ASİYE'NİN AĞZINDAN...
"YEMİN OLSUN, YEMİN OLSUN Kİ SENİ BULDUĞUM YERDE S***"
Uykumun en güzel yerinden küfürler eşliğinde uyanmayı tahmin etmiyordum. Kalbim hızla çarpıyor, nefesim daralıyordu.
Korku içinde kalktım yataktan.
Barış odanın içinde volta atıyordu. Ne ara gelmişti?
"Ne oldu?" dedim ama duymadı.
Kendi kendine konuşmaya devam ediyordu. Her hareketi öfke, her adımı hiddet taşıyordu. Yanına gitmeye de çekiniyordum çünkü uzak durmam konusunda uyarmıştı beni.
Eline aldığı cam eşyasını yere fırlatıp paramparça edince çığlık atarak kulaklarımı kapattım. Çıldırmışçasına etrafa saldırıyor, gözü hiçbir şey görmüyordu.
Sindim, yere oturdum ve kulağıma giden ses akışını durdurmaya çalıştım.
Neden öfkeliydi? Peşindeki kişiyi bulmak için çıkmıştı evden. Yoksa bulamadığı için miydi siniri? Ama fazla değil miydi?
Bir süreden sonra duyduğum tek ses kendi nefes alışverişimdi. Yakın zaman geçmişin bedenimde bıraktıkları, ruhumda tekrardan yüzeye çıkıyordu.
Belki de boşanmak sahiden en doğru karardı bizim için. Barış bana yalnızca yara katıyor, kalbime acı veriyordu. Bir insan bir insanın ya yarısıdır ya da yarasıdır. Barış bana sadece yara olmuştu, yar olamamıştı.
Cam eşyalarına eşlik eden bağırtılar, bağırtılara eşlik eden öfke nöbetleri... Beni mezara koymaya yeminliydi. Hiç mi halimi görmüyor, durumuma üzülmüyordu? Bu kadar mı görünmezdim onun gözünde? Bu kadar mı yok sayıyordu beni hayatının içinde?
Sesler kesildiğinde gözlerimi yavaşça açtım. Hatun hanım benim başımda, Barış ise camın önündeki yerde gözleri bana dönük bir şekilde bakıyordu.
Hatun hanım elini başıma koyduğunda irkilerek geri çekildim. Kuş misali titriyordu bedenim.
"Korkma kızım, bir şey yok korkma!" dedi Hatun hanım.
Nasıl bir şey yoktu? Oda harabeye dönmüş, içeride sağlam eşya kalmamıştı.
"Barış su getir kıza!" dedi.
Bırakın suyu, bu halimi ruh hastalıkları hastanesi bile düzeltemezdi.
"Bardak mı kaldı ana!" dedi Barış kollarını öfkeyle iki yana açarak. Acaba bana mıydı siniri? İstemeden hata mı yapmıştım?
"İ- iyiyim efendim." dedim.
"Ne iyisi kızım! Betin benzin atmış, ruhsuz gibi olmuşsun. Kalk, kalk da hastaneye götürelim seni."
Barış'a baktım tavrını anlamak için ama çok boştu bakışları.
"Barış değil, ben götüreceğim hadi kalk!"
"Kimse hiçbir yere gitmeyecek!"
Öfke ile kükredi. Kaplumbağa misali kabuğuma sindim, başımı boynuma doğru gömdüm.
Yanımıza geldi, elindeki kağıdı önüme doğru fırlattı.
"Karımın yanına kadar girmiş o it!"
Bi Barış'a bi yerdeki ters olan küçük kağıda baktım. Çevirmeye korkuyordum. Görecek olduğum manzarayı kalbim kaldırır mıydı bilmiyorum...
"Çevir, çevir bak, korkma!" dedi Barış.
Yerden aldım, korkarak çevirdim.
Hayat bir oyunsa bu kötülerin kazandığı dünyada ben aynı oyun içinde yoktum. Yamacıma kadar gelmiş ama ruhum bile duymamış.
"Adam benim karımın burnunun dibine kadar giriyor! Ama ne hikmettir ki ne anam duyuyor ne de karımın haberi oluyor! Ben hiç mi yalnız bırakamayacağım sizi? Gözüm arkada kalmadan hiç mi bir yere gidemeyeceğim?"
Benim ne suçum vardı ki? Ben mi soktum sanki adamı odama? Korkunun vücuduma tekrardan tecelli ederek, hatırlamak dahi istemediğim o günü bana yeniden yaşatmasını ister miyim hiç?
Oturduğum yerden kalktım ve ilk kez başımı dik tutarak doğrudan yüzüne baktım. Bu saygısızlıktan başka hiçbir şey değildi. Ne demek oluyor benim gözüm arkada mı kalacak sürekli? Ne yaptım da bunu düşündü, ne güvensizliği verdim de böyle ağır cümleler kurabildi?
"Düşmanın dibinden beri belli değil miydi?" dedim. Belki içten içe korkuyordum ama duruşumu asla bozmuyordum.
Bakışları tuhaf bir hal aldı. Böyle bir soruyu beklemediği yüzünün mimiklerinden belli oluyordu.
Devam ettim...
"Sen düşmanın olduğunu bile bile benimle evlenmedin mi?" dedim, sustu.
Sanki içinde bir yerlere çöreklenen o acı meydana çıkıp kalbine ağır bir hançer sapladı. Yüzünü buruşturdu, eliyle göğsünü tuttu.
"Madem belliydi, niye beni bu çukurun içine göz göre göre attın?"
Hâlâ susuyordu. Beklemiyordun dimi Barış? Bunları düşünemeyecek kadar salak bi karım var dedin dimi? Oysa hep tahmin ediyordum ama moralin bozulmasın diye sustum. Ben sustukça sen tepeme binmeye devam ettin.
Şimdi konuşma sırası bende. Belki onun gibi yakıp yıkmıyordum, sinirlenmiyordum, sakindim... Sakin olmak benim üstüme yapışmış bir kalıptı.
"Konuşsana Barış? Az önce çok güzel konuşuyordun!"
"Ana!" dedi bana bakmaya devam ederken.
Hatun hanım yanımızda görünmez olmuş, sadece ikimizi izliyordu.
"Karımla yalnız bıraksana sen bizi bi!"
"Ben yokum zaten, siz devam edin!"
"Ana!"
"Eyi öyle olsun. Kavga yok, dikkatli olun, her yer cam parçaları dolu."
Söylene söylene dışarı çıkıp kapıyı çekince Barış yaklaştı bana, tam önümde durdu.
"Neden sakladın?" dedi.
Neyi saklamıştım? Gözlerimi kaçırdım düşünmek için.
Çenemden tuttu "Gözlerime bak Asiye!" dedi.
"Neden sakladın? Elvan'ı neden söylemedin?"
Elvan mı? Ama... Ama nasıl? Nasıl öğrenmişti?
Alt dudağımı ısırdım, bakışlarımı yere çevirdim. Söylemem gerektiğini biliyordum ama ya bana inanmazsa diye düşündüm.
"Yapma şunu, bana bak!"
Neyi yapmayacaktım ki?
"Sana soruyorum Asiye? Neden söylemedin?"
Yüzünü her zaman sinirli, bedenini her zaman gergin gördüğüm için söylememiş olabilir miydim acaba? Niye hesap sormak yerine dönüp bir de kendine bakmayı denemiyorsun Barış? Acaba neden söylemedi, neden benden sakladı diye hiç mi düşünmüyorsun?
"Soruma cevap ver!"
Sıkıştırmasından kaçışım olmadığını anladığımda "Korktum." dedim sesimin titreyen yanına inat. Az önceki dik duruşumdan eser kalmamıştı.
Çenemi kavrayan parmakları gevşeyince gözlerine yerleşen hüzüne dikkat kesildim. Ondan korkmam taşlaşmış kalbinin en ücra köşelerinde kalan vicdanına mı dokunmuştu?
Birkaç adım geriye gitti, usulca yatağın üstüne oturdu ve kollarını dizlerinin üstüne yerleştirdi.
"Eğer bana zamanında söyleseydin düşmanı çok yakınımızdayken bulabilirdik Asiye. Şimdi Elvan kabul eder mi zannediyorsun?"
"Benim şahit olmam yetmez mi?" dedim masum bir sesle.
Güldü, ama acı bir gülüştü bu.
"Sen Elvan'ı hiç tanımıyorsun. O var ya o!"
Gözlerine tekrar bir öfke yerleşti. Anladığım kadarıyla bu Elvan'ın ilk vukuatı değildi. Sanki benden önce de birilerinin hayatlarıyla oynamış, zarar vermişti.
"O bu dünya üzerinde görebileceğin en tehlikeli insandır. Düzelmiştir diye düşünüyordum ama anladım ki Elvan asla insan olmaz! Kendi çıkarları, kendi intikamları uğruna gözünü kırpmadan insanları harcayabilir."
Derin bir nefes aldı, birkaç dakika sadece sessizce düşündü. Onun bu sakin haline alışkın olmadığımdan ötürü aklındaki plandan korkuyordum. Çünkü öfkeli bir insan sakinliği seçtiyse aklında çok korkunç planlar dönüyordur.
Ayağa kalktı, pantolonunun paçalarını aşağıya çekti. "O it" dedi bana parmak sallayarak.
"O it buraya, senin yanına nasıl girdi bilmiyorum ama gerekiyorsa bütün korumaları teker teker sorguya çekeceğim! Düşman içimizden Asiye! Sadece Elvan değil, sadece Elvan değil!" dedi başını sallayarak.
Yüzüme bakıp içine derin bir nefes çekerek "Bugün boşanıyoruz!" dedi.
Ne!