25. MAYIN TARLASINDA AÇAN ÇİÇEK!

1133 Kelimeler
BARIŞ'IN AĞZINDAN... Karım karım diyordum da, bi marifetini görememiştik henüz. Ne yemek yapıyordu ne de ayaklarımızı ovalıyordu. Şimdi iki öptük diye dayak yiyecek halimiz yoktu bence. "Ayh!" dedi yatağın içinde. Sakinliği karşısında arada öfkelensemde dinginliği beni cezbediyordu. Terazinin öfkeyle kalkan yerini sükunetiyle bastırmaya çalışıyordu ve ilginçtir ki başarıyordu. Arkamı döndüm, ses çıkartmadan öylece uyudum. Sabah erken kalkacak, yola girecektik. Asiye'nin okulu başlayana kadar da orada duracaktık. Yaklaşık 1.5 ay vardı başlamasına. Kafamızı dinlemek, evliliğimizin tadını çıkartmak bizim de hakkımız diye düşünüyordum. Düşmandan kaçmak maksadıyla kısıtlı yaşadığım hayatımı daha fazla ertelemeyecektim. O düğün yapılacak, Van yıllarca bizi konuşacaktı. Sonrası çorap söküğü gibi gelirdi zaten. *** "Bavulların hepsi tutuldu dimi?" İçim içime sığmıyordu. 30 yaşıma gelmiştim ve köylünün ağzı evlenmediğim için susmak bilmemişti. Hakkımda dedikodular çıkmış, kısır olduğum tüm memlekete yayılmıştı. Bir de doğru olsa ses etmicem ama tamamen sallamaydı. Bir kesim onu derken diğer kesim de aşık olduğum kadın çirkin diye göstermeye çekindiğimi söylüyordu. İğrenç tabirler midemi bulandırmakla kalmıyor, kalp kırmama kadar ilerliyordu. Kendini bilmez aptal insanlar! Şimdi Asiye'yi görünce de aynı cümleler çıkacak mı ağzınızdan bakalım! "Tutuldu beyim." dedi adını bile bilmediğim hizmetçi. Güzel! Karımı da uyandırınca geriye yapılacak hiçbir şey kalmıyordu. Annemler yaklaşık yarım saat önce çıkmışlardı. Aslında ben yollamıştım. Geceki öpücükten sonra Asiye benden kaçıp babamın araçla gidebilirdi. Asiye'nin odasına çıktım, kapıyı tıklattım. Bir dakika ya! Kendi odama girerken müsade mi isteyecektim? Yavaşça açtım kapıyı ve içeri girdim. Yatağın üstü boştu, muhtemelen lavabodaydı çünkü oradan ses geliyordu. Boş yatağın üstüne oturup beklemeye başladım. Hayat ne tuhaftı dimi? Aylar önce yüzüne dönüp bakmayacağım kadın benim nikâhımdaydı. Hem de ilk başlarda çok ön yargılı, kesinlikle karşı çıktığım bir kişilikti gözümde. Şimdiyse bakmaya kıyamadığım kadındı... Karadeniz'in hırçın dalgalarından bir akıntıydı gönlümde. Kayalara vurdukça temizliyor, içimdeki karanlığı aydınlatıyordu. Onunla parlamaya razıydım da o beni parlatmaya hevesli miydi, işte onu hiç bilmiyorum... Tuvaletin kapısı açıldığında başında havluyla dışarı çıktı. Muhtemelen yeni duş almıştı. Ayağının üstüne zor basıyorken kendini niye zorluyordu anlamıyorum. "Ayh!" dedi beni görünce. Sağ elini kalbine götürüp sol eliyle de kapının pervazına tutundu. "Sen miydin?" Başka kim olacaktı acaba? Bu odaya benden başka kim girebilirdi? İki dakika sakin kalalım, güzel hayaller kuralım diyoruz ama yok! Sonra Barış neden sinirli? Ufak öksürükle boğazımı temizledim. Sert yaparsam inada bindirir, gelmek istemezdi. "Hazırlan, 10 dakikaya çıkıyoruz." dedim sorusunu es geçerek. "Nereye?" dedi. Acaba hafıza kaybı mı yaşıyordu? Daha dün konuşmuş, memlekete gideceğimizi söylemiştim. "Van'a gidiyoruz Asiye." dedim. "Ben... Orada yapabilir miyim ki?" "Neden yapamayasın?" Görende ülke dışına çıkacağız zannederdi. Aynı insanların bulunduğu farklı memlekete geçecektik alt tarafı. "Ya dışlarlarsa beni?" İşte bu doğru tahmindi. Kesin yapacaklarını bildiğim gerçeği Asiye'den gizleyip de yalan söyleyemezdim. Cevap vermek içimden gelmediği için sorusunun doğruluğunu sessizliğimle onayladım. Sadece "Kendini sevdirmen senin elinde." dedim. Bu seferde o sustu. Odaya girdi ve saçındaki havluyu çıkarıp sandalyenin başına astı. Simsiyah, kıvırcık saçlarının odaya yaydığı koku burnumdan içeri girince ciğerlerim bayram etti. Tıpkı kendisi gibi, mis kokuyordu... "Kurutma makinesi dolapta." dedim. "Isı vurmuyorum, kendi hâlinde kurumasını tercih ediyorum." dedi. Bakımlı olduğunu belli ediyordu ama saçlarına olan hassasiyeti farklıydı sanırım. Küçük çekmeceden tarağı aldı, aynanın karşısına geçti. Beline kadar uzanan saçları yüzüne düştükçe içimdeki kıvılcımlar canlanıyordu. Birden ayağa kalktım, "Ben tarayayım mı?" dedim. Saçlarının her bir teli parmaklarımda gezinsin diye nelerimi vermezken bu fırsatı kaçıramazdım. Durdu, aynadan baktı bana. "Ben tararım." dedi. Sıkıntı yok. Ben nezaket olsun diye sormuştum. Yanına gidip elinden tarağı aldım, yavaşça saçlarında gezdirdim. Zaten aklımdakini hayata dökecektim. Aldığım hayır cevabı beni yıldıramaz, bu hediyeden mahrum bırakamazdı. "Barış..." "Otur!" dedim omuzlarına hafif bir baskı uygulayıp sandalyeye oturtarak. Tarağın saçta her gidiş gelişinde içimdeki düğümler çoğalıyordu. Nasıl kapılmıştım ben? Hangi ara, ne zaman? Leyla'ya atan kalbim Asiye'ye dönüş yaparken aklım neredeydi? Yoksa zihnim bana oyun mu oynuyordu? İlgisiz kalan gururumu doldurmaya mı çalışıyordum? Ne oldu sana Barış? Bastığın toprakların insanları korkudan evlerine geri çekilirken bir Karadenizli mi yelkenlerini suya indirdi? Hani hanımın ağzına bakmak, ihtiyaçlarına yetişmek sana göre değildi? Hani ölsen de yapmazdın bu yaptıklarının hepsini? Kadın yemek yapar, evi temizler, kocasının gönlünü hoş tutmaya çalışır, etrafında pervane olurdu. Hani böyleydi senin katında? Değişen neydi ki hepsini sen yapar olmuştun? En fazla kirli çamaşırlarımı kaldırır diye aldığım kızın saçlarını tarıyordum, hem de kendi isteğimle. "Kıvırcık saçı kullanmak zor değil mi?" dedim tüm bu karmaşık düşünceleri savuşturmak için. Aslında kuruyken daha dalgalı gözüküyordu ama ıslakken baya kıvırcıktı. "Bakım ürünlerim var, onlarla daha rahat oluyor ama hepsi Rasim amcalarda kaldı." Damarlarım gerildi. Rasim amca demek Cihan demekti nezdimde. "Yenisini alırım ben sana." dedim. "Gidip alabilirim..." Tarak saçının tam ortasındayken cümlesini duyunca durdum. Tamamlamasına izin vermeden "Söz konusu bile olamaz! Yenisini alırım dedim dimi!" dedim. "Şey... Masraf olmasın diye dedim." Aynadan gözlerimiz birbirine değiyordu. Anlık dudaklarına kaydı bakışlarım. Dün geceki dokunuştan ikimizde bahsetmiyorduk ama hâlâ delicesine hatırlıyorduk. Unutmam, unutması mümkün değildi. Aramızdaki çekimi inkâr etmek imkansızdı. Kimyalarımız uyuyordu ve bunu harcamak istemiyordum. Soğukluğumu gülüşümün arasına saklayarak "İki, üç tane bakım ürünü mü masrafımız olacakmış?" dedim. Sanki yapabiliyormuş, sinirlenebiliyormuş gibi kaşlarını çattı. Çok komik oluyordu. Görmemezlik bir kalıp olsaydı şu an Asiye'ye yaptığıma denk düşerdi. Sessizce tarağı tekrar saçlarında gezdirdim. Hiç beyazı yoktu. Simsiyah, boyalı imajı veriyordu gözlerime. Acaba boya mıydı? Saç rengi bile olsa yapaylıktan nefret ederdim. "Saçların... Boya mı?" dedim. "Kendi rengim." diyince hafif bir sırıtma bıraktım dudağımın kenarında. Tarama işi komple bitince burnumu saçlarına götürdüm ve kokusunu içime çektim. "Çok güzel kokuyorsun..." dedim. Soğukta titreyen bir kuş misali ürperdi bedeni. Korku muydu vücudunun verdiği tepki yoksa heyecan mı, çözemiyordum. Sadece anda kalmak, kafamı başından hiç kaldırmamak istiyordum. "Başımı döndürüyorsun Asiye. Yakma bizi!" dedim saçlarının arasına gizlenmiş kulağına fısıldayarak. Sustu. Aynadan baktım tekrar yüzüne. Gözlerinde korkuyla karışık derin bir kaygı gizliyordu. Aramızdaki duygu henüz aşk değildi ama hafife alınacak kadar düşük seviyede hiç değildi. "Şey... Aşağıda bekliyorum!" dedim uzaklaşarak. Sence de fazla kaptırmadın mı kendini Barış? Eski sürümüme geri döndüm. Yüzüne bakmadan odadan hızlıca çıktım. Dışarı adımımı atar atmaz nefesim daraldı. "Sakin ol!" dedim kendime. "Sakin kal Barış! Karın olduğu için böyle tepkiler veriyorsun, sakin ol! Ona aşık olamazsın, sevemezsin! Heleki aynı coğrafyadan bile değilken, hiç sevemezsin! Size ayak uyduramaz, törelerinize bağlı kalamaz! Aklını bir an önce başına topla!" Ben hiç böyle hayal etmemiştim. Boşanmak fikrini düşünmüyordum ama aşk sularında farklı rotaya dönüş yapacağımı bilemezdim. Evlilik mantık olarak devam eder, mantık yoluyla çocuk yapılır, sonra rutin karı koca hayatına dönerdik ama öyle olmuyordu! Gün geçtikçe bağlanıyordum çakır gözlüye. Bazen bir bakışla, bazen ufak bir tebessümle. Hatta hiç beceremediği kızgınlık hâlinde bile... En ufak detayına takılı kalıyor, gönlümün akıp giden sularında kayboluyordum. Şimdi söyle bana Karadenizli! Sen kimsin? Mayın tarlası olan hayatımın içine çiçek niyetine düştün. Dökülmüş yapraklarıma yeni açan dallarınla umut veriyor, çürümüş meyvelerimin tohumlarını yeniden toprağa gömüyordun... Neden? Patlayacağını bile bile neden filizleniyorsun içimde, kalbimde? Hadi bana acımadın, kendinede mi körsün? Bana bağlanma Asiye... Bari sen uzak dur ki benden, ben de durabileyim. Yoksa yıllarca sulayıp sevgi verdiğin tüm bahçeni ayağımı havaya kaldırmamla paramparça ederim. Ben mayınım, sen mayının yanında açan çiçek... Yakma kendini, yakma bizi...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE