ÇARPIŞMA

4157 Kelimeler
Tavşan yılında (Çin takviminin en şanslı yılı) doğmama rağmen şansın zerresi yoktu bende .Ya önünde bir engel vardı yada en son ihtimal üzerimde nazar. Söylenerek gece yarısı, Beyoğlu'nun ara sokaklarında, arabama doğru ilerlemeye çalışırken insanlar hayata yeni başlıyordu. Bense aralarından sıyırılarak eve gidip kafamı yastığa koymak istiyordum sadece. Kara bahtım kör talihim mi demeliydim acaba? 24 yaşıma da abazan bir şekilde girmişken, sayfa başına aldığım çeviri ücreti ile hayatımı devam ettirmeye çalışıyordum. Oysaki dışarıda çok daha heyecanlı bir dünya vardı. Sanki benden başka herkes tadını çıkarıyordu hayatın da bir ben sürünüyordum bu dünyada.. İstatistiklere göre yirmi beşten sonra zaten kadınlarda işler zorlaşıyormuş. Neden sadece bayanların yaşı büyüdükçe talipleri azalır ki? Bu mantığı şu zamana kadar anlayabilmiş değilim. Erkeklerin yaşlandıkça talibi artar, bayanlar ise toprak gibi dinlenmeye bırakılırdı. Bu karamsar halime acilen bir çözüm bulmalıydım. Herkes önümden çift olarak el ele geçerken iyimser olabilmek ne mümkün tabi? Ne yapıp edip birini bulmalıydım kafayı yemeden. Zaten bu zamana kadar niye doğru düzgün biri çıkmamıştı karşıma hala çözemediğim bir başka konuydu. Tabi ki görüştüğüm tipler olmuştu ama çok kulp buluyordum elin çocuklarına.Armutun sapı üzümün çöpü hesabı! Sadece içime sinen bir ilişki ve itiraf ediyorum aşık olmak istiyordum. Beceriksiz de değildim çirkin de. Aslan burcunun özelliklerinden biriymiş bu ,mantık çerçevesinde düşünüp aşka inanmamam ,ama bu kaderimi mutlaka değiştirecektim. Çeviriler yüzünden çok evde oturmaya başladım sanırım, biraz dış dünyayı keşfedip nefes almalıyım artık Aksi takdirde annemin temizlik dırdırları ile yaşlanıp evde kalacaktım. Sonunda kalabalıktan sıyrılıp otoparka vardığımda, gördüğüm manzara karşısında bir kez daha ne kadar bahtsız bedevi olduğumu anladım. Arabamı duvarın dibindeki yere park etmiştim ve birisi de gelip diğer yanıma kendi arabasını bir karış mesafeyle park etmiş. Söylenerek iki araba arkasından geçmeye çalıştım " Nasıl açacağım ben bu kapıyı şimdi? Arabanın sahibi beyinsiz mi acaba? İnsan, kapıyı açıp çıkabileceğim kadar olsun bir yer bırakırdı!" o an hiçbir şey düşünmeden sinirle görevlilerin oturduğu bölüme gittim. Kafamı kapıdan uzatıp suratsızca; ''Selamlar. Bölüyorum ama benim arabamın yanındaki araba çok yakın park etmiş, kapıyı açamıyorum .Saçma bir soru olacak ama anahtarın sizde olma ihtimali var mıdır acaba?" ''Hangi araba acaba hanımefendi?'' ''Plakası, 34 mrt 001 sanırım Porsche, beyaz. Çok yanımda bir tarafım duvar, bir tarafım diğer arabanın kapısı mümkün değil giremem.'' ''Hım... Mert beyin arabası, bu gece çok kalabalık otopark,işim uzun sürmez dediği için izin verdik.Anahtar bizde değil." ''Eee! Peki, ben nasıl çıkacağım buradan. Kaç gibi gelir bir fikriniz var mı acaba?" ''Erken dedi ama 1 saat kadar oldu gideli. ''Ne? Ciddi misiniz siz?'' Ben ne yapacağım geri zekâlı mı bu adam? Arabasını nasıl park ettiğine bakmıyor? " Bir kartı olacaktı şurada ben aramayı deneyeyim.Siz biraz bekleyin çay ikram edelim size beklerken" ''Tamam, biraz bekleyim. Yapacak başka şey yok zaten.'' Ne yaptılarsa bir yol bulamamışlardı arabaya binmek için. Sandalyeye oturduğumda sinirden topuklarımı yere vurmaya başladım. Al sana bir kaya nere dayarsan daya, demişler. Yatakta yatmak varken iki tane kazmayla geceyi geçiriyordum. Çayımı yudumlarken maksat muhabbet olsun diye ''Geceleri çok kalabalık oluyor mu hep burası?'' diye sordum. ''Burada hayat gece başlar aslında. Bizim park yeri de çok merkezi olduğu için kalabalık. Bu yüzden genelde biz yönlendiririz park konusunda ama Mert Bey biraz faklı, kendi bildiğini okur. Pek kimseyi karıştırmaz işine.''dedi yer pigmesi olan görevli.Kesin iyi bahşiş veriyordur onlara.. Vay pis vay! Hem ukala hem de kendini beğenmiş. Beni de zaten normali bulmaz. Milletin hayata yeni başladığı saatte benim gözlerim kapanıyordu. Neredeyse bir saattir, bu iki piknik tiple oturuyordum. Neredeydi bu adam? Bir sürü işim var, daha çevirileri yetiştirmeliyim. Yoksa bütün hafta sonum evde o çevirileri yetiştirmek için ziyan olacaktı. Gözlerim iyice kapanmaya başlamıştı artık. Bu işin bir de evimin olduğu Anadolu yakasına geçişi vardı. O yüzden cici kız durumların bende yavaş yavaş kaybolmaya başladı, daha fazla sessiz kalamadım bu duruma. ''Açmayacak sanırım telefonu? Cidden yorgun ve uykusuzum.Yani nerede olabilir bu zekâ yoksunu arkadaş, tahmininiz var mı? Buraya park ettiğine göre yakın bir yerlerde olabilir, belki ulaşabiliriz.'' ''Genelde Pop Black'e gider ama emin değilim kesin olarak. Orada olsa bile oraya girmeniz çok zor. İçeride olup olmadığını da güvenlik söylemeyebilir.'' ''Nerede orası? Ben yine de bir şansımı deneyeyim.'' ''Birkaç blok ileride ama siz gece gece yürümeyin, taksi ile gidin. Taksiciler bilir zaten.'' ''Tamam teşekkürler. Orada değilse taksiye biner giderim artık.'' gitti bütün param gece tarifesi yazarlar şimdi.Of ya! Ayakkabı alırdım o parayla.. Bu sefer, sokaklarda tek başına yürürken daha beter korkmaya başladım. Saat çok ilerlemişti ve alkol alıp kendini sokağa atanların sayısı iyice artmıştı, tabi kanlarındaki oran da gecede ilerleyen yelkovanla yarışıyordu. Şişede durduğu gibi durmadığı için bu meret, densiz bir sarhoşla karşılaşma ihtimaline karşı yanımda şok tabancası taşıyordum. Bulduğum ilk boş taksiye binerek barın ismini söyledim. Cidden de taksici hemen tanıdı mekanı. "Pop Black'ten çıkan zil zurna sarhoşu biz bırakıyoruz evine, biliyorum tabi yerini." dediğinde içimden taksiciye üzüldüm. Ekmek parası kazanmak kolay değildi. Gecenin bir yarısı itle uğursuzla, zengin zibidilerle uğraşıyorlardı çoğu zaman. Barın kapısına geldiğimde içeri girmek isteyen kalabalığı görünce şaşırıp kaldım. Oldukça popüler bir yer olmalıydı ki izbandut gibi korumalar kapıda bekliyordu. Korumaları geçmem gerekti ama önce kapının önündeki ramazan çadırı  gibi kuyruğu aşmam için ince zekâmı kullanmam gerekiyordu. Daha önce hiç duymamıştım bu barın ismini. Benim gece hayatim için oldukça lüks bir yerdi burası? Millete para bok, bizim gibi iki kelime çevirip para almıyorlar nasılsa. Aslında okurken bir çekikle evlenmeliydim. Ne kısmetlerimi tepmiştim okuyacağım diye. Halbuki evlen gitsin, otur koca parası ye, idealistlik karın mı doyuruyor? Ah salak kafam ah! Yavaşça sırada sıyrılarak ön tarafa geçmeyi başardım ve güvenlik görevlilerinden kel kafalı olanın yanına vardım. Bara girmek için gelmemiş olduğumu anlamış olmalıydı. Sıradakilere göre baya paçozdum sonuçta. Bir şey söylemek istediğimi anlamış olmalı ki ilk o konuştu. ''Buyurun hanımefendi?'' "Eee... Şimdi şey... Ben bir beyi arıyorum da burada olma ihtimali varmış.'' ''Misafirlerimiz ile ilgili size bilgi veremem mümkün değil hanımefendi,'' dedi surat ifadesini bozmadan. ''Konu biraz önemli ama..." ''Sıradakileri alın..." dedi, beni hiç sallamadan. Keltoş herif, beni kıçına takmamıştı! Gerçek yüzümü göstermeliydim bu salaklara, kibarlık pek baki değil bu ülkede ne de olsa. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım. ''Bakın, saat gecenin körü olmuş ve ben buradaki o adam yüzünden evime gidemiyorum. Arabasını arabamın dibine park etmiş. Arabasının kapısı, benim arabam fiyatında olmasa kapısını çizmek pahasına da olsa arabama binerim ama... " gerisini getirememiştim "Çok uykusuzum, sadece arabanın sahibi burada mı diye bir kere bakın ya da mümkünse anons falan geçin. Lütfen, rica ediyorum. Plakası 34 MRT 001. Eğer buradaysa sadece arabasını çekmesini isteyeceğim. Ha yok hala da söylemeyecekseniz o salağın arabasını yemin ederim çizer sonra da kaçarım. Şimdi lütfen gidip içeride mi diye bakar mısınız?'' Sanki tek nefeste söylediğim bu kadar lafı duvara konuşmuştum. Umurunda bile olmamıştı adamın. Daha derin bir nefes alarak yeninden konuşmaya başladım. ''Sizin kız kardeşiniz yok mu? Bakın gecenin kaçı bu itin kopuğun arasındayım, sadece öğrenin burada mı? Evime gitmek istiyorum, tipimden anlaşılacağı üzere eğlenmek için gelmedim. Çok yorgunum, lütfen!" ''Bir saniye bekleyin, lütfen.'' dedi adam kollarının bağlarını çözerek ve içeri doğru gitti. O kadar sevinmiştim ki... Türklere bacı, ana olayından yaklaşınca hemen dağlar yerle bir oluyor. Aferin sana Bahar, aferin kızım! Adam birazdan kapıda tekrar belirdiğinde ''Mert Bey sizi içeride bekliyor. Görüşmek istedi." dedi. Eliyle işaret ederek "Buyurun küçük hanım.'' dedi adam gülerek ve yolu gösterdi. Birden heyecan basmıştı beni. İçeride yüksek bir ses ve dum tıs çalan müzikle kendinden geçmiş çılgın insanlar vardı. Benim eğlence anlayışım  sözlü pop müzikten ibaretti. O yüzden sadece ritimle kendilerinden geçen tipleri -şuan da olduğu gibi- hep garip bulmuşumdur. ''İçeri girmeseydim gerek yoktu aslında.'' dedim birden tedirgin olarak. Ne dedi acaba bu kel o park yapamayan aciz salağa? Arabasını çizeceğimden bahsetmiş olabilir miydi? Of ya! Çok salaklaşıyorum bazen. Annem hep çok boşboğaz olduğumu söyler, haklı da sanırım. Sanki başka bir dünyaydı burası. Etrafı incelerken bir adamın kucağına oturmuş kızı görünce küçük dilimi yutacaktım. Çok cahilmiş gibi görünmemek için o tarafa bakmamaya çalışarak sanki bu tarz şeyler benim için normalmiş gibi burnumu düşürmeden kalabalığı yararak adamı takip ediyordum. Tam çenemi yere düşürecek kadar şoka girdiğim bir çifte bakarken koruma birden ''Buyurun hanımefendi," dedi. Kafamı kaldırmamla birlikte gördüğüm şeyin tarifini anlatamam. Bir saniye kendime gelmek için gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Allah'ım bir kere daha sana secde edeceğim, yarattığın varlıklar için şükür namazı kılacağım! Sen dünyada en güzel şeyleri yaratansın, senden başka ilah yok, bir kez daha kanıtladın. Oy oy oy... Uzun boylu, burnu tam benlik, dümdüz... Hele o kollarındaki kaslar... Aklımdan birden o kolları ile beni sıkı sıkı sarsın, kırsın kemiklerimi diye geçti. Hiç dayanamazdım kas görmeye. Beni, bir erkekte en çok etkileyen unsurdu kas. Çok yakışıklıydı bu adam, anlatılmaz yaşanır hesabı. Acaba gözleri ne renkti? Karanlıkta seçilmiyor da pek. Etrafındaki kızlar da en az onun kadar özel yaratım tiplerdi. Ben tam ortamı incelemeye odaklanmışken adam yanındaki kadınlardan sıyrılıp bana doğru yürümeye başladı. Önümde bütün karizmasıyla durduğunda elim ayağım titriyordu artık. Ne diyecek diye gözlerinin içine bakıyordum tabi bir de gözlerinin rengi ne diye anlamaya çalışıyordum. Ben gözleri mavi diye sevinirken titreyen ellerimi fark etmemesi için parmaklarımı çıtlatmaya başladım. ''Merhaba, arabamı mı çizeceksiniz? Ama kapısı arabanın fiyatında?" diye girdiği konuşmaya içten kahkahasıyla devam etti. "Hiç bu kadar gülmemiştim. Çok sağ ol." Ben, gülümseyen adamın gamzesine odaklanmıştım. Yeryüzü kaç katman ya da ben şuan hangisine inmeliyim; magmaya tabi ki! Rezil olmuştum ve durumu toparlamak için kibirli bir şekilde ''Mecbur kalsaydım yapardım. Çok yorgunum, gözüm hiç bir şey görmeyebilir. Konuyu anladığınıza göre gelip arabanızı çekerseniz ben de evime gidebilirim.'' dedim. ''Sanırım biraz daha kalacağım burada, bize eşlik etmek ister misiniz?'' dedi ukalaca. ''Sanmam, bana oturacak kucak kalmamış(!)'' Höyt! Ne dedim ben böyle? Gelemem dediğinde öfkeden de olsa ağzımdan kucak kelimesi çıkmış olamaz değil mi? Derin derin gözlerime baktı. Sanki birden bire pamuk prenses ve avcıya dönüşmüştük... Kendine gel Bahar kendine gel! ''Hım... O zaman yapacak bir şey yok. Bizimkiler de pek heveslenmediler sizinle vakit geçirmeye sanırım.'' diyerek yanındaki, her biri birbirinden güzel kızlarla ilgilenen adamları işaret etti. Elleriyle saçlarını düzelterek üstüne çeki düzen verirken birden kafama dank etti. Çirkin olduğumu mu söylüyordu bu gerzek? Hiç de değildim. Tamam, şu an kötü görünüyor olabilirim yorgunluktan ama o kadar da değildi. Acaba göz kalemim ya da rimelim falan mı akmıştı? Keşke topuklu giyinseydim. Yerin dibindeyim yine ama lafımı da söylemeden edemezdim, huyum kurusun. ''Hepsi şu an armut yiyor. Ben pek ayı sevmem! O yüzden gitmeliyiz bence.'' dedim umursamaz bir tavırla. O kadar sert bakmıştı ki biraz ileri gitmiştim sanırım. Arkadaşının kulağına eğilerek bir şeyler söyledi ve gitmek için hazırlandı. Bir adım gerisinden yürüyordum. Arkasından geniş omuzlarına bakarak dalgın dalgın takip ettim. Yürürken o kadar havalıydı ki bir el işaretine herkes tav oluyordu. Yanındaki hatun da çok güzeldi. Kapıda öpüşerek uzun uzun vedalaştılar. Bakmak için can atsam da etrafı seyrederek ayrılmalarını bekledim. Annem boşuna ''Ne yapsınlar seni?'' demiyordu bana. Kabak çiçeği gibi açılmalıydım kanımca ki bir kısmetin çıksın. Gerçi bu adam beni istese, sanırım ben de hayır diyemezdim. Kaç yıl bekledim de ne olmuştu ki? Sonuç; koca bir sıfır! Rus hatun, tekrar içeri girince kapının önünde bana dönerek ''Biraz ilerde taksi durağı var. Oraya kadar yürüyelim ben de biraz açılmış olurum.'' dedi. ''Olur, yürüyelim.'' dedim sakin çıktığını umduğum bir sesle. Senin açılmalarını yerim ben! Tüylerim diken diken olmuştu yazın ortasında. O önde, ben arkada; koyun, sahibini takip eder misali gidiyorduk. Elemanın kafa bayağı dönüyordu sanırım, hafif sendeler gibi yürüyordu. Müdahale etmek istesem de ona dokunmaya cesaret edemiyordum. Ne olduysa o an olmuştu. Kim olduğu belirsiz iki tip gelip sopalar ile giriştiler bizim yakışıklıya, Allah yarattı demeden dövmeye başladılar. İlk şoku atlattığımda çoktan topuklamıştım. O kadar korkmuştum ki onu orada bıraktığım birkaç metre sonra gelmişti aklıma. Frenleyip arkamı döndüğümde, geride dayak yiyordu. Çığlık atmak istedim ama ara sokaklar olduğu için etrafta kimseler yoktu bu saatte. Birden kendime geldim ve tüm cesaretimi topladım. Ne yapıyorsun kızım Bahar? Kaçıp zorda kalmış birini tek başına bırakmak sana yakışır mı hiç? Hem adam biraz da benim yüzümden bu hale düştü. Gece gece benim arabam için sokaklara düşmüştü, ona yardım etmeliydim. Aklıma şok tabancam geldi hemen. Geceleri yalnız gittiğim için babam almıştı bana. Elimde tabancayla hızlıca onlara doğru koşmuştum. Dağ gibi adam yere yığılmış, o iki at hırsızı kılıklı adamdan kendini korumaya çalışıyordu. Ne olduğunun farkına bile varamadan adamlardan birine tabancayı değdirerek elektrik verdiğimde hemen yere düştü. Diğeri fark edince onu bırakıp benim üzerime geldi. Tabancayı ona da değdiremeden kollarımdan sıkıca tutup beni silkelemeye başladı. O silkmenin şiddetiyle tabanca elimden düşünce panikle adamın elini ısırabildim. Elinden kurtulunca yerden tabancayı alıp eline değdirmem bir oldu. O da sonunda yere yığılınca nefes nefese, bizim sahte delikanlının yanına koştum. Tabi bir yandan da halimize gülüyorum kahkahalarla. ''İyi misin? Kalk hadi, gitmeliyiz!" Resmiyet bitmişti artık aramızda. Elini omuzuma atıp belinden kavradım. Şu halde bile elimin altındaki kasları çok iyi görünüyordu ama bir boka yaramıyordu hiç biri, görmüştük az evvel. Hepsi fos çıkmıştı. ''Seni görende kas yığınlarının içinden Van Damme çıkar sanır ama fos çıktın valla. Dua et ki ben vardım.'' Konuşamıyordu bile, ben de fırsat bulmuşken dalga geçiyordum adamın acınacak haliyle. "Tamam tamam, neyse düşene vurmak aslında benim tarzım değildir zaten o yüzden daha bir şey demeyeceğim. Hadi bir taksi bulalım." diyerek adamın kocaman vücudunu zar zor taşıyarak ilerlemeye başladım. Bu sokakta taksi bulmak çok zor olduğu için ana caddelerden birine kadar, o çok pahalı parfümlerden biriyle harika kokan vücudu bana emanetti. Sokakta taksiyi görünce çıldırmışçasına bağırdım. ''Taksi taksiii!'' Taksi yanımızda durunca zorlanarak da olsa onu içeri tıktım. ''Bin hadi! Çabuk ol, beş dakika sonra kendine gelecek o adamlar." diye söylendikten sonra aynadan bana bakan taksiciye "Lütfen en yakın hastaneye gidelim." dedim. Birden bizimki sesini bulup itiraz etti. ''Hayır hayır! Hastane olmaz Hight Towers, Şişli. Bu adrese gidin lütfen.'' dedi. Arabaya binince biraz olsun sakinleşmiştim ama hâlâ olayın heyecenı üstümdeydi. Aklıma kırk tane soru geliyordu. Art arda soruları sıralamaya başladım. Bazen çok konuşuyorum farkındayım ama elimde değildi. ''İyi misin? Bir doktora görünmelisin bence. Adamlar seni hastanede de bulurlar diye mi korkuyorsun? Hem kimdi bu adamlar? Ne istiyorlardı senden? Çok pis dayak yedin yalnız!'' dediğimde gülmemek için zor tuttum kendimi. ''Sarhoş olmasam ben onların sülalesini bellerdim ama çok içtim bu gece.'' ''Neyse, kurtulduk." Baktıkça haline gülesim geliyordu. ''Çok atraksiyonlu bir gece oldu. İzin verirsen yaran var mı diye bakayım.'' dedim ellerimi yüzünde gezdirerek. ''Bırak ben hallederim.'' dedi sinirle elimi ittirerek. ''Hadi hadi, sökmez artık senin kabadayılığın bana? Yerde nasıl yattığını gördük. Eller başında, yüzüne zarar gelmesin diye yere kapanmıştın. Kulüplerde geçer senin havan, benim önümde yerle birsin şuan. Ben olmasaydım, ertesi gün olay yeri inceleme cesedini asfalttan kazıyor olurdu. Şöyle bir rahat dur da bakayım yarana!'' Yüzüne yaklaşarak, kaşında kanayan bölgeye dokundum. ''Neyse, derin bir yara yok gibi ama kesin morarır. Yeterince iyi korumamışsın yüzünü muhallebi çocuğu. Ama üzülme bu halinle bile o gece kulübündeki hatunlar etrafında pervane olurlar.'' Sinirle solusa da verecek cevabı olmadığı için olsa gerek sessiz kaldı yol boyu. Adrese geldiğimizde güvenlik onu tanıdığı için direkt içeri aldı bizi. Taksicinin parasını vererek, ana giriş kapısının önünde indik. Başımı kaldırdığımda göğe kadar uzanan binanın ihtişamı gözlerimi kamaştırdı. Zengin olduğu her halinden belliydi zaten, bu da kanıtı oldu benim için. Onu bir yandan ayakta tutmaya çalışırken bir yandan da asansörü çağırmak için cebelleşiyorum. İçeri girince asansördeki düğmelere takıldı gözüm. Tamı tamına 90 katı gösteriyordu. ''Kaçıncı kat?'' ''Otuz yedi." dedi sadece. Az ve öz konuşuyordu artık, sanırım bana laf yetiştirecek gücü kalmamıştı. Kafasını aynaya dayadı ve 37. kata çıkana kadar asansörde sesi hiç çıkmadı. Kata geldiğimizde istemediğini belirtse de tek başına yürüyebilecek hali olmadığı için elini omuzuma attım. Koridor, sağa ve sola ayrılıyordu. ''Hangi yön?'' ''Sağa dön, 3715, başka bir soru daha sorarsan beni Beyoğlu'nda, o sokakta bırakıp kaçmış olmanı dileyeceğim.'' ''Hem suçlu hem güçlü! Teşekkür edeceğine birde laf ediyorsun.'' Bunları söylerken bir yandan da kapı numaralarına odaklanmış ilerliyordum. Kapının önüne gelince, anahtarla kapıyı rahat açabilmek için onu duvara yasladım ama kapıda anahtar deliği yoktu. Sanırım kartlı sistemle çalışıyordu kapı. ''Üzgünüm ama bir soru daha sormam gerek. Anahtar kartın nerede?'' ''Ben de nasıl oldu da iki dakika sözümü dinleyip sustu diyordum kendi kendime. Anahtar yok şifre ile açılıyor 5058.'' Ukalalığına gözlerimi devirip kapıyı açınca dilim bir kere daha tutuldu. Koridorda çok fazla daire görünce evin; küçük, 1+1, sıradan bir yer olduğunu düşünmüştüm. Ama eve girer girmez yüksek tavandan sarkan avizeye takılmıştı gözüm. ''Etrafa bakmayı kesip, beni koltuğa götürmen gerekiyor. Bunun için buraya geldin.'' O an bir tanede ben patlatmak istedim dağılmış ağızına. Ne sanıyordu beni, hizmetçisi mi? Lafını duymazlıktan gelip etrafı incelemeye devam ettim. Evin bir tarafı boydan boya camdı, sanırım manzarası için bu evi almış olmalı. Oldukça kullanışlı tasarlanmış ve özel dizayn mobilyalar ile döşenmişti. Birden öksürüğü ile kendime geldim. Yardımımla koltuğun yanına gelince kendini birden bıraktı. ''Uzanır mısın? Yaralarına bakayım hatta istersen doktor çağıralım ya da evde ecza kutusu falan var mı?'' Bu bahane ile evi dolanmayı düşünüyordum açıkçası. Ev çok temiz ve tertipliydi, kendi odam aklıma geldikçe kadınlığımdan utanmıştım. Gerçi onun evini sürekli temizleyen biri vardır mutlaka. Ya ben? Kendi evimin temizlikçisiydim hem de en pis olanından. Kocaman evde iki kapı vardı. İlkini açınca yatak odası ile karşılaştım ve hemen kapattım. Evi gezmek istiyordum ama özel mekânlar özel kalmalıydı. Diğer kapı da banyo olmalıydı. Aslında aradığım pamuk tarzı bir şeydi ama işime yarar hiç bir şey yoktu bu evde. ''İşime yarar bir şey bulamadım. Sana yardım için arayabileceğimiz biri var mı?' ''Telefonumdan arkadaşımı ara, o doktordur. Onunla konuş, durumu anlat, hemen gelir.'' Telefonu arka cebindeydi ve almam için bana poposunu döndürünce bende şalterler koptu birden. Arka cepten telefonu almak mı? Benim için dış dünyayla bağlantı kesilmiştir artık. ''Ne duruyorsun cebimden alsana!" deyince kopan bağlantı tekrar yerine geldi ve parmak uçlarımla telefonun kenarından tutarak hızlıca dışarı çektim. Pis pis gülüyordu bu halime. Bozuntuya vermeden ''Kim? Adı ne?'' dedim. "Gökhan Doktor diye kayıtlı." "Hım... Okey ama kilitli bu açar mısın?" ''2233 şifresi. Hiç halim yok, lütfen çağırır mısın artık şu adamı?'' ''Ne bağırıyorsun ya! İyilik yapıyoruz burada. Çokta derdimdi, saat dört olmuş ve tanımadığım bir adamın peşinden gelmişim. Diğer gözünü de ben patlatırım hastaysan hastalığını bil!" diyemedim tabi ki... ''Neydi arkadaşının adı? Gökhan, tamam buldum. Adın ne bu arada?'' Hadi ara der gibi isyan ediyordu resmen, çok acı çekiyor olmalıydı. ''Mert.'' Bu bahaneyle adını da öğrendikten sonra Doktor Gökhan'ı aradım. "Gece gece rüyanda mı gördün?" diyerek uykulu bir sesle açtı telefonu. ''Merhaba Bahar ben, Mert Bey'in telefonu bu ama kendisi ufak çaplı bir yaralanma geçirdiği için sizi ben aramak durumunda kaldım. Şuan onun evindeyiz ve benden sizi aramamı istedi.'' ''Ne oldu? İyi mi, kötü bir şey mi var? Siz kimsiniz?'' ''Yok yok! İyi de biraz yüzü gözü dağıldı, dayak yedi sadece. Siz gelince konuşursunuz.'' ''Hangi evdesiniz?'' Hangi ev mi kaç evi var bu adamın? ''Hight Towers.'' ''Tamam geliyorum. Ne durumda tam olarak? Anlatırsanız ona göre bir kaç ilaç getireceğim.'' ''Dayak yedi iki kişiden. Yüzünde birkaç açılma ve morarma var. Buz ve ilaç baktım ama bu ev bomboş." ''Anladım, geliyorum hemen.'' deyip kapattı adam telefonu. ''Tamamdır, geliyor." deyip Mert' e döndüm. "Benden istediğin bir şey var mı? Duş falan mı alsan acaba? Doktor gelmeden, yüzünü gözünü temizlesen en azından." ''İnan halim yok, her yerim ağrıyor.'' ''Doktorun bu şekilde, müdahale etmesi zor olur. Temizlenmesi gerek, yüzün gözün kan içinde. Kalk ben seni götüreyim banyoya.'' Tekrardan sarılarak destek olmuştum ona. Benim girdiğim banyoya değil de yatak odasına yöneldi. İlk kapıyı açtığımda etrafa çok dikkat etmemiştim. Girince ilk dikkatimi çeken yatağın genişliği oldu. Banyo odanın içinde sırf camdan yapılmış kabin gibiydi ve odanın camı da boydan boya karartılmış cam olduğu için, banyo yaparken bütün manzarayı izleye bilirdin. Aklıma ilk gelen manyakça banyo fantezileri olmuştu. ''Yüzünü yıkayalım istersen önce.'' ''Aslında duş alsam daha iyi olur. Şu üstümdekilerden kurtulmalıyım.'' ''Tamam, ben dışarıda bekliyorum." deyip onu bırakarak kapıya kadar yürümüştüm ki ''Nereye gidiyorsun?'' dedi. ''Salonda bekleyeceğim seni.'' ''Bu halde nasıl üstümü çıkartma mı bekliyorsun? Yardım etmen gerek.'' Sabrımı zorluyordu ama haklıydı da bir bakıma. Kötü darbe almıştı ve bütün vücudu ağrıyordu muhtemelen. Ah bu vicdanım! Bizim ailenin genetiğinde var bu merhamet. Bu saatte adamın evine geliyorsam yardım da etmeliydim. Geri dönerek oturduğu yerden kaldırmaya çalıştım. ''Kalk bakalım ayağa. Şimdi üstünü ben çıkartacağım, altını da sen indirirsin olur mu?'' ''Hiç bir şey indiremem, yapıyorsan tam yap. Gördüğün şeyler hiç umurumda olmaz, inan bana. Tabi sen utanıyorsan o başka... İlk görüyorsan senin için sorun olabilir.'' Benimle yine alay ederek konuşurken sırıtıyordu. ''Şu ağzın gözün dağınık halde bile kendini övüyorsun ya yuh diyorum! Ayrıca utanmam tamam mı? Çocuk değilim ben, altı üstü küçük bir et çıkıntısı ama bakmadan yapacağım çünkü gözümün zevki kaçmasın istiyorum." Yüzündeki o hınzır gülümseme içimi eritiyordu. O gamzeler benim sonum olacaktı. Ah ter bastı! Kırmızı alarm! Ellerim titreye titreye düğmeleri açtım sonunda. O da ne kadar heyecan yaptığımın farkındaydı. Yakası açıldıkça göğüsleri ve kasları ve kaslarına bakmamak için kendi kendimle savaşıyordum. Çikolatalı baklavası bile vardı. O ne demek demeyin hiç. Baklava nadide bir tatlımız ama çikolata her kadının aşkı. Dolayısıyla çikolatalı baklava iki kat harika demek oluyor bu durumda. Evet, evet. Bu adamınkilere sadece baklava demek ayıp olur, bunlar akla zarar lezzetteki o çikolatalı baklavalar benim için. "Spor yapmak dışında ne yapıyorsun? Çalışıyor musun? Bu vücudu yapmak için çok zaman harcamak gerek." "O harcanan zamana değiyor valla, kızlar bayılıyor." dedi. Kendi için yapmadığına emindim zaten ama lafın altında kalmam mümkün değildi. ''Merak etme sen, çirkin olsan da bayılırlar bu kadar paraya. Alışveriş çok olur, üzerine KDV bile almazlar, beleş yani." Gülmüştü ve o gamzeleri görmek için onu her gün güldürebilirdim. ''Güldürme beni kaslarım ağrıyor ve devam edebilecek misin, ellerin terliyor gibi?'' ''Şimdi de nem mi ölçüyorsun? Gayet rahatım ben, o kadar rahatım ki hatta şuan çözmeye başlıyorum kemerini." O an gözlerine bakarak kemerini çözüp, pantolonunu indirdim. Öyle bir bakışı var ki şu haliyle bile yesin, öpsün beni o derece. O gamzelere her şey verilirdi ama daha fazla ileri gidemeyecektim. Bende bir kadındım sonuçta. ''Tamam, donunu da sen çıkart artık, o kadar da uğraştırma beni." deyip az uzaklaşarak arkamı döndüm. "Şu çekmeceden bir havlu versene." deyince dediğini yapıp bir havlu buldum ve hiç arkamı dönmeden ona uzattım. Biraz bekledikten sonra "Sardın mı?" diye sordum. "Sardım dönebilirsin arkanı." "Tamam, oldu o zaman. Banyoya gidelim, ben yıkarım seni. Zaten biraz su tutacağım sadece, bu yaralara sabun sürülmez." Cam banyonun kocaman yağmur duş başlığı vardı. İçinde üç kişi yıkanır hatta bir de neler neler yapardı valla. Neyse burasıda aklımda olsun fantezi dünyam için süper yer. Ben bunları düşünürken bir yandan da ellerim yüzünde geziniyordu yavaşça ve kanlarını yıkıyordum. "Suyun sıcaklığı iyi mi?" diye sorduğumda kafasıyla onayladı ama acı ifadesi vardı yüzünde. "Şu yüzünü bir temizleyelim, çok acıyor mu? "Biraz ama dayanabilirim sanırım." "Dayansan iyi olur. Ah ah, boy pos var ama işte neye yarar deve de boy var sonuçta..." "Neden bana bu şekilde hakaret edip duruyorsun?" Sular vücudundan seksi seksi aktığı için olabilir mi? Kafamı dağıtmak için onunla alay ediyordum yoksa kendimi tutamayabilirdim. Aklımdan geçenler yerine " bu gece bana çok çile çektirdin. Eve gidip işlerimi halletmeli ve yatmalıydım çünkü çok yorgunum." dedim. "Neyse artık bir güzellik yaparsın benim için ve burada uyursun. Kimse seni rahatsız etmez hem." "Yok! Giderim ben, arkadaşın beni götürür değil mi otoparka? Sonra da senin arabanı çeker ben de eve giderim. Eve gitmediğim anlaşılırsa aileme haber gider." Tık nefes söylediklerimden bir şey anlamamış olacak ki çatık kaşları altından "Neden?" dedi, sertçe. Niye bu kadar sert konuşuyor ki dayak yemiş halini görmesem aslında bu ses tonundan korkabilirim bile. Daha anlaşılır bir açıklama yaparak anlatmaya başladım. "Ailem memlekete gitti. Her yaz giderler ve ben de evde tek kalırım. Ama komşulardan biri gece eve gelmediğimi fark ederse yemez içmez aileme yetiştirir. Bu da benim açımdan hiç iyi olmaz." Kurumuş kanları temizleme işi bitince lafı değiştirerek "Tamam, bitti." dedim. Ömrümden ömür gitmişti temizlerken. Adama dokunurken karşı cinsten elektrik alma lafının deneyinde hissetmiştim kendimi. Ve su altındaki vücutta çarpılma şiddeti iki kat fazla olduğu tarafımdan onaylanmıştır. "Pijama bakayım ben, sen de kurulan iyice. Bu arada bu hizmetlerimin karşılığını alacağım senden, günlük çevirmenlik ücretim 400 TL ve bu günkü çevirimi yapamadığıma göre senden karşılamam gerek." "kabul etmek istemesemde bu gece ondan daha fazlasını hak ettin." Pijama bulmak umuduyla girdiğim soyunma odasında, her şey çok düzenliydi. Gömlekler, takımlar, tişörtler... Ayakkabılarının bile spot ışıklı dolabı vardı. Çekmecelere göz ucuyla bakındım ve ''Bu arada, neden çekmecelerde sadece seksi kadın çamaşırları görüyorum? Kendine bir iki çift pijama almak aklına gelmiyor mu?'' diye içeri seslendim. ''Genelde" çıplak olmayı seviyorum." Dünya benim için bir an durmuştu, nefes alamadım. Onu çıplak görmek ve ben! Teknik olarak gördüm sayıldı ama anadan doğma görmek faklı bir boyut olurdu. Ve o boyut çok sıcaktı sanırım, ateş basmıştı birden beni. ''Görmek istemeyen de olabilir. Bir kaç parça don alsan iyi olur.'' dedim çılgın hayal gücümü susturarak. Bulduğum tişört ve şortu alarak yanına gittim. Önünde eğilerek şortu giyinmesine yardım ediyordum. ''Of acıtıyorsun!" dedi ayağını bir paçasından sokarken. Yalnızca belindeki havluyla karşımda dikilirken ondan etkilendiğimi anlamasın diye "Beter ol!" dedim hızlıca paçalarını yukarı çekerek. ''Bilerek mi yapıyorsun bunları?" ''Niye yapayım? Ne derdim olabilir seninle?'' ''Ne bileyim, çok sertsin bana karşı.'' ''Bir düşünelim; arabamın dibine park ettin, saatlerce seni otoparkta bekledim, sonra koruma beni içeri alsın diye kırk takla attım, ukala ukala bana tavır yaptın. Ta ki dayak yiyene kadar... Hah ha ha ha hah! Kusura bakma hâlâ o halin aklıma geldikçe gülesim geliyor şimdi de kuzu gibisin." ''Sarhoş olmasaydım yere gömerdim onları. Beni sinir edip durma!" ''Neyse sonra gömersin artık. Şimdilik ben gömdüm sanırım, 1-0 öndeyim.'' dedim. Zil çalınca İkimizde aynı anda kalktığımız için burun buruna gelmiştik. "Zil çalıyor ben kapıya bakayım sende içeri geç istersen." dedim ve alelacele kendimi odadan dışarıya attım.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE