7

1215 Kelimeler
Tüm bu karmaşa, ufak bir yanlış anlaşılma yüzünden ortaya çıktığını öğrenmiştim. Hiro, yani sınıfımdaki arkadaşlarımdan biri, geçen haftalarda benim gibi doktorların sohbetine tanıklık etmiş ve bunu yanlış anlayarak sınıfımızdan birinin öleceğini düşünmüştü. Ardından benim kriz ânım ve bir haftadır oyun odasına gelmeme durumumun üzerine Andrew amcanın babamla "Bunu kaldıramayacağını sana söylemiştim." tarzı konuşmasını da yanlış yorumlayarak öldüğümü sanmıştı. Tuhaf olayları tuhaf bir şekilde birleştirince böyle bir sonuca varmış olması tuhaf değildi, çünkü ben de ilk uyandığımda ölüp ölmediğimi sorgulayacak bir haldeydim. Aradan geçen birkaç saat içerisinde diğerleri sakinleşmiş ve gözyaşlarını silerek konuşmaya devam etmişlerdi, tabi tüm bu süreç içerisinde tuhaf bir şekilde sessizliğini koruyan ve elimi hiç bırakmayan Aras, her zamanki gibi yanımda oturmaya devam ediyordu. "Noldu?" diyerek Aras'a dönerken güzel bir gülümseme yerleştirmiştim yüzüme. "Ölmediğim sevinmedin mi?" dememle birlikte yüz ifadesi değişmemesine rağmen başını biraz daha öne eğerek elimi daha sıkı tutmaya başlamış, ve önüne bakmaye devam etmişti. "Neyin var? Kötü mü hissediyorsun?" "...yapma." diye mırıldandığını duyunca ne dediğini anlamamış bir şekilde başımı eğerek yüzümü ona biraz daha yaklaştırmıştım. "Efendim?" "Bunu bir daha yapma." demişti öncekine oranla biraz daha yüksek çıkan boğuk sesiyle. "Bunu sevmedim." "Neyi?" "Bu hissi." derken boştaki eliyle göğsünün üzerindeki tişörtü kavrarken yüz ifadesi kararmıştı. "Sevmedim." "Rüya, ağzını aç." diyerek elindeki çikolatayı ağzıma yaklaştıran Melany'e baktıktan sonra gülümseyerek ağzımı açmış ve verdiği çikolatanın ağzımda eriyişinin ardından ağzıma yayılan eşsiz tadın keyfini çıkarmıştım. Mükemmel bir baba olmayabilirdi ama harika bir damak zevki vardı. Kutudan bir çikolata çıkarıp Melany gibi Aras'ın ağzına yaklaştırırken bana dönen mavi gözlere kocaman gülümsedim. "Merak etme, ölmeyeceğim." dedikten sonra ağzını tereddütle açan Aras'a çikolatayı yedirmiş ve "Bensiz doğru düzgün resim bile çizemiyorsunuz. Ölürsem hepiniz işsiz kalırsınız." diyerek gülmüştüm. ●○● "İyiki doğdun Martin! İyiki doğdun Martin!" Renkli balonlarla ve kendi yaptığımız parti süsleriyle dolu olan oyun odasının ortasında, gözleri heyecanla parlayarak üzerinde "12" yazan çikolatalı pastanın önünde duran Martin, hepimize sırayla baktıktan sonra gülmüş ve mumları üflemişti. Aramızda en küçük kişi olmasına rağmen sonunda Martin de on iki yaşına basmıştı ve beraber geçirdiğimiz süre tamı tamına iki yıl olmuştu. Hepimiz kardeş gibiydik ve bu durum beni ölesiye mutlu ediyordu. Hepimiz çizdiğimiz resimleri ve kağıtlardan yaptığımız -yapamadığımız- origamileri hediye olarak Martin'e verirken, bir anda hızlıca geçen iki seneyi düşünmüştüm. Her şey tahmin edemeyeceğim kadar güzeldi, hatta sıkıcı dersler bile onlarlayken dünyanın en eğlenceli dersine dönüşebiliyordu. Ayrıca, bu hastalık konusunda yalnız olmadığımı da öğrenmiştim. Bu odadaki herkes farklı şekillerdeki kanser hücrelerine sahipti ve hepsi de buraya en umutsuz anlarındayken gelmişti. Bazıları akciğer kanseriydi, bazılarının benim gibi tümörü vardı, bazılarının böbreğinde bazılarının da daha farklı organlarında... Hepsi farklı farklı olsa da, hepimiz buraya 4.evrede gelmiş ve aynı çizgiden yarışa başlamıştık. Tüm bunların dışında, diğerlerinden farklı olarak o kapsülün içerisinde ayrı bir tedavi almaya devam ediyordum çünkü diğerlerinin aksine, benim kanser hücrelerim iyileşmemekte ısrar ediyordu. Üstelik sınıftan birkaç kişi neredeyse iyileşmek üzereydi ve doktorlar birkaç aya tamamen iyileşebileceklerinden bahsetmişlerdi. Bu mükemmel bir haberdi! Artık hep hayalini kurduğumuz gibi dışarıda solunum cihazları olmadan nefes alabilir, istedikleri kadar koşabilirlerdi! Burada kalmalarına bile gerek kalmamıştı! Evet... Artık gidebilirlerdi... Yine de içimdeki kötü bir ses, bencilce onları yanımda tutmamı istiyordu. Asla ayrılmadan, her zaman olduğu gibi on iki kişilik dünyamın içerisinde hayaller kurabilirdik. Onların kanatlanıp uçmaları gerekirken, ayaklarına zincir bağlamaktı benimki. Sadece yeniden yalnız kalmak istememiştim.. Yeniden o soğuk eve dönmek istememiştim. Eh, kanser hücrelerim beynimde bu şekilde dans etmeye devam ettikleri sürece eve dönmem de pek mümkün değildi ya... Kan bağımın olduğu aileme gelecek olursam, babamla aramız önceden olduğu gibi şiddetli değildi ama yine de genel olarak iki yabancı gibiydik. Bana hiç kızım dememişti ama ben ona asla baba demeyi bırakmamıştım. Aslında benden nefret etmiyordu ama hala bu aldatılma olayını atlatamamıştı. Aslına bakarsak geçen sene annemle bu konuda büyük bir kavga çıkarmıştı. Annem de ağlaya ağlaya, babamla sevgili olmasının nedeninin eski erkek arkadaşını unutmak istemesi olduğunu, ancak kanser olduğu için eski erkek arkadaşını terk eden annemin aslında o adamı çok sevdiği ve o ölmeden önce son kez buluştuklarını anlatmıştı. Normal olarak o adam, yani benim öz babam, ölünce ve annemin hamile olduğu ortaya çıkınca ben ortada kalmayayım diye böyle bir oyuna başvurmuştu. Böylece Liam Wester'ın aldatılma hikayesi başlamış oldu. Böylesine trajik bir hikayenin ürünü olmak benim için biraz şok ediciydi doğrusu. Ayrıca annemin bana olan nefretinin de öz babam gibi kanser olmamdan kaynaklandığını öğrenmek beni biraz incitmişti. Hasta olmayı ben seçmemiştim ki! O günden bu yana annemle babam uzun ve çook uzun bir süre birbirlerinin yüzlerine bakmadılar ancak son zamanlarda araları biraz daha iyi gibi görünüyordu. Annem babamı sevdiğini zaten söylemişti ve son karar, babamın annemi affedip affedemeyeceği ile ilgili olacaktı. Barışmaları için bir şeyler yapmak istesem de her iki taraf için de sevilmiyor olmam, beni engelleyen yegâne sebepti. Sıra bana gelince elimdeki herkesin resmini çizdiğim kağıdını Martin'e uzatarak doğum gününü kutlarken kapının açılmasıyla birlikte hepimiz o yöne çevirmiştik başımızı. Annem ise ne yaptığımıza bile bakmadan gözleriyle hızlı bir şekilde odayı taramış ve beni bulmuştu. "İlaç saati Rüya." demesiyle birlikte, ilaçtan kastının o kapsüle benzer alet olduğunu fark ederken istemsizce yüzüm buruşsa da başımla onu onaylayarak ona doğru yürümeye başlamıştım. O sırada elimi tutan sıcacık bir el, beni durdurmuştu. "Bugün ilaç verilmiyor." diye kaşlarını çatarak anneme bakan Aras, aynı zamanda elimi tutan sicacık elin de sahibiydi. "İğne günü yarın, karıştırmış olmalısınız." "Hayır, hiçbir karışıklık yok." "Öyleyse ilk ben gitmek istiyorum." diyerek beni arkasına çeken Aras'la birlikte diğerleri de teker teker Aras'ın yanına geçmiş ve annemle benim aramda kalın bir bariyer oluşturmuşlardı. Ne düşündüklerini kestirebiliyordum. Onlar gibi iyileşmeyen, hatta aksine daha da kötüleşen tek kişi bendim ve üstüne onlardan farklı ilaçlar kullanan kişi de benden başkası değildi. Doğal olarak o ilaçları beni daha kötü yaptığını düşünüyor olmalıydılar. "Sizin bu ilaçları almanıza gerek yok." diye kayıtsızca konuşan annem, odadaki çoğu kişinin kaşlarını çatmasına neden olmuştu. "Neden?" dedi bu sefer Martin öne çıkarak. "Bizim ondan farkımız ne?" "Siz ölmüyorsunuz, ama böyle giderse Rüya ölecek." diye konuşan anneme kaşlarımı çatarak baktım. Onların daha çocuk olduğunun farkında değil miydi, nasıl böyle konuşabiliyordu? "Ne?" "Daha fazla ilaç alması gerekiyor, çünkü onun hastalığının ilerlemesini durduran tek şey bu ilaçlar." dedikten sonra oyun odasına girerek doğrudan bana doğru yönelmişti. "Onun ölmesini istiyorsanız, bana engel olmaya devam edin." diyince kimse bir şey diyememiş ve annemin bana ulaşmasına izin vermişlerdi ancak elimi tutmaya devam eden Aras'ın elimi daha sıkı tuttuğunu hissetmiştim. "Sorun yok." diyerek boşta kalan elinle onun omzuna dokunmuş ve hafif bir sesle konuşmuştum. "O kadar kötü değil, iyi olacağım." "Ama olmuyorsun." "Olacağım." diye kararlı bir sesle konuştuğumda Aras dudaklarını birbirine bastırarak elimi serbest bırakmıştı. "Geri döneceğim." dememle birlikte annem hızlıca yanıma gelerek elimi tutmuş ve beni sürüklercesine odadan çıkarmıştı. "Ah, lanet! Ben aptal bir grup çocukla muhattab ettiğine inanamıyorum. İlaç seanslarından kimseye bahsetmemeni söylemedim mi ben sana?" diyerek sinir olmuş bir sesle homurdanarak hızlı hızlı labaratuvara doğru yürümeye devam eden annemin arkasından neredeyse koşar adımlarla ilerlemeye devam ediyordum. "Ama kimseye söylemedim." "Bana yalan söyleme!" "Ama-" dememe kalmadan elimi sertçe sıkan annemle birlikte acıyla yüzümü buruşturarak susmak zorunda kalmıştım. Ah, ama ben gerçekten kimseye bir şey söylememiştim. Labaratuvar odasına girer girmez elimi bırakarak kapıyı kapatan annemle birlikte acıyan elimi ovmuş ve kızaran parmaklarıma üzgün bir ifadeyle bakmıştım. O sırada elimin üzerine konan iri bir el görünce başımı kaldırmış, ve kızaran elime bakan babama çevirmiştim bakışlarımı. O ise elimi nazik hareketlerle birkaç kez ovmuş ve çatılı kaşlarla anneme baktıktan sonra beni kapsüle yönlendirmişti. Zaten sonrası da, benim son iki yıldır oldukça âşina olduğum şeylerdi...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE