11

1356 Kelimeler
"Profesör Çimen yani bitki bilimi, toprak incelemesi ve botanik hocası burada yaşıyor eminim buralarda bir yerlerdedir" dedi Tibet kafasını içinde hareket eden solucanların olduğu bir kaba sokarak "Hem bitkilerini bırakıp gidemez zaten. O da tıpkı Beliz gibi bitkilerle aşk yaşıyor. Bu sınıf Beliz'in en sevdiği sınıftır. Kendisi tam manasıyla bir iksir ve bitki delisidir. Eğer bitkileri seviyorsan eminim sende bu dersi çok seversin" Simya ikidir ismi geçen bu kızı merak etmiyor değildi, hakkında bildiklerine bakılırsa Tibet'in yakın olduğu biriydi. Serayı gezerken ince bir erkek sesi duyuldu. Yaşlıca hafif kel bir adam yere dökülmüş toprağı saksıya koymaya çalışıyordu. Tibet koşarak "Profesör Çimen yardım edeyim" dedi yerdeki toprağı avuçladı. Profesör Çimen teşekkür etti, yavaşça çömeldiği yerden kalktı. Üstünde yeşil bir cüppe vardı. Mutfak önlüğüne benzer beyaz bir önlük takmıştı. Gözlüklerini düzeltti. "Ee artık yaşlandım, toprak taşımak benim için zor oluyor " dedi gülümseyerek. Simya gözüyle yaşlı adamı süzdü bir yandan da yerde toprağı kaldırmaya çalışan Tibet'e baktı. Profesör Çimen gördüğü diğer profesörlerden daha yaşlıca bir adamdı. Ölü gibi soluk beyaz bir ten rengi, kendi gözlerine benzer çimen yeşili gözleri ve orta boylu zayıf bir adamdı. Bir süre sonra Simya'nın da orada olduğunu fark etti. "Sende kimsin?" dedi neşeli bir tavırla. Ama sesi öyle yumuşak çıkıyordu ki kızdı mı yoksa kızmadı mı anlaşılmıyordu. Tibet toprağı saksıya koymaya bitirmiş. "Efendim, Simya yeni öğrenci" dedi saksıyı kaldırıp kenardaki masanın üstüne bırakarak. "Yeni öğrenci demek" dedi Profesör Çimen hoşnut olmuş bir hali vardı. "İyi iyi" dedi ve arkadaki odasına doğru ağır ağır yürümeye başladı. Simya'nın tek kaşını kaldırmış bakışına karşılık Tibet ne yapayım der gibi omzunu kaldırdı. Seradan çıkarken diğerlerine göre daha yeni gözüken bir binanın önüne geldiler. Diğerleri kadar büyük değildi. Bu binanın kapısı diğerleri gibi ahşap değildi. Demirden yapılma kapının önünde bir süre beklediler. "İçeri de göreceğin şeyleri büyük ihtimalle daha önce görmemişsindir" dedi Tibet. Simya'yı iyice merak sarmıştı. Bir an önce içeri girmek istiyordu. Ama kapının kulpunun olmadığını fark etti. Tibet kapıya döndü ve "Demir kuyruklu ejderha" dedi. Kapı ileriye doğru açıldı. "Biliyorsun ki kilit bizim dünyamızda işe yarayan bir şey değil. Profesör Elena buraya bu şekilde bir büyü yaptı, parolasız açılmaz" İçeriye girdiğinde Simya burayı eskiden gördüğü bir yere benzetti. İçerisi sanki bir hayvanat bahçesine benziyordu. Ama burada kafesler değil de bölmeler vardı. Bölmelerin araları demirden mazgallarla ayrılmıştı. İlk girdikleri bölümde büyük bir yılan gördü. Simya hayvanlardan korkmuyordu ama bu gördüğü tüm yılanlardan daha büyüktü. Samanların içine kıvrılmış yatıyordu. Uyur gibi bir hali vardı. Simya onu uyandırmamak için mırıldanarak "Bu kadar büyük bir şeyin burada olması tehlikeli değil mi?" dedi. Tibet sırıttı yine o kocaman gamzeleri ortaya çıktı. Simya birden farklı bir erkek sesi duydu. "Tibet bizden başka birilerini mi var burada? Sanki bir ses duydum?" dedi. Tibet hayır diye kafasını iki yana salladı. Simya başka bir erkek sesi duyduğuna emindi. Tam olarak ne dediğini anlamamıştı ama bir erkek sesi duymuştu. Tekrar aynı sesi duydu. "Neden rahatsız ediyorsunuz?" demişti gaipten gelen ses. "Ama bir ses duydum" dedi Simya "Ve hala duyuyorum hemde erkek sesi" Bir iki adım attığında gelen sesin zebraya benzer bir hayvandan geldiğini fark etti. "Özür dilerim" diye mırıldandı Simya demir parmaklıklara doğru. Aslında buna çok şaşırmamıştı çünkü daha önceden kedi ve köpeklerin konuştuğunu duymuştu. Ancak farklı bir hayvanla ilk defa karşılaşıyordu. Zebra yerden kalktı, başını salladı. "Demek beni anlıyorsun" dedi. Simya'da evet derce başını salladı. Tibet onları izlerken sesini çıkarmadı. "Hayvanlarla konuşabilmek müthiş bir yetenek" dedi sessizce "Okulda bir kız daha var senin gibi hayvanlarla konuşabilen" Simya her defasında bir hayvanla konuşunca şaşıp kalıyordu. Diğer bölmelerdeki hayvanlara da baktılar. İkinci bölmeden kırmızı bir maymun vardı. Diğer kafeste de henüz yeni yumurtadan çıkmış minik ejderhalar vardı. Her kafeste bambaşka hayvanlar vardı. Bir insan boyunca kaplumbağalar, kocaman bal arıları, iki kafalı yarasalar, at ve kartal karışımı bir hayvana bile rastlamıştı. Artık şaşırmıyordu Simya çünkü burası büyülü bir dünyaydı. Hayvanlar içinde en çok ejderhaları sevmişti. Nede olsa ejderha rastlanılacak bir şey değildi. Bir süre hayvanlarla ilgilendikten sonra "Neden burada kapalı tutuyorlar, özgür olmak hakları" dedi. Tibet burada hayvanların derslerde kullanıldığını ve iksir hazırlamada kullanıldıklarını söyledi. Hayvan barakasının üst katlarında da dolaştılar, Simya bulduğu her camdan dışarı bakıyordu. "Sanırım manzarayı görmek istiyorsun" dedi Tibet. Kafasını salladı Simya, gerçekten de manzarayı merak ediyordu. Barakanın en üst katına çıktılar yukarı da büyük camsız bir kule vardı. Yüksekte oldukları için rüzgâr daha sert esiyordu. Her yeri kuş bakışı görebiliyordu. Önce masmavi göl dikkatini çekti. Sonra yuvarlak bahçede gördüğü tahtadan köprüye baktı. Köprünün bir ucu okul tarafında diğer ucu da kasaba tarafındaydı. Tibet eliyle ilerdeki kasabayı göstererek "Ailem orada yaşıyor" dedi. Kasaba bir dağın eteğine kurulmuştu. İrili ufaklı renkli çatılı evler vardı. Büyük birkaç tane de yapı göze çarpıyordu. Büyük bacalı yeşil renk çatılı bir evi işaret etti Tibet. "İşte orası babamın dükkânı, restoran, cafe gibi işletiyorlar" dedi "Abimle birlikte" Kulenin etrafında bir tur döndü Simya göz alacağı kadar yeşildi, her yerde ağaçlar vardı. Resmen gördüğü manzaraya âşık olmuştu. Okulun çatısı, kubbeleri, kuleleri de daha net gözüküyordu. Okulun çıkış kapısı öyle büyüktü ki yukarıdan baktığı halde koca bir demir yığını gibi duruyordu. Büyük kasabaya inen yola dikkatlice baktı, Tibet hiç konuşmadan onu izliyor saçlarının uçuşuna bakıyordu. Simya'nın göz bebekleri bile mutluluktan kocaman olmuştu. Bir haziran günü yüksek bir kulenin tepesinde yüzüne vuran hafif sıcak samyeli ile sarhoş olmuş gibiydi. Kuleden hiç inmek istemiyordu. Ama birden aklına saatin kaç olduğu geldi. "Tibet saatten haberimiz yok. Profesör Arel gelmiş midir acaba?" diye sordu. Tibet onun kendi dünyasına dönmek istediğini zannetti, suratı düştü. Arkası dönük okulun giriş kapısına doğru baktı. "Profesör Arel eminim gelmiştir. Okuldan fazla uzak kalamaz. Seni odasına götüreyim" dedi. Öyle üzgün söylemişti bunu Simya onun neden üzüldüğünü anlamamıştı. Tibet onun bir an önce evine dönebilmek için profesörün yanına gitmek istediğini sandı. Aslında Simya daha dün gece burada kalmaya karar vermişti. Beraber ana binaya geçmek için kuleden indiler. Profesörün odasına giderken yol boyu sohbet ediyorlardı. Simya'nın aklına bir şey takılmıştı. Kendi dünyasında herkesin bir mesleği vardı. Burada insanlar okulu bitirince ne oluyordu acaba? Simya okulu bitince psikolog olmak istiyordu. Peki, burada okul bitince ne olacaktı acaba. "Bu dünyada birçok iş var. Eminim senin dünyandakilerle aynıdır. Mesela benim annemin erkek kardeşinin büyük bir tek boynuzlu çiftliği var. Babamın zaten Büyü Kazanı isminde restoranı var. Erkek kardeşimde babamla birlikte çalışıyor. Annem hapishanede çalışıyor, yakalanan kötü büyücülerin hapsedilmesi ile ilgileniyor" dedi Tibet büyük bir olgunlukla. Simya hapishaneyi duyunca dudaklarını büzdü. "Simya bu dünyada da diğer dünyalarda da iyiler olduğu kadar kötülerde var. Güçlü cadılar ve büyücüler bu kötülükler ile savaşıyorlar. Tabi isteyenler kendi aile işini de sürdürebiliyorlar ya da herhangi bir yerde çalışabilir." Yürümeye devam ederken bir yandan da konuşuyorlardı. "Öğretmen olabilirsin, şifacı olabilirsin yeteneğin varsa, sihir komitesinin binasında çalışabilirsin, asa satan dükkânlar ve asa üreten yerler var. Güvenlikle ilgili işler, hayvan bakımı gibi işlerde var. Çoğu insan güçlerine göre işler tercih eder. Mesela Beliz'in babasının bitki ve iksirlerle ilgili dükkânı var. Kelle avcıları çok popülerdir. Suçluları yakalayıp karşılığında para alırlar. Karlı ve tehlikeli bir iştir. Avukat, hâkim vesaire bir sürü şey olabilirsin" Simya asa konusuna takılmıştı. Asa sahibi olmak özel bir şeydi belli ki. "Senin ailendeki herkesin asası var mı peki?" dedi. Tibet pek de hoşnut gözükmüyordu. "Benim annemin asası var ama babamın ve kardeşimin yok" dedi suratı yine düşmüştü "Sanırım benimde hiçbir zaman olmayacak" "Neden böyle diyorsun. Zamanın ne getireceği belli olmaz. Hem asa sahibi olamayacağını kim söylüyor. Sen demiştin asa sahibini seçer. Bu arada asa sahibini ne zaman seçiyor?" dedi mahcup bir şekilde. Sanki bu dünya hakkında çok bir şey biliyormuş gibiydi. Birden yanakları kızardı. Bu hali Tibet'in komiğine gitmişti. "Kızılcık bakıyorum da bizim dünyamıza kolay alıştın." dedi gülümseyerek. "20 yaşında normalde okuldan mezun oluyoruz. Çoğu büyücünün gücünün en tepeye çıktığı dönemdir. Ancak hemen asa sahibi olunmaz. Çok nadir bazı büyücüler bu yaşlarda asa sahibi olur. Aramızda kalsın sanırım Profesör Arel'de henüz okuldan mezun olmadan asa sahibi olmuş. Çok güçlü bir büyücüdür kendisi" dedi. Baya uzun bir yürüyüş olmuştu, ana giriş kapısının yanından merdivene çıkıp yuvarlak bahçeye döndüler. Ana binanın içine girdikleri an Profesör Öker'in bağırması duyuldu. "Tibet sen işlerini bitirdin mi? Neden aylaklık ediyorsun?" Tibet gerekli açıklamaları yaptı, Profesör Arel'in özellikle görevlendirdiğini söyledi. "Bu küçük adam biraz sinirli sanırım" diye mırıldandı Simya. İkisi de kıkırdamaya başlamıştı. Bu sohbet ve gezinti çok hoşuna gitmişti. Simya için yeni şeyler öğrenmek hiç bu kadar eğlenceli olmamıştı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE