4

1145 Kelimeler
Babamı gizlice kapı arkasından dinlediğim günden bu yana dört gün geçmişti ve bugün günlerden cumartesi olduğu için herkes şu anda aşağıda ailesiyle vakit geçiriyordu. Oyun odasının zeminini kaplayan renkli halının üzerine uzanmış bir şekilde önümdeki boyama kitabını karalarken, sessiz ortam sayesinde daha rahat düşünebiliyordum ancak buna rağmen babamın söylediği şeyler bana hala anlamlı gelmiyordu. Tek çıkarabildiğim şey, bir bağlama olayının sonunda bir çocuğun öldüğü ve sıradaki bağlama olayının kurbanının ben olacağımdı. Yine de korkmadım. Ailem beni tam anlamıyla sevemese de, beni bile isteye öldürmeyeceklerini biliyordum. Ne olursa olsun hala onları çocuğuydum ve bir şekilde beni hayatta tutacaklarından emindim. Ne de olsa beni kanserden kurtarabilmek için geceler boyunca çalışmış, ve bu uğurda bir deneye imza atmışlardı. "Rüya, buraya gel." diyen bir ses duymamla bakışlarım önümdeki boyama kitabından, odanı açık kalan kapısında bekleyen anneme dönmüş, ardından da duvardaki saate kaymıştı. Saat akşam üzeri üçe geliyordu ve diğer çocuklar yakında burada olacaktı. "Hadi." diye direten annemle birlikte ayağa kalkarak ona yönelmiştim. O ise elimden tutarak benimle birlikte koridorda yürümeye başlamıştı. Nereye gittiğimize dikkat edemeyecek kadar afallamıştım çünkü annem ilk kez iğrenmeden elimi tutuyordu. Koridor bitince sağa dönerek başka kapıların olduğu başka bir koridora daha girmiştik. Sayabildiğim kadarıyla sağdan sekizinci odanın kapısından içeriye adım atmış ve geniş bir labaratuvar odasına giriş yapmıştık. İçeride annem ve babam dışında iki doktor daha vardı ve seslerinden anladığım kadarıyla, siyahi olan adam, babamın dün konuştuğu Andrew adındaki doktor olmalıydı. Diğer doktor ise kumral saçlı bir kadındı ve yeşil renkli gözleri bir an bile elindeki tabletten ayrılmamıştı. Annem elimi bıraktıktan sonra bir süre diğerleriyle bilimsel bir şeyler konurken benim gözlerim etrafta geziniyordu. Her şey oldukça pahalı olduğunu haykırırcasına parlak ve teknoloji göründüğü için pek bir yorum yapamıyordum. Şeffaf bilgisayar ekranlarından okumama izin vermiyormuş gibi hızlı hızlı yazılar geçiyor, odanın tam ortasında duran ve kapsül şeklindeki yatağın ışıkları cam kapağın altındaki rahatsız edici derecede sert görünen yatağı gözlerim önüne seriyordu. "Buraya gel." diyen annem, benim beyaz labaratuvar odasını dikkatle izlememi yarıda kesmiş ve hızlıca üzerimdeki kıyafetleri kontro etmişti. "Üzerinde metal yok, direk olarak kontrole alabiliriz." diyerek babama bakarak konuşan annemin ardından babam başıyla onu onaylamış ve odanın ortasındaki kapsülün hemen ayak ucundaki şeffaf bilgisayar ekranına dokunarak kapsül yatağın kapağının ağır bir "tıs" sesiyle açılmasını sağlamıştı. "Şimdi ne kadar hasta olduğunu kontrol edeceğiz." derken elindeki serçe parmağımın tırnağı büyüklüğünde olan çip görünümlü metal iki kartı şakaklarıma yapıştırmış ve bana bir şeyleri açıklama isteği duyarcasına konuşmaya başlamıştı. "Bu iş bittikten sonra biraz yorgun hissedebilirsin, bu yüzden istersen direk olarak odana gidip uyu." "Sorun değil." dedim anneme doğru kendimden emin bir şekilde. "Yorulmayacağım. Çünkü güçlü bir kız olup hemen iyileşebilirim." "Aferin." diyerek eliyle saçlarımı karıştırınca, kalbim heyecanla atmaya başlamıştı. Biliyordum! İyileşirsem beni yeniden sevecekler! "Şimdi güçlü bir kız ol ve şuraya uzan. Kapsül kapandıktan sonra açılana kadar hareket etmeden orada uzanmanı istiyorum. Tamam mı?" diye konuşan annemin yüzüne bakarak heyecanla başımı salladı ve onun yardımıyla kapsüle girerek dümdüz bir şekilde yatmıştım. Dışarıdan görüldüğü gibi içerideki yatak çok sert ve rahatsız ediciydi. "Tahlil sonuçları normal." diye tabletine bakarak konuşan kadının sesini duymama rağmen başımı kaldırmadan hareketsizce yatmaya devam etmiştim. "İlacı enjekte edebilirsiniz." O sırada babam görüş açıma girerek kolumu kendine çekerek sağ elinde tuttuğu iğneyi koluma yaklaştırmıştı ancak iğneyi koluma batırmadan hemen önce gözlerini yüzüme çevirmişti. "Çok acımayacak." derken gözlerinde gördüğüm tuhaf bir üzüntü, istemsizce babamın benim için endişelendiğini düşünmeme neden olmuştu. Kalbim heyecanla çırpınırken bir şey belli etmeden yüzüne hafif bir gülümsemeyle baktım. "Hiç acımayacak." dedim sevimli bir ifadeyle babamın yüzüne bakarak. "Çünkü iğneyi babam yapacak." Gözleri bir süre daha yüzümde kaldıktan sonra yeniden koluma dönerek dikkatli bir şekilde iğneyi koluma batırmış ve ağır ağır ilacı enjekte etmişti. İlaç öyle yakıcıydı ki, enjekte edilir edilmez kötü bir sızlama eşliğinde vücuduma dağıldığını hissediyordum. Sırtında, elinin yetişmediği bir noktanın ölesiye kaşınması gibi hissettiriyordu. Acıyan yerleri ne kadar kaşırsam kaşıyayım, acı bir türlü geçmek bilmiyordu, ancak buna rağmen kendimi kıpırdamamaya ikna ettim. Babam, içinde bulunduğum kapsülden uzaklaştıktan sonra kapsülün kapağı ağır ağır kapanmış ve dışarıdaki tüm seslerden beni soyutlamıştı. Sersemlemiş bir şekilde gözlerimi kapatmış ve oldukça hafif bir uykuya sık sık uyanmama rağmen hızlı geçiş yapmıştım. ... Aradan ne kadar süre geçtiğini tahmin edemesem de vücudumda ara ara meydana gelen şiddetli ağrılar yüzünden berbat bir gece uykusu geçirmiş ve her an yeniden uykuya dalabilecekmiş gibi hissetmeme rağmen ince bir "tıss" sesiyle gözlerimi yeniden açmış ve karşımda duran tanıdık bir yüzle karşılaşmıştım. "Aferin." diye usulca konuşmuştu o tanıdık gelen silüet yavaşça netleşerek annemin yüzü haline gelirken. "İyi iş çıkardın. Şimdi odana dönebilirsin." derken kalkama yardımcı olarak kapsülden beni çıkarmıştı. Uyuşmuş olan ayaklarım üzerine basar basmaz yere düşmüştüm ki, babam gelip beni kucağına alarak odama götürmeye başlamıştı. Sevinecek halim bile olmadığı için sessizce başımı babamın omzuna koyarak gözlerimi kapatmış ve bir süre bunun tadını çıkarmaya çalışmıştım. Ara sıra gözlerimi açarak etrafa baktığımda, koridordaki bazı pencerelerden havanın çoktan karardığını fark etmiştim. Ah, bugün diğerlerine resim çizmeyi öğretecektim... ... Gözlerimi açtığımda kendimi yeniden yatağımda bulmuştum, üstelik ne zaman uyuduğumdan bile bihaberdim. Pencereden dışarıya baktığımda, güneşin batmakta olduğunu fark ederek derin bir nefes aldım şaşkınlıkla. Tüm günümü uyuyarak mı geçirmiştim? Üstelik dinlenmiş gibi bile hissetmiyordum. Hızlıca üzerimi değiştirerek beyaz renkli bir tişörtün altına yeşil bir eşofman altı giyerek ağır ağır yürüyerek oyun odasına gitmeye başlamıştı ancak her bir adımımda mide bulantım artıyor gibiydi. Odama geri dönmeyi düşünsem de, çoktan oyun odasına geldiği için bu fikirden vazgeçerek kapının önünde derin bir nefes almış ve toparlanarak odanın kapısını açmıştım. Beni ilk gören kişi ise, sessizce yerde benim boyama kitabımı karalayan Martin olmuştu. "Rüya gelmiş!" diyerek heyecanla koşarak benim yanıma gelmesiyle diğer arkadaşlarım da buraya koşmaya başlamıştı. "Dün niye gelmedin?" diye soran Aras'ın hemen ardından Martin atlamıştı sohbete. "Bana resim çizmeyi öğretecektin! Yalan mıydı?" "Bana da öğretecektin!" "Rüya! Hani evcilik oynarken benim çocuğum olacaktın? Artık beni sevmiyor musun?" Oturmak istiyorum... Sadece oturmak ve mide bulantımın geçmesini beklemek. "Yorgun görünüyorsun." diyerek elini omzuma koyan Aras, başını yana eğerek öne eğdiğim yüzüme daha yakından bakmaya başlamıştı. Sorun yok dercesine yüzüne gülümsememle birlikte aklına bir şey gelmiş gibi gözleri aydınlanmış ve diğerlerine bakarak konuşmaya başlamıştı. "Ben Rüya hanımın sekreteriyim! Bir şey isteyecekseniz, önce gelip benden randevu almanız gerekecek." "Ben! Önce ben!" diyerek yeniden olaya atlayan Martin, durumu hızlıca kavrayarak cevap vermişti. "Rüya bana resim öğretecekti. Bugün için ilk randevuyu ben almak istiyorum!" "Üzgünüm. " dedi Aras, hiç de üzgün olmayan bir sesle. "Rüya hanım bugün çok yoğun ve biraz dinlenmesi gerekiyor. Ama size yarın randevu verebilirim." diye konuştuğunda Martin biraz üzülse de herkesten önce randevuyu kaptığını fark eder etmez memnuniyetle kabul etmişti. "Benimle gel." diyerek elimi tutan Aras, beni terasa doğru yönlendirmeye başlayınca sessizce ağır adımlarımla onu takip etmeye başlamıştım. Ardından da elimi bırakarak terastaki geniş koltuğa oturmuş, ve eliyle dizine iki kez hafifçe vurmuştu. "Dizime yatabilirsin." "Neden?" "Çünkü çok uykulu görünüyorsun." demesiyle birlikte, hep bunu beklemişcesine koltuğa çıkarak başımı Aras'ın bacağının üzerine koyacak şekilde uzanmıştım. Aras'ın eli kısa kahverengi saçlarımda gezinirken gözlerimi kapattım. "İyi geceler." diye mırıldandıgını duyduktan sonra hayatımın en rahat uykusuna geçiş yapmıştım sanki. □•□•□
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE