27. DÜŞMANI UZAKTA ARAMA!

1968 Kelimeler
ASİYE'NİN AĞZINDAN... Bir gölge gibi takip ediyordu beni adeta. Nefesim kadar yakın buzullar kadar uzaktı. Parmaklarım istemsizce tişörtümün yakasını kavramıştı. Ağzımda biriken tükürükleri yutmam mümkün değildi. Nefes almak, sakin kalmak artık ulaşılması zor bir engeldi benim için. Yaşadıklarımdan ötürü hâlâ daha geceleri korkunç kabuslar görüyordum. Normal hayata döndüm diye herkes toparlandığımı zannediyordu ama ben bırakın toparlanmayı her geçen gün parçalanarak dağılıyordum. Barış, Cihan'dan ötürü bugün gelirken yol üzerinden yeni hat almıştı bana. Daha ben bile ezberleyememişken nasıl oluyorda anında erişim sağlıyordu numarama? Azıcık kalan aklımı da yitirmek üzere hissediyordum. "Sakin olas Asiye! Sakin kal! Paniğe gerek yok!" Sürekli kendime hatırlatma yapıyor, stresli bedenimi sakinleştirmeye çalışıyordum ama olmuyordu. Yok, dayanamıyorum! Bunu hemen Barış'a söylemem lazım. Titreyen elimle telefonu düştüğü yerden alıp koştur koştur aşağıya geri indim. Barış hâlâ bıraktığım yerde duruyordu. Ayak seslerimi duyunca kapalı gözlerinden tekini açarak bana ufak bir bakış attı. "Ne oldu?" dedi yayıldığı koltuktan doğrulma tenezzülünde bile bulunmadan. Yavaşladım, telaşemi kenara koyup usulca yanına gidip başında dikildim. "Seninle konuşmam gereken konu var." dedim sesimi kontrol altında tutmaya çalışarak. Gözlerinin ikisini açtı ve derin bir nefes alarak "Buyur, seni dinliyorum." dedi. Nasıl böyle soğukkanlı kalabiliyordu anlamıyorum. Yaptığı saygısızlıktan öte değildi. İnsan ayağa kalkmasa bile yattığı yerden doğrulurdu dimi? Telefonun kilidini açtım, "Şuna bak!" dedim. "Neye?" Yine o meşhur kaş çatma hareketini yaptı. "Şu mesaja baksana!" Sonunda yayıldığı yerden kalkma cesaretinde bulunan bedeni hızlı hareket ediyordu. Oturdu ve telefonu elimden çekip aldı. Mesajı mırıldanarak okuyor, her satırında yüzü kasılıyordu. "Yaralı yüz diye bahsetmezsen sevinirim!" Son cümleyi de okuduktan sonra başını kaldırdı, bana baktı. "Ne zaman geldi bu mesaj?" dedi. "Az önce, yukarı çıktığımda." Telefonu aldı, cebine koydu. "Ben de kalsın!" dedi. da İçinde biriktirdiği volkan patlaması icraat göstermek için fırsat kollarken eline büyük ölçüde koz geçmişti. Ayağa kalktı ve gömleğini hafif yukarı kaldırdı. Belinde gördüğüm silahla geriye kaçtım. "O- o ne?" dedim. "Hiçbir şey! Annemi buraya yollayacağım, sakın dışarı adım atma! Korumalar evin çevresinde. Bir ihtiyacın olursa söylersin. Bak Asiye!" dedi işaret parmağını bana doğrultarak. "Bu sefer sakın izinsiz dışarı çıkayım deme! Geçenki kaçırılma olayında gizli gizli hava almak için çıktım dedin, sakın aynısını yapma! İş ciddi! Sözümü dinle!" dedi. "Tamam." dedim başımı yere eğip. Ne dese haklıydı. Eğer sözünü dinleseydim başıma o korkunç olay gelmeyecekti. "Akşama gelemezsem merak etme beni. Muhtemelen buralarda bir yerlerde, bu sefer bulacağım onu!" Gözlerinden akan öfke içimdeki korkuyu körükledi. Ya ona bir şey olursa? Ya Barış'a da kötü şeyler yaparsa? "Dikkat et." dedim yüzüne bile bakamadan. Bir kaç saniye bekledi ama güzel dileğime cevap vermedi. Arkasını dönüp ilerlerken yüreğimde hasret niyetine bekleyen sarılma isteğimi daha fazla bastıramadım. "Barış!" dedim sesimi hafif yükselterek. Tekrar bana döndü. Yanına koştum, sımsıkı sarıldım. Gömleğinin her bir detayına özenle sıkılmış parfümünün kokusunu doya doya soludum. Başım, göğsüne denk geliyordu. Kısaydım ama tam olmam gereken yerde, kalbinin üstünde. Kollarım sırtına denk geliyor, hafif ayaklarımın ucunda yükseliyordum. Sarıldım, sarıldım... Yılların özlemini gideriyor gibiydim. Ben sarıldıkça arttı o özlem, yükseldi içimde yine o tuhaf duygu... Bir süre hareketsiz kaldı fakat kayıtsız kalmadı. Sağ eli sırtımdan kavradı ve burnunu saçlarımın üzerinde hissettim. "Yapma..." dedi kısık bir fısıltıyla. Ardından uzaklaştı benden ve yutkunarak dolu gözlerle baktı. "Seni kendi ateşimde yakarım. Yaklaşma, yapma... Sen yaklaşınca her şey farklı oluyor Asiye. Ben kendimi geri çekerim de sen çekilmezsen yakarım ikimizi... Zaten..." dedi gözünden akan yaş yere damladığında. "Zaten ayrılacağız, boşuna alışmayalım birbirimize." O yaş yere değil, benim yüreğime düştü. Kor bir ateş misali düştüğü yeri yaktı kül etti. Ben... O da öpünce, bana yeşil ışık yakınca belki... Belki bir ihtimal olabiliriz diye düşünmüştüm. Geriye adımladım, bakışlarımı yere indirdim. İkili olan tavırları kafama karıştırıyordu ama artık karışıklık kalmadı içimde. Nefsani duyguları için bana yaklaştığını anlamıştım. Yoksa neden ayrılma konusunu daha evliliğimizin üstünden bir ay geçmeden yüzeye vuruyordu ki? Ama anlamıyordum da. Daha dün "Leyla ile evlenmem, benim karım sensin." diyordu. Ne değişti Barış? Bir günde ne değişti? "Özür dilerim, bir daha olmaz." dedim. Hiçbir şey demedi, tek kelam daha çıkmadı ağzından. Barış gitti, ben bittim. Dizlerim yere değdiğinde günlerdir güçlü durmaya çalışan ama altında koca bir enkaza dönüşen güçsüzlüğüm çıkmıştı ortaya. Niye bu kadar zordu? Neden buzdan duvarlarını biraz inderecek gibi olsa üstüne kat çıkıyordu? Neden ya neden? Niye sevmek varken nefret edilmeyi seçiyordu? Madem Leyla bitmişti onun için, niye bana, bize şans vermiyordu? Yoksa dili başka, kalbi başka mıydı? Belki de beni kandırıyordu Leyla'yla bitti diyerek. Belki de içten içe hâlâ istiyordu onu. Olan yine sana oldu Asiye... Koca bir okyanusun içinde yalnız kalan yine sen oldun... *** BARIŞ'IN AĞZINDAN... Gitmek hiç bu kadar zor olmamıştı. Ondan, onun masum yanından vazgeçmek bırakın seçeneği, benim için imkansızdı ama yapmam lazımdı. Hele o mesajdan sonra her şey bitmişti. O itin bana olan intikam ateşi yüzünden Asiye'nin başına bir daha kötü bir şey gelirse kendimi asla affetmezdim. Derdi bendim, karım değil. Boşanmadığımız sürece de durmayacaktı biliyorum. Asiye üzerinden canımı yakmaya, hayatı bana zindan etmeye devam edecekti. Bu yüzden en iyisi boşanmaktı. Mesajı okudukça hem öfkelendim hem de ciğerim yandı. Boşanmak istemiyordum. Bir de duygularım ona kayarken, Leyla artık aklıma dahi gelmezken boşanmak ölümden beter geliyordu bana. Kapıyı çektiğim an tam göğsümden vuruldum. Bu acı... Öldürmüyordu ama yaşattığı hiç söylenemezdi. Nefes alıyorsun, devam ediyorsun ama her geçen gün eriyip gidiyorsun. Tam ortasındaydım tarif ettiğim duygunun. Sarıldığında anladım ki, ben Asiye'ye karşı boş değildim. İlk başlarda karım diye arzuladığımı sanıyordum ama hayır... Ben onun bedenini değil, ruhunu istiyordum, kalbini benimsiyordum. Uzaklaşsın diye soğuk tuttum kendimi. Mademki yolun sonu gözükmüyordu, o zaman başlamanın hiçbir manası yoktu. ... Gözümdeki yaşları elimin tersiyle silerek eski halime büründüm. Buradaydı, çok yakınlarda. Belki bir kilometre belki de bir kaç metre... İçeri düşman soktuğu kesindi ama düşman kimdi bilmiyorum. Elvan'da şüphelerim büyüktü fakat Asiye yalanlayınca inanmak isteyerek yapmaz dedim içimden. Eski hatasını tekrarlamaz, böyle bir saçmalığa yeniden düşmez dedim. Bundan yıllar önce ortanca kız kardeşim Güllü'yü sırf aile karışsın, huzurları bozulsun diye aşık olduğu adamın erkek kardeşine kaçırmıştı. Neyseki adam, adam çıktı da benimle usulünce konuştu, kimse duymadan kapattık. Neden Elvan neden? Bir insan, kendi öz kardeşini gözden çıkaracak kadar nasıl ileri gidebiliyordu? Umuyorum aynı hatayı tekrarlamamışsındır... Yoksa yemin olsunki kimse alamaz seni beni elimden. Bizim küçük malikenin yanında kocaman denecek kadar büyük sayılan konağa girdim. Gözüm her yerde anamı arıyordu. Evde daha güvenecek kimsem kalmamıştı. Karımı ona emanet edecektim. Doğrudan mutfağa yöneldim. Kesin şimdi yemek telaşında ordan oraya koşturuyordur. Ve tahmin ettiğim gibi, ocağın başında, elinde kaşıkla yemek karıştırıyordu. "Ana!" dedim. Bedenini döndürmeden sadece başını çevirdi. "Buyur paşam!" dedi. "Az gelsene." dedim hizmetlilere gözlerimle tek tek bakarak. Onların yanında diyilmeyecek kadar önemli mevzu olduğunu anlaması lazımdı. "Geliyorum." dedi. Neyseki uğraştırmadan anlamıştı. Avluya çıktım, stres içinde annemin gelmesini bekledim. Zaten o da hemen peşimden çıktı, yanıma geldi. "Ne oldu?" dedi yüzünde varlığını belli eden telaşla. "Ben gidiyorum ana. Asiye bizim tarafta tek, sen yanına gidersin." "Yine düşman peşine mi? Barış... Ödüm kopuyor sana bir şey olacak diye." "Korkma ana! Yanımda adamlarda olacak. Bu iş çok sıktı. Karıma uzattığı o el tüm düğümleri çözdü. Artık bu işin dönüşü yok. Ya o beni koyacak bu toprağın altına ya da ben onu!" "Hi!" dedi elini ağzına götürerek. Gözleri dehşetle açıldı. "Sen ne dersin Barış? Beni kalpten götürmek istersin?" "Yav ana! Sen ne demek istediğimi anladın. Kaybedecek vaktim yok. Zaman kısıtlı ve çember şu an çok dar. Asiye'yi yalnız bırakma, korkar o." "Barış..." Söyleme tarzından anladım ki gitme diyecekti ama gitmem lazımdı. Her günümü korkuyla geçirip karıma zarar verecek mi diye yaşamaktansa tek günde ya ölürüm ya da bulurum daha iyi. "Haydi Allah'a ısmarladık ana! Asiye sana emanet!" İki yanağından da öptükten sonra adamlara baş hareketimle talimat verdim ve hepimiz arabalarımıza geçtik. Telefon sinyalinin en son alındığı yere doğru gidiyorduk. Harabe, terk edilmiş bir evi gösteriyordu konum. Muhtemelen boş araziye atılmıştı telefon. Şu an tuzağa doğru gidiyorduk ama gitmemiz gerekiyordu. Bir ipucu, küçükte olsa işaret bize büyük kapılar açabilirdi. "Geldik!" dedi şoför. Sahiden de inin, cinin top oynadığı yerdi burası. Araçtan indim, silahımı kontrol ettim. Her an ihtiyacım olabilirdi. Adamlarda benimle birlikte indi. "Hepiniz dağılın, herkes iz arasın!" dedim. Nerde çokluk orda b.kluk derlerdi ama bu çokluk işe yarayacak gibi duruyordu. Sinyalin geldiği noktaya doğru adımladım. Eski, yıkılmaya an kollayan evin bahçesinde sinyal güçlendi. Ayağımın ucuna değen nesneye baktığımda telefonu gördüm. Kafamı kaldırdım, etrafa baktım. Henüz hareketlenme yoktu. Bir şeyi bekliyordu ama neyi? Adam olup karşıma çıksana lan it! Niye sıçan gibi saklanmayı tercih ediyorsun? Telefonu alıp cebime koydum ve gezinmeye devam ettim. Adamlardan bir kaçı evin içini, bir kaçı da bahçeyi geziyordu. Buraya geleceğimi biliyordu ve bana tuzak kurmadı öyle mi? İyide neden? Gözlerimle toprağın her karışına santim santim bakıyordum. Bir şey gördüm, küpeye benzeyen bir nesne. Eğildim, yavaşça yerden alarak üstündeki toprağı temizledim. Bu... Bu... Bu Elvan'a geçen ay hediye aldığım küpeydi. Nasıl! Ama burada ne işi vardı bunun? Yapmadın dimi Elvan? Kendi pisliğin, intikamın uğruna abini harcamadın dimi? O iğrençliği tekrar yapmadın dimi! Avucumun içinde tuttuğum küpenin yok denecek kadar az olan ağırlığı yüreğimde on tonluk kütleye dönüşüyordu. Asiye yalan söylemişti! Sırf Elvan'ı ele vermemek için bana yalan söylemişti. Evden kendi çıkmamıştı, Elvan çıkartmıştı. O korkuların hepsi bana doğruyu gösterirken ben inanmak istediğim yalanın peşinden gittim. Madem yapmadı, madem bu işte parmağı yok... O zaman bu küpenin burda ne işi var? Ah Elvan! İkinci kez yaktın beni Elvan! Bu sefer bende seni yakacağım! Küpeyi iç cebime koydum. Senin hesabını sonra göreceğim! Şimdi bu itin izini sürmem lazım. "Toparlanın, gidiyoruz!" dedim adamlara. Aslında Elvan'dan o şerefsizin ismini alabilirdim ama vermeyecek, inkâr edecekti biliyorum. Bu yüzden bugün çember darken arama yapacak, eğer sonuca varamazsam Elvan'ı devreye sokacaktım. *** Gece 1'i geçmişti ve kapının önündeydim. Her deliğe baktım, her mahalleyi gezdim ama bulamadım. Nereye saklanmışsa gölgesini dahi bırakmıyordu peşinde. Öyle sıkıldım ki kovalama işinden... Düşeceğimi bekleyen insanlar olmasa şuracıkta çökerdim dizlerimin üstüne, hüngür hüngür ağlardım. Ruhum yıpranmış, bedenim hırpalanmıştı. Yine ve yeniden karımın yanına elim boş dönmek gururuma dokunuyordu. Tek çıkış kapım Elvan kalmıştı. Şimdilik içimde dağlanan kardeş kazığı acısını kalbime gömecek, kimseye hiçbir şey demeyecektim. İşler çözülünce de cezasını kendi ellerimle verecektim. Günün stresini taşımaktan şikayet eden Barış'ı derin nefes eşliğinde evden içeri soktum. Her yer ıssız, herkes uyuyordu, muhtemelen Asiye'de. Kapının önündeki korumayı da uzaklaştırdım ve kapıyı kapattım. Annem elinde tesbihle oturuyordu salonda. Muhtemelen gece namazını kılmıştı. Beni görünce korkuyla ayağa kalktı. "Barış... Öldüm öldüm dirildim oğlum. İnsan haber verir dimi? Nerdeydin, buldun mu iz? Kimmiş oğlum?" Omuzlarından tuttum "Bulacağım anne, çok az kaldı, bulacağım!" dedim ve merdivenlere baktım. Aklım Asiye'deydi. Kızı darmadağın yapıpta çıkmıştım evden. Kim bilir ne haldedir... Omzuma dokundu annem. "Karın odasında uyuyor. Hadi sende çık yanına, ben de tesbihimi tamam eder, eve geçerim." "Allah kabul etsin." dedim ve hızla yukarı çıktım. Kapısı kapalıydı. Onu görmek için deli gibi çağlayan yüreğimi susturmak elde değildi. Kapıyı sessizce açtım ve içeri girdim. Yatağın üstünde, karanlıkta bile parlayan ışıltısıyla karşıladı beni. Yaklaştım, tam başının üstünde durdum. Güzelliği her insanı cezbedecek türdendi. Küçücük burnunun altında yer alan minik, dolgun dudakları hafif öne uzanmıştı. Gözlerini süsleyen kıvrık kirpikleri ise masumluğuna ek olmuştu. Alnı hafif terli, saçları dağınıktı. Yanına oturdum, yüzüne dokundum. Tıpkı pamuk kadar yumuşaktı teni. Daha bu gün gördüğüm mesajdan sonra kendime uzak duracağım diye söz vermiştim ama yapamıyordum. Bana böylesine yakınken uzak kalamıyordum. İçimdeki onu yeniden öpme arzusuna mağlup oluyordum. Derin nefes aldım ve yüzüne çok yakın mesafeye geldim. Dudaklarına değen saçlarını kenara koydum ve en büyük isteğimi yerine getirdim. Yine bir şeyler belirdi içimde. Sanki yıllardır sakladığım duygularım kendini dışa vuruyordu. Dudaklarına her temas ettiğimde aynılarını yaşıyordum. Aşk mı deniyordu yoksa ihtiyaç mı? Eğer ihtiyaçsa başım gözüm üstüne ama aşksa... Aşksa dağılırdım. Elimin altında kalan kolu hafif kıpırdayınca koptum dudaklarından. Onu tekrar öptüğümü bilmesine gerek yoktu. "Çok güzelsin..." dedim yalnızca. Geriye çekildim, açılan üstünü örtmek için pikeye uzandım. Fakat dikkatimi başka bir şey çekti. Küçük, mektup şeklinde bir kağıt parçası vardı tam yanında. Elime aldım, yönünü çevirdim. Gözlerim bana oyun oynuyordu! Bu odada, karımın şu an uyuyan hâliyle fotoğraf çekilmiş maskeli adam! Altında da bir not. "Düşmanı uzakta aramamak lazımmış dimi Barış? Sen diyar diyar dışarıda beni ararken, ben en yakınına, karının yanına kadar girdim..."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE