1.7 Katil

1377 Kelimeler
Sahil kenarında eğlenceli sohbetlere başlamıştık Edremit ile. Ona olan kızgınlığımı bile unutuyordum usul usul. Ablası Afra olmasa, onu tam anlamı ile sevebilirdim ancak arada ona benzeyen suratına çarpmamak için çabalıyordum. Ablasına benziyordu. İkiside aynı ten rengine ve aynı çene yapısına sahipti. Gözleri birebirdi. Edremit, yakışıklıydı... Dilim varmasada Afra güzeldi. Aile genlerinin sağlam olduğuna görmeden yemin ederdi onları gören herkes. İkisi, özenle seçilmiş gibiydi. Kaşlarının mimiklerine gülümserken Edremit, "Bana niye öyle bakıyorsun Akkız," dedi gülümseyerek. Kendimi toparlarken bacaklarımı oynattım denize karşı. Sahilin tam ucunda oturuyorduk ikimizde. "Afra'ya benziyorsun." "Kardeş olduğumuz için olmasın," diye alayla sordu Edremit. Umarım huy olarak benzemiyorsunuzdur diyememek.. nefesimi tuttum. "Olabilir tabi." Onu onaylarken dişlerini göstererek gülümsedi bana. "Afra ile yıldızınız barışmadı ancak tanısanız birbirinizi severdiniz. Tabi, başka bir hayatta." Buna ihtimal bile yoktu. Yağız ile birlikte olmasa bile, eskiden sevgili olduklarını bilmesem bile, Afra ile arkadaş olamazdım. Kibirliydi, benci insanlar benimle arkadaşlık edemezdi. Onlarla anlaşmak benim için çok zor olurdu. Bencil insanlar, kendilerinden başka kimseleri biraz bile düşünmezlerdi. Başımı olumsuz anlamda sallarken, "Sanmıyorum," dedim dürüstçe. “Afra ile ben çok farklıyız." Edremit, sessiz kaldı bir süre, kendimi denize doğru çevirdiğimde, "Yağız Soydaş yerine bana aşık olsaydın.. ablamı kabullenirdin," diyerek beni tekrardan kendine döndürtmeyi başardı, onun tekrardan yanıldığını fark ettim. Dünyadaki tek erkek Edremit kalsaydı, yinede ona aşık olamazdım. "Onla bir ilgisi yok, Afra'yı karakter olarak sevmiyorum." Edremit başını eğerken omuz silkerek önüme döndüm. Ablasını koruması doğaldı, bu yüzden onun hakkında bir yorum yapmayacaktım. Oysa, ablası tam bir sürtüktü! Sessiz kalarak ona iyilik bile yapıyordum. Akşama doğru, kararan havanın yağmura dönmesi ile sahili terk ederek Buğra ile konuştuğum kafeye geçmiştik, burayı seviyordum ne yalan söyleyeyim. Güzel bir mekandı. "Ne yemek istersin?" Sorusu üzerine nefesimi tutarken, yemek konusunda kararsızdım. Ben bir süre sadece menüye bakıp düşündüğümde gelen garson sıkılınca, "Tamam o zaman, bana uyacağını tahmin ediyorum," dedi gülerek Edremit. "Bize iki tabak kaşarlı makarna." Kaşlarımı çatarken, "Efsane, merak etme," diye söylendi, ardından garson gittiğinde gözlerimi devirerek kaşlarımı çatmıştım, menüde daha güzel şeyler varken makarna sipariş vermesi biraz patavatsızlıktı. Üstelik, tam karar vermek üzereydim. "Umarım güzeldir," dedim gözlerimi kısarak ona bakarken. Edremit, kendinden emin bir şekilde, "Bayılacaksın," demişti. Önümüze servis tabakları konulduğunda servis olarak güzel göründüğüne kanaat etmiştim ancak tat konusunda halâ bir fikrim yoktu. Bu durumda çatalı ustaca kavrayıp bir gurme edasıyla Edremit'e keskin bakışlarımı son kez yönelterek onu biraz daha rahatsız etmiştim, ardından çatalımı porsiyon gibi duran makarnaya geçirdiğimde eriyen kaşar yayılmıştı bile. Ağzıma attığım küçük lokmanın tat pigmentlerime neler yaptığını tam anlamı ile anlatamazdım, muhteşem bir tadı vardı. Yüzümde inanılmaz bir ifade bırakırken Edremit sırıtıyordu gevşekçe. Bu haline bakılırsa, anladı beğendiğimi. "Sana demiştim." Haklıydı, başımı sallarken sırıttım keyiflice. "Güzelmiş.." İkimiz tabaklarımızı bitirine denk konuşmadık sonra. Ben tabağımı bitirdiğimde Edremit çoktan bitirmiş, etrafı gözetliyordu. Kaşları çatıktı. "Kalkalım mı?" Sorusu üzerine üzerime dikildi gözleri. Biraz daha oturacaktık oysa. Öyle demişti en başında. "Otururuz demiştin," diye söylendim surat asarak. Edremit'in şuanki tavrına anlam veremezken telefonunu çıkartıp beni takmadan birini aradı, çok geçmeden açılmıştı telefonu. Telefonda bir ses işittiğinde rahatladığını sezmiştim. Sahildede biri aramıştı, o zaman kalkıp yanımdan gitmişti. Şimdi ise kıpırdamadan duruyordu. "Yağız," dediğinde kalbimin sesini duydum tekrardan. Ona olan bağımlılığımı kimse bilmiyordu. Kimse, Yağız'a nasıl aşık olduğumu bilmiyordu. Bilemezdi de. "Sarıyerde, her zamanki kafedeyiz. Burdalar." Cümlesi üzerine etrafıma hızla baktım, kimden bahsettiğini anlamazken bize bakan bir kaç genç dikkatimi çekmişti. Sert bakışları bizden hoşlanmadıklarını belli ederken Edremit, gözlerini bana çevirdi. "Akkız tehlikeye girecek, yapamam." Anlamayarak ona bakıyordum. Kaşlarım çatıldığında Edremit hafifçe kalkıp, "Tahmini kaç dakikaya gelirsiniz," diye sormuştu bu seferde. Duyduğu cevap onu rahatlatmış olmalı ki bana bakıp gülümsedi. "On dakika sonra yanımızdasın." Telefonu kapatıp bana baktı. "Şimdi, hızlıca kalkarak tuvalete gideceksin. Kilitle kapını, on dakika sonra kapına gelecek Yağız. O gelmeden çıkma. Anlaşıldı mı?" Dediklerine gözlerimi devirirken, "Sen ne yapacaksın burda," diye sordum merakla. Edremit, "Prenses Elizabeth'i kurtaran Prens olarak kalmaya devam edeceğim," diye söylendikten sonra göz kırptı. "Ayağa kalk ve tuvalete doğru yürü." Emrine tekrardan gözlerimi devirirken belindeki silahı çıkartıp masanın üzerine koydu. "Sana bir şey olmaması lazım, hadi Akkız." "Sen tek başına idare edebileceğine emin misin? Kaç kişiler, gördün mü?" Tek başına zor gözüküyordu. Dört beş kişi saymıştım kaşla göz arasında. Biri ateş etse, insanlar korkudan kaçamazlardı bile. Kimse benim yüzümden çatışmanın ortasında kalsın istemezdim. İleride duran üç kişilik aileye gözüm kayıyordu sürekli. İnsanlara zarar gelmesine dayanamazdım. Biri diğerlerine göre daha kısaydı, çocuğu anımsatıyordu. Cüceydi muhtemelen. "İnsanlar var!" Edremit kaşlarını çatarken, "Çatışma yok şuanda, her hangi bir şey olursa diye seni gönderiyorum. Zaten on dakikaya burda olacaklar, Akkız yorma beni ve o tuvalete git," diye kızgın bir ses tonuyla söylendi. Sadece ben değildim, burdaki herkes tehlike altındaydı. Başımı sallarken ayağa kalktım, Edremit, silahına uzandı ve kavradı. "Dikkatli ol Edremit." Başını sallarken, "Prenses için, değer," dediğini duymuştum. Oysa ben prenses değildim, gözlerimi devirirken ileriki masaya doğru ilerledim yavaş adımlarla. Yirmilerinin sonunda olan bir kadın vardı, yanında duran küçük çocuk gibi duran bir cüceydi tahmin ettiğim gibi. Karşısında ise kocası olduğunu düşündüğüm bir adam. Gözüme kestirdiğim anlarda masalarının önünde durarak kadına baktım gülümseyerek. "Merhaba, kusura bakmayın bölüyorum ama lavaboya kadar bana eşlik edebilir misiniz?" Kadın, dikkatle bana bakarken adam kaşlarını çattı. "Şu tarafta lavabo. Tek gidebilirsiniz hanım efendi," dedi, ses tonundan rahatsız olduğu belliyken olabilecek her hangi bir şeyde kadınlara zarar gelmesini önlemek istiyordum. Niyetim iyiydi. "Hm.. aslında kadınsal bir sorunum var, yardım isteyecektim eşinizden." Adam gözlerini kaçırırken kadın bana gülümseyerek ayağa kalktı. "Geliyorum birazdan Ercan,"dedi, ardından ikisi birlikte dikkat ederek benimle yürümeye başladı lavaboya doğru, arkamı sürekli kontrol ederken hala sessizdi iki tarafta. Benim harekete geçmemle peşime düşecekleri kesinken, Edremit'in korumak adına öne atılacağına adım kadar emindim. Lavabo yazan odaya girdiğimizde, "Nasıl yardımcı olabilirim sana," diye sorduğunda nefesimi üfleyerek baktım ona. Kapıyı arkadan kitledim hızla. "Bakın, ikinizde tehlikedeydiniz az önce," dedim soluklanarak. "Birazdan burası karışacak, lütfen tuvaletlerden birine girip saklanın." "Ne diyorsun sen ya? Delirdin mi?" Kadın dehşete düşmüş bir vaziyette sorduğu zaman silah sesleri duyulmaya başladı. Küçük olan kaşlarını çatmıştı, birazdan sert bir konuşma yapacağına emin olmuştum. Diğeri ise bana bakıyordu gözleri dolu bir şekilde. "Ben sizi korkutmak istemiyorum, ben size zararda vermeyeceğim. Lütfen, dediğimi yapın." Yanına kadar gidip oturaklı tuvaletlerden birine sürükledim kadını. İçeriye girmesi için işaret ettiğimde, "Ayaklarınızıda yukarı kaldırın, onlar size zarar vermezler. İstedikleri benim. Sessizce gitmelerini bekleyin," dedim fısıldarcasına. Benim yüzümdendi, ikisinin hayatı benim yüzümden tehlikedeydi. Tepkisizce suratıma bakması duyduğum ateş sesiyle tekrardan endişeye kayışını seyrettim. Korkuyorlardı. Korkuyordum, ikisine benim yüzümden zarar gelmesinden.. Her ikisini, ikna ederek tuvalete soktuktan sonra koşa koşa kapının önüne geçtim tekrardan. Önüne bir şeyler koyarak içeri girme risklerini dahada düşürmem gerekti. Malzeme kısmındaki temizlik malzemelerine baktım, deterjan şişeleri beşer kiloluktu. Kaç tane koyarsam koyayim bir faydası olmayacaktı. Her dakika dahada artan silah sesleri kalbimi hızlandırıyordu. "Yağız, nerde kaldın!?" Şuan ihtiyacım vardı. Her şeyden, herkesten daha çok ona ihtiyacım vardı. Gözlerimin onu görmeye, ellerimin ona dokunup hissetmeye ihtiyacı vardı. Güvenini hissetmeliydim. Gelen sesler, kapıya kadar yaklaştığı vakit, iki adamın sesini duydum. Biri bile tanıdık değildi. Sonra kısa bir sessizlik.. bitti her şey. Elime geçen fırça sapını tuttum sıkıca. Beni koruyacak tek o vardı. Kapıya yüklendiler. Gıcırdama sesleri korkuttu hepimizi. "Bize zarar vermeyin lütfen..." Peşimde sürükleyerek ikisininde hayatını tehlikeye atmıştım. Zarar görmemesi içindi ancak benim yüzümden göreceklerdi. İleri adım atıp kırılmaya zorlanan kapıya yürüdüm. Kapının kilidini çevirdiğim zaman durmuşlardı. Yanlızlığım benim çaresizliğimin anahtarıydı. Nefesimi üflerken kapıyı aralayarak onlara baktım. Ölümü son günlerde çok yaad eder olmuştum. Gözlerimden akan yaşlar nefesimi keserken acıyla bir hıçkırık koptu dudaklarımdan. Acıyordu kalbim. Büyük bir yük vardı sol yanımda. Korku ile karışık acı veren bir hissiyat. Nasıl bir his, biliyor musun? Oda çok geniş ama sığamıyorsun, bak kapı orda ama çıkamıyorsun, pencere açık ama nefes alamıyorsun.. Öyle bir his. "Geldim," diye fısıldadı, gözlerinin koyuluğu gözlerimden akan yaşa takılır gibi oldu. Ellerindeki kana baktım, az önceki sessizliğin nedeni yerde yatan iki bedene kaydı gözlerim. Kanlar içerisinde kalan iki beden.. yutkunamadım bile. Yağız Soydaş, karşımdaydı. Elleri kanlar içerisinde kalan bir katildi.. Hâlâ ondan kendimi alamazken akan göz yaşlarımı tutamıyordum daha fazla. Kendimi dizlerimin üzerine bıraktığımda yanıma gelmişti. Kucağına aldı, kokusu burnumda. Akan göz yaşım boynuna damlarken sıkıca sarıldım ona. Ağlamak.. zayıflık değildi. Acılarımı kaldırdığım ve hala delirmediğim için güçlü kılıyordu beni. Kokusu yanımda tenine dokunuyordu parmaklarım. Yağız, yanımdaydı. Güvendeydim. Bir katile sarılırken bile güvendeydim her zaman. Yağız Soydaş, sadece insanların ruhunu bedeninden ayıran bir katil değildi, beni kuyuya atıp ardından tek hamlede çekip kurtaran bir katildi. Herkese son bahar, bana ilk bahar olan adamdı. Yağız Soydaş, tuhaf bir adamdı. Çok tuhaf bir adam.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE