ASİYE'NİN AĞZINDAN...
Gözlerim açılıp kapanmaktan şikayet eder hâle gelmişti. Salondaydım, koltukta. Artık mümkün değilki bedenim sabit kalsın, yorgunluğum geçsin. Kuryeler bile benim kadar konum değişikliği göstermiyordur.
Sessiz bir ev karşıladı beni. Sanki onca kavga yaşanmamış, yukarıda kızılca kıyamet kopmamış gibi. Burayı ilk kez böylesine huzurlu görüyordum.
Hizmetliler telaş içinde sofrayı hazırlıyor, arkada hafif bir tonda Kürtçe müzik çalıyordu.
Doğruldum, etrafıma bakındım fakat yardımcılar dışında kimse yoktu. Sanki rüyadan uyanmıştım ve gerçek hayata dönüş yapmıştım. Keşke öyle olsa... Keşke koca bir rüya, kabus olsa tüm yaşadıklarım...
"Hele kurban, uyandın kızım?"
Hatun hanımın sesiyle anladım ki hayat kaldığı yerden devam ediyordu.
"Neler oldu?" dedim. En son doktoru hatırlıyordum, bir de yükselen kavga seslerini. Gerisi beyaz bulutların araya girişi ve benim yeniden sislerin arasında kayboluşum...
"Hiçbir şey olduğu yoktur kızım. Hadi yemek hazır, sofraya geçelim."
"Ama..."
"Hayde sofraya!"
Kendisi konuşurken saygı isteyen kadın, başkası ağzını açtığı an susturma çabasına giriyordu. Düşmanı dışarıda aramaya gerek yok! Kaya ailesi açık olan kontenjanı kendi içinde yeterince dolduruyordu.
Tam ayaklarımı yere basacağım sırada sargı bezlerini gördüm. Of! Gerçekten of! Nasıl yürüyecektim şimdi ben?
Kocam olacak şahısta ortalıklarda yoktu. Sakin kalayım diyorum ama yok! Bunlar beni bile çıldırtacak türden yapıya sahipler!
Sağ ayağımı hafiften yere koydum, üstüne yüklenmeye çalıştım, olmadı! Çok acıyordu.
"Bakar mısınız?" dedim bahçeye geçmekte olan yardımcıya.
Elindeki tepsiyle birlikte döndü, bana baktı. "Bana mı dediniz hanımım?" dedi.
"Hı hı! Rica etsem yardımcı olabilir misin?" dedim.
Benden bir kaç yaş küçük olduğunu tahmin ettiğim genç ve güzel kız tepsiyi uygun bir yere koyarak yanıma geldi.
"Buyrun!" dedi ellerini önünde bağlayıp.
"Tek başıma yürümem imkansız. Yardım edebilir misin bana?"
Ayaklarıma baktı. Bakışlarında yatan hüzün beni de kedere boğdu. O bile acıyordu bana...
"Ben biraz nazlıyım sanırım. Ufak tefek sıyrık hepsi." dediğimde kolumdan tutarak ayağa kaldırdı beni.
"Ağırlığınızı bana verin hanımım." dedi.
"Adım Asiye. Hanımım demezsen sevinirim."
Yıllanmış kadın kalıbına sokuyordu hanımım kelimesi. Daha 22 yaşımdayken yaşlı muamelesi görmek istemiyordum.
"Peki Asiye hanım."
Gülüş sesim yalnızca burnumdan çıkan solukta saklıydı. Yardımcı kız dikkatle yürümeme yardımcı oluyordu.
Etrafta kimse yoktu ve fırsatı değerlendirmem gerekiyordu.
"Şey..." dedim çekinerek.
"Barış'ı gördün mü hiç?"
"Barış bey yaklaşık yarım saat önce çıktı evden."
Hemde ben bu haldeyken! Nereye gitmişti ki? Acaba Leyla'nın yanında mıydı?
"Halis bey çağırdı." dedi kız. Kalbimi okumuştu sanki.
Sofraya kadar bana eşlik eden genç kıza teşekkür ederek bana ayrılan yere oturdum. 4 kişiydik. Ben, Hatun hanım ve diğer iki kızı. Halis beyle Barış'ın yokluğu belli oluyordu.
Onlarla geçirdiğim zaman çok kısa olduğu hâlde derinlemesine bağlanmıştım, özellikle de Barış'a...
Nedendir bilmem, varlığı bana güven veriyordu. Sanki onun olmadığı ortamlarda tehlike çanları kulağımın dibinde çalıyordu.
"Herkes burda olduğuna göre, hadi afiyet olsun!" dedi Hatun hanım.
Leyla günümü zehir zıkkım etti, afiyete yer mi kalmıştı? Tam yakınlaşmış, ilk kez temas etmişken her şeyi mahvetmişti o aptal!
Kocamla öpüşürken ondan izin alacaktım sanki?
"Yemeğine dokunmadın kızım." dedi Hatun hanım.
"İştahım pek yok."
"Barış'la yakınlaşmışsınız!"
Ağzıma götürdüğüm suyu usulca masaya geri bıraktım. Nerden haberi vardı? Barış mı söylemişti acaba?
Cümlesini duymamış gibi yaparak tabağımdaki yemeği hızlıca yemeye başladım. Kaçış yolum olmuştu önümdeki tabak.
Kızlar yandan gülüyor, ben ise kıpkırmızı olan yüzümle yerin dibine girmek istiyordum.
Çenesi düşük bir kocam vardı! İnsan bunu annesine söylerken hiç mi utanmazdı? Erkek milleti değil mi, düşüncesiz öküz!
Yemekler yiyildi, sıra çay faslına geldi. Kızlar benim hastaneden çıkmamın şerefine baklava açmışlardı.
Her dilimde bu son diyordum ama sahiden muazzamdı.
"Şeker komasına gireceksin kızım!" dedi Hatun hanım.
"Alışkınım." dedim ağzımı yuttuktan sonra.
Cihan, sırf ben seviyorum diye eve her dönüşünde mutlaka baklava alırdı.
Hatırıma düştü yine aşık olduğum adam. Belki kalbimden çıkmamıştı ama evli olduğum süre boyunca düşünmek haramdı bana.
"Manevi ananla baban kapıda, seni ziyarete gelmişler."
Yardımcı kulağına fısıldadıktan sonra söyledi bunları Hatun hanım. Gözlerim ışıldadı. Beni yalnız bırakmamaları, hâlâ arka çıkmaları hoşuma gidiyordu.
"Gelsinler mi?" dedi.
"Estağfurullah Hatun hanım, buyursunlar." dedim.
Tek kaş hareketiyle herkese emir verebiliyordu. Yine aynısını yaptı. Tıpkı bir ağa gibi sözü dinleniyor, ev halkı tarafından hürmet gösteriliyordu. Aile içindeki gücünden ara ara çekiniyordum ve Hatun hanıma yanlış yapmamaya çalışıyordum.
"Hanım değil, ana de bana!" dedi.
Anne kelimesi... Yoğun bir boşluğu içimde barındıran o kelime... Annemden sonra kimseye anne diyememiştim. Zamanı vardı belki ama şimdi değildi, şimdi hiç değildi...
Kapılar açıldı, Rasim amca, eşi ve oğluyla beraber içeri girdi. Hayır Cihan! Senin burada ne işin var!
Tam da ortalık yatışmışken...
Acımı bir köşeye bırakarak ayağa kalktım. Belki adım atamıyordum ama oturarak da beklemek istemiyordum.
"Kalkma kızım, otur otur!" dedi Rasim amca içeri girer girmez.
Şefkat dolu yüreği, tertemiz bir kalbi vardı. Beni bu evliliğe zorladığı için ara ara vicdan azabının altında ezildiğini hissettiriyordu.
"Hoşgeldiniz Rasim amca." dedim.
"Kız Asiye! Senin ayakta ne işin var?" dedi Gülten teyze.
"Oo bizim Karadenizli ayaklanmış!" diye ekleme yaptı Cihan.
Sınırları zorlamaya devam edersen seni de ayaklandıracaklar Cihan!
Elinde koca bir gül demetiyle hiç çekinmeden bana doğru yürüyordu.
Ah şu güller... Bana tüm acımı unutturacak kadar güzeller.
"Hayırlı akşamlar olsun hepinize! Asiye'cim, bu güzel güller, sahibi gibi güzel kadına..."
Utanç içinde Hatun hanıma baktım. Gözleriyle yiyordu Cihan'ı. Hoşuna gitmediği duruşundan belliydi.
"Sağolasın evlat!" dedi hakimiyetini kurarak.
"Kızım, alın Cihan'ın elindeki gülleri!" diye de ekledi.
"Gerek yok! Güller sahibinde zaten."
Aradaki kızışma uzamasın diye gülleri aldım, tam yardımcıya uzatacağım sıra kapı tekrardan açıldı ve Barış içeri girdi.
"Hayırlı akş-..."
Durdu...
Saniyeler içinde bahçedeki insan topluluğunun arasında beni buldu gözleri. Bir bana baktı bir de güllere...
Sağ yumruğu sıkılı, sol eli ise arkada gizliydi.
Uzun vadeli süren öfke dolu yüzünü birazcık huzur yerleşen evin içine bomba niyetine atıyordu. Az gül be adam, az gül!
"Hoşgeldiniz!" dedi duruşunu bozmadan.
"Hoşbulduk oğlum."
"Geleceğinizi bilseydim babama da haber verirdim."
Gömleğinin yakasını gevşetip kravatını aşağı çekti. Gergin duruşu her hâlinden belli oluyordu çünkü Cihan'ın varlığı onun canının sıkılması için yeterliydi.
Yanıma geldi ve herkesin içinde bana doğru eğilerek yanağımdan öptü.
Beni öptü! Herkesin içinde beni ö-öptü!
"Daha iyi gözüküyorsun hayatım." dedi.
Hayatım mı? Kalpten götürecek beni bu adam!
"Bunlar sana..."
Arkasında gizlediği şey gülmüş... Bana gül almış. Kocam bana gül almış... Önüme uzattığı kırmızı güllere gülümsedim.
"Çok güzeller." dedim diğer elime de onları alarak.
"Buyrun, çay içelim!"
Güllerimle bakışıyorduk. Hangisini koklayacağıma karar veremiyordum.
Yaptığı hatanın özrü olarak kabul ettim bu gülleri. Ayrıca Cihan konusunun da gün yüzüne çıkması an meselesiydi ve strese giriyordum.
***
"Baklavaları kızlar mı açtı?" dedi yanımda oturan Barış.
Sandalyelerimizi dip dibe sokmuş, bana hareket edecek alan dahi bırakmamıştı.
"He valla! Pek güzeldirler değil oğlum?"
"Çok güzeller." dedi Barış.
Başım yerde, sessizce çay içmeye devam ediyordum. Hatun hanım Gülten teyzeyle, Barış'ta Rasim amcayla sohbet ediyordu. Cihan ise boşta kalmanın avantajını kullanarak sürekli bana bakıyordu.
"Alışabildiniz mi birbirinize?" dedi Rasim amca.
Barış'ın yüzünden çok doktor yüzü gördüğüm için bu sorunun cevabını pek bilmiyordum.
"Alıştık tabii!" dedi Barış elimi tutarak.
Hareketleri neden değişmişti? Yoksa Cihan'dan mı kıskanıyordu beni?
"Pek öyle durmuyorsun!" diyen Cihan, büyük masada soğuk rüzgarlar estirtti.
Yapma Cihan! Beni de yakacaksın, yapma!
"Anlamadım!" dedi Barış. Gerginliği sesine yansıyordu.
"İnsan hiç karısını bu halde bırakıp dışarı çıkar mı?"
Bunlar beni mezara koymadan rahat etmeyecekti!
Elini çekti elimden ve her ikisini de masaya koydu.
"Bak sen!" dedi.
"Baktım ben..." dedi Cihan'da.
Oldu olası, dünyaya geldi geleli her şeyle dalga geçmeye bayılırdı. Babasının isminin gücü de vardı bu özgüvenin arkasında.
"Ee! Gençler şakalaşmalarınızı sonraya bırakın! Biz de artık müsade isteyelim!" dedi Rasim amca.
İki erkeğin sidik yarıştırdığı meydanda kalmak midemi bulandırıyordu. Tamam, Barış'a hak veriyordum çünkü karısıydım ama Cihan'a ne oluyordu? Onun derdi neydi ki sürekli etrafımda dönmeye başlamıştı?
"Daha yeni gelmiştiniz." dedim üzülerek. Gitmelerinin her iki taraf içinde daha iyi olduğunu bildiğim hâlde hüzün çöreklenmişti içime.
"Hasta ziyaretinin kısası makbuldür. Hem... Yine geliriz biz, sen iyi ol yeter kızım."
"Peki." dedim başımı yine ve yeniden yere eğerek.
İzin isteyip kalktılar. Yalnız kaldım bu koskoca evin içinde. Kimse dilimden anlamıyordu, kocam bile...
"Bunlar böyle sık sık gelip gidecek mi?" dedi Barış sofraya geri dönerek.
"Ailesidir kızın Barış. Ne yapayım, kapıdan mı kovayım?"
"Rasim amcayla Gülten abla neyse de..." dedi ve bana baktı.
Vücudu gerilmekten terlemişti. İnce gömleği bedenine yapışmış, saçları da alnına düşüyordu.
"Neyse... Biz kalkalım, dinlenelim."
Geliyor gelmekte olan... Bu bakışlar, hesap sorarcasına alttan imalar... Kesinlikle Cihan konusu bu gece yüzeye vuracak, aşık olduğum kişinin o olduğunu anlayacaktı. Hatta belki de anlamıştır bilene...
"İyi akşamlar." dedim Hatun hanıma.
"İyi akşamlar kızım. Güzelce dinlenin."
Barış koluma girdi, odaya çıkana kadar sabırla yardım etti bana.
Yatağın üstüne uzanınca teşekkür ettim, cevap vermedi.
Dolabı açtı ve içinden yastık, yorgan çıkarttı.
Yine mi burda uyuyacaktı? İyice alışmıştı!
"Yorgun değilsen konuşalım mı biraz?" dedi.
Yatağın içine girdim, örtüyü üstüme çektim. Oturur pozisyonda "Konuşalım." dedim.
Korkudan titrediğimi görmesin diye bedenimi saklamıştım.
"Bugün olanlar için üzgünüm." dedi, şaşırdım. Bodoslama Cihan konusuna giriş yapmasını beklerken...
"Sorun değil."
"Sorun Asiye! Hiç kimse evime, odama kadar gelip de karımı aşağılayamaz!"
Leyla varken niye koymadın bu sert tavrını? Bir şeyleri anlayabilmen için illa başına darbe mi yemen lazım?
Sustum.
Camın önündeki koltuğa oturdu ve sigarasını yakarak dudaklarına yerleştirdi. Gözlerimi kırpmadan onu izliyordum. Keskin yüz hatlarına eşlik eden düzgün sakallarına bayılıyordum. Hiç dağınık görmemiştim, ne sakallarını ne de bıyıklarını. Her gün özenle baktığına da emindim.
Yandan yandan bana baktığında utanarak gözlerimi çevirdim.
"Ne o?" dedi içine çektiği dumanı havaya soluyarak.
"Hoşuna mı gitti beni izlemek?"
"A-..." dedim. Bir de dalga geçiyor! Kendini beğenmiş, ukala!
"O kadar sakinsin ki kızdığın zaman bile naifsin."
Böylesine kaoslu ortam görmediğim için kızacak durumum da olmamış ve sakinlik ruhuma işlemişti. Sinirlenememek benim suçum değildi.
"Sen... Benim aksime çok iyi beceriyorsun sinirlenmeyi."
Konuşurken yüzüne bakamadığımdan parmaklarımla oynuyordum.
"Hayat... Buna hayat diyoruz Asiye. Doğduğum ev bana bunu öğretti. Güçlü durmazsam yenilirim."
"Sinirlenmek güç mü?" dedim yüzüne bakarak.
"Elbet güç. Senin gibi birisinin bizim meclise girdiğini düşünsene... Kim kale alır, sözünü dinler?"
Haklıydı. Sakinliğin sorun hallettiği yerler vardı ama sinirli olan her daim kazanıyordu bu hayatta, ya da biz öyle sanıyorduk...
Sigarasını söndürdü, yanıma geldi, yatağın içine girdi.
"Bana anlatmak istediğin bir şey var mı?" dedi.
Neyi kastediyordu acaba? Kız kardeşi Elvan'ı mı, azılı düşmanını mı yoksa Cihan'ı mı?
Örtüyü sıktım ellerimle.
"Ne gibi bir şey?" dedim, güldü.
"Seçenekler geniş sanırım."
"Şey..."
"Asiye..."
Omzumdan tuttu, bedenimi kendine çevirdi.
"Sana bir soru soracağım ama doğruyu söyleyeceksin tamam mı?"
"T-Tamam." dedim. Kalbim bedenime sığmıyordu. Heyecandan şuracıkta bayılacaktım.
"Söz ver ama bana! Ne olursa olsun doğruyu söyleyeceksin!"
"S-Söz!" dedim kısık sesimle.
"Senin... Aşık olduğun kişi... Cihan mıydı?"
Bir kova soğuk suyu başımdan aşağı boşalttılar. Titremek bir yana dursun, korkumdan geberiyordum. Soracağı sorunun bu olduğunu bile bile sanki hiç tahmin etmemişim gibi kasıldım.
Terler sırtımdan aşağı doğru kayıyor, yüzüm şekilden şekile giriyordu. Söylesem bir dert, söylemesem bir dert...
"Aa! Sanki dışarıdan ses mi geldi?"
"Asiye!" dedi dişlerini sıkarak.
Salak olmak genlerime işlemişti. Ben bu doğrulukla kimseyi kandıramazdım.
"Kızmıcam korkma!"
Kesin kızmazsın, kesin! Sorduğun zaman bile alacağın cevaba ön hazırlık olarak gözlerini alev topuna çevirmişken, kesin kızmazsın!
"Bunları konuşmasak olmaz mı? Sonuçta geçmişte kaldı."
Umutla bir çıkış kapısı arıyordum. Aksi durumda Barış'ın öfkesinin orta yerinde olduğumu biliyor, cevabımı alır almaz harekete geçeceğini de tahmin ediyordum.
"Soruma cevap ver!"
Yok! Kafaya koymuş ya bir kere, illa öğrenecek. Hayır yani, hiç de demiyor bu kız hastaneden yeni çıkmış, benim yüzümden başına gelmeyen kalmamış...
Gözlerinin içine baktım. O, sevdiğini benim burnumun dibine kadar sokuyor, üstüne koruyorsa ben niye isim verirken korkuyordum?
"Evet!" dedim tok sesle.
"Madem bu kadar merak ediyorsun, öyle. Sevdiğim kişi Cihan'dı."
Dili üst dudağını gezdi. Gözlerini bir kaç saniye yumdu ve sakallarını sıvazladı. Sözde sinirlenmeyecekti. Bal gibi de kıskanıyordu Cihan'ı.
"Güzel..." dedi kafasını sallayarak.
Neyi güzeldi bunun? Başkasına aşık olmam mı?
"Sorgun bittiyse dinlenmek istiyorum!"
"Dinlen!" dedi.
"Sana engel mi oluyorum?"
"Odamdan çıkarsan..."
Bedenini komple yatağa bırakarak "Ben zaten odamdayım, olmam gereken yerde." dedi.
"Düğün olana kadar ayrı odalar-..."
"Yemişim ayrı odasını lan! Karımla yatmayacaksam ne diye evlendim ki ben?"
Ne kızması? Sadece biraz, çok az bir şey öfkelendi o kadar. Hatta o kadar az ki şu koca villayı ateşe verebilecek derece de yangın vardı içinde.
"Işığı söndürseydin." dedim. Üstüne gider, inatlaşırsam ters tepebilirdi.
Yataktan kalktı, ışığı söndürdü.
Odayı aydınlatan tek şey aydı. Ayın parıltısı Barış'ın karanlık yanına bile yetiyordu.
"Gül getirmiş!"
Ağzının içinden geveliyordu. Anlaşılan o ki konu hâlâ Cihan'dı. Cihan ve gülleri...
Yatağa yattı. Örtüyü öfkeyle çekiştiriyordu. Bu adamın yanında dinlenmemin mümkünatı yoktu!
"O güllerin sarıldığı gazete kağıdını senin gö-..."
Sustu.
Yerinde susmuştu. Küfürden asla hoşlanmazdım.
Bir sağa, bir sola... Ama cidden yeter ya! Kurt mu vardı bir yerlerinde?
"Uykun yoksa dışarı çık, hava al istersen." dedim.
"Yok! Yok dayanamıyorum! Patladım patlıcam!"
Yattığı yerden doğruldu, tam başımın olduğu yere oturdu.
Oda ne kadar karanlık da olsa gözlerini net görebiliyordum.
Gece uzun olmazdı umarım!
"Cihan hani sana aşık değildi, başkasına aşıktı?"
Öyleydi çünkü. Eve gelin getireceğini Rasim amcanın kendi ağzından duymuştum. İnsan, aşık olmadığı birisini neden ailesinin içine soksun?
"Başkasına aşık." dedim yorganın altında kedi gibi durarak.
"O zaman sana niye farklı bakıyor Asiye? Böyle değişik değişik, ılık ılık! Aşık değilse ne!"
"Öyle mi?" dedim. Fark etmemiştim. Bence Barış'ta yanlış anlamıştı.
"Öyle evet! Benden boşanınca... Onunla evlenir misin?"
Nefesimi tuttum, gözlerimi dondurdum. Sorunun yükü sırtımı kamburlaştırdı. Cihan'la evlenmeyi bekarken bile çok nadir hayal ederdim. O kadar uzak, o kadar imkansız geliyordu bana.
"Bunları konuşmak doğru değil Barış. Benim hali hazırda anlaşmalı da olsa kocam var." dedim.
Sustu. Cevabım yangınına su serpmiş gibiydi.
Kısa bir sessizliğin ardından "Ben evlenmem ama!" dedi.
Cihan'la mı? Devrelerim iyice yandı.
"Yani şey... Leyla ile evlenmem. Senin de dediğin gibi, anlaşmalı da olsa benim karımsın, benimsin, benim soyadımı taşıyorsun. Nüfus cüzdanında Kaya yazıyor, Eroğlu değil. Orda büyümüş olabilirsin ama günün sonunda kocan ben oldum."
Şaşkınlığın getirisi gözlerimi büyüttü. Aksini iddia eden olmamıştı zaten.
"Peki." diyebildim sadece. Hırsının büyüklüğü kimliğimi gözüme sokacak derece vardı. Utanmasa alnımın ortasına koskoca "Kaya" yazdıracaktı. Neyseki utanıyordu...
"Kafam... Çok karışık." dedi saçlarını karıştırarak.
Benimkini de karıştırıyorsun diyemedim.
"Uyuyalım." dedim.
"Uyuyalım evet."
Benden uzaklaştı fakat hâlâ yerinde duramıyordu. Ruhu bedenine sığmıyor gibiydi adeta.
"İyi geceler Barış."
Belki cümlem yerinde sabit kılar onu diye söyledim ama hâlâ aynıydı.
Gözlerimi kapattım, sakin olmaya çalıştım. Adamın bir yerlerine iğne sokuyorlar sanki! Benim bile zihniyetimi bozdun ya, helal sana Barış!
Kıpırdaması devam ettikçe huzurum bozuluyordu. Zaten iki kuruşluk mutluluğum vardı, ona da göz koymuştu!
"Barış... Eğer istiyorsan birlikte de hava alabiliriz." dedim.
Biraz daha zorlarsa yatağın demirleri gün yüzüne çıkacaktı.
Durdu, bana yaklaştı ve ne olduğunu anlamadan öptü. Bu gün üçüncü öpüşüydü. Bir dudağımdan, bir yanağımdan, şimdi ise yine dudağımdan...
Ellerimi iki yana açarak şok geçirdim. Öpücük sesi odada yankılanırken hiçbir şey yapmamış gibi arkasını döndü ve az önceki adamın tersine hareketsizce uykuya daldı.
Bu neydi şimdi? Küçük bir öpücük için mi deliye dönmüştü? İyide neden?