DÜĞÜN

1154 Kelimeler
Burada benimle bir kalan hala ve yenge bana odamı göstermek üzere odaya çıkardı. Yengeyle hala beni merdivenlerden yukarı çıkardıklarında ayaklarım hala titriyordu. Düğün başlamamıştı henüz, sadece biraz dinlenmem için odamı göstereceklerini söylemişlerdi. Sözde "benim odam". Hayatımda bana ait tek bir odanın bile olmamış olduğunu düşününce… Bu laf bile başlı başına tuhaftı. Merdivenler genişti, basamaklar bembeyaz mermerdi. Ortasından aşağı doğru serilmiş bordo halı, kenarlarına ince ince işlenmiş altın rengi desenlerle zenginlik ve gösterişin ilk işaretini veriyordu. Tırabzanlar koyu ceviz ağacından, özenle cilalanmıştı. Duvarlarda yağlı boya tablolar asılıydı. Kimileri bir çift atı resmetmişti, kimileri dağlar, kimileri de gül bahçeleri. Gördüğüm her şey bütün bu mermer, ceviz, altın, gül, at ve halı benim dünyamın çok dışındaydı. Koridor uzundu. Sanki sadece yürümekle bile kaybolabileceğim bir yer gibiydi. Sessizdi. Her adımda ayakkabımın halıya çarptığı ses, kalp atışım gibi duyuluyordu kulaklarımda. Koridorun sonunda büyükçe bir kapının önünde durduk. Kapı, çift kanatlıydı. Oymaları vardı; dallar, çiçekler, kuşlar… Kapının sadece şekli bile zengindi. Kapı değil, sanki sandıktı. İçinde bilinmez bir şey saklıyordu. Yenge nazikçe tokmağa dokundu ve kapıyı itti. Odanın içine ilk adımımı attığımda başım döndü. Önümde uzanan oda, hayalini kurmadığım kadar gösterişliydi. Ne düşlemiştim ki zaten? Yani gördüğüm neydi ki hayal ettiğim ne olacak? “Sen biraz dinlen gelin hanım.” dediler ve arkamdan kapıyı sessizce kapattılar. İlk kez bir kapı kapandı arkamdan da içeri kilitlenmedim. Ne zincir, ne baba sesi, ne kilit sesi… Ama tuhaf olan şu ki; ilk kez özgür bir odadayım ama içimdeki ağırlık gitmiyor. Hala titriyorum. Odanın içinde birkaç adım attım. Yere serilen halı ayaklarımın altına batmıyordu, alışık olmadığım bir yumuşaklıktı bu. Ama bana hala ahırdaki kuru saman batıyormuş gibi geliyordu. İnsan alıştığı acıyı bırakınca… Sevincin neye benzediğini bile unutuyor sanırım. Oda genişti. Tavan yüksek, duvarlar açık bej renkteydi ama duvarların alt kısımlarında altın yaldızlı işlemeler vardı. Tavanda dev bir kristal avize asılıydı. Her kristali ayrı ayrı ışığı yakalıyordu, dans eder gibi. Güneş pencereye vurdukça içeriye binbir renk dağılıyordu, sanki gökkuşağını odanın içine kilitlemişlerdi. Pencereler neredeyse yerden tavana kadardı. Üç taneydiler. Üzerlerinde şarap rengi perdeler vardı, kalın ve kadifeydi. Duvardan aşağı dökülen kumaşlar, sanki odaya başka bir çağdan gelmiş bir saray havası veriyordu. Her bir perde, altın rengi püsküllerle süslenmişti. Perdelerin arasında hafifçe sallanan tüller vardı; beyaz, uçuş uçuş. Rüzgarda hafifçe dalgalanıyordu. Kokusu… temizdi. Sanki lavanta ile gül arası bir şey. Burnuma ilk kez iğrenç olmayan bir şey geliyordu. Burnumun alışık olduğu koku malum. Odanın ortasında büyük bir yatak duruyordu. Gördüğüm hiçbir yatağa benzemiyordu. Dört köşesi sütunlu, üstü tüllerle çevrelenmişti. Tüller açık bırakılmıştı, ama istenirse kapatılıp bir cibinlik gibi odanın içinde küçük bir dünya kurulabilirdi. Yatağın örtüsü saten, rengi kırık beyazdı. Üzerine altın iplikle işlenmiş zarif çiçek desenleri vardı. Üç kat yastık dizilmişti, her biri bir diğerinden kabarık. Belli ki sadece uyumak için değil, göstermek için de yapılmıştı. Yatağın ucunda kadife kumaştan küçük bir oturma bankı vardı. Üzerine oje, parfüm, tarak, mendil gibi şeyler konulmuştu. Her biri kristal kutuların içindeydi. Hangi biri kullanılırdı, hangisi sadece durmak içindi bilmiyordum. Bu oda bana göre değildi. Belli ki bu oda sadece bana değil, kimseye göre değildi. Sanki bu oda yaşamak için değil, bakılmak içindi. Bir köşede makyaj masası vardı. Aynası o kadar büyüktü ki, karşısına geçtiğimde sadece yüzüm değil, tüm geçmişim yansıyacak sandım. Üzerinde bir dizi allık, ruj, fırça. Öyle deniyordu sanırım. Bilmediğim şeyler de vardı. Bir başka köşede büyükçe bir gardırop vardı. Kapakları aynalıydı. Yavaşça pencereye yürüdüm. Aşağı baktım. Düğün hazırlığı tüm görkemiyle sürüyordu. Ama burada sessizlik hakimdi. Sessiz, süslü, yüksek bir yalnızlıktı bu oda. Sonra ağır adımlarla yatağa yürüdüm. Parmak uçlarımla yorganın kenarına dokundum. Küçücükken annem benim için bir yorgan dikmişti, kırkyama, içinde eski gömleklerinden kesilmiş parçalar. O yorgan, buranın bin yorganına bedeldi. Ama ben şimdi burada, satenin üstüne oturuyordum. Üşüyordum. Çünkü burası sıcak değildi. Gösterişliydi, evet. Ama sıcak değildi. Yatağa tam oturmadan pencerenin önündeki koltuğa geçtim. Beyaz, işlemeli bir koltuktu. Bir prenses gibi hissetmem gerekti belki ama ben hala Zerya idim. Ahırdan çıkalı sadece birkaç saat olmuştu. Koltuktan kalktım, odanın içini dolaşmaya başladım. Her köşe yeni bir şey gösteriyordu. Biri bana her şeyin en iyisini vermeye çalışmıştı. Ama benim ihtiyacım olan neydi biliyor musun? Bir kapı. Ama ardına kilitlenmeyen. Bir ses. Ama korkutmayan. Bir ekmek. Ama suç olmadan yenilen. Belki bu oda güzel bir kafesti. Ama hala kafesti. İlk kez içeri kilitlenmemiştim ama… İçim hala çıkamıyordu. Artan seslerle yavaşça pencereye yaklaştım. Aşağıda düğün hazırlığı tüm ihtişamıyla sürüyordu. Davul yine başlamıştı. Kadınların zılgıtları göğe yükseliyordu. Köyden, çevre köylerden, hatta şehirden gelenler bile vardı. Bütün gözler bu evdeydi. Bütün gözler Ağa' nın yeni gelinindeydi. Ama ben onların gözünde değildim. Hiç olmamıştım. Aynaya döndüm. Duvak hala başımdaydı, ucundan tutup usulca araladım. Kendime baktım. Kimi görmeye çalıştım bilmiyorum. Zerya ’yı mı? Ahırdaki kız çocuğunu mu? Annesini arayan çocuğu mu? Kayıp ablasını hala düşüneni mi? Beyaz bir koltuk vardı pencere önünde, oraya oturdum. Elim sehpadaki lokum tepsisine gitti. Birini aldım. Isırmaya çekindim. Bu kadar temiz, bu kadar renkli bir şeyi bozmaya utanıyor insan. Ama sonra, açlığı hatırladım. Sadece mideme değil, ruhuma da düşen açlığı. İlk ısırığı aldım. Şekerin tadı dilimde dağılırken bir an gözlerim doldu. Ben buna mı seviniyordum? Bir lokum yemeye mi? Aklımdan o an geçen tek cümle buydu: “Demek bir gün lokuma ağlayacak kadar susarsan hayata… Her şey mümkündür.” Zihnimde hala bir uğultu vardı: “Ya bu iyi bir hayat değilse? Ya bu sadece daha süslü bir hapishane ise?” Ağlamadım. Kızmadım. Sevinmedim. Sadece oturdum. Ve bekledim. İnsan bazen sadece bekler. Ne olduğunu bilmeden, ne olacağını kestiremeden… Ama içinden bir ses fısıldar: “Sabret Zerya. Belki burası cehennem değil, belki burası senin ilk sınırın. Belki buradan başka yerlere yürürsün.” ... Sonra gelip beni aldılar ve düğün alanına gittik. Alan çok büyüktü ve ikiye ayrılmıştı. Biz konaktayken burada mevlit okunmuş, mevlitten sonra yine yemek verilmiş sonra da yine halaya durulmuş. Önce Allah Allah sonra ya Allah. Bu duruma hep gülesim geliyordu ama adet böyleydi. Kadınlar ayrı erkekler ayrı yerde halaya durmuşlar aralarındaki mesafa epey genişti. Beni kadınların olduğu alana getirince yine önümü oynayan kadınlar kesti. Sonra biri duvağımı açtı. Beni de halaya koydular ama zaten oynamayı bilmiyordum bu ağır ve gösterişli gelinlikle düşüp bayılacak gibi oluyordum. Yanlarımlarımdakiler gelinliğin eteğinden tutup yardım etti bir tur bile dönemedim çünkü halayın başı sonu yoktu. Düğün bütün coşkusuyla gece yarısına kadar devam etmişti. Herkes halinden memnundu. Ben hariç. Neyin içine düştüğümün bile farkında değildim. Sanki düğün başkasınındı ve ben izleyiciyidm. Takı töreni zaten saatler sürdü. Takılan altının, paranın haddi hesabı yoktu. Nasıl düşmedim bilmiyorum. Beni tutan biri yoktu. Ama artık gözümün hali de yoktu. Görmüyor neredeyse duymuyordum. Kalabalık artık yavaş yavaş dağılıp düğün bitince beni ve halamı birlikte konağa götürdüler. Konağın benim kalacağım kısmı komple boşaltılmış başka yerde kalacaklardı ya da belki zaten orada kalan yoktu bunu henüz bilmiyorum. Halam da önce benimle odaya geldi ve bana karı koca arasında olması gerekenleri üstü kapalı anlattı. Sonra da “Kocan zaten biliyordur sen ona bırak kendini ve sakin asi olma uysal ol ki acı çekme.” dedi “ben de burada kalacağım” dedi ve odadan çıktı. Sabah çarşaf için o da gelecekmiş.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE