22. İLK ÖPÜCÜK...

2327 Kelimeler
ASİYE'NİN AĞZINDAN... 4 gündür hastanedeydim ve her an sıkıntıdan patlayabilirdim. Gelen, gidenlerin haddi hesabı yoktu. "Görüşürüz Hasan, görüşürüz yenge." Barış son misafirlerimizi de yolcu edince yatağa bıraktım kendimi. Kafamı yastığa koyarak tavana baktım. "Of!" dedim. Bunalmıştım. "Bir kaç saate çıkış yapıyoruz, az daha dayan." dedi Barış. En az 200 kişi ağırladık şu küçücük odada. İnsan yüzü görmeye tahammülüm kalmamıştı. "Ama kötü bir haberim var." dedi kolumun altına yastık yerleştirerek. İncindiğinden ötürü ara sıra ağrıyordu. Düz bir zemin yerine yumuşak yastığa koyuyuyordum bende. "Evde bunun 2-3 katı misafirimiz olur." Kafamı yastıktan kaldırdım. "Ne!" dedim şaşkınlıkla. Yakalaması zor bir gülüş gördüm dudaklarının kenarında. Saniyelik, hatta saliselikti. Ufak bir yana bakışta bile kaybedebileceğin türden... "Ağzını kapat, sinek kaçacak." dedi. Uyarısı üzerine farkına vardım ve utanarak geri kapattım. Yaşadıklarımın kötü psikolojisini ruhumdan temizleyememişken insanların çokluğu beni bunalıma sokuyordu. "Barış... Ben kendimi ruhsal açıdan hiç iyi hissetmiyorum." dedim. 4 gündür ağzımdan ilk defa çıktı bu cümle. Sırf onun için sineye çekeyim, biraz daha sabredeyim dedim ama evde devamının olacağını duyunca yıkıldım. "Biliyorum." dedi yan taraftaki koltuğa oturarak. O da benimle birlikte çok yorulmuştu. Hak veriyordu, hak veriyordum... "Zaten bu yüzden eve değil, memlekete gidiyoruz." dedi. Kaçıyor muyduk şimdi? Buradakilerden kaçıp akrabalarının asıl türediği yere mi gidiyorduk? "Dinlenmek için... Memleketine..." dedim. "Evet, beğenemedin mi?" Kaşlarını çattı, hemen suratını astı. Yüzün 10 saniyeden fazla gülse dişimi kırıcam zaten! "Yok... Şey... Orda daha çok olmaz mı ziyaretçiler?" "Olur." dediğinde bu sefer ben çattım kaşlarımı. Dalga mı geçiyorsun benimle? "Olur ama ben kendi bölümüme çekeceğim bizi. Yani misafirlerle annem ilgilenir, sende bizim dairede dinlenirsin." Hiçbir şey anlamamıştım. Madem ayrı dairen var, o zaman neden annen ilgilenecek? Misafir bizim evimize gelmeyecek mi? Ayrıca bana sormadan memlekete gitme işi de neyin nesi? "Beğenmedin mi İstanbullu? Köy hayatına ağız burun mu eğiyorsun?" dedi. Sanki New York'tan gelme ünlü bir iş kadınıyım! Ayrıca öyle olsam ne değişecek? Köylü olmak suç mu ya da aşağılanacak bir durum mu? Sorusu karşısında sessiz kaldım. Benimle olan soğuk savaşında vuracak yer bulamayınca saçmalıyor, zihin kurcalayan değişik sorularla sıkıştırmaya çalışıyordu. Zaten daha da konuşmadık. Konuşacak konumuz yoktu ki! Biz karı koca olarak konuşacak konu bile bulamıyorduk. O kadar uzaktı bana. Aramıza koyduğu sedirlerin üstünden geçmem, Barış'ın yanına varabilmem mümkün değildi. Tüm izin işlemleri hallolduğunda hastaneden çıktık. Bu geceyi evde geçirecektik. Yarın sabah ise erkenden yola çıkarak Barış'ın memleketine gidecektik. Yeni şehir, yeni insanlar, yeni yüzler... Dinlenebileyim diye düşündüğü fikir her ne kadar bana saçma gelsede karşı çıkamıyordum. Şu son 1 hafta içerisinde çok bunalmıştı. Diğer düşmanın eşgalini polisler çizmişti ama diğerini mümkün değil söylemiyordum. Kız kardeşine düşman olması korkunç olurdu. Aile birbirine düşer, hatta belki de benim yalan söyleyip iftira attığım bile dile gelirdi. *** "Odana çıkarayım seni." dedi Barış. Kafamı salladım. Kolumdan tutup yardımcı oldu bana. Verilen sakinleştiricelerden ötürü hastanede rahattım ama acısı daha bahçeye giriş yapar yapmaz çıkmaya başladı. Arabaya biniş anım, Elvan ablaya olan güvenim... Neden yaptı? Bunu bana neden yaptı? Hadi beni geçtim, abisine nasıl yaptı? Sabit kalmıştı bakışlarım aynı noktada. "İyi misin?" dedi Barış hâlimi fark edince. Hiç iyi değildim. Ben, seninle tanıştığım günden beri hiç iyi değilim Barış. "Yüzün soldu. İyi değilsen kucağıma alayım." dedi. Sınıra kadar gelen yaşlarımı, gökyüzüne bakarak geri gönderdim. Sanki her an bir yerden çıkacak, beni yine alıp götüreceklerdi. "İyiyim." dedim kendimi toplayarak. "Ayakta fazla kaldın. Hadi hemen çıkalım." Kafamı salladım tamam anlamında. "Abicim..." Duyduğum sesle Barış'ın kolunu tüm gücümle sıktım. Elvan... Elvan buradaydı. Ya beni yine götürürse? Ya o acımasız adamın ellerine tekrar teslim ederse? Göğsüm sıkıştı, kalbim delicesine atmaya başladı. Korku bedenime tümüyle el koymuş, şiddet izleri yeniden gözümün önünde belirmişti. "Yapma!" dedikçe tenime değen her darbede öldüğümü hissediyordum. O kadar çok dövdü ki artık hissiyatım kaybolmuş, tepki dahi vermiyordum. İşte o zaman beni aldı, yolun kenarına çöp misali fırlattı. İğrenç nefesi tenime her çarptığında tiksintiyle bağırıyordum. Koca evin içinde beni duyan yoktu. Çığlıklarımın yön değiştirttiği kuşlar bile varken, elimi tutan bir varlık yoktu. Bana dokunmak istedi, dokunmaya çalıştı ama yanında yüzünü görmediğim, sadece sesini duyduğum adam engel oldu. "Sakın!" dedi eli elbiseme gittiğinde. "Başkasının namusuna elini uzattığın an yemin olsun çeker vururum seni!" Çaresizlik içinde bana umut olmuştu. Ne büyük bir yıkımdır ki onca yediğim dayağa sessiz kalmasına rağmen beni kurtardığı için borçlu hissettim kendimi. Sürekli "Barış çok şanslı. Benim elindekini aldı, ben de onun elindekini alacağım." diyip duruyordu. Konuşmalarından anlam çıkaramıyordum çünkü Barış'ın geçmişi hakkında bildiğim tek şey Leyla'ydı. Leyla'yı mı almıştı elinden? Kafamın içi bulamaça dönmüştü ve her saniye ölüyordum. Nasıl sıktıysam artık, koluna baktı Barış. Ardından yüzüme... "Asiye iyi misin?" Sanırım iyi olduğum yalanını söyleyecek kadar bile iyi değildim. Bastığım yer ayaklarımın altında kayıyor, başım dönüyordu. Sıkı sıkıya yapıştım Barış'a. "Ben hiç iyi değilim..." Hatırımda kalan son film perdesiydi cümlem. Ya yere ya da Barış'ın kollarına... Neticesinde bayılmıştım. *** BARIŞ'IN AĞZINDAN... İhtimalde olsa Cihan'a aşık olma olasılığı vardı. Boş bakmıyordu, gözlerinin içi parlıyordu. Herkese donuklaşan çakırları ona dönünce kurak topraklarda filizlenmiş gibi yeşeriyordu. İşte bu yüzden alıp götürecektim onu. Bir daha Cihan'la karşı karşıya gelirlerse ve Asiye'nin aşkından emin olursam dağıtırdım ortalığı. Kendime hiç güvenmiyordum... *** Sımsıkı tuttuğu kolumu koparacak hissiyatına kapıldım. Bilmem ne ettiğimin villasında ne vardı da ayak basar basmaz fena oldu, bilmiyorum. Gözlerinin mavi kısmı kaybolup, tamamen beyaza döndüğünü görünce bayılacağını anladım. "Ben hiç iyi değilim..." dedi ve kollarımın arasına bayıldı. Eğer tek bıraksaydım, destek olmasaydım kafasını doğrudan yere vururdu. "Elvan! Hemen doktoru ara, gelsinler!" Bayılmaların yaşanabileceğini söylemişti doktor. Özellikle yaşadığı travmadan sonra olayı hatırlatacak kişiler, nesneler ya da mekan fenalaşmasına yol açabilirmiş. Villaya girince sıklaşan nefesini fark ettim. Çaktırmadım ama anladım. Ama verdiğim destekle toparladı kendini, taa ki Elvan'ın sesini duyana kadar... Tüm bağlantıların orada koptuğu belliydi. Belki ses benzerliği belki de cümle... Asiye'nin travmasını tetikleyen şey bunlardan biriydi. Kucağıma aldım, direk odasına çıkarttım. Annem telaşla peşimizden geliyordu. Yatağın üstüne dikkatlice uzatıp tam arkamda duran anneme "Yalnız kalalım." dedim. Kireç gibiydi kadının yüzü. Başlarda sevmiyor gibiydi ama sonradan pek bi ısındı Asiye'ye. "Niye bayıldı Barış? Daha yeni çıkmıştır hastaneden. Doktora haber verdiniz mi?" Omuzlarından kavradım. "Doktor bunların normal olduğunu söyledi. Elvan'da aradı zaten, az sonra gelecek. Toparlanana kadar olur anne. Yaşadıkları hiç kolay değil. Zaten kendini biraz toparlasın, psikiyatriste götüreceğim onu." "Emin misin oğlum? Ölü gibi yatıyor kız." "Eminim. Şimdi izin ver, biraz ferahlayalım." "5 dakikaya kontrole geleceğim, ona göre." Gözlerimin her ikisini de kapatıp onayladım annemi. Telaşını anlıyor, hakta veriyordum. Zaten ne kadar sakin gözükmeye çalışsam da ben de çok korkuyordum ona bir şey olacak diye... *** Yaklaşık 15 dakika olmuştu ama hâlâ baygındı. Doktor yoldaydı fakat baygınlık durumu uzayınca arayıp bilgi aldım. Muhtemelen beynin otomatik uykuya geçtiğini söylüyordu. Yani kıpırdamaları olduğunu söyleyince böyle demişti. Aslında aramazdım doktoru ama annem ısrar edince, bir de panik yapınca mecbur kaldım. Şimdi odada yalnızca ikimiz vardık. Gözüm inip kalkan göğsündeydi. Sabit duracak diye ödüm kopuyordu. Gözlerini aç Asiye... Gözlerini aç... "Tık tık!" sesi geldi kapıdan. Nemli gözlerimi silerek ayağa kalktım, kendim açtım. Elindeki tepsiyle Elvan belirdi karşımda. "Abicim..." dedi kaçamak yoldan içeri bakarak. "Asiye uyuyor mu hâlâ?" "Uyuyor." dedim. "Gelebilir miyim içeri?" "Buyur, geç." dedim kapının önünden çekilerek. Evlenmiş gitmişti. Diğer kız kardeşlerim olsaydı kapıdan kovardım ama el evine gidince farklı oluyordu kız kardeş. Araya soğukluk girsin istemiyordum. Yoksa başı sıkışsa kime gider, kimden yardım isterdi? Elindeki tepsiyle Asiye'ye baktı. "Yüzünü nasıl dağıtmışlar öyle ya!" dedi. Ben de ilk gördüğümde yüzü gibi dağılmıştım. Kasıtlı olarak yüzüne çalışıldığı belliydi. Ama... İçimi asıl kemiren... İşte onu henüz kendime bile itiraf edemiyordum... "Neyse..." dedi elindeki tepsiyi bana uzatarak. "Yemeğini ye abicim. Güçten düşmemen lazım." "İştahım yok." dedim cam kenarına oturarak. "Olmaz ama abi. Düşman açık kollarken sen güçsüz mü düşeceksin?" Derin nefes eşliğinde Asiye'ye baktım. Her zaman ayakta durmam mı gerekiyordu? İnsandım en nihayetinde. Düşmek, tökezlemek benim de hakkım değil miydi? "Israr etme." dedim. Cebimdeki sigarayı çıkartıp bir dal yaktım. İçimdeki yangınları büyüten küçük bir ateşti. En büyük yangınım Asiye'ydi, Asiye'nin gözleri. Koskoca denizin ortasındayım... Derdimin dermanı yanıbaşımdayken yanmaya devam etmemde benim aptallığımdı... Tepsiyi küçük masaya yerleştiren Elvan usulca yanıma gelip karşıma oturdu. "Abi..." dedi. Gözlerimi kaçırdım. "Asiye'nin durumuna hepimiz üzülüyoruz. Ailecek yaşadıklarımız hiç kolay değil biliyorum ama sen kendini son 5 gündür fazla dağıttın. Düşmanı bulacağım diye kızı sıkıştırıyorsun." "Ne demek sıkıştırıyorsun?" dedim kaşlarımı çatarak. "Konusunu dahi açmıyorum Elvan!" "Gardiyan gibi baş ucunda gezinip duruyorsun abi. Sormamak için kendini hırpaladığını o kızcağız anlamıyor mu sanıyorsun?" Doğru, zor tutuyordum kendimi. Bir çok kez tekrardan sormaya yeltenmiş olabilirdim ama sormadım. "Rahat bırak kızı. Zaten eşgalini vermiş, daha niye zorluyorsun? Görmüyor musun halini?" dedi başıyla yatakta yatan Asiye'yi göstererek. Döndüm, baktım güzel yüzüne. Tüm amacım onun daha fazla rahat etmesiydi. Düşman artık beni benimle değil, onunla vuruyordu. Ve ben her kurşununda toprağa bir adım daha yaklaşıyordum... "Üstüne varma, sıkıştırma. Kendi kendine çözülür zaten." Sigarayı saksının içinde söndürüp eğildim. Kız kardeşim benim sırdaşımdı. Sorunlarımın çok azını da olsa ona anlatırdım. Fısıltı şeklinde "Asiye bana ne dedi biliyor musun?" dedim. Elvan'ın gözleri dışarı fırladı. Alnında ter birikti ve dehşetle baktı bana. "İyi misin?" dedim. Hiç iyi gözükmüyordu. Tansiyonu falan mı düşmüştü acaba? Cevap gelmeyince "Elvan..." dedim tok sesimle. Silkelendi, "İ-İyiyim..." dedi. "İyi gözükmüyorsun ama. İstersen odana götüreyim seni. Hepimiz için zor zamanlardı, sen de yoruldun tabii. Gebesin birde." "İ-İyiyim, iyiyim abi." "Elvan..." "Valla iyiyim. Sen, şey diyordun. Asiye bir şey demiş sana." "Ha! Düşmanın bir değil, çok yakın dedi. Diğeri çok yakın dedi Elvan. Yani bu evden, bizim aileden ya da babamın yakın çevresinden... Ama öğrenince kaldıramayacağımı da söyledi." "Belki yanlış hatırlıyordur abi. Sen yine de tam itimat etme dediklerine." "Uyans-..." Karımın uyanma uğultuları kulağıma ulaştığı an Elvan'la ayağa dikildik. Şükür... Şükür ki uyandın Karadenizli... "Su... Su..." dedi. Elvan, tepsinin üzerindeki bardağı alıp Asiye'ye uzattı. "Gel canım, ben içireyim." dedi. Asiye'nin ilk baş gözleri açıldı. Ardından büyük bir çığlık atarak bardağa elinin tersiyle vurdu. Odanın her yerine dağılan cam parçalarıyla ufak bir gerileme yaşadım. "İMDAT!" diye bağırdı. Yere saçılan camları umursamadan yanına koştum, dokunmak istedim ama deli gücü gelmişti kıza. Kimseyi görmüyor, sadece Elvan'a vuruyordu. Sudan çıkmış balığın yeniden yaşama dönmesi için akıntıyı bulmaya çalışması gibiydi çırpınışları. "Sakin!" dedim. "Asiye sakin ol! Ben buradayım!" Duymuyordu. Yaşam alanına dönene kadar da duyacak gibi değildi. "İMDAT!" dedi yeniden. Elleriyle Elvan'a vuruyor, korkuyla çığlık atıyordu. Eve geliş sürecimizde bunların olacağını tahmin ediyordum ama bu kadarını beklemiyordum. "DUR! ASİYE DUR!" "BIRAK! BIRAK BENİ! İSTEMİYORUM! GELMİCEM BU SEFER SENLE, BIRAK BENİ!" Cümleleri doğrudan Elvan'a bakarak söyleyince hareketlerim sabit kaldı. Hastanedeki odada Elvan vardı, bahçedeki duyduğu ses Elvan'a aitti ve şimdi yine Elvan'ı görünce fenalaşmıştı. Ne oluyor! Aklımı yitireceğim, ne oluyor! Benim karım Elvan'ı her gördüğünde niye deliriyor! Çektim kolundan, odanın diğer tarafına ittirdim. "GİT!" dedim. Dengesini sağlayamadan yere düştü. Ağzından kaçan "Ah!" vicdanımı sızlatsa da şüphe kanıma girmişti bir kere. Karnını tuttu... "ÇIK GİT ŞU ODADAN ELVAN!" Kalırsa daha fazlasını yapardım biliyorum. Bu yüzden çıkması herkes için daha iyiydi. "Abi..." "ÇIK GİT ELVAN! KALBİNİ KIRACAĞIM, ÇIK GİT!" Lafımın dinlenmesi için çağlamam mı lazımdı? Neden sakinken, beni çıldırtmadan önce dediğimi yapmıyorsunuz? İlla delirmem mi gerekiyor? Ağlaması şiddetlenen Asiye, Elvan'ı uzaklaştırınca sakinleşti ve yatağın üstüne oturdu. Elleriyle kulaklarını kapayarak gözlerini sımsıkı yumdu. Elvan'a döndüm yeniden. "Kaybol!" dedim dişlerimin arasından. Bunun hesabını sana sonra soracağım! Umarım, umarım bir hata daha yapmamışsındır Elvan! Yaşlı gözlerle çıktı odadan Elvan. Zaten o çıkınca "Asiye..." dedim yatağın üstüne dizimin tekini koyarak. "Kimse yok, ben varım..." Her hareketimi yavaşça yapmam lazımdı. Beyin o anları hatırlıyor, acısını tazeliyordu biliyorum. "Git! Git!" diyordu sadece kulaklarına vurarak. "Asiye benim, Barış..." dedim şansımı yeniden deneyerek. Yavaş yavaş yaklaştım yanına. "Bak, benim. Kimse yok, ben varım. Şimdi sana dokunacağım, korkma tamam mı?" dedim. O değil ama ben korkudan titriyordum. Verdiğim zarar yetmezmiş gibi yaralarının çoğaldığını gördükçe geberiyordum. Tereddütle sağ eline dokundum. Gözlerini korku ile açtı. "Benim!" dedim bağırmadan. Fark etti, ben olduğumu anladı. "Sensin..." dedi elleriyle yüzüme dokunarak. "Benim..." dedim. Bir kaç saniye ara verdiği ağlamaya daha şiddetli başlayınca bedenimi komple yanına yerleştirip başını göğsüme yasladım. Her şeyin sorumlusuyken, tek güvendiği kişinin ben olması canımı yakıyordu. Denize düşmüş, yılana sarılmıştı ve o yılan bendim... Şimdi ise o yılan parmakları arasında kaybolan saçlarını okşuyordu... "Korkmana gerek yok, Barış burda tamam mı?" dedim. Kafasını kaldırdı, gözlerimin içine baktı. "Kardeşin..." dedi boğuk sesiyle. "Gitti dimi?" diye ekledi. "Gitti!" dedim kaşlarımı çatarak. Elvan! Bu pislikten de parmağın çıkarsa yemin ediyorum kimse alamaz seni elimden! Sormak çok zordu ama tutamıyordum kendimi. Zorlada olsa yutkundum ve gözlerimi gözlerinden bir an olsun ayırmadan "Gizli düşman... Elvan mı?" diye sordum. Hayatımın en ağır cümlesi çıktı ağzımdan. Cevabını almak istemediğim ama delicesine merak ettiğim o soru... Kendi kanımdan, kendi canımdan ikinci darbeyi yersem bunun altında ezilirdim. Lütfen Asiye... Lütfen beni dudaklarından dökülecek olanlarla öldürme... Kirpiklerini kırpıştırdı. Sanki ağzından çıkacak olanlar onu da vuracak, benim yanıma gömecekti. Sabırla, korkuyla bekledim. O susuyor, ben ise sessizliğine bakışlarımla karşılık veriyordum. Diliyle ıslattığı dudaklarına kaydı bakışlarım. Tehlikeli sularda yüzüyordum, hemen kaçırdım gözlerimi. "Y-Yok." dedi sanki beni yakalamış gibi. Kollarımın arasından kurtulmak istediğinde izin vermedim. "Yalan söylüyorsan..." dedim tamamen dudaklarına bakarak. "Bırakır mısın beni?" "Bırakmazsam ne olur?" Aramızdaki yakınlık ilk kez kırmızı çizginin üzerinde dans ediyordu. Dalgaların yüksekliği arttıkça ikimizi de içine çekiyor ama boğulan ben oluyordum. "Barış... Sonradan pişman olacağın şeyler yapma!" dedi. "Pişmanlık anlık gelişir, sonra kaybolur." dedim daha da yaklaşarak. "Uzaklaşır mısın benden?" Dilinin söylediğiyle kalbinin istediği farklıydı. Rahatsız olsaydı tokat atar, göğsümden itmeye falan çalışırdı ama Asiye'de yerinde duruyor, tıpkı benim gibi dudaklarıma bakıyordu. "Aramızdaki yakınlık seni rahatsız mı etti?" dedim fısıltılı sesimle. Sustu ve gözlerini tamamen kapattı. Kollarımın arasındaydı. İstediğim her şeye boyun eğebilecek kıvamda. Ben istiyor muydum? Kalbim istiyor muydu? Belki beden istiyordu ama kalp? O da atıyor muydu bu güzel kadına? Umurumda bile değildi! Bir milimlik yakınıma gelmiş kadını öpmeyi deli gibi arzuluyordum. Yaklaştım, yaklaştım... Küçük burnunun yanında hafif kemerli burnum büyük kalınca başımı eğmek zorunda kaldım. Kapanan gözlerine eşlik eden gözlerimle milim milim yaklaştım. Dudaklarım bir sıcaklığa temas ettiği an fırtına koptu kalbimin en derinliklerinde. İhanet miydi sevdiğim kadına yoksa vicdanımın oyunu muydu bana? İleri gitmek istiyordum fakat öylece kalmıştım. Küçük bir temas dahi beni zirveye çıkarıyorsa kim bilir komple öpsem ne hissederdim. Sol elimi ensesine yerleştirip derinleştirmek üzereyken kapı pat diye açıldı. Anın büyüsünden hızlıca çıkan Asiye elleriyle beni ittirdi. Sinirlendim, öfkem tavana vurdu. Bu densiz de kimdi! Odamıza izinsiz dalacak kadar yürek yemiş densiz kimdi! Başımı çevirmemle gördüğüm kişi beni Afrika sıcaklarından alıp buzulların ortasına bıraktı.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE