• • •
B ö l ü m :
3
• • •
B ö l ü m
a l ı n t ı s ı :
' S o t r i
K a z u l
H a n a . '
• • •
Sistemleri çok garipti. Baksana şu işe, beni öldürmediler. Beni zincire vurmadılar ve hatta beni mahkum olduğum yerden çıkarıp şaşılası güzellikte bir yere götürdüler.
Uzunca koridorlar, parıltılı duvarlar, ilginç aletlerle bezenmiş tavanlar, göz alıcı yapı, temiz canlılar ve böceksiz zemin.
Bunlar ne zamandan kalma? Hani mümkün müydü? Cidden Ars Malikanesi böyle bir yer miymiş? Her şeyi geçtim, beni nasıl böyle rahatla sarmalıyorlar? Yoksa kandırılıyor muydum? Birkaç kedinin birkça böcekle oynadığı gibi benimle oynacaklar mı? Bundan keyif mi alıyorlar? Ee, sonuç?
Düşünmek istemedim.
"Esinovil Tu, yaşı 19, feminen canlı, Acemi halktan. Şifa Rehberi Kazul Hana sizi tetkik edecek. Lütfen soyununuz."
Tereddütsüz soyunuyorum. Böyle temiz bir yerde beni güzelce temizleyeceklerinden, benim yaralarımla ilgileneceklerinden emindim.
Zaten büyük kıçım, inceden kalına belim, orta halli memelerim ve ince omuzlarımla herhangi bir insandım. Görmedikleri bir şey yoktu ama beni görebilmeleri için şu kan lekelerini, yaraları aklamaları lazımdı çünkü tenimde kendim dışında ne de çok kalıp vardı. İkinci bir deri giymişim sanki.
"Şifa Rehberi Kazul Hana bir ekip falan mı?" diye mırıldanıyorum, sonra eğilip de dizimin kenarında duran ve hareketimle parçalanan kabuk bağlamış yaranın kanamasını seyrediyorum. "Şifa getirecekse ne alaka."
Karşımdaki kadın gülmedi. Yüzüme boş bir ifadeyle bakındı, geri çekildi ve bulunduğum yeri terk etti.
Çok güzel buralar. Ah, ablam Osi olacaktı da birlikte görecektik.
Hüzünleniyorum. Bir yerlerimde irin akıtan yaram vardı ise ne için haberim yoktu? Olsaydı ilgi gösterirdim, yoksa bu gidişle ağlatacak beni. Ablamı düşünmem ile iltihabı daha çok fazlalaşıyor oladabilir. Bilmediğim şeylerden.
O esnada şu kapının ardından bir ses yükseliyor. Giden suratsız kadın geri geldi sanacak oluyorum ama sesi bir başkaydı. "Esinovil Tu, yaşı 19, feminen canlı, Acemi halktan. Ben, Şifa Rehberi Kazul Hana. Sizi tetkik etmeliyim. Soyundunuz mu?"
"Evet." Tereddüt etmeden yanıt verdim.
Sonra kapı açıldı, içeri iri kıyım bir kadın girdi. Yaşlıydı. Çirkin ve buruşuktu. Ancak bakımsız değildi. Suratsız görünüyordu. Bükülmüş omurgası, toprak parçalarının kuraklaşmış taraflarını andıran teni ile tam bir ihtiyardı. "Merhaba Esinovil Tu. Ben Kazul Hana."
Kazul Hana derken ismini mi söylüyormuş?
Ooo.
Bir tepkide bulunmuyorum. Zaten sonra onun tetkikleri başlıyor. Bir şeyler yapıyor, tenime dokunuyor, sonra şu köşedeki masanın üzerine doğru eğilip de cebinden ilginç şişeler boşaltıyor. Temiz zeminin kirleneceğini sanıyorum, korkuyorum. Peşi sıra ihtiyara çemkirmek, şişelerine hakim olmasını bağırmak istiyorum. Gerek kalmıyor çünkü şişeler düşmüyor.
"Buraya geliniz."
Dediği yere gittim. Önce yüzüme baktı, kirpiklerimi sertçe çekti. Acıyla çığlık atıp eline vurdum ama umuru olmadı, kirpiklerimi çekmeye devam etti. "Esinovil Tu, rahat durunuz."
Rahat değilken nasıl rahat olmamı beklersiniz?
Tekrar eline vuracak oldum, umursamayarak işini sürdürdü ve ben vurduğumla kaldım. "Esinovil Tu, devam ederseniz canınız acıyacak."
Ha?
Bunların acıması yok. Pata küte dalarlar bana.
İçimde biriken öfkeyi veya çırpınmak, bağırmak isteyen kızgın yanıma kendime mi saklamam gerekirdi? Acıyan gözüme rağmen usul usul durdum. "Ta-tamam."
Acıtma. Acıtma be.
Benden habersiz duruyor. İfadesinde de bir miktar kaybolmuşluk ve beni görememezlik var. Gerçi garip biri. Tam kestiremedim. Ne demek lazım? Diğer gözüme geçti. Yine acıdı. Acıyla veryansın ettim. Bu kez onu bırakıp burnumu doğrulttu ve aniden o iki parmağını burun deliklerimden içeri saplamadı mı?
Hay! Parmakların be insan, parmakalrın. Bendeki de burun be.
"Aah! Aaah!" Viyak viyak bağırınıyorum. Tam iki delikten ibaret olan burnumun güzelliğine darbeler almışım ve onun kalın parmaklarını acımasızca yer edinişi... Ki, onun kayıtsız duruşu ise işin cabası. Sanki takdir başka andan kalma. Yahu böylesi saçmalık mı olurdu?
Sotri Kazul Hana.
Sotri!
Bir an beni duydu da kızdı mı, kestiremiyorum çünkü hareketleri duruluyor. Ardındna gözlerime ifadesiz gözleriyle bakınıyor, izliyor.
Garip. Garip Varisler.
Derhal parmaklarını çekti. Ağzımı açtı, yüzümü tuttu, çenemden beni birkaç kez sarsıp dişlerini tıklattı.
Seni sotri ihtiyar!
"Yavaş!"
Suratıma dik dik baktı. "Esinovil Tu, acıya karşı dirayetli olmak zorundasınız."
Omuzlarıma tutundu ve o kemikleri bastırdı. Böyle yaparak ne elde ettiğini bilmiyordum. Beni kontrol edecekse beni hırpalaması mı gerekirdi?
"Neden?" dediğimde göğüslerime ulaştı. Kenarlarını içe doğru sertçe üç kere bastırıp, "Kitle bulunmamakta." diye söylendi.
Sersem insan!
"Neden diyorum." Direttim.
Bu kez mideme ulaştı ve yağ bezelerimi yanlara doğru çekiştirdi. Benimle göz göze gelmedi. İstemiyordu. Buna rağmen çenesini kapamadı. "Şifa, dermana ulaşmak isteyen derde çare olur."
Nasıl?
"Bunun benim canımın acımasıyla ne alakası var? Kaldı ki ca- Ahh!"
Etlerimi avuçluyordu. Oysa sıkıydı. Sefaletin ortasında kas yığınına dönmüş olabilirdi de. Fakat bu ihtiyarın etlerimi bulması, çekiştirip canımı acıtması...
Sotri!
Kızgındım. Beni böyle hırpalamamalıydı. Maalesef sesimi çıkaramadım. Benim neyimi kontrol ettiğini bilmeyişime rağmen yaralarıma sertçe bastırması, akan kanlara rağmen birçok çiziğe neden olması ise işin cabasıydı. Şifacı mıydı, avcı mıydı belli değil.
Sonunda da bütün bedenimi kontrol etmiş, şu köşeye bıraktığı şişeleri getirip vücuduma yaymaya başlamıştı. Garip kokulu şişelerdi bunlar. Yağ desem değil, bal desem değil. Kokusu da bir tuhaftı. Kafa bulandırıyordu. Uykumu da getirmişti.
Uyumak istiyorum.
Ayaklarımın tutmadığını sanıyorum. Tam o esnada sesi duyuluyor. "Yeterli tetkik yapılmıştır. Artık hazırsınız Esinovil Tu."
"Neye?"
Düz bir ses. "Varisler Okulu'na girmeye."
Ha?