Kadere Yolculuk

1949 Kelimeler
Koşarak gittiği acil servisten şimdi kalbinin ağrısıyla minik adımlarla çıkıyordu Ronya. Kaç kere kurtaramadığı hastaları olmuştu ama bir türlü ölüme alışamıyordu. Bunca zaman alışmadığına göre bundan sonra da alışamayacağını biliyordu. Ağır adımlarla kapının önündeki kadına yaklaştı, elleriyle beyaz önlüğünün yan taraflarını sıkarak güç almaya çalıştı ve ses tellerini yakarak çıkan o sözleri söyledi. "Başınız sağ olsun." bu cümlenin ağırlığını bir tek doktorlar ve hasta yakınları iyi bilirlerdi. Bir taraf kurtaramadığı hastanın üzüntüsünü bir taraf ise yakınını kaybetmesinin üzüntüsünü bir pelerin gibi giyerdi üzerine. Karşısında ağlayan kadına diyecek başka bir şey bulamadığı için öylece onun akan gözyaşlarına bakıp, ciğerleri küle döndüren ağıtlarını dinledi. Nemli gözlerini saklamak isteyerek dermansız ayaklarını hareket ettirdi, acı dolu kadına sarıldı ve bilinçsiz adımlarla kendini dışarıya attı. Başını kaldırıp karanlık gökyüzünde ışıldayan yıldızlara baktı, ciğerlerini şişiren derin bir nefes aldı. İçine soluduğu hava bedeninde zehir etkisi yaratmış, kalabalık kelimeler boğazına dizilmiş, yüreğinin derinindeki sessiz vaveylalar isyanlara geçmişti. Elini duvara yaslayarak güç almaya çalışan Ronya, gözlerinin önüne gelen ama bir türlü netleşmeyen görüntüsüyle annesini içi cız ederek hayal etmeye çalıştı. Bulanık zihninde beyaz, ufacık boncuklarla işlenmiş oyalı tülbentle oynadığı anlar döküldü yüreğinin dehlizine. Sonra o tülbente sinen annesinin kokusu, sarılışı geçti bir kasırga gibi ruhundan. Güçlü kişiliğinin içinde kamufle ettiği o köz yürekli küçük kız aslında çok güçsüzdü. Alt dudağını ön dişlerinin arasına kıstırarak ağlamamak için kendini sıktı. Kimse onun öksüz kalbini de nemli gözlerini de bilmemeliydi. Ronya acılarını gizli tutması gerektiğini ne yazık ki yarasını bilenlerden kanaya kanaya öğrenmişti. Cebinde titreyen telefonuyla, kendini düşünce mahzeninden çıkarıp elini cebine koyup telefonu çıkardı. Ekran arayan kişinin ismini görünce az önce buz tutan yüreği şimdi ılınmıştı. Abisi Selim arıyordu. "Alo, Ronya nasılsın güzelim, müsait misin?" "Müsaidim abicim, iyiyim sen nasılsın?" "İyiyim bende canım. Nöbetin saat kaçta biter? Ona göre bileti alacağım. " deyince Ronya'nın içindeki kanadı yorgun minik kelebekler hep birlikte kanat çırpmaya başladı. "Sabah sekizde bitecek abicim. Şey, uyuduktan sonra gitmek istemiyorum abi, uçakta biraz kestirsem bile yeter. Hem zaten gidince orada dinlenirim." "Emin misin güzelim? Bence gel eve, birkaç saat en azından uyu, dinlen sonra gidersin. " "Hayır abi emin ol bir dakika bile kaybetmek istemiyorum. Çok özledim babamı, kardeşlerimi, memleketimin hasreti burnumda tütüyor. Tam üç yıl oldu gitmeyeli biliyorsun. " bunları söylerken gözleri buğulandı. Kız kardeşinin sesindeki titremeye fark eden Selim ağa daha fazla üstelemek istemeyerek, "Tamam canım, o zaman uçak biletini saat dokuza alıyorum." dediğinde, Ronya'nın gözleri ışıl ışıl oldu. "Tamam abicim, çok teşekkür ederim." daha sözlerini bitirmeden önünden geçen ambulansa baktı. Abisine işinin olduğunu söyleyerek, ambulanstan çıkarılan hastaya doğru koşarak gitti. Yorucu, uzun ve en önemlisi ise vicdanı rahat bir gece onu bekliyordu. * Genç adam yılgın haliyle şirketten çıkıp, evine doğru yola koyuldu. Yine tüm gün çalışmış, yine iş yerindeki birileri proje konusunda sıkıntı çıkarmış ve bununla ilgilenmiş, üstüne bir de babası ısrarla onu Van'a çağırmıştı. Neden çağırdığını biliyordu Yavuz. Annesi ve babasının tek dertleri büyük oğulları olan Yavuz'un başını bağlamaktı ama Yavuz evlenmeyi düşünmüyordu. En azından sevdiği biri olursa anca o zaman evliliğe de düşünebilirdi. Zaten her ne kadar İstanbul'a yaşıyor olsa da neredeyse ayda bir iki kez Van'a gidiyordu. Ağa olunca hem kendi aşiretinden hem de başka aşiretlerden birilerinin çıkardığı sıkıntıyı gidermek adına, bazen bedel ödemek bazen ise barıştırmak için iki tarafı da bir araya getirirdi. Bunca işin gücün arasında bir de bu işlerle uğraşıyor olması ise, kendince zorunluluktu. Ailesi ne kadar ısrar etse de evlenmeyip sırasını kardeşi Ali'ye veren Yavuz, bundan bir an bile pişman olmamıştı. Çünkü, kardeşinin mutlu bir yuvası, üstelik bir de dünyanın en şeker kızı olan yeğeni Ece vardı. Kendisi evlense ne olacaktı? Karısına göre sürekli işlerle uğraşan bir iş kolik, ayda en az bir kez memleketine giden bir vurdumduymaz olacaktı.. Bu yüzden olsa gerek Yavuz'un aklında aslında hep eğer bir gün evlenirse kendi memleketinden bir kızı istemek vardı. Çünkü, başkası onun bu zorunluluklarını anlayamazdı, zora girdi mi çeker giderdi. Evine gelen Yavuz, öncelikle yatak odasına gitti. Üstündeki beyaz gömleğinin düğmelerini açarken bir yanda da düşüncelere dalmıştı. Babası, her seferinde annesinin aklına soktuğu bu evlilik fikrini kendisine açıp böyle moralini bozuyordu. İstemiyorum kelimesinin neyini anlamıyorlardı ki! İstemiyordu işte, en azından gönlüne biri düşene kadar... Banyonun kapısını açıp, doğruca duşa kabine doğru yürüdü. Sürgülü kapıyı açarak içeri girdi ve açtığı suyla rahatlatıcı olmasını umduğu duşunu aldı. Duş ve giyinme faslından sonra alt kata inerek salona geçti. İş güç derken yine ağız tadıyla bir yemek yiyememişti. Acıktığını hissedince telefonu eline alıp, kebap siparişini verdi. Evini temizleyen yardımcı kadına daha ilk günden yemek pişirmemesini söylemişti. Çünkü, sürekli eve geç geldiği için genelde yemeği de dışarıda yiyordu. Evde olduğunda ise, yine dışarıdan yemek söylüyordu. Hazır telefon elindeyken babasını tekrar aradı ve yarın Van'a geleceğini söyledi. Hem oradaki inşaat şirketine hazırladığı bir projeyi verecekti hem de ailesiyle evlilik işini artık tamamen kapatmalarını adam akıllı anlatacaktı. Van'daki şirketleri elbette küçüktü, Ali ne kadar ilgileniyor olsa da sonuçta o işletme mezunuydu, sadece yönetim kısmını biliyordu. Bu yüzden de projeler kısmıyla inşaat mühendisi olduğu için kendisi ilgileniyordu ya da ilgilenmeye çalışıyordu. Aslında şirketleri sadece inşaat sektörüyle alakalı değildi; tekstil, inşaat, otomobil, gıda gibi birçok sektörde hizmet vermekteydiler. Ali Van'dan ayrılmak istemediği için oradaki şirketteyken, Yavuz İstanbul'daki ana şirketteydi. İşlerinde uzman binlerce insana işveren, Türkiye'nin en iyi şirketlerinden birinin sahibi olmak, bunca sorumluluğu üstlenmek ciddi bir işti. Yavuz, işinin ciddiyetini de onca çalışanının hatta ailelerinin de dahil tüm sorumluluğu da yerine layıkıyla getiriyordu. Çalan kapı sesiyle yerinden kalkan Yavuz, siyah alt eşofmanının üstüne giydiği siyah tişörtle esmer tenini iyice kapatmıştı. Bazen aynadan kendi aksine baktığında şaşırarak bu kadar esmer olduğuna inanamıyordu, cidden biraz daha kararsa zenci kategorisine girecekti. Kapıyı açıp, gelen kebabı alarak ücretini ödedi. Elindeki yemek kutusuyla salona geçip, önce televizyonu açtı sonra karşısındaki koyu bordo deri koltuğa oturarak kebabını ve ayranını önündeki orta sehpaya koydu. Eline aldığı kumandayla kanalları gezerken, her zaman ilgiyle izlediği spor kanallarının birinde durdu. Bir yandan gözlerini televizyondan ayırmadan spor haberlerine bakıyor, bir yandan da ekmeğe sardığı kebabı ısırıyordu. Sonunda bitirdiği yemeğinden sonra dağınıklığının hakkını vermek ister gibi, salata kasesini, ayran kutusunu ve yemek kutusunu öylece bırakıp yukarıya odasına geçti. Yatağa girer girmez de günün hareketli zamanlarına inat gözleri kendiliğinden kapandı. * Sabaha kadar durmadan çalışan Ronya, sonunda nöbetini bitirip sevinçle havaalanına doğru yola çıktı. Öyle heyecanlıydı ki kalbi pıt pıt atıyordu. Güzelim Van'ına gitmek için sabırsızlanıyordu. Belki oradan kurtulmak için çok çaba sarf etmiş ve sonunda da başarmıştı ama yine de sevdikleri oradaydı. Hem sadece sevdikleri değil her şeyi oradaydı. Çocukluğu, annesinin mezarı, babası, üvey annesi, abisi, kız kardeşleri, kardeşi, en samimi arkadaşı olan Elif... hepsi oradaydılar. Geçtiği her sokakta yürüyen anıları hele... Sonunda havaalanına ulaşınca, derin bir nefes aldı. İşte buraya kadardı. Bundan sonrasında telaş edilecek bir şey yoktu. Gidip ailesini görecek, bir hafta sonra da geri dönecekti. Bu yıl cerrahi asistanlık son sınıftaydı, bu yılı bitirirse genel cerrah olacak ve yıllık izinlerinde memleketine gidebilecekti. Hem kim bilir belki de cerrahlığı kendi memleketinde yapardı. Havaalanının kapısından içeri girince ilk aramalardan geçti, salona ulaşınca ise abisi Selim'i gördü ve gülümseyerek yanına gitti. Abisi valizini getirmekle kalmamış aynı zamanda Van'a götüreceği hediyelik eşyalarla da iki koca valiz daha getirmişti. Öncelikle biletlerini okeyletip, valizlerini teslim etti. Sonra abisiyle bekleme salonundaki sandalyelere oturdular. Selim abisinin yeri Ronya da bambaşkaydı, o olmasa belki şimdi doktor olamayacaktı. Çünkü abisi evim İstanbul'da, kız kardeşim de benimle yaşayacak diyerek, babasını Ronya'nın İstanbul'da kazandığı fen lisesine gitmesi konusunda ikna etmişti. Yıllardır Ronya, abisi yengesi ve minik yeğenleriyle birlikte yaşıyordu. Yengesi ona abla olmuş, bir kere bile kalbini kıracak bir laf etmemişti. Selim ağa ise, ona hem anne hem baba hem abi olmuştu. Ne olursa olsun onun hakkını ödeyemezdi. Selim Ağa şimdi yanında oturmuş başını omzuna koyan kız kardeşinin saçlarını okşuyordu, Ronya ise düşünceler okyanusuna kulaç atmakla meşguldü. Van uçağının çağrısı yapıldığında ise ikisi birden aniden irkildiler. Ronya, abisine sımsıkı sarılıp vedalaştı sonra da uçağının kalkacağı kapıya doğru gitti. Şu bir haftalık süreçte abisini, yengesini ve yeğenlerini özleyecekti. Uçağa bindiğinden beri Ronya, başını önüne eğmiş elindeki İngilizce yazılmış kalp ameliyatıyla ilgili bir makaleyi okuyordu. Yanında oturan orta yaşlı adamın seslenmesiyle başını kaldırdı. "Kızım o nedir öyle bir saatten fazladır okuyorsun? Bakıyorum bakıyorum hiç bir şey anlamıyorum." ciddi bir sorunu varmış gibi davranan adama, "İngilizce bir makale amca." bunu söylerken hafifçe gülümsedi Ronya, çünkü dalgınca cevap verdiği için yeni bir soruya da davetiye çıkardığının farkındaydı. "Hımm, peki makale nedir kızım? Çok mu önemli mi de bu kadar okuyorsun?" bu defa Ronya'nın gülümsemesi genişledi. "Önemli amca. Makale de bir tür bilimsel yazı işte." daha fazla konuşursa daha fazla soru gelecek gibi duruyordu bu yüzden de kısa kesti. Aslında doktor olduğunu, bunun da kalp ameliyatıyla ilgili bir yazı olduğunu söyleyebilirdi ama babası kesin tembihlemişti, memleketten kimseye doktor olduğunu söylememesi konusunda. Çünkü, görücü geleceklerini herkes de iyi biliyordu. Soranlara üniversitede okuyorum deyip geçiyordu, hoş kimse de zaten bölümü sormuyordu. Üniversite dedi mi iş bitiyordu. Aradan geçen zamanda uçakta ikram edilen kahveyi alıp içmeye başladı. Bir yandan da içinden kendine söyleniyordu. Güya uyuyacaktım, uyuyamayacağımı bile bile kendimi kandırıyordum zaten. Uykusuzluktan dolayı başında oluşan ağrıyı düşünmek bile istemiyordu. Elindeki ped bardaktaki şekersiz kahveyi bitirip, başını koltuğa yasladı. Kaptanın uçağın inişe girdiğini anons etmesiyle başını yanındaki pencereye çevirdi. Masmavi gölün görünmesi bile yüzünü güldürdü. Başını cama daha da yaklaştırıp, gölün haritadaki gibi olan görüntüsüne benzemeyen salt mavimsi renge tekrar tekrar baktı. Uçak alçaldıkça o görüntü yerini gölün en mavi tonundan başka bir şey olmayan, dalgalı renge bıraktı. Uçak daha da alçalmasına gerek varmış gibi neredeyse suyla temas ettiğinde bir an Ronya'nın yüreği ağzına geldi. Birden uçak hava alanına girdi ve bu macera da sona erdi. Ronya, uçaktan indiğinde önce valizlerini bekledi sonra ise dışarı çıktı. Karşısında babası Kemal ağa, büyük abisi Aram ve üvey annesi Nurten'i görünce sevinç gözyaşlarını serbest bıraktı. Tek tek ellerinden öpüp onlara sarıldı ve karşısındakilerin de kendisinden farksız olduğunu görünce içi mutlulukla doldu. Şimdi dördünün de gözleri sevinçten nemlenmişti. "Ronyam, benim ışığım gelmiş hoş gelmiş sefa getirmiş canım kızım." babasının sözleri Ronya'nın içini mest etti. "Hoş buldum babam. Çok özledim sizi. Hele sizi görünce bunu daha da iyi hissettim." Diyen Ronya sevinçten ağlamak üzereydi. "Biz de seni çok özledik kızım. Kardeşlerin de gelmek istediler ama kalabalık olmasın diye getirmedik." Daye(anne) Nurten'e gülümseyen Ronya,"Şimdi gider hasret gideririz ben de çok özledim onları." dedi. Gerçekten de çok özlemişti onları, babaları aynı anneleri farklı olan kardeşlerine bu konuda asla ayrım yapmamış, kardeşlerini canı gönülden sevmişti hep. "Eee doktor hanım belki de seneye bu hasret tamamen biter ha ne dersin?" diye soran Aram abisine "Kısmet abicim, bakalım nerede olacağım." Dediğinde aslında net bir cevap vermek istemiyordu. Aslında o da Van'da görev yapmak isterdi ama buradan biriyle evlenmeyi istemediği için de buna da pek sıcak bakamıyordu. Çünkü, biliyordu ki illa onun doktor olduğunu bilen birileri gelip onu isteyecek, ailesi hayır diyecek ve bundan dolayı da insanlarla araları bozulacaktı. Öbür türlü de evet deseler bu defa da Ronya'nın hayatı sönebilirdi, kocası çalışmasını istemeyebilir kızabilir kırabilirdi. En iyisi tüm korkulara set çekip buradan biriyle evlenmemekti. Az sonra dördü arabaya binmiş, evlerine doğru yola çıkmışlardı. * Genç adam işlerini anca bitirmiş, havaalanına da şimdi gelmişti. Hazırlattığı özel uçağına doğru adımlarını hızlandırarak yürüdü. Az sonra gömleğinin ilk iki düğmesini açmış, elindeki gazlı içeceği yudumlayan Yavuz, kendini gözüne sokmak ister gibi ikiden bir türlü bahanelerle yanına gelip duran hostese ruhsuz kahve gözlerini dikip, "Bir daha ben çağırmadan gelmeyin." dediğinde, karşısındaki sarışın kız ne demek istediğini gayet net anlamış, başıyla onaylayarak gitmişti. Yaklaşık bir buçuk saat sonra yine Van'daydı Yavuz. Özlemeye fırsat vermedikleri memleketine gelince her şeye rağmen içine mutluluk doldu. Hava alanından çıkıp, kendisini bekleyen arabaya doğru yürüdü. Kardeşi Arat, arabanın önünde durmuş elindeki telefona gömülmüştü. Hafifçe öksürdüğünde kardeşi irkilerek başını kaldırdı, karşısında abisini gören Arat "Hoş geldin abi. Kusura bakma telefona bakınca zamanın nasıl geçtiğini anlamamışım." deyip abisiyle tokalaştı. "Belli belli kardeşim. Hoş buldum." kinayeli konuşmasına karşı kardeşi gözlerini devirdi ve ikisi arabaya binerek evlerine doğru yola koyuldular. Evlerine giden Ronya ve Yavuz yarının ne getireceğini bilmeden, kaderlerinin temellerini atmışlardı...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE