bc

Ağanın Masum Gelini

book_age18+
37.6K
TAKİP ET
635.1K
OKU
dark
HE
badboy
brave
boss
heir/heiress
bxg
childhood crush
musclebear
friends with benefits
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Aşk… bazen gözlerin gördüğünü değil, kalbin çoktan seçtiğini bilir.

Babası trafik kazasında ölen Zeynep, Mardin’e gelir. Babasının mezarı başındayken yaralı bir adam bulur, ona yardım eder. Aradan birkaç hafta geçer ama o adamın kim olduğunu öğrenemez. Kuzeni Gönül'ün nişanında yardım ettiği adamla karşılaşır. O, Mardin'in en güçlü aşireti, Karadağ aşiretinin ağasının oğlu Boran Ağa’dır. Boran’ı aklından çıkartamayan Zeynep, Mardin’den gitmeye karar verir ama kader onları bir araya getirir. Kuzeni Gönül, sevdiğine kaçınca kendini onun yerine Boran Ağa’nın karısı olarak bulur. Boran Ağa ise kendisini kurtaran “melek” olarak adlandırdığı kadını aramaktadır. O kadın çok yakınlardadır fakat haberi yoktur…

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1-Melek misin?
“Zeynep… Gönül yerine Zeynep’i gelin alalım. Herkese de başından beri onu istediğimizi söyleriz. Nasılsa Zeynep de bir Sadıkoğlu.” Boran yavaşça silahını indirdi. Kaşlarını çattı. Ben ise nefes almayı unutmuştum. “Baba ne diyorsun sen?” Amcam tek kelime edemiyordu. Şivan Ağa sözlerine devam etti. “Gönül kaçtı ama yine Sadıkoğlu ailesinden birini gelin olarak alırsak kimse Boran’ın nişanlısı düşmanına kaçtı diyemez. Herkes başından bu yana Zeynep’le nişanlandığını düşünür.” Boran tam bir şey söyleyecekken Şivan Ağa sözünü kesti. “Sen ne diyorsun, Firaz Ağa?” diye sordu. Amcam bana bakamıyordu. “Olur.” dediğinde elimi kalbimin üstüne koydum. Boran’la evlenmek… bu gerçek miydi? Boran bakışlarını bana çevirdi. Gözlerinde sadece öfke vardı. Şivan Ağa “O zaman Zeynep ve Boran yakında evlenecek. Zeynep artık Karadağ aşiretinin gelinidir!” dedi. Birkaç Hafta Önce Mezopotamya’nın masal şehri… Mardin… Kimine göre masal kimine göre kâbus… Kendini bir yere ait hissetmeyince o şehir, masal diyarı da olsa kâbus gibi hissettiriyordu. Ben kendimi buraya ait hissetmiyordum. Buraya geleli bir hafta olmuştu. TUS’u kazanıp uzman doktor olma yoluna doğru adım attığım gün, babamdan aldığım haberle hayatım bir anda karanlığa gömülmüştü. Babam trafik kazası sonucunda ölmüştü. Mardin’deki amcam Firaz, haberi alır almaz yanıma gelmişti. Babamın ani ölümüyle başlayan yolculuk, beni bu şehirde kalmaya mecbur bırakmıştı. Aslında geri dönmek istemiştim ama babamın amcama bıraktığı bir mektup elimi kolumu bağlamıştı. Şimdi amcamların evindeydim. Özellikle amcam ve yengem bana çok iyi davranıyordu. Amcamın çocukları Gönül ve Miraç ise benimle çok fazla muhatap olmuyorlardı. Miraç’ın eşi Derya ise bana karşı çok ilgiliydi. Sürekli destek olmaya çalışıyordu. Babaannem ise ne yaparsam yapayım bana bakarken gözlerindeki o nefreti gizleyemiyordu. Ona annemi hatırlatıyordum. Hiç tanımadığım, adını bile anmadığım o kadını… Annem, ben daha bebekken abimi yanına alarak bizi terk etmişti. Babam ne ailesinin yanına Mardin’e dönmüş ne de İstanbul’da kalmıştı. Sadece benim için yaşamıştı. İstanbul’dan Ankara’ya taşınmış, babam ölene kadar da orada yaşamıştık. Mardin’e sadece bayramdan bayrama gelirdik. Artık bu şehirdeydim. Sabahın çok erken saatinde babamın mezarına geldiğimde mezar taşına dokundum. Gözyaşlarım akmaya başladı. “Baba… Beni neden buraya bağladın? Biliyorum, böyle olsun istemezdin ama bu şehirde boğuluyorum. Sözünden çıkmayacağımı biliyorsun. Üzgünüm, bu sefer sözünü dinlemeyeceğim. Bir süre daha burada kalıp Ankara’ya geri döneceğim. Hem benim orada bir hayatım ve arkadaşlarım var. Senin de istediğin gibi doktor olacağım. Seni gururlandıracağım.” Ellerimi açıp babam için birkaç dua okudum. Bu şehirde huzur bulduğum tek yer burasıydı. Gözyaşlarım akmaya devam ederken bir ses duydum. Bir inleme sesiydi. Bir an yanlış mı duydum diye düşündüm ama değildi. Çok yakın bir yerden geliyordu. Etrafıma bakındım ama kimse yoktu. Yavaşça ayağa kalktım. Aslında tedirgin olmuştum. Kalbimin sesini dinleyerek sesin geldiği yöne ilerledim. Toprak yolun kenarındaki sık çalılıkların arasında, koyu renk giysiler içinde biri yatıyordu. O an gözlerime inanamadım. Elimi ağzıma koydum. Adam hareketsiz yatıyordu ama göğsünün çok az inip kalktığını ve acı dolu bir inleme çıkarttığını fark ettim. Hızla yanına koştum. Buraya nasıl gelmişti? Biri onu buraya atmış gibi duruyordu. Elimi yanağına koydum. Yüzü kandan gözükmüyordu. “Hey! Beni duyuyor musun? İyi misin?” Adamın göz kapakları titredi ama açılmadı. Nefesi düzensizdi. Elimi nabzına götürdüm. Zayıftı ama hâlâ atıyordu. “Allah’ım ne olmuş böyle?” diye mırıldanırken gözlerim aşağıya kaydı. Üzerindeki gömlek yırtılmış, sol tarafı kan içindeydi. Hafifçe yukarı sıyırınca kaburgalarının hemen altından derin bir bıçak yarası gördüm. O an ne yapacağımı bilemedim. Adamın başı yana düştü. Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Çantamda yarasına tampon yapabileceğim bir şeyler aradım ama yoktu. Suyu çıkartıp yüzündeki kanları temizledim. Yüzü tamamen ortaya çıkınca yutkundum. Keskin hatları, belirgin çenesi, uzun kirpikleri, kirli sakalları, esmer teni… çok yakışıklıydı. “Ne diyorum ben? Adamı kurtarmam gerekiyor.” Yüzündeki kanları temizlemeye devam ederken ellerim titriyordu. Yavaşça göz kapaklarını aralayınca irkildim. Saçlarımı geriye doğru atıp gözlerine baktım. Gözlerimiz buluşunca kalbim istemsiz hızlandı. “Beni duyuyor musun? İyi misin?” diye sordum. Zayıf bir sesle fısıldadı. “Sen… kimsin? Melek misin? Cennette miyim?” Şaşkınlıkla gözlerine baktım. Kalbim yerinden çıkacak şekilde atmaya başladı. “Ben…” dedim ama kelimeler ağzımdan çıkmıyordu. Ona açıklama yapmaya çalışırken onun gözleri tekrardan kapandı. “Zeynep, kendine gel. Ona hemen yardım etmezsen ölecek.” Çantamdan telefonu çıkartıp ambulansı aradım. Gözlerim hala onun üzerindeydi. Görevliye durumu açıkladım. Karşı taraftaki görevli konumu doğruladıktan sonra en kısa sürede ambulansın geleceğini söyledi. Telefonu kapattım ve adama baktım. Kanaması artmamıştı ama nefesi hâlâ düzensizdi. Kazağın altındaki tişörtümden biraz yırtıp omzuna baskı uyguladım. “Dayan… Biraz daha dayan. Ambulans geliyor.” Gözleri tekrar hafifçe aralandı. Bana bir şey söylemek ister gibi dudakları kımıldadı ama sesi çıkmadı. Ellerim kan içinde kalmıştı. O sırada siren sesleri duyuldu. Derin bir nefes aldım. “Yardım geldi. İyi olacaksın.” “Gitme…” diye mırıldandı. Elini tutup sıktım. “Buradayım, gitmiyorum.” Sağlık görevlileri yanımıza geldi. Durumu hakkında onlara bilgi vermeye başladım. “Asistan doktorum. Onu burada buldum. Ne zamandır bu şekilde bilmiyorum ama gece burada kalsaydı hipotermi geçirirdi. Sol kaburga altından bıçaklanmış. Nabzı düzensizdi ama şok belirtileri yok.” Sedye yere konuldu, biri nabzını kontrol etti, diğeri kan basıncını ölçmeye başladı. Sedyeyle onu taşırlarken ben de onlarla ilerledim. Ambulansa binmek için bir an tereddüt ettim. Gitmem gerekiyor mu? İçimdeki ses onunla gitmem gerektiğini söylüyordu. “Ben de geliyorum.” dedim ve ambulansa bindim. Gidene kadar sağlık ekiplerine yardımcı oldum. Aynı zamanda elini tutmaya devam ettim. Yarası çok derindi ve vücudunda kırıklar vardı. Büyük ihtimalle önce darp edilmiş sonra da mezarlığa atılmıştı. Hastaneye vardığımızda ameliyata alındı. Ameliyathanenin kapısına bakarken içimde bir boşluk vardı. Ellerimde onun kanıyla oturuyordum. Ellerimi yıkayıp kayıt bölümüne gittim, kim olduğunu öğrenmek istiyordum. Hastane görevlisi “Yanında kimlik ya da telefon yoktu.” dediğinde teşekkür edip yanından ayrıldım. Bir yabancı… ismini bile bilmediğim bir adam… Yüzü gözümün önüne geldi. Kalbim yeniden hızlı hızlı atmaya başladı. Elimi kalbime bastırdım. Onu orada bulmam tesadüf müydü? Yoksa kader miydi? Beklemeye devam ederken telefonum çaldı. Arayan amcamdı. “Zeynep, neredesin? Çok merak ettik, kızım.” “Amca, ben mezarlığa gittim. Az sonra geliyorum. Merak etmenize gerek yok.” “Gelip seni almamı ister misin? Buralara yabancısın. Kaybolacaksın.” Hastanede olduğumu söylemek istemiyordum. “Gerek yok, amca kendim gelirim.” deyip kapattım. Gitmek zorundaydım. Onu bırakmak istemesem de son bir kez ameliyathanenin kapısına baktım. “Belki bir kez daha karşılaşırız, iyi ol…” diye fısıldadım. Bildiğim bir şey vardı. Bana “Melek misin?” diyen bu adamı asla unutmayacaktım. ** Konağa geldiğimde herkes avludaydı. Amcam ve yengem bana sarıldı. “Kızım neden haber vermeden gidiyorsun? Başına bir şey geldi sandım.” Gönül göz devirdi. “Baba, çok abartıyorsunuz. Koca kız… Kaybolmaz.” Amcam ona öfkeli bir bakış attı. “Gönül! Sus!” diye uyardı. Gönül’ün kıskanç ve öfke dolu bakışlarına maruz kalırken bakışlarım babaanneme kaydı. Bedriye Sadıkoğlu… Sadıkoğlu aşiretinin hanımağası… Onun da Gönül’den farkı yoktu. Avlunun kenarındaki tekli koltuğa oturmuş, elindeki tesbihle oynuyordu. Gözleri bendeydi. Dudakları birbirine kilitlenmiş, kaşları çatılmıştı. Bakışlarımı ondan kaçırdım. O, beni korkutuyordu. “Odama gidip dinlenmek istiyorum.” deyip odama çıkmak için merdivenlere yaklaştım. Arkamdan öfkeyle sordu. “Neredeydin?” Derin bir nefes aldım ve ona döndüm. “Babamın mezarına gittim.” Elindeki tesbihin boncukları birden etrafa dağıldı. Ayağa kalkıp bana yaklaştı. Amcam her ihtimale karşı aramızda dururken sert bir sesle konuştu. “Bu saatte mi? Burası senin geldiğin o büyük şehirlere benzemez. Burası Mardin! Hareketlerine dikkat edeceksin. Namusuna laf gelirse seni kendi ellerimle öldürürüm.” Şaşırdım. Ne diyeceğimi bilemedim. “Anlamadım… Mezarlığa gittim diyorum. Babamın yanına gitmem suç mu? Babamı kaybedeli daha bir hafta oldu. Onu özlüyorum. Bunun namusla ne alakası var?” Babaannem bana daha fazla yaklaştı. Tam dibimde durdu. Benden daha kısa da olsa heybeti karşısında korkmuştum. Ona cevap vermem hoşuna gitmemiş gibi duruyordu. “Kadın başına dışarı çıkamazsın. Gitmek istiyorsan seni amcan ya da Miraç götürecek. Sana anlayacağın dilden anlatayım. Annen gibi orospu olma diyorum. O kadın da önce böyle başladı. Buraların kuralı başka… Kendine çekidüzen ver. Yoksa ben verdirmesini çok iyi bilirim.” Bir anda başımdan aşağıya kaynar su dökülmüş gibi oldum. Gözlerim doldu ama dişimle dudaklarımı ısırdım. Sustum. Ne diyeceğimi bilemedim. Sesim çıkmadı. Amcam öfkeyle konuşmaya başladı. “Anne! Ne diyorsun sen? Ne biçim laf ediyorsun? Babası yeni ölmüş, sen hâlâ kin kusuyorsun. Zeynep istediği zaman istediği yere gider. O sadece bizimle yaşıyor, onun özgürlüğünü elinden almıyoruz. Sadece abimin emanetine sahip çıkıyoruz. Laflarına dikkat et.” Amcamın sözleri beni biraz rahatlasa da babaannemin sözleri kalbimde derin bir yara açmıştı. Annem… tanımadığım kadın yüzünden bu lafları işitiyordum. Babamı terk edip gitmesi benim suçum değildi. “Yeğenine sahip çık, Firaz! Anası nasıl gittiyse bu da aynı yola gidecek. Başımıza orospu olup namusumuzu iki paralık ederse o zaman ne yapacaksın?” Amcam ellerini saçına götürdü, öfkeyle bağırdı. “Yeter! Yeter anne! Ne biçim konuşuyorsun? Seni uyarmaktan yoruldum. Sus be kadın!” Donup kalmıştım. Dizlerim titredi. Sesim kısık ama titrek çıktı. “Ben… ben sadece babama gittim… Ne yaptım ki? Orospu değilim…” diye fısıldadım. Babaannem arkasını dönüp hiçbir şey söylemeden içeri girdi. Daha fazla dayanamadım. Ağlayarak odama koştum. Arkamdan amcam ve yengem bağırsa da umursamadım. Kapıyı kapatıp kilitledim. Sırtımı kapıya yaslayıp olduğum yere çöktüm ve hıçkırarak ağlamaya başladım. “Baba, beni neden burada bıraktın? Neden yaptın bunu? Acı çekiyorum. Görüyor musun?” Yatağıma uzandım. Gözyaşlarım kurumuştu. “Ne olursa olsun, bu şehirden gitmem gerek. Burada kalamam. Eğer burada kalırsam çok acı çekeceğim.” Gözlerimi kapatınca gözümün önüne yaralı adam geldi. O gözlerini aralayıp bana “Melek misin?” dediği an… İstemsiz gülümsedim. Yaralı ve yabancının sözleri, bu lanet şehirde bana nefes olmuştu. Kalbimden geçen tek şey şuydu. Gitmeden onunla bir kez daha karşılaşmak…

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
522.4K
bc

HÜKÜM

read
224.0K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.7K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
14.3K
bc

AŞKLA BERDEL

read
79.0K
bc

PERİ MASALI

read
9.5K
bc

Siyah Ve Beyaz

read
2.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook