***
Gökyüzünden damlayan her yağmur damlaları kipriklerimize ağırlık etse bile gözlerimizi bir saniye bile birbirimizden çekemiyorduk. Özlemi olduğum çekik gözler yıllar sonra karşımdaydı. Ve ben yılların değiştiremediği o çekikler hasretle bakıyor, bir saniye bile olsa gözlerimi gözlerinden ayırmıyordum. Bakışlarımızda salt bir özlem vardı; onun bakışları yüzümün her noktasını tarıyordu. Şu an belki de sarılmamız gerekiyordu fakat adlandıramadığım şekilde aramızda bir resmiyet hüküm sürmüştü. Ve benim dilim damağım kurumuştu. Ne diyeceğimi, ne tepki vereceğimi bilmiyordum. Sanki ağzımı açsam, harfleri yan yana dizsem bütün bunlar hayal gibi yok olacaktı. İki elini yasladığı duvarda rahatsızca kıpırdadım. Arkadan gelen inilti ve hıçkırık sesleri ile bakışlarımı oraya çevirdim. Yerde boylu boyunca uzanmış az önce elleri üzerimde dolaşan pisliğe nefretle baktım. Yüzünü taradığımda kandan görünen tek yerin gözleri olduğunu anlamıştım zira burnu da dahil, her tarafı kan revan içinde kalmıştı. Her öksürüğünde ağzından kan dışarıya doğru fışkırıyordu. Ne kadar üzülmeyi denesem de, az önce bana yaptıkları gözümün önüne geliyor ve karşımda acı içinde kıvrılan pisliğe nefretim daha da artıyordu. Daha fazla bakamayacağımı anladığımda gözlerimi yerde yatan adamdan çektim. Derin nefes alarak kasvetli havanın bir kısmını ciğerlerime çektim. Deri ceketinden belli olan kasları, eğreti yüz ifadesi, kaskatı kesilmiş çenesi... her şeyi ile o kadar kusursuz görünüyordu ki karşısındaki büzüşmüş bedenimle utanç içinde kavruldum. Onunla böyle karşılaşmak istemiyordum; evetŞ biliyordum bir gün karşıma çıkacaktı. Bıraktığı notundan belliydi zaten. Fakat böyle karşılaşma beklemiyordum. Az önce başıma gelecek olanları düşündükce vücudum alev alev yanıyor, avuç içlerim terliyordu. Korkudan titreyen dudaklarımı bir birine bastırıp, sesimin aciz çıkmaması için hafiften öksürdüm. Bakışları bu defa gözlerime değerken, tek elini duvardan çekti.
"Algin?"
Fısıltım yağmurdan ıslanmış duvarlarda yankı yapmıştı.
"Burada ne işin var?" dediğimde dudağının kenarı usulca yukarı doğru kıvrıldı.
"Asıl senin burada ne işin var?" dediğine şaşırmıştım elbette. Burası benim evimin çevresiydi.
"Farkındaysan burası benim evimin etrafı!" dediğimde beyaz dişlerini göstererek gülümsedi. Bu kadar komik ne söylediğimi merak ediyordum doğrusu.
"Onun farkındayım. Sen hep bu saatte mi eve gelirsin?" 11 senenin sonunda böyle aptalca dialogda buluşacağımızı düşünmemiştim. Şu an saatin kaç olduğundan konuşuyorduk resmen. Bana hesap soruyor olabilirdi fakat ona açıklama yapmak zorunda değildim. Ne kada arkadaş sayılıyor olsak bile, aramızda elle tutulur cinsten bir mesafe vardı. Ayrıca benim kadar şaşırmış görünmüyordu, sanki hep buralardaydı ve bu anı bekliyormuş gibiydi.
"Ne zaman döndünüz? Yani duyduğuma göre buralarda değildiniz." dediğimde ikinci elini de duvardan çekerek, boğazını temizledi. Bakışlarını arkaya çevirdiğinde ikimizinde gözden kaçırdığı adam yerinde değildi. Muhtemelen biz konuşunca aradan çıkmıştı. Bunu pek önemsediğimi düşünmüyordum zira karşımda küçüklüğüm bir anısı vardı. Ve ben bu anıya o kadar ilgiyle bakıyordum ki etrafımda çember kuran olayları göremiyordum.
"Evet, burada değildik. Ama altı ay önce döndük." dediğinde kalbimin ritminin hızlanmasıyla derin nefes aldım. Altı ay önce dönmelerine rağmen onlarla ilgili bir haberim yoktu. Belki de annemin haberi olsaydı bana söylerdi. Hoş söyleyeceğinden bile şüphe duyuyorum.
"Peki neden geri döndünüz? Üzerinden onca yıl geçti buraya gelmeyeli."
"Her zamanki gibi çok soru soruyorsun. Eve gitsen iyi olacak." dediğinde aklıma annem gelmişti. Bana ne kadar erken gitmemi söylese de, geciktiğim için kendime kızıyordum. Eve çabuk gitsem belki de bu korkunç anı yaşamayacaktım. Ancak... onu da göremeyecektim o zaman.
"Ben.. teşekkür ederim. Yani sen gelmeseydin-"cümlemi tamamlamama izin vermeyerek;
"Evet, ben gelmeseydim sen şu an tecavüze uğramış olacaktın." Sesi kısık çıksa bile sertti. Bu sertliğin altında bir yumuşaklık aramama rağmen ellerim boş kalmıştı.
Ne diyeceğimi bilemediğim için ağzımı birkaç kez açıp kapattım. Akabinde sinirden yumruklarımı sıkarak ona sırtımı dönüp, eve doğru yürümeye başladım. Yorgunluğumdan dolayı yürümek bile zor geliyordu. Ayak bağlarım çözülmüştü sanki. Ayaklarımın altından kaçan zemine zor bela basarak adımlıyordum.
"Bir daha annenin sözünü dinlemeyi unutma, Lina!" Arkamdan gelen sesle ayaklarımın üzerine basarak durdum. Tekrarladığı cümlede neden bahsettiğini anlıyordum. Annemin bana erken gitmem için tembihlediğini bahsediyordu fakat bunu nereden biliyordu?
Omzumun üzerinden arkaya bakarak, "Bunu sen nereden biliyorsun?" dedim, kaşlarım alnıma doğru kavislendiğinde.
"Ben senin hakkında tahmin ettiğinden de daha çok şey biliyorum." Anlam yükleyeceğim derecede söylediği cümle beynimde yankı yapmıştı. Benim hakkımda neden bir şeyler biliyordu ki? Uzun sürenin ardından belki de beni hatırlaması bile mucizeydi. Ellerimi nemli saçlarımın arasına daldırarak, "Eminim ki, şu an neyi merak ettiğimi de biliyorsun!" kinaye ile söylediğim cümle onun gülümsemesine sebep oldu. Neden buraya geldiğini, neler olduğunu hepsini merak ediyordum fakat bana açıklama yapmıyordu. Karşılaşmamıza rağmen sanki hep bir yerdeymişiz gibi konuşuyorduk. Özlemimiz harflerin arkasına saklıydı. Ben yalın olmayı severken, o gizemli olmayı tercih ediyordu. Ama biliyordum bu son görüşümüz değildi. Yakın zamanda sorularımı en düzgün cevaplara kavuşturacaktım.
Ellerini ceplerine koyarak bana sırtını dönüp yürümeye başladı. Sırtında takılı kalan bakışlarım, en sonunda karşılaştığı karanlıkla irkilmişti. Algin gitmişti. Başımı iki yana sallayarak, koşar adımlarla eve doğru yürüdüm. Üzerimde ki yağmurdan ıslanmış ceketimi çıkartarak rastgele bir yere attım. Evin sessizliği beni ürpertse de, sakin olmaya çalışarak ayakkabılarımı çıkartıp sertçe yere bıraktım. Oysa tek niyetim bu sessizliği bozmaktı.
Çoraplarıma kadar ıslanmıştım. Ayak bastığım ve arkamda bıraktığım yerler su oluyordu. Odamın kapısını açarak cebimden telefonu çıkarttım. Yalız'dan 5 cevapsız arama, annemden ise 1 mesaj vardı. Nemli pantolonumu yoka sayarak yatağımın üzerine oturdum. Komodinin üzerindeki tokayı alıp, saçlarımı aşağıdan toplayarak elime aldığım telefona bir süre boş bakışlar attım. Allah aşkına, az önce yaşadığım olaylar da neydi öyle! Ciddi anlamda onun burada, yanımda olduğuna inanamıyordum. Yılların getirdiği eskilmiş anılarla onun varlığını tekrar hissetmiştim oysa bunların başıma geleceği hiç aklıma gelmezdi. Aynı gecede hem iyi hem kötü olaylar olmuştu; her ikisi benim eksenimde dönse de asıl kahraman burada Algin'di. Fazla düşünmemeye karar verip, terli ellerimi pantolonumu silerek gelen mesajı okudum.
"Bana evde olduğunu söyle." Bu gecenin garipliği sürmekteydi anlaşılan.
"Evet, evdeyim." yazarak mesajı anneme attım. Bana geri cevap veremeyeceğini bildiğim için telefonumu şarja taktım. Üzerimdeki nemli kiyafetlerim beni rahatsız etmeye başlamıştı bile. Banyoya geçip, üzerimdeki kirlilerden kurtuldum. Sıcak su ile kavuşan vücudum anında gevşemişti. Bu gün olanları düşündüm. Yalız'ın pişmanlığını, Mertcan'ın yalnızlığını, Algin'nin gizemliliğini, kendimin karanlığını. Hepsi bir gün için çok ağır olmuştu; bunlar benim taşıyamayacağım yüklerden ağırdı. Düşünüyorum da hayat aslında fazla garip değil. Garip olan bizleriz. Hayatı bizler teşkil ediyor; kötülük ve iyiliği bizler belirliyoruz. İçimizde barındırdığımız karanlık ve aydınlık biziz. Peki neden hayat garip oluyor? Eğer sen kötüysen senin için 'iyi' diye bir sözcük yoktur. Hep sitem edersin, hep somurtursun. Etrafındaki insanlara kötülük edersin, işte budur gariplik. Garip olan bizleriz. Kaderdeki kötülük ise bize ancak yön verir. Yönümüz bellidir fakat ne yapacağımız... işte bu meçhuldür. Eğer Algin olmasaydı ben şu an karanlık sokakta tecavüze uğramış bir bedbaht olarak anılacaktım. İnsanlar neden o halde olduğumla ilgilenmezdi. Acıyan gözlerle vücudumu, kaderimi analiz etmiş olacaklardı. Ayıldığımdan sonra belki ölüm, belki de soğuk ve soluk geçmiş beni ele alacaktı. İşte bu kader olurdu. Ama yön verilen kaderimde Algin beni kurtarmış oldu. Dünyada kaç kişinin başına geliyordu bu olaylar; kaç genç kız hayatından oluyor ve ebediyete kadar bu acının içinde kıvrılanıp duruyordu. Bunu ise Allah bilirdi, çevremizde ve dünyamızda bu pislikler olduğu müddetçe yaşamımızı elimizin altına alıp, daim olacakları kontröl etmemiz gerekecekti. Ve onların tek savunması ise; bir anlık zevk için olacaktı. Hiç kimse belki de benim gibi şanslı değildi. Onlar kurtarılmak için dualar etseler de, yalvarsalar da bir anlık zevklere heder oluyorlardı. Onların hatıranda sadece kirli anılar hüküm sürecekti.
Silmek istedikçe artar, sildikçe yenilenir.
Kader diye geçsek de yazılanlar senin yönündür. Ya takılıp düşüceksin, ya da sendeliyerek yürüyeceksin. Yönünü kendin seçeceksin.
Düşüncelerim gözyaşlarımla karışıyordu. Saçlarımdaki şampuan gözlerimi yakıyordu. Başımdan akan, vücuduma acımasızca değen sular hayatın zorluk değimi ile beni tokatlıyordu. İçerinin buharı kalbimin zayıflığını kullansa da duşdan çıkabilmiştim. Üzerime giydiğim bordo bornozumun ipini belime sıkıca bağladım. Nemli ayaklarımla odama geçerek, saçlarımı kurutmaya başladım. Ellerimi saç tutamlarımın içerisine daldırıp, onları dağıtarak aralarını kurutuyordum. İşlemi tamamladıktan sonra kurutma makinesini prizden çıkarttım. İçeri süzülen ay ışığı kendimi daha iyi hissetmeme neden oluyordu. Kuruyan gözyaşlarımı elimin tersi ile sildim. İç çamaşırlarımı ve pijamamı giyerek, soğuk yatağımın içine girdim. Yalız'dan gelen arama ile cevapla tuşunu yana kaydırdım.
"Alo?" telefonun diğer ucundan gelen boğuk ses, Yalız'ın yeni uyandığından haber veriyordu.
"Beni aramışsın? Yeni gördüm. Bir şey mi oldu?"
"Hayır, yani bir şey olmadı. Sadece seninle konuşmak istiyordum. Bir nevi can sıkıntısı. Ne yaptın görüşmeyeli?" hafifçe gülümsediğini ses tonundan anlamıştım. Görüşmeyeli dediği bir kaç saatti. Dediğini gülümsemek istiyordum fakat dudaklarımı germem bile yanaklarıma acı veriyordu.
"Hiç. Kitabevinde rafları düzenledim, sonra Kuğu gölüne gittim. Yeni arkadaş edindim orası ayrı tabii. Sonra eve geldi-"gözlerimin önüne gelen anı ile göz kapaklarımı sıkıcı yumdum. Sessizliğimi farkeden Yalız, "Meliş, iyi misin? Bir şey mi oldu?" dedi telaşlı sesle. Oturduğum yatağın üzerinde istemsizce sırtımı dikleştirmiştim. Hatırladığım anılar, uyarı gibi gelmişti bana.
"İy-iyiyim. Yani aslında değilim. Buraya gelebilir misin?" Dudaklarımın arasındaki hıçkırığı yutmak için elimi ağzıma bastırdım. Hıçkırığım suskunluğumu ilan etse de, içimdeki sert rüzgarlarla savrulan vaveylaları susturamamıştı.
"Tabii ki, gelirim. Bekle beni."
"Tamam." diyerek aramayı sonlandırdım. Yalız'ın yanımda olmasına ihtiyacım vardı. Kardeşimin beni kollarının arasına alarak, her şeyin geçeceğini fısıldamasına ihtiyacım vardı.
Aradan geçen yirmi dakikanın sonunda dış kapının çalması ile yataktan kalktım. Kapıyı açtığımda üzerime atılan bir Yalız elbette bekliyordum. Geriye doğru sendelememe rağmen kollarını boynumdan çekmemişti.
"Neler olduğunu hemen anlatıyorsun!Hem de hemen!" diyerek bileğimden tuttuğu gibi beni salona çekiştirmişti.
"Yalız, bir sakin olur musun?!" diyerek ellerinden kurtulmaya çalıştım. Beni dinlemeden bedenimini bir çuval gibi koltuğun üzerine fırlatmıştı. Kendisi de karşımdaki koltuğa oturmuştu; benim aksime insan şeklinde. Üzerimde dönüp dolanan meraklı bakışlarından kurtulmak adına ellerime bakmaya başladım. Susacağımı anladığından dolayı o konuşmaya başlamıştı.
"Haydi anlat, fındık kurdum. Söz anlatacağını sonuna kadar dinleyeceğim ve bir kez dahi olsun kesmeyeceğim." diyerek gözlerini iki kez art arda kırptı.
Her an dolmaya hazır olan göz bebeklerimi onunkilere diktim.
"Ben az daha tecavüze uğrayacaktım ancak... bir mucize oldu. Ve biliyor musun bu mucize hayatımı kurtardı!" dedim, o an Yalız'ın gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Ardından vakit kaybetmeden yanıma gelmiş olanları sorgulamıştı.
"Ne! Bu... bu nasıl olabilir?"
Ve başıma gelen her şeyi detaylıca anlatarak bitirmiştim ki, mucize kısmını söylemeden önce gözlerimi sıkıca kapatıp, göz kapaklarımın ardında onun siluetinin belirlemesini sağladım. Kurumuş dudaklarımı yalayarak, "Ve o gece benim mucizem Algin oldu."
Gözlerini ireleştirerek ellerini ağzına kapattı. Şaşkın şaşkın yüzüme baktığında, "Bahsettiğin Algin? O mu seni kurtardı? Ah, inanamıyorum!" diyerek yüzünde genişlemiş gülümsemeyle bana baktı. Elbette ona Algin'den bahsetmiştim. Söylememin üzerinden yıllar geçmesine rağmen onu hatırlıyordu ve dahası o da benim kadar şaşkındı.
Başımı olumlu anlamında sallayıp, "Evet, o kurtardı." dedim.
Kaşlarını çatarak, "Peki neden gelmiş? Yani üstelik seni bile kurtarmış. Acaba seni mi takip ediyordu? Böyle olayın üzerine pat diye gelmiş," dedi. Aslında ben bunu düşünmemiştim. Yani belki tesadüftü ancak o gün sanki birinin arkamda dolandığını hissetmiştim. Pek ihtimal vermedim doğrusu, sonuçta yıllar önce onunla bağımızı kaybetmiştim.
"Bilmiyorum, sordum ama cevap vermedi."
"Asıl soru burada ne işi olması?" Anlamayarak ona baktığımda gözlerini devirdi.
"Yani neden gelmiş buraya, senin yanına? Demek zaten seni kurtarmasa bile seninle görüşecekmiş."
Dedikleri beynimi kurcalıyordu. Bunlar aklıma dahi gelmemişti. Onun benimle zaten görüşeceğiz... Taşlar yerine oturuyordu. O beni beklerken görmüştü. Yani zaten benimle karşılaşacaktı. Benim için gelmişti o zaman.
"Şimdi anladım." fısıltım Yalız'ı etkilemiş olacak ki, "Sonunda." deyip derin nefes aldı.
Saat geç olduğu için Yalız bizde kalmıştı. Annemin gecikeceğini bildiğim için onu beklemeden uyuduk.
***
Üzerime atılan elin ve ayağın ağırlığı ile güne gözlerimi açmıştım. Başımı yana çevirdiğimde ağzı açık, saçları karışmış, uyku bandı kafasına doğru kaymış bir Yalız'la karşılaştım. Yüz üstü yattığım için bedenimi Yalız'ın esaretinden kurtarmak zor olmuştu. Belime kadar açılan pijamamı düzelterek, karışmış saçlarımı elimle düzelttim. Ayılmak için banyoya gidip, Yüzümü soğuk suyla yıkayarak tekrar odama geçtim. Güneş ışınları içeriyi zor aydınlatıyordu. Bu da sabahın erken saatleri olduğunu anlamama sebep olmuştu. Tüm yatağı kaplaya Yalız'ı kaldırmadan önce üzerimi değiştirmiş mutfağa geçerek kahvaltı hazırlamıştı. Ardından Yalız'ı uyandırmak için yatak odasına girdim. Birkaç haykırışımdan sonra ağzının içinde anlamadığım bir şeyler mırıldamıştı. Fakat pes etmeyip, yatağın üzerine çıktım.
"Yalız? Yalız hadi uyan. Bak kahvaltıyı kaçıracaksın sonra."
"Ya Meliş 5 dakika daha." uyku mahmuru olduğu sesi ile gerçekten çok şirin görünüyordu fakat artık ciddi anlamda saat öğleye doğru kaymaya başlamıştı.
"Neyse o zaman sen uyu ben kahvaltımı yapıp, Gülüş Sarayı'na geçiceğim."
Cümlemi tamamlamadan öyle bir hızla kalkmıştı ki, kendisini en sonunda yerde bulmuştu. Bu haline kahkaha attığımda kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Kahkaha atmaktan gözlerimden yaşlar geliyordu artık. Ayağa kalktığında elini beline koyarak, "Çok mu komik?"dediğinde ağzımdan ikinci kahkahamı saldım.
"Evet, gerçekten komik. Kendi halini bir görsen-" gülerek devam edemeyeceğimi anladığımda yatağın üzerine oturdum. Yalız, bana gözlerini devirse de, en sonunda o da benim gibi tekrar yatağa oturmuş ve kahkaha atmıştı. Kendi hali gözünün önüne gelmiş olmalıydı.
***
"Meliş, ekmeyi uzatsana." diyen Yalız'la içtiğim kahveyi yerine koydum. Sabah evden gelen müzik sesi ile kahvaltımıza başlamıştık. Annemin Azerbeycan'daki misafirleri ile toplantısı iyi geçmişti anlaşılan. Bizimle kahvaltı ettikten sonra şirkete gitmişti. Bana bu gün uğramamı söylemişti fakat bu gün Yalız'la Asya'nın yanına gidecektik.
"Oho yine daldın gittin, Meliş ya. Ekmeyi versen diyorum artık. Açlıktan gebericeğim." Dediğinde irkilerek, elimde duran ekmeyi Yalız'a uzattım.
"Yani bu gün Gülüş Sarayı'na gitmeyeceğiz?"
"Hayır, Yalız. Bu gün Asya'nın yanına gideceğiz. Çocuk hastaydı uğramasak ayıp olur hem."
"Ama sonra gideriz değil mi?"
"Ah, tamam Yalız. Gideriz tabii ki."
Sırıtarak yemeğine devam eden Yalız'a gözlerimi devirdim. Gülüş sarayı eğlence merkezi gibiydi. Yalız'la eskiden oraya sık sık giderdik. Oranın atmosferi bile farklıydı; soluduğun havayla beraber dertlerin unutulur, tüm hayal aleminin güzelliği ile mest olursun.
Yalız'la kahvaltımızı tamamladıktan sonra üzerimizi değiştirmek için odama geçtik. Ben üzerime oturan dar etek ve lacivert bluz, Yalız ise üzerinde çiçek desenli kısa şort ve beyaz tişört giymişti. Elime aldığım telofuma baktığımda saat çoktan öğleni geçmişti.
"Hadi Yalız geç oldu artık hem şirkete de uğrayacağız."
"Tamam Meliş ya geldim işte." Yeni ismime alışmıştım artık. Meliş kulağa tatlı geliyordu ve o kadar da fena olmadığını düşünüyordum. İkimizde hafif tebessümle evden dışarı çıktık. Yalız güneş gözlüğünü takarak, koluma girdi.
"Dur sana Esma ile Sanceri anlatım. Şimdi bunlar sevgiliydiler ya. Geçen hafta ayrılmışlar..."
Bazı şeylerin eskiye dönmesi güzeldi. Yalız'ın eskisi gibi gülümsemesi benim de gülümsememe sebep oluyordu. Bu hissi duymayı özlemiştim.
***
"Melina abla, bunlar çok güzel. Teşekkür ederim."
Asya minik kollarını boynuma dolayarak yanaklarıma sulu öpücükler kondurmaya başladı.
"Önemli değil, kuzum. Sen iyi misin?"
"Evet, abla. İyiyim. Ali dayı bana çok güzel baktı. Bak artık ateşim bile yok." Ellerimi kaldırıp kendi alnına koydu. Bakışlarımı Asya'dan çekip, Ali dayı'ya çevirdim.
"Ali dayı, ne zaman döneceksin kitabevine?" Ali dayı içtiyi kahveyi yanındaki küçük masaya bırakarak, ellerini birbirine kenetledi.
"Bilmiyorum, kızım. Bir kaç güne dönerim herhalde. Asya bir iyileşin hele." dediğinde yanımda duran sarı saçlı Asya'ya döndüm. Buraya geldiğimizden beri Yalız'a ölümcül bakışlar atıyordu. Yalız'la yeni tanışmasına rağmen yıldızları barışmamıştı. Yanına yaklaşarak kulağına doğru fısıldadım.
"Tatlım, Yalız ablanla oynasana." Yeşil gözlerini açarak başını iki yana salladı.
"Hayır, ben onu sevmedim."
"Ama neden o seni çok seviyor." Bakışlarımı Yalız'a çevirdiğimde elinde Barbie'nin oyuncak bebeği ile oynuyordu. Yüzünde sıkılmış bir ifade vardı.
"Hayır, beni sevmiyor. Baksana hiç benimle oyun oynamıyor." diyerek alt dudağını her zaman yaptığı gibi sarkıttı.
"Şimdi sen burada uslu dur, ben geliyorum."
Asya'yı arkamda bırakarak Yalız'a doğru adımlamaya başladım. Benim geldiğimi gören Yalız başını kaldırarak bana baktı.
"Meliş, benim canım çok sıkılıyor. Gidelim mi?"
"Daha yeni geldik ama. Hem sen neden Asya ile oynamıyorsun. Bak onunda canı sıkılıyor."
"Baksana bana yiyecekmiş gibi bakıyor." dediğinden bakışlarını takip ederek Asya'ya baktım. Yiyecekmiş gibi değilde daha çok merakla bakıyordu.
"Hadi ama Yalız bak o da seninle oynamak istiyor. Çocuk musun sen?"
"İyi, tamam." deyip, üzerine "Ayrıca çocuk değilim." diyerek ekledi. Elbette, çocuk değildi fakat ruhu beş yaşında çocuğunki ile eşdeğerdi.
Yalız ayağa kalkarak, Asya'nın yanına doğru gitmeye başladı. Ali dayı ile göz göze geldiğimde bana tebessüm ederek gözleri ile Yalız'ın gittiği yönü gösterdi. Az sonra Yalız'ın sesini duyduğumda bakışlarımı oraya çevirdim.
"Hadi ama Asya'cık bebeğine isim koymalısın artık." En sonunda Asya ile iyi anlaşmasına sevinmiştim. En azından az önceki gibi birbirlerine ölümcül bakışlar atmıyorlardı.
Sıcak havadan dolayı ellerimin arasındaki bardakta meyve suyumun bittiğini görmüştüm. Meyve suyu almak için mutfağa geçtim aynı zamanda içeriye doğru atılan ayak sesleri ile bakışlarımı gelen kişiye çevirerek, yüzümde beliren hafif gülümseme ile Ali dayıya döndüm.
"Portakal suyu içer misin, Ali dayı?"
"Hayır, güzel kızım"
Masanın etrafındaki sandalyeyi çekerek oturdum. Benimle beraber o da altına bir sandalye çekip oturmuştu.
"Ee anlatacak mısın?"
"Neyi?"
"Seni çok iyi tanıyorum, kızım. Bir şey olduğu belli oluyor. Hadi anlat."
"Bir şey olmadı Ali dayı sadece bir kaç gün olanlar üzerime fazla geldi ondan yani." dediğimde inanmayan gözlerle ifademi seyretti. Algin'i Ali dayı'ya anlatmamıştım. Zaten her derdimle onun canını sıkamazdım.
"Sen öyle diyorsan öyle olsun. Ama eğer anlatmak istersen ben her zaman buradayım."
"Bundan emin olabilirsin, dayıcığım."
Avuçlarımın içerisinde duran portakal suyumdan bir yudum aldım. O sırada gelen arama ile masanın üzerinden telefonu alıp, aramayı cevapladım.
"Alo?"
"Melina, nerdesiniz?"
"Ali dayı'nın yanındayız anne. Bir şey mi oldu?"
"Şirkete gelmeniz gerekiyor. Yeni ortaklarla toplantımız var ve senden burada olmalısın. Yalız'ı da alıp hemen buraya gel."
Sıkıntı dolu nefesimi dışarı salıp, gözlerimi devirdim. Şirkete gitmek istemiyordum; oraya her adım atışımda sanki babamın kokusu beni esir alıyor, etrafımda anılarımız uçuşuyordu. Bu duygular artık canımı acıtıyordu.
El mahkumu, "Tamam anne. Geliyoruz." dedim. Oysa içimden gitmek dahi gelmiyordu.
Aramayı sonlandırıp, ayağa kalktım. Ali dayının meraklı gözleri üzerimde dolaşınca, ona bir açıklama borçlu olduğumu hissettim.
"Ali dayı bizim gitmemiz gerekiyor. Annem şirkete çağırıyor, yeni ortaklarla toplantısı varmış ve bende orada olmalıyımmış."
Anlayışla gülümseyerek, "Tamam, kızım. Sonra yine uğrarsınız." dedi. Oysa sesinde farklı bir ton vardı; sanki uzaktan ve kırık çıkmıştı.
Mutfaktan çıkıp, Yalız'ların yanına doğru yürümeye başladım. Yerde oturmuş Asya ile koyu oyuna dalmış Yalız, benim varlığımı hissederek başını kaldırdı.
"Annem bizi çağırıyor, gitmemiz gerek."
"Ama Melişciğim, daha yeni gelmiştik." diyerek alt dudağını sarkıttı, Asya'dan farksızdı. Az önce gitmek isteyen o değildi sanki. Omuzlarını çöktürerek ayağa kalktı. Bizimle birlikte Asya da kalkmıştı. Yanıma gelerek ellerimi tuttu.
"Melina abla, gidiyor musunuz?" Şu an iri iri açtığı gözleriyle aşırı sevimliydi. Ne kadar gitmek istemesem de, buna mecbur olduğumu biliyordum.
"Evet, tatlım. Ama sonra yine geleceğiz."
"Ama ben sizi çok özlerim. Hem Yalız ablamı da çok sevdim ben. O da beni çok seviyor." ağlamaklı sesi ile onu kucağıma aldım. Yalız da çantasını eline alarak yanımıza gelmişti. Bakışları benim gibi küçük Asya'mızın üzerindeydi.
"Ah, üzülme kuzum. Bak bundan sonra kitabevine de gelirim ben. Birlikte oyunlar oynarız ha? Ama şimdi gitmemiz gerek." Nemli gözlerini elinin tersi ile silen Asya, Yalız'a bakarak başını aşağı yukarı salladı. Ben de memnun olmuş gülümsemeyle ona bakaak yanağına küçük öpücük bıraktım. Akabinde Yalız ile birlikte onlara el sallayarak, "Dayı biz gidiyoruz, tekrar görüşürüz." dedik. İkimizde kısa sürede buraya özleyeceğimizi biliyorduk. Buranın farklı bir aurası vardı; bir aile sıcaklığı sahip ve her gelişinde daim burada kalmak istiyordun.
"Görüşürüz, güzel kızlarım."
***
Taksiye ücreti ödedikten sonra Yalız'la birlikte şirkete girdik. Uzun süre olmuştu buraya gelmeyeli. İçimde oluşan kırgınlığı yoka sayarak annemin katına çıkmak için asansörün önüne geldik.
"İyi misin?" Koluma dokunan el ile gülümseyerek Yalız'a baktım. Yüzünde benim için endişilenen bir ifade vardı. Ve emindim ki bu ifadenin sebebi aklıma dolan anılardı. Bunu Yalız da anlamıştı. Kırgın gözleri yüzümü taradığın da, en sonunda kısılmış sesimi bularak ona gülümsedim.
"İyiyim. Sadece garip oluyorum. Sanki bir yerlerde babamı göreceğim gibi. Bu fazlasıyla... garip hissettiriyor. Onsuzluğa alışamıyorum."
Anında yüz hatları yumuşayan ve gözleri dolan Yalız, bana bakıp cesaret verercesini elimi tuttu. "Üzülme, tatlım. Biliyorum zor ama direnmen gerekiyor. Ben senin her zaman yanındayım. Sen benim canımsın biliyorsun, değil mi?." Elini sırtıma atarak bana hafifçe sarıldı.
En sonunda kendimi toparlayarak, ona gülümsedim. Her anımda bir şekilde yanımda olduğunu belli ediyor, belli etmekten ziyade hissettiriyordu. Bu hallerini çok seviyordum, hiçbir şekilde sorgulamadan benim yanımdaydı. Belki de arkadaşım olduğum için şanslıydım. Annemin olduğu kata varıncaya kadar Yalız bir saniye bile susmamıştı en sonunda dayanamayıp, "Ah, tamam Yalızcığım yeter artık. Şimdi sen benim odama geçiyorsun bende toplantıya. Tamam?" Hem bu kez konuştukları kişiyi tanımıyordum bile.
"Tamam ya."
Yanağına öpücük kondurarak, sırtından itekledim. Gülümseyerek bana gözlerini devirdi. Ben de ona karşılık vererek gözlerimi devirdim. Yalız'ın gözden kaybolması ile bende arkamdaki toplantı odasının kapısını vurarak, izin istedim. İçeriden 'gir' komutu ile kapıyı açarak, içeriye geçtim.
Annemin, "İşte Melina da geldi." demesi ile bakışlarım, karşı masada oturmuş; dirseklerine kadar çektiği siyah ceketi ve çekik gözler ile kesişti. Bakışları bütün vücudumda gezindikten sonra en sonunda gözlerimde durdu. Yanında duran kadın, "Hoş geldin Melina, biz de seni bekliyorduk." diyerek ayağa kalkıp, bana yaklaştı. Bakışlarımı kadına çevirdiğimde gözlerim şok etkisi ile açılmıştı. Bu Algin'in annesiydi.
"Ecem teyze?" fısıltımı ben bile zor duydum. Ellerini sırtıma geçirerek, "Evet benim, güzel kızım."
Başımı anneme çevirdiğimde bana gülümseyerek bakıyordu. Benden ayrılan Ecem teyze elimden tutarak kendi etrafımda döndürmeye başladı. Bu hareketi karşısında bayağı utanmış ve beni durdurması için gülmeye çalıştım. Nitekim bir çift çekikler karşısında eriyip yok oluyordum. Ağır bakışlarını üzerimde hissetmemeye çalışıp, sertçe yutkundum.
"Çok güzel olmuşsun sen."
"Teşekkür ederim." diyerek boğazımı temziledim akabinde, "Ve hoş geldiniz." dedim mahçup şekilde gülümseye çalışarak.
"Hadi gel otur şöyle." diyerek beni dönen sandalyeye oturttu. Kendimi kukla gibi hissediyordum. Şoktan az daha çıkarak anneme baktım. Açıklama yapması gerekiyordu. Nereden geldiğini bilmediğim bir ortaklık meselesi dönüyordu. Bunu bana neden daha önce haber vermemişti ki!
"Çodar holdingle artık ortağız!" dediğinde annemin yanında oturan sert gözlere çevirdim bakışlarımı. Bakışları ruhumu deliyordu. Bu kadar sert bakmasının sebebi sinirli olmasıydı herhalde. Ve bakışlarından kurtularak, anneme baktım. Beni bilgilendirmemesi ise sinirimi had safhaya çıkarmıştı.
"Bundan neden benim haberim yok." dediğimde annemin gülümsemesi yüzünde soldu. Böyle bir şeyin ilk önce benim bilmem gerekmez miydi? Sırf beni adam yerine koymamış ve üstüne üstlük hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu.
"Bu konuları şimdi konuşmayalım istersin. Ne durumda olduğunu benden daha iyi biliyorsun." Babamın ölümünden sonra olanlardan bahsediyordu. Kendime geç geldiğimi kastediyordu fakat unuttuğu şey ben hala kendime gelmemiştim. Annemin söylediği şeye gözlerimi devirerek, "Neyse ne size hayırlı olsun. Ama anne, en azından haber vermen gerekiyordi"diyerek sinirle ayağa kalktım.
Kalkmamla birlikte bütün gözler bana çevrilmişti. Artık bu gözleri bile önemsemiyordum; onlar için basit bir konu olabilirdi fakat benimde düşüncelerimi almaları gerekiyordu zira bu şirkette benim de söz hakkım vardı. Onların beni kınayan bakışları altından kaçmaya çalıştım ama en çok onlardan farklı olarak Algin bana ateş fışkıran gözlerle bakıyordu. Bakışları altında ezilmeye bir son vererek sırtımı onlara çevirerek odayı terk ettim. Odadan dışarı çıktığım an pusuda bekleyen gözyaşlarım karşılamıştı beni. Oysa ben şu an ağlamak istemiyordum; annem tarafından bir hiç olarak görünmek de istemiyordum. Birkaç adımdan sonra koluma sarılan el ile duraksamam bir olmuştu. Koluma mengene gibi sarılananın kim olduğunu bilmiyordum fakat beni kendisine çekmesiyle beraber salık bıraktığım saçlarım havada savrularak, onun yüzüne çarpmıştı. Kirli sakallarına takılan birkaç arsız telime bakıp, usulca koluma yapışan elin sahibine baktım. Evet, bu karşımda bana bir buzdağı gibi bakışlar, Algin'den başkasına ait değildi.
**