Sabah ezanı ile üvey annem ve damat tarafının kadınları beni uyandırdılar. Zaten cok geç uykuya dalmıştım, gece boyu korkularım uyumama izin vermemişti. Yeni hayatım nasıl olacak? Evleneceğim adam ya babam gibi abim gibi biriyse? Ya bu günlerimi mumla ararsam? Soru işaretleri uykuma düşman olmuştu. Oysa güzel, derin ve rahat bir uykuya öyle çok hasrettim ki… En son annemin dizlerinde huzurlu bir uyku çekmiştim. O da babamın gazabına uğramıştı. Yine de annem yanımda olsa ben uykusuz kalmaya razıydım.
Üvey annem banyo yapmamı söyledi. İki gün üst üste banyo yapmak… İmkansız bir olay vuku buluyordu. Sorsalar yeşil kar yağması benim için daha olasıydı. Babam kalpten gitmese iyidir. Ya da gitse de olur herhalde. Yani şimdi şu an ölse içimde yaprak kıpırdamaz sanırım. Ve böyle olması benim suçum değil.
Kadınlar banyo kapısında durmuş kendi aralarında fısıldıyor sanki bana bir şey söylemek istiyor da çekiniyor gibiydiler. Sonra biri usulca yanıma sokuldu. Elindeki kremi bana verdi. Üzerinde ‘Tüy Dökücü Krem ‘ yazıyordu.
“Nasıl yapacağını biliyor musun yoksa sana yapalım mı?” dedi. O an banyonun buz gibi duvarları çökse de altında kalsam daha iyiydi. Ama yine de bilmiyordum işte.
Üvey annem reglim biteceği zamanlarda nasıl abdest almam gerektiğini anlatmıştı o zamanlarda bir toz verip vücut temizliğimi nasıl yapacağımı anlatmıştı. Elbette kendi yapmamıştı ben kendim deneye yanıla nasıl yapıldığını öğrenmiştim ama her seferinde çok az verdiği için yanlış yaptığımda elimde kalan çok azıyla, sadece mahrem yerlerimi yapıyordum. Onun suçu yoktu. Muhtemelen kendinin payından bana ayırabildiğini veriyordu. Hiçbir şeyi çok çok alma şansı yoktu ki bu evde. Kokusu çok kötüydü ama yine de işe yarıyordu. Neyse ki çok kıllı biri değildim. Anneme çekmişim o konuda. Annemin de teni pamuk gibi bembeyaz ve tertemizdi.
Kısık sesimle “ Bunu bilmiyorum.” dedim. Kadın tahmin etmiş gibi hiç şaşırmadı. Kollarıma bacaklarıma uyguladı. “Zaten tertemizsin. Tenin de pamuk gibi. Maşallah.” dedi, gerisini benim yapmam için bırakıp çıktı.
Temizliği ve banyomu bitirip çıktım.
Evimiz kalabalıktı. Düğün için akrabalar gelmiş gece de kalanlar olmuştu. Öyle ya yıllardır beni sormayan halalarum için kıymete binmistim. Zengin kapıya kapak atmıştım. Anne tarafım zaten gelmezdi.
Damat tarafı gelin tarafının misafiri için yine kazan kazan yemekler gönderecekti. Ama kahvaltıyı da es geçmemişler ismini bile bilmediğim yiyecekler soframıza konmuştu.
Bana odada yemem için ayrı sofra hazırlayıp getirdiler. Damat tarafı kadınları, sanırım biri damadın yengesi biri de halasıydı. Halimin, yorgunluğumun, zayıflığımın, bitkinliğimin tabii ki farkındalardı. “Gelin kızımız odasında rahat rahat yesin.” demişti halası. Sanki bir odam varmış gibi. Tabii bunu onlara kimse söylemedi. Varmış gibi yapıldı.
Kahvaltıdan sonra dün beni kınaya hazırlayan kadınlar da geldiler. Ellerinde iki kişinin zor taşıdığı bir gelinlik vardı ve iki kişinin zor taşıdığı bu gelinliği bana mı giydireceklerdi? İçinde düşüp bayılmasam iyiydi.
Beni hazırlamaya başladılar önce saçımı yapmaya başladılar. Yine gösterişli bir topuz yapıyorlardı. Bugünkü topuz dünden daha abartılı olmuştu.
Saçım bitince yine ağır bir makyaj da yaptılar. Makyajı yapan, “Aslında çok güzel bir tenin var pürüzsüz, doğal ve süt beyaz. Sanki hiç güneş görmemiş gibi. Bebek teni gibi. Bana kalsa doğallığını ortaya çıkarırdım sadece ama benden gösterişli bir makyaj yapmam istendi. Ağa gelini gösterişli olur. “ dedi.
Yıllardır güneşe, yıldızlara, rüzgara hasret olduğumu nereden bilecekti ki. Ayrıca güzel olduğumu ilk kez duyuyordum. Kesin laf olsun diye demişti. Ben herkesin bakmaya iğrendiği kızdım. Nasıl güzel olabilirdim?
Makyaj da bitince gelinliği üzerime giydirmek için yine iki kişi birlikte kaldırdı. Komple taşlı, kabarık ve çok ağır bir gelinlikli. Hem pahada hem yükte çok ağırdı. Giydikten sonra boğulacak gibi oldum. Ayakta zor duruyordum. Neyse ki yemeği kahvaltıyı güzel yapmıştım biraz güç olmuştu. Bir de ayakta durmak zorundaydım. Böyle pahalı bir kirletirsem babam beni öldürür.
Hazırlanma faslı bitene kadar öğle yemeği saati gelmiş dünden bile daha çok çeşitli, büyük ağır bir sofra kurulmuştu. Etin kendine has ağır kokusu evin her yerini sarmıştı. Misafirlerin keyfi yerindeydi. Yemek çoktu ve herkes ikinciye üçüncüye tabak almış tabii ki etini yiyip diğer yemekleri bırakmıştı. Muazzam bir israf. Atılan yemekleri gördükçe içim paramparça oluyordu. Ama sanırım düğünlerin olmazsa olmazlarından biri de bu israf olayı. Ah ahh yıllarca kuru ekmeğe muhtaç yaşadım ben. Ama bundan sonraki hayatımda sanırım yemek sorunu yaşamayacaktım. Buna sevinmeli miydim bilmiyorum.
Yemek faslı biter bitmez gelin alıcılar geldi. Tabii ki başı sonu olmayan bir konvoyla gelmişlerdi. Davul zurna ile birlikte kadınların zılgıt sesleri göğe çıkıyordu. Hemen büyükçe bir halay kurulmuş erkekler oynamaya başlamıştı. Odanın penceresi hem dış kapıyı hem avluyu net görüyordu. Gözüm damadı aradı. Kiminle evleniyorum görmek istedim ama damat gelmemiş. Adet böyleymiş damat gelini evde karşılarmış. Küçükken annemden duymuştum “Eskiden adet böyleydi” demişti “Ama şimdilerde damatlar da gelin almaya geliyor.” demişti. Düğün geleneksel olacak demişlerdi ama bu kadarını beklemiyordum. Belki de tenezzül etmedi gelmeye geleneği bahane etti bilmiyorum.
Çeyiz sandığı avlunun ortasına konmuş üzerine üvey kardeşim oturmuştu. Çeyiz de gelinle beraber gidecekti. Tam eski zaman düğünü oluyordu yani. Gerçi çeyiz dediğimiz ne ben bile bilmiyordum. Çok küçükken annem bir şeyler örerdi ama onlar duruyor mu bilmiyorum. Yoksa zengin aileye mahcup olmamak için babam mı bir şeyler almıştı.
Babam üvey kardeşimi tembihlemiş olacak ki epey yüksek bir meblağ almadan sandıktan kalkmadı. Paradan da anladığı yok daha ama kalkmam demeyi öğretmişler. Bir daha bir daha para verdiler. Gözüyle de annesine bakıyordu. Ondan onay alınca kalktı sanırım.
Babam kuşağımı bağlamak üzere yanıma geldi kuşağı üç kere dolayıp üçüncüde bağladı. Ne bir iyi dilek ne bir hayır dua çıkmadı dudaklarından.
“Gittiğin yerde bizi rezil etme. Anan gibi asi olursan anandan beter ederler. Ağa zulmünü çekmek istemezsin. Seni kapıma geri getirirlerse öldürürüm seni.” dedi kelimeleri ok gibi saplanmalıydı belki ama beni şaşırtmadı bile. Babamın nasıl cani olduğunu küçücük yaşımda görmüştüm zaten. Şans eseri ve annemin duası ile yaşıyordum.
Gelin alıcılar kapıya geldi ve tabii ki kapı açılmıyordu. Bu sefer üç kalın bilezik karşılığı kapı açıldı. Babam hiçbir fırsatı kaçırmıyordu.
Babam koluma girip gelin arabasının yanına getirdi dış kapının hemen önünde durunca imam dua edeceği için davullar sustu. Sessizlik oldu diyemiyorum çünkü hocanın uyarısına rağmen kadınların çocukların kalabalığın kendi aralarında konuşmaları büyük bir uğultu oluşturdu. Kimsenin dinlemedi dua sonunda arabaya bindirildim. İki yanıma iki halam oturdu. Normalde gelin tarafının hepsi düğüne gitmez gelinle sadece birkaç kişi gider düğün damadın denir ama damat tarafı iki koca otobüs getirmiş. Onda bile geri durmamış. Ağa düğünü görmek isteyen akrabalarımız komşularımız iki otobüsü de doldurmuştu. Her zaman böyle büyük ve ağır düğün görülmüyordu herhalde. Bir görmemişlik vardı çünkü. Tıklım tıklımdı otobüsler. Nefes alacak yer kalmadığı için çocuklar ağlıyordu.
Düğün konvoyu düğün alanına giderken gelin arabası ve birkaç araç Ağa konağına gelmiştik. Damat konağın terasında bekliyormuş eve girerken testi kıracakmışım. Arabanın önünde, ellerinde rengarenk mendillerle oynayan kadınlar kapımı açıp beni indirdiler gözüm duvağımın altından yukarı kaydı Damat, öğlen güneşinin önünde heybetli bir gölge olarak gözüme ilişti. Neye benziyor tam olarak anlamadım. Zaten gelinliğin ağırlığından bayılmak üzereydim. Tek bildiğim çok iriydi. Babama göre çok iyi. Bu beni döverse kesin ölürdüm ben.
Damat ellerindeki paraları şekerleri aşağıdaki kalabalığın üzerine saçtı. Bana görgüsüzlük gibi gelen bu hareket de elbette gelenek olduğu için yapılmıştı. Elime verilen, ağzında çam yaprakları olan testiyi babamdan, abimden, hayattan hıncımı çıkarırcasına yere vurdum testi paramparça olurken içindeki şekerler paralar çam yaprakları etrafa yayıldı.
Çam dört mevsim yeşil kaldığı için muhabbetiniz her daim yeşil ve taze kalsın anlamında kullanılıyordu. Eşikten geçerken başıma buğdaylar saçıldı. Bu, gelin bereketli, doğurgan olsun anlamında yapılıyordu sonra biri bal kadesi getirdi parmağını daldırıp ağzıma getirdi insan kaşıkla yapar ama yok geleneksel olacak. Mecburen parmaktaki balı da emdim. Bu tatlı dilli olsun demekti. Tuzdu, pirinçti derken bütün gelenekleri uyguladılar. Sonra damat aşağı indi ama başımı kaldırsam da güneşten göremiyordum. Onun da önüne gelin evinden getirilen bardaklar kondu. Topuğuyla hepsini kırdı. Bu da gözü olanın gözü patlasın demekti. Batıl inanç işte. Etrafımızda oynayan zılgıt çeken kadınlar vardı normalde bu noktada nikah kıyan oluyormuş ama bizim nikahı dün kınadan sonra babamla kıymışlar. Hazır nikahta onunla kıyılmış onu alıp gitseler ne güzel olurdu. Anamın anısı olan evde yaşar giderdim ben ama tabii öyle olmadı.