BÖLÜM 44- SESSİZ İZ

1581 Kelimeler
Sabah güneşi, ufukta solgun bir renk olarak yükseliyordu. Karargâhın gri duvarları, ışığın altında daha da kasvetli görünüyordu. Elif, o sabah erkenden uyanmıştı. Aslında uyumamıştı bile. Cem’in kamyoneti uzaklaşırken içindeki bir şey eksilmişti; o eksiklik, nefes almasını bile zorlaştırıyordu. O gidişin içinde bir vedadan çok bir yemin gizliydi. Ama Elif için bu yemin tek taraflı kalamazdı. Elini cebine attı. Cem’in ona verdiği küçük, paslı askeri düdüğü çıkardı. “Bir şey olursa, bunu çal,” demişti Cem o gece ormanda. Elif o an, bu düdüğü koruyacağına söz vermişti. Ama şimdi, o düdük bir hatıradan çok, bir yön gösterici gibiydi. Karargâh sessizdi. Görevliler hâlâ değişim halindeydi. Elif, binanın arka kısmından sessizce çıktı. Sırt çantasını, gece hazırladığı birkaç parça eşyayla doldurmuştu. Küçük bir pusula, biraz su, birkaç konservelik yiyecek… Ama asıl taşıdığı şey, korkusuz bir kararlılıktı. “Senin peşinden gelmeyeceğim demedim, sadece bunu senin bilmeni istemedim.” Kendi kendine fısıldadı. Adımlarını yavaşça hızlandırdı. Günün ilerleyen saatlerinde, ormanın sınırına ulaştı. Hava artık sıcaktı, toprağın kokusu yağmurdan sonra ağırlaşmıştı. Cem’in kamyonetinin izlerini takip ediyordu; çamurlara saplanan lastik izleri, yönünü belli ediyordu. Her izde, onun ayak sesini duyuyor gibiydi. Her kırık dalda, bir anısını hissediyordu. Bir süre sonra yoldan ayrıldı. Çalılıklar arasına girdi. Ama sessizlik fazla uzun sürmedi. Bir anda, yakınlarda bir motor sesi duyuldu. Elif hemen yere eğildi, nefesini tuttu. Ağaçların arasından siyah bir araç geçti. Pencereleri filmliydi. Ve arka camında, ince kırmızı bir sembol parlıyordu. Elif o sembolü daha önce görmüştü. Karargâhta, Cem’in dosyalarından birinde. Üzerinde sadece bir kelime yazıyordu: “Siyah Bayrak.” Elif’in içi ürperdi. Cem’in düşmanları onu bulmuştu. Ve o, tek başına o yola girmişti. Gün boyunca yürüdü. Ayaklarının altı su topladı, elleri titremeye başladı. Ama pes etmedi. Bir tepenin ardına ulaştığında, kamp ateşiyle aydınlanan küçük bir alan gördü. Kamuflajlı iki adam vardı. Ve aralarında, Cem’in taktik ceketine benzeyen bir parça kumaş. Elif’in kalbi deli gibi çarpmaya başladı. Onlar Cem’in izini sürüyordu — ya da daha kötüsü, Cem onlara yakalanmıştı. Yavaşça yaklaştı. Bir taşın arkasına sığındı, kulak kesildi. Adamların konuşmaları rüzgârla karışıyordu ama bazı kelimeler netti: “Binbaşı hayatta, ama uzun sürmez.” “Emir geldi, bu gece harekete geçiyoruz.” Elif’in nefesi kesildi. Cem tehlikedeydi — üstelik yalnızdı. Yavaşça geri çekildi, çantasından haritayı çıkardı. Adamların konuştuğu yer adını geçirmişti: Kuzey Kampı. Cem’in orada olduğunu biliyordu artık. Korkudan değil, kararlılıktan elleri titredi. > “Seni orada bırakmam, Cem. Senin beni koruduğun gibi, bu kez ben seni koruyacağım.” Gece çöktüğünde orman yeniden canlanmıştı. Kurt ulumaları, rüzgârın uğultusuna karışıyordu. Elif sessizce ilerliyordu. Karanlıkta sadece ay ışığı yolunu aydınlatıyordu. Bir ara uzaklardan bir ışık gördü — bir ateş parıltısı. Yavaşça yaklaştı. Ve o an… gölgesini fark etti. “Dur!” Bir ses yankılandı. Silahın namlusu alnına dayanmıştı. Elif refleksle ellerini kaldırdı. “Dur! Ateş etme! Ben…” Adamın sesi sertti. “Kimsin sen?!” Ama sonra, o sesin tonunda bir şey değişti. Silah hafifçe indi. “Sen…” dedi adam. “Elif misin?” Elif’in gözleri büyüdü. Sesin sahibini tanımıştı — Serdar. “Delirdin mi sen? Seni karargâhta arıyorlar! Cem seni orada bırakmak zorundaydı!” Elif gözyaşlarını tutamadı. “Beni bıraktı ama ben bırakamadım.” Serdar başını iki yana salladı. “Bu iş oyun değil. Burada her köşe ölüm. Senin varlığın Cem’in hayatını tehlikeye atar.” Elif’in sesi kararlıydı: > “Ya onu yalnız bırakırsam? O zaman zaten yaşamak neye yarar?” Serdar derin bir nefes aldı. “Senin inatçılığın… tıpkı onun gibi.” Sonra sustu, başını eğdi. “Tamam. Ama bu gece hareket edeceğiz. Sessiz kal, beni izle. Eğer bir hata yaparsan, hepimizi yakarlar.” Elif başını salladı. “Anlaştık.” Ormanın derinliklerinde gizli bir geçit vardı. Serdar önden gidiyor, Elif sessizce peşinden ilerliyordu. Karanlığın içinde her şey bulanıklaşmıştı. Ve sonunda, uzakta bir ışık belirdi — tel örgüler, silahlı nöbetçiler ve bir baraka. Serdar eğildi, dürbünle baktı. “İşte orası. Cem orada olmalı.” Elif’in gözleri doldu. O an, sanki kalbi yeniden atmaya başlamıştı. Ama bir anda gökyüzünü aydınlatan patlama oldu. Kampın bir kısmı havaya uçmuştu. Serdar küfretti. “Lanet olsun! Onlar ondan önce geldi!” Elif koşmaya başladı. Serdar bağırdı ama onu durduramadı. Elif ateşin arasından geçerek barakaya ulaştı. Kapı paramparça olmuştu. İçeri girdiğinde toz ve duman arasında bir siluet gördü. Cem. Kanla kaplı yüzünü elleriyle silmeye çalışıyordu. Onu görünce bir an dondu. “Elif… sen… burada ne yapıyorsun?” Elif ona doğru koştu, sarıldı. “Seni bulmadan dönmeyecektim.” Cem bir şey demedi. Sadece onu sıkıca kollarına aldı. Kolları titriyordu, ama bu sefer korkudan değil. “Artık hiçbir yere gitmeyeceğim,” dedi Elif, gözyaşları arasında. “Ne olursa olsun.” Cem, başını onun omzuna koydu. Ve o an, tüm patlamalar, silah sesleri, duman… her şey arka planda kayboldu. Sadece ikisi vardı. Ve ikisinin kalbi, aynı ritimde atıyordu. Ama dışarıda gölgeler hâlâ hareket ediyordu. Siyah Bayrak adamları geri dönüyordu. Ve bu kez, onları bekleyen yalnızca aşk değil, savaşın yeniden doğan ateşiydi.Cem’in alnı hâlâ kanıyordu ama o, Elif’in yüzüne baktıkça acıyı hissetmiyordu. “Delirdin mi sen?” dedi nefes nefese, sesi hem öfkeli hem çaresizdi. “Buraya gelmen… bu cehenneme geri dönmen…” Elif ellerini onun yanaklarına koydu, sesi titriyordu ama kararlıydı: “Senin yokluğuna dayanmaktansa, bin kez bu cehenneme girerim.” Cem susakaldı. Gözleri bir anlığına Elif’in gözlerinde kilitlendi — o kadar çok şey vardı ki söyleyemediği. Sonra dışarıdan bir patlama daha geldi. Yer sarsıldı, barakanın tavanından tozlar döküldü. Serdar içeri daldı. “Zamanımız yok! Kamp tamamen infilak etmek üzere!” Cem kendine geldi. “Elif, dışarı!” diye bağırdı, onu kolundan çekti. Ama Elif direniyordu. “Ya sen?!” “Ben arkayı tutarım, sen çık!” Serdar, Elif’i sırtına bastırarak dışarı sürükledi. Duman ve ateş her yeri sarmıştı. Cem, geriye dönüp masanın üstündeki haritayı kaptı, cebine sıkıştırdı — üzerinde gizli işaretler vardı, düşmanın planı olabilirdi. Tam dışarı çıkarken bir mermi geçti, kolunu sıyırdı. Cem sendeledi, ama pes etmedi. Üçü ormanın kenarına koştuğunda kampın tamamı alevler içinde kalmıştı. Gökyüzü kırmızıya boyanmıştı; patlamalar ardı ardına geliyordu. Elif’in yüzü is içinde, gözleri doluydu. “Cem, arkada kimse kaldı mı?” Cem başını iki yana salladı. “Hayır. Artık kimse kalmadı.” Bir süre sadece nefeslerinin sesi duyuldu. Ormanın sessizliği, patlamaların yankısıyla ürkütücü bir hâl almıştı. Sonra Serdar, cebinden küçük bir cihaz çıkardı. “Bu iş burada bitmedi,” dedi. “O sembolü — Siyah Bayrak’ı — kim yönlendiriyorsa, Cem’in başındaki avcı da o.” Elif kaşlarını çattı. “Yani bu sadece bir takip değil… bu bir infaz planı.” Cem sessizdi. Gözleri ufka dalmıştı. “Onlar sadece beni değil… görevimle birlikte geçmişimi de silmek istiyor.” Elif, yavaşça elini onun eline koydu. “Geçmişi silemezler, Cem. Çünkü ben seni buldum.” Cem onun elini sıkıca tuttu. “Ve ben seni bir daha kaybetmeyeceğim.” Tam o anda, uzaklardan bir helikopter sesi yükseldi. Serdar başını kaldırdı. “Onlar geri dönüyor! Sinyal bastırmamız lazım, yoksa bizi burada bulurlar.” Cem hemen çantasını açtı, küçük bir sinyal karıştırıcısı çıkardı. Serdar cihazı ayarlarken Cem, Elif’e dönüp ciddi bir sesle konuştu: “Bundan sonra her şey daha zor olacak. Yasal olarak da, askeri olarak da artık ikimiz de firari sayılırız.” Elif bir an bile tereddüt etmedi. “Zor mu dedin?” dedi, gözlerini ona dikerek. “Zaten sen olmadan yaşamak en zoru.” Cem’in dudakları titredi, gülümsemeye çalıştı ama gözleri doldu. “Seninle kavuşmak… belki de ilk kez kendimi gerçekten hayatta hissediyorum.” Helikopter sesi yaklaşınca Serdar bağırdı: “Tamam, sinyal karıştı! Şimdi kuzey hattına çekileceğiz, oradan da nehre!” Üçü ormana daldı. Ağaçlar arasından geçerken Cem’in eli sürekli Elif’in elindeydi; ne ateş, ne duman, ne ölüm tehdidi o teması koparamıyordu. Ama geride bıraktıkları alevlerin içinde, gölgelerin arasında bir figür onları izliyordu. Uzun bir paltosu vardı, elinde yanık bir rozet tutuyordu. Rozetin üstünde, Siyah Bayrak sembolü. Adam yavaşça gülümsedi. “Kaçın bakalım,” dedi kendi kendine. “Ama bu hikâye daha yeni başladı.” O gece Elif ve Cem, nehrin kenarında kamp kurdular. Cem’in kolu hâlâ kanıyordu, Elif bezle sardı. Ellerinin dokunuşu yavaş, özenliydi. “Yine kendini tehlikeye attın,” dedi Elif yumuşak bir sesle. Cem, gözlerini kapatarak onun elini tuttu. “Senin için her şeyi göze alırım.” Bir anlık sessizlik oldu. Rüzgâr, ateşin kıvılcımlarını dans ettiriyordu. Sonra Elif, sessizce başını Cem’in omzuna koydu. “Bir daha ayrılmayalım.” Cem’in sesi alçak, ama netti: > “Artık hiçbir şey bizi ayıramaz.” Ama o anda uzaktan bir flaş patladı. Serdar hemen silahını çekti, “Hareket var!” diye fısıldadı. Cem ayağa kalktı, elini Elif’in önüne koydu. “Geri çekil, seni koruyacağım.” Ormanın derinliklerinden ayak sesleri geliyordu — üç, belki dört kişi. Elif’in kalbi göğsünde atıyordu. Cem’in parmakları tetiğe dokundu. Ve gölgelerden biri seslendi: > “Cem Demir… komutan seni geri istiyor.” Cem’in yüzü kasıldı. O ses — emir komutanın sesiydi. Ama Cem, artık onun için çalışan bir asker değildi. > “Benim artık tek görevim var,” dedi dişlerini sıkarak. “Elif’i korumak.” Gece boyunca ormanda bir kedi-fare oyunu başladı. Kurşun sesleri, yankılar, kaçışlar… Elif ve Cem sırt sırta, bir yandan hayatta kalıyor, bir yandan birbirine daha da kenetleniyordu. Sabaha karşı sessizlik çöktüğünde Elif, Cem’in omzuna yaslandı. “Kaç zamandır sadece görevler için yaşadım,” dedi Cem. “Şimdi ilk kez biri için yaşamayı istiyorum.” Elif, onun elini avuçlarının arasına aldı. “Ve ben de ilk kez biriyle ölmeye bile razıyım.” Cem başını eğdi, alnını onun alnına dayadı. Sessizlikte sadece kalplerinin sesi vardı. Ve o anda biliyorlardı — artık ne geçmiş, ne emir, ne savaş. Sadece birbirleri kalmıştı. Ama sabah güneşi doğarken, ufukta yeni bir tehlike belirdi. Siyah Bayrak’ın lideri bizzat sahneye çıkacaktı. Ve bu sefer, hedef sadece Cem değil, ikisi birden olacaktı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE