doydum bakışlarını biliyorum. Seni zorlamayacağım ama acıkırsan söyle, hemen ısıtırım." Delfin tepsiyi alıp boş olan sandalyeye bırakırken göz kırptı.
Güzel kadının bir abla şefkatiyle ilgilenmesi, zaten halsiz olan durumumu daha da nazlandırıyordu. Neden bana bu kadar iyi davranıyorlardı? Gerekçeler ne olursa olsun onlardan ayrılmamın zamanı gelince bu beni zorlayacaktı. Annemi bulmaları için elimden hiçbir şey gelmeden Noyan ve Arel'in yanıma gelmelerini bekleyecektim.
"Yine daldın, ne düşünüyorsun bakalım? Kâbusunu unut, yaşananları unut, sadece iyi olmaya bak. İnsanın sıkı sıkı tutunması gereken en önemli şey sağlığıdır. Bunu kaybetme, güçlü ol."
"Ben iyiyim, uyumak yeterince dinlendirdi." Aniden aklıma gelen soru için kızmamasını dilerken masumca ona baktım. "Delfin, yeniden evlenmeyi düşündün mü? Senden harika bir anne olur."
Kadının elleri istemsizce kuruyan dudaklarına gitti. Bir zamanlar yaptığım gibi dudaklarını soyma alışkanlığı vardı anlaşılan. Tüm bunlarla bu şekilde baş etmek mümkün değildi. Ayrıca dudakların hiçbir suçu yok.
"Bu benim için artık çok uzak bir ihtimal. Şimdi sana savaşların yoğunluğuyla alakalı bir şeyler sıralayıp yalan söylemeyeceğim çünkü tek sebebi, aşka inanmıyorum. Evet, gerçekten bu kadar. Aşka asla inanmıyorum."
"Hayatımda şahit olduğum en büyük aşk annem ve babamdı. Peki sizinki nasıldı, yani nasıl başladı ilişkiniz?"
Yorgun gözlerle baksa da gülümsedi. "Bizimki bir aşk değildi zaten. Gerçek sevginin her şeyden daha güçlü olması, tüm zorluğun üstesinden gelmesi gerekiyor. Arel'in söylediği gibi mavi saçlı, beyaz elbiseli bir cadıdan ibaret yıkılışı olan basit bir sahte aşk hikâyesi işte."
"Ama büyünün ne kadar etkili olduğunu siz söylediniz. Yani sana âşıktı ama cadı yaptı ne yaptıysa. Kocanın bir suçu yok ki, öyle değil mi? O sadece ihanete uğrayan mühürlülerden biri."
"Gerçekten âşıksan seni başkasına yönelten büyüye teslim olmaman gerekmez mi? Gerçek aşk böyledir Vera, her şeye galip gelendir. Dünya ortadan ikiye ayrılsa bile diğer yarısına atlayıp onu kurtarmaya çalışmaktır."
Ne söylenebilirdi ki bu sözler üzerine? Asıl ihanete uğrayan kocası değil, Delfin'in kendisiydi. İnandığı her şey büyük bir fırtınada döne döne yok olmuştu. Kafasının içindeki intikam uğultularını hareketsiz dudaklarından okuyabiliyordum. Sevdiği adama duyduğu özlemden daha güçlüydü.
İkimizin de sessizliği, kapının heyecanlı bir şekilde açılmasıyla sona ermiş oldu. Noyan hararetli bir şekilde içeri girince, kötü bir şey mi iyi bir şey mi söyleyeceğini anlayamamıştık.
"Arel döndü!"
Gözlerimi Noyan'dan ayırmadan yataktan kalkmaya çalıştım. "O iyi mi? Başına bir şey gelmemiş, değil mi?"
"Camdan geldiğini görünce hemen yukarı çıkıp size haber vermek istedim. Henüz nasıl olduğunu bilmiyorum bu yüzden. Sen burada kal, biz Delfin ile birlikte inelim aşağıya."
"Benimle ilgili bir çözüm bulmaya gitmişti, söyleyeceği şeyleri duymam gerekmez mi?" İkisi arasında gezdirdiğim canlanmış bakışlarımla buna hakkı olduğunu vurguluyordum.
"Pekâlâ, ben senin koluna gireyim o halde."
Delfin koluma girerek yürümeme yardımcı olmaya çalıştı. Zaten dengem çok kötü değildi ama tedbirli bir refakatçi gibi davranmayı kendine vazife görüyor olmalıydı.
Tırabzanlara tutunup küçük adımlarla aşağıya inerken kısa sürede aklımdan çok şey geçti. Kalbimin sesi dışarıdan duyulacak neredeyse. Yoksa bugün mü evime dönebileceğim? Ya hiç dönemezsem? Aynı anda Arel'in rüyamda gördüğüm gibi kötü bir halde olmamasını da diliyordum.
Beklemekte olduğumuz kişi, biz henüz merdivenden dikkatlice inmeye çalışırken çoktan gelmiş ve kollarını bağlamış bir şekilde izliyordu. Kafasını yana yatırıp, sinir bozucu bir şekilde cıkcıkladı.
"Ona neden bir prenses gibi davrandığınızı sorabilir miyim?" Prenses kelimesini yüklü imalar içerdiği belli olur bir tonlamayla söylemişti.
"Ah, sen iyisin bir şeyin yok!"
Bana ne söylediğiyle ilgilenmedim. Kâbusumun gerçek olmadığının sevincini yaşıyordum ve bunu da hiçbir şey bozamayacaktı. Çünkü tüm bunlar olmadan önce, annemi ve babamı gördüğüm aynı zamanda beni buraya getiren kâbusun gerçek olduğunu sanmıştım. Eğer rüyalarım gerçeği yansıtsaydı, Arel'in buraya toz ve toprak içinde dönmüş olması gerekirdi. O iyi olduğuna göre rüyalarım anlamı olmayan basit düşlerden ibaretti. Keyfimi yerine getiren en büyük sebep buydu aslında.
"Sen ne saçmalıyorsun?" Arel'in yüzündeki imalar yerini ilgisiz bir surat ifadesine bırakmıştı. "Bana değil, kendine ne olacağını düşün." Bunları söyledikten sonra şömine başındaki koltuğa kuruldu.
Hepimiz birer birer salondaki yerimizi alırken Delfin elimi bırakmıyordu. Sorması gereken soruları da benden uzaklaşmadan sıraladı. "Bir çözüm bulabildin mi? Bize kesin bir sonuç gerekiyor. Zamanı iyi değerlendirdin, öyle değil mi?"
"Sadece biraz tatil yapmaya gittim ve kafamı dağıttım. Siz de bana katılmak isterseniz hafta sonu beraber bir kaçamak yapabiliriz... demeyi çok isterdim ama tabii ki de böyle bir dinlenme şansına erişemedim."
"Arel, kes şunu!" Bu ekip ne zaman bir araya gelse hep tatlarını kaçırmasına sinirlenen Noyan, daha fazla dayanamamıştı. "Sana sadece bir soru soruyoruz, çözüm ne? Bunu cevaplamaya bile tenezzül etmiyorsun, vazgeç kelime oyunlarından!"
Farkında olmadan Delfin'in kolunu sıkıca tutmuştum. Şimdi beklediğim tepki, Arel'in hiddetle ayağa kalkıp Noyan'ı duvarlardan birine sürüklemesiydi. Fakat bunlar olmadı, çok önemli bir şey söylüyorlarmış gibi şöminede kalan odunları inceliyordu.
Delfin'in kulağına yaklaşarak fısıldadım. "Yoksa üzerine bir ateş topu mu fırlatacak?"
"Hey, kocaman bir adam olmuşsun! Bunun sebebi ortamdaki şu yeni kız kokusu mu?" İşaret parmağıyla havada geniş bir yuvarlak çizdikten sonra hınzır bakışlarını sinirli Noyan'a doğrulttu.
Noyan yumruklarını sıkarak ayağa kalkınca Delfin ondan daha hızlı hareket ederek araya girdi. Ellerini adamın göğsüne dayayıp onu durdurdu.
"Sakın Noyan, sakın! Yerine otur, asıl amacımız bu değil o seni kızdırmaya çalışıyor, bilirsin işte." Kadının görevi genelde buydu, arayı bulmak. Ortamı yumuşatmaya çalışarak kızgın delikanlının gözlerine uysal bir şekilde bakmaktaydı. "Vera korkuyor."
Nasılsa bunun, onu durduracağına inanmıştı. Haksız da değildi çünkü Noyan her ne kadar Arel'e sinirle bakmayı sürdürse de yerine oturdu. Korkmayı değil, artık her şey düzene girsin olması gereken her ne ise o gerçekleşsin istiyordum.
Gözleri kapalı bir biçimde kendi adıma iyi dilekler sunarken, içimdeki en büyük taraf da hiçbir kavganın çıkmamasını ve havada yumrukların uçuşmamasını arzu ediyordu. Yanlarında kalamayacağımı, hatta artık kalmak istemediğimi de biliyordum. Çünkü Arel'in gelişi tekrardan içime sıkıntılı bir hava sokmuştu. İmalı halleri, öfkeli bakışları, yerini asla iyiye dair bir şeye bırakmıyordu. Eve dönmek istediğime gerçekten inanıyordum hatta bu isteğe var gücümle sarılmış vaziyetteydim.
"Vera gidiyor."
Özgürlük müydü bu cümle? Yerimden kalktığımda Arel'in karşısına doğru ilerledim. Gülümsememi bastırmaya çalışıyor, içimdeki heyecanı gizlemeyi umuyordum. Çünkü sırf mutlu oldum diye bu kararından vazgeçebilecek biriydi.
"Gerçekten teşekkür ederim, bu olması gereken bir şeydi. Beni araştırmak için bir süre eve dönmemen de büyük incelikti. Yuvama dönüşümü sana borçluyum, Arel."
Yine de ılımlı konuşmak zorundaydım. Kestirip atmam veya ona minnetlerimi sunmamam da ters etki yaratabilirdi. Her ihtimali göze olarak hareket etmekle birlikte, bugün hayatımın en mutlu günü olduğu düşündüm.
Arel kafasını kaldırıp bakışlarını gözlerimle buluşturdu. "Hasta mısın, Vera?"
Üzgünlükle dudaklarını büzdüğünde kafam karışınca ellerim ani bir refleksle yanaklarıma gitti. Büyük ihtimalle heyecandan yüzümde renk namına bir şey kalmamıştı.
"Bu doğru, aslına bakarsan sanırım hastayım. Öncesinde bayılmışım, sonra da biraz uyudum. Garip bir soğuk algınlığı geçiriyor olabilirim ama hareket edemeyecek kadar da kötü değilim." Bunu eve gidebilirim, buna hiçbir şey engel olamaz manasında söylemiştim.
Ayağa kalktığımda tam önümde durdu. Aramızda en az yirmi santimetre gibi bir boy farkı olduğu için aşağıya doğru bakmaktaydı.
"Hayır hayır, öyle bir şey değil. Sende daha önemli bir sorun var."
Şimdi herkesin bize doğru baktığını bilsem de gözlerimi başka noktaya çeviremiyordum.
"Hastalığın kafanın içinde, Vera." Parmağıyla alnıma küçük bir dokunuş yaptı. "Gaipten sesler duymak ileride seni şizofren bile yapabilir. Sana sadece gideceğini söyledim ama ev diye belirtmedim ki. Bunu da nereden uyduruyorsun?"
Yaptığı ters köşe, içimde kurduğum tüm inanç kalelerini sert bir tekmeyle yıkmıştı. Beni eve göndermediği yetmezmiş gibi bir de azarlamış ve dalga geçmişti. İğneleyici bir gülümsemeyle sırıtıyor, işleri zorlaştırıyordu. Duyduğum sözler kulaklarımda uğuldarken, daha önceki tartışmalarımız öfkeyle içimde bir dalga gibi ciğerlerime çarpıyordu. Ya bu dalgayı içimden çıkaracaktım ya da zehirli bir suyun içinde boğulacaktım.
Ne olduğunu bile anlamadan, evin içinde yankı yapacak şekilde, herkesi yerinden kaldırabilecek bir panikle, dünyada kötülüğe dair gördüğüm her şeyi karşımdaki düşmanın suratına çarpmak istercesine, hayatımdaki ilk tokadımı da Arel'e attım.