"Rüya! Beni dinlemiyor musun?!" diye bir anda bağıran Melany'yle birlikte oturduğum yerde irkilerek ona dönmüş ve şaşkın bir ifadeyle onun öfkeli yüzüne bakmıştım.
"Hayır, dinliyorum."
"En son ne dedim o zaman?" dediğinde duraksayarak yüzüne suçlu bibifadeyle bakmaya devam etmiştim. Aslına bakarsak evet, kesinlikle onu dinlemiyordum ama bu benim suçum değildi. Son bir aydır haftada üç veya dört kez içine girdiğim o kapsülü andıran alet yüzünden doğru düzgün dinlenemiyordum ve daha dün o aletten çıkmama rağmen yıllarca uyumamış gibi hissediyordum. Son günlerde iyice bitkin düştüğümü çok fazla fark eden olmasa da Aras benim için oldukça endişeliydi. O sırada Melany'nin gözleri dolmaya başlamasıyla birlikte endişeyle elimdeki boya kalemini bırakarak onun yanına gitmiş ve elini tutarak endişeyle konuşmaya başlamıştım.
"Özür dilerim, ağlama lütfen. Söz bundan sonra seni daha dikkatli dinleyeceğim."
"Ölme!" demesiyle birlikte irkilerek şaşkın bir şekilde yüzüne baktığımda Melany dolu gözlerle yüzüme bakmaya devam etmişti. "Annem, ne kadar sağlıklı hissedersem o kadar hızlı iyileşeceğimi söylemişti. Sen hiç sağlıklı görünmüyorsun, yüzün hep bembeyaz." derken gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı. Ah, sadece bir dakika öncesine kadar bunu başkalarına fark ettirmediğimi düşünüyordum oysa... "Annem iyileşmem için hep düzgünce yemek yememi söyler, ama sen son zamanlarda yemek bile yemiyorsun. Ölmeyeceksin değil mi? Ölürsen sana çok küserim."
"Hayır, tabiki ölmeyeceğim." diyerek ona verebileceğim en güzel gülümsememi vermiştim. "Sadece uykumu alamadım, ama yarına bol bol uyuyup enerji depolayacağım ve seninle bol bol oyun oynayacağım. Tamam mı?" dediğimde ikna olmuş gibi eliyle gözlerini sildikten sonra başı sallayarak beni onaylamıştı. "Hadi, terasa gidip diğerleriyle oynayalım." diyerek terasta ebelemece oynayan çocukları işaret etmiştim. O da elimi tutarak ayağa kalkmış ve benim de kalkmama yardım ederek yavaş adımlarla elimi bırakmadan terasa ilerlemeye devam etmişti. Terasın kapısı açılır açılmaz beynime işleyen büyük bir gürültü irkilmeme neden olmuştu.
[Neden sürekli ben ebe oluyorum?]
[Önümden çekilsene! Yakalanacağım!]
[Ben acıktım, yemek saatine ne kadar kaldı ki?]
[Ah, çekil!]
Kimse konuşmuyordu ama beynimin içinde onlara aitmiş gibi hissettiren öyle büyük bir gürültü kopmuştu ki ne olduğunu anlamadan olduğum yerde taş kesilmiştim. O sırada bir çocuk ebeden kaçarken başka birine çarparak yere düşmesiyle birlikte ellerimde ve dizlerimde tarifsiz bir acı oluşmuştu. Normal bir düşme acısının çok daha ötesinde bir acıydı.
"Rüya? Noldu, gelmiyor musun?"
[Ah, canım hiç acımadı.]
Bakışlarım benimle konuşmaya çalışan Melany'e döndüğünde ne dediğini anlamaya çalıştım bir süre. Beynimdeki gürültü öyle yoğundu ki, normal sesleri anlamakta güçlük çekiyordum ve sanırım bu gürültü yüzünden başım dönmeye başlamıştı. O sırada Melany'nin gözleri iri iri olunca burnumdan çeneme doğru ilerleyen bir sıvı hissetmiştim ve elim direk olarak onun elinden ayrılıp burnuma gitmişti. Ellerime bulaşan kan beni şoka uğratsa bile dünya ayaklarımın altından kayıyormuş gibi hissederek dizlerimin üzerine çökünce Melany bana destek olmak için omuzlarımdan tutmuştu ve ağız hareketlerinden anladığım kadarıyla sanırım bağırıyordu.
[Ne olmuş?]
[Kan mı o?]
[Sanırım kız ölecek. Babam iğne olursak iyileşeceğimizi söylemişti ama...]
[İğrenç!]
[Rüya mı o?]
"Rüya!" duyabildiğim birkaç gerçek sesten birisi Aras'ın bana seslenişlerinden sadece bir tanesiydi, ve o zamana kadar yere çökerek kulaklarımı kapatmış bir şekilde yerde kıvrandığımın farkında bile değildim. Ellerim, ayaklarım, başım ve geri kalan tüm uzuvlarım şiddetle sızlıyor, burnumdan kan boşalmaya devam etmesine rağmen tek dileğim beynimdeki seslerin susmasını istememden geçiyordu.
[Ölme!]
[Ölemezsin! Bana iyiyim demiştin!]
"Rüya! Rüya bana bak! İyi olacaksın tamam mı?"
Çığlık atmak istedim...
Çığlık atmak ve herkesi susturmak istedim. Nefes almalarını bile önlemek istedim... Belki biraz da ölmek... Bu acının olmadığı herhangi bir yer bile beni mutlu etmeye yeterliydi sanki, ilacım kalbimin durmasından geçse bile ölüm, bu acının yanında bir hiçmiş gibi hissettiriyordu. Buna rağmen kalbim atmaya devam etmiş, sesler asla kesilmemiş, ağrılarım giderek artmış ve burnumdan kanlar akarken gözyaşlarım o kanlara karışmıştı.
"Ne oluyor burada?! Çekilin!"
Anne... Annem miydi o? Beni iyileştirmeye mi gelmişti? Ama çok sık uğramazdı ki o buraya? Belki de acı çektiğimi hissetmişti.. Anneydi sonuçta... Annemdi..
Annem hızlıca beni kucağına alıp koşar adımlarla beni bir yere götürürken bir şeyler söylediğini suyun altından dinliyormuş gibi duymuştum. Aslında, suyun altından demek de çok doğru olmazdı. Sanki kulaklıkta son ses hard rock müzik dinlerken birinin seninle konuşmaya çalışması gibiydi. Karşındakinin ağız hareketlerinden ve arka plandan gelen hafif bir mırıldanma sesinden onun konuştuğunu bilmek ama ne dediği konusunda hiçbir fikrimin olmaması gibiydi. Bu müzik, diğerlerinin düşüncelerinden başka bir şey değildi ve çok baş ağrıtıcıydı.
...
Gözlerimi ne zaman kapattığımı veya ne zaman uyuyakaldığımı hatırlamasam da, uykumdan uyanarak gözlerimi açtığımda buranın odamdan tamamen farklı bir yer olduğunu fark etmiştim. Normal bir hasta odasını andırıyordu ve bir sedyenin üzerinde yatıyordum. Fazla aydınlık olmadığı için etrafa bakmamda hiçbir sıkıntı olmasa da, duvardaki saate baktığımda saatin sabah altı olduğunu görmüştüm. Ayrıca saatin altındaki dijital takvimde de ayın 27'si olduğunu görmem beni kısa bir şoka uğratmıştı. Oysa bugünün ayın 24'ü olması gerekiyordu...
Hayır dedim kendi kendime. Kesinlikle takvim yanlış, veya ben hala rüya görüyorum...
Gözlerimi, dinlenmek bana yetmemişcesine yeniden kapatırken bu rüyadan uyanmayı dilememe rağmen kendimi yeni bir bataklığın içine, farklı bir rüyanın pençeleri arasına bırakmıştım.
...
"Bunun ona ağır geleceğini söylemiştim." diyen Andrew adındaki siyahi adamın sesini duymamla uyanmama rağmen ifademi bozmadan gözlerimi kapalı tuttum, ki zaten yarı uykuda olduğum için göz kapaklarım titrememjşti bile.
"Ve bana aynı şeyi üç milyonuncu kez söylüyorsun."
"Çünkü beni dinlemiyorsun!" diye sesini hafifçe yükselten adam toparlanmak amacıyla derin bir nefes vermiş ve babamla konuşmaya devam etmişti. "Adım adım gitmek diye bir söz duydun mi hiç? Tek kişiyle başlatır ve onu diğerlerine teker teker bağlayabilirdik, emin ol böylesi daha güvenliydi!"
"Bunu yapmak ne kadar zamana mâl olur farkında mısın? Rüya şimdi ölmese bile o zamana kadar çoktan yaşlılıktan ölür."
"En azından yaşlanabilir değil mi? Hemen şimdi onu öldürmekten daha mantıklı."
"Öldürmek? Cinayet işliyormuşuz gibi konuşuyorsun."
"Çünkü bu yaptığımız çocuk cinayeti! Tanrı aşkına Liam! Her şeyi geçtim, o senin çocuğun! Nasıl bu kadar-"
"O. Benim. Çocuğum. Değil! diyerek her bir kelimesinin üzerine basarak konuşan babamın sesini duyunca boğazımda bir burukluk hissetmiştim.
"Ne.."
"Maria'yla sevgili olduğumuz dönemde, birden onun hamile olması yüzünden aniden evlendiğimizi biliyorsun. Her şeye rağmen onları sevdiğimi de biliyorsun hatta Maria'nın bu tuhaf ismi kızıma vermek istemesini de sorgusuzca nasıl kabul ettiğimi de... Rüya'yı hastaneye getirdiğimiz ilk gün, doktorla bir randevum vardı Andrew, ve o gün öğrendiğime göre tıbbi olarak benim bir çocuğum olamaz.."
"Yani..." diyen şaşkın bir ses Andrew denen adamdan çıkmıştı.
"Evet." dedi babam. Onun sesini ilk kez acı içindeymiş gibi çıkarken duymuştum. Ağlamak istedim, ama bu mümkün olmadı. "Bu çocuk benim çocuğum değil."