FIRTINA-8

3651 Kelimeler
Dakika mı geçmesi lazımdı saat mi? Yoksa tüm bunları unutmak için asırlara mı ihtiyacı vardı. Bilmiyordu. Aslı şu an hiçbir şeyi bilmiyor anlayamıyordu. Çünkü kollarında uyuyan kız başını onun göğsüne dayamış gözleri huzurla kapanmıştı. Sakin solukları öylesine tenine çarpıyordu ki kendi soluksuz kalıyordu. Çetin, odaya çıkıp geri gelmeyen kızı merak etmişti. Ayşe ise kapının eşiğinde durmuş “Ben alsam yengem sana yük olmasın” demişti ama Aslı sertçe yutkunup başı ile gitmesini işaret etmişti. Gözleri boşluğa dalmış hafif hafif sallanıyor kızın sırtını pışpışlıyordu. Ne gelen adamı ne de ona acıyla bakışını görmemişti. Bir şey diyemeyen Çetin dudaklarını birbirine bastırdı ve yorgunca merdivenleri indi. Salonda oturup öylece beklemeye başladığında korkuyordu. Koca adamdı ama Asiye reise bir şey olursa küçücük bir çocuktan farkı olmayacaktı. Onunla büyümüştü. En az annesi kadar emeği vardı üzerinde. Çoğu zaman annesinin terliklerinden nenesi kurtarırdı onu ve bu evde güvendiği insanların başını çekiyordu. Şimdi bir hastane odasında canı ile cebelleşiyor yaşamak için savaşıyordu. Kardeşinin bir hatası nelere mal olmuştu. Aslı ayrı perişan, Asiye nene ayrı perişandı. Onları gören aile üyeleri ise daha başka bir boyutta dağılmıştı. Bu işin içinde belki de en masumları üst katta bir odada sarılmış duruyordu. Aslı ve Aslım. Kardeşinin verdiği yanlış kararın mağdurları ve harabeleri. Bir saat sonra yeniden çıktı baktı. Geri dönmesi gerekiyordu. Aklı nenesindeydi. Bu defa usulca odaya girdiğinde Aslı yatağa uzanmış Aslım onun koynuna girmiş birbirlerine sığınarak uyumuşlardı. Hani bazı görüntüler olaylar için içinde büyük bir titreme sağlar ya Çetin o an ayak tırnaklarından saç diplerine kadar titredi. Küçük kıza üzüldü. Doğduğu an annesiz kalması onu daha da mahzun yapıyordu. Kardeşine kızgın olsa da yeğenine kıyamıyordu. Aslı ise yaşadıklarından sonra yıkık dökük bir liman gibiydi. Hiç günahı olmadığı halde onun canını yakabilecek bir sandalcık sığınmıştı yıkıntılar arasına ve bacım dediği kız onu şaşırtmamıştı. Kendi acısına rağmen sarılmıştı o ufacık masum sandalcığa. Evden çıkıp hastaneye vardığında Yavuz dışarıda bankta oturuyor sigara içiyordu. Önce yanından geçip gitmek istedi. Aşırı öfkeliydi ve daha fazla öfkelenmek istemiyordu ama bir an durup baktığında onun da nasıl yıkılmış olduğunu fark etti. İnsanı en çok yıkan şey yaptığı hatalar değil miydi zaten? Onu da kendi hatası yıkmıştı. İçeri girmekten vazgeçip banka Yavuz’un yanına oturdu. İri bedenleri yarışırdı. Dumanı üfleyen adam “Eve bıraktın mı?” dedi sadece. “Bıraktım.” Sessizlik oldu. Yavuz bir sigara daha yaktı ve bir tane daha. Çetin kaşlarını çatarak baktı. Çok sık içiyordu. Bu onun zararınaydı. Bir tane daha yakıyordu ki dudakları arasından aldığı sigarayı yere attı ve ayağı ile ezdi. “Yeter. Bu kadar sık içmen sana zarar.” “Ben öyle şeyler yapıyorum ki inan bana şu sigaranın verdiği zararın kat be kat fazlası zarara uğruyorum.” Omuz silken Çetin “O da senin mallığın kardeşim ne diyeyim ki.” deyip karşıya baktı. “Hatam büyük değil mi abi? Affı bile hak etmeyecek kadar büyük.” Dudaklarını ıslatan adam iç çekti. Ne dese azdı. Neyi söylese yarım ve eksik. “Susmak, kendi başına halletmeye çalışmak her zaman iyi sonuçlar yaratmıyor. Şekil A da görüldüğü gibi yıkıcı etkileri oluyor. Üstelik sen seni anlayabilecek insanlara rağmen burnunun dikine gittin.” Yüzünü sıvazlayan adam dişlerini sıktı. Çenesi ağrıyordu. Bedeni kendini kasmaktan acıyordu resmen. “O an bu mantıklı geldi abi, genel bir şekilde düşünemedim. Amacım bir an önce gitmek ve Lela’nın yanında olmaktı. Mesajda yazdıklarını yapmasını engellemek istemiştim. Sonrasında Aslım doğdu. Ellerimde küçücüktü. Daha yirmi üçüncü yaşım bitmeden baba olmuştum. Daha da panikledim içimde ve geri dönemedim. Niyazi Amcanın vefatını duyunca resmen çığ altında kalmıştım. Kollarımda kızım vardı ama karımın babası, onca iyiliğini gördüğüm adam ölmüştü. O ölüm benim ayaklarımı daha bir bağladı.” Çetin, kardeşine baktığında sarılıp sırtını mı sıvazlasa yoksa iki yumruk daha mı çaksa bilemiyordu. İkilemde kalmıştı. Yanaklarını şişirip soluğunu verdiğinde başını gök yüzüne çevirdi. Yıldızlar parlaktı. Yer yüzünün onca sahte ışığına rağmen inatla göğü bir başak tarlası gibi sarıyorlardı. “Niyazi amca senin gittiğini çok sonra öğrendi. Aslı da biz de idare edebildiğimiz kadar idare ettik. Günlerce haftalarca ben odamın camından Aslı’nın serender önünde oturup göğü izlediğini ağladığını ve omuzlarını dikleştirip güne yeniden başladığını izledim. O kız babasını kaybettiği gün hastane odasının önünde mahalleli kadınların laflarını işitti. Sonradan duydum ben tabi. Ona ‘Sen kadın olsan kocan gitmezdi. Düğün sabahı delikanlı adam gidiyorsa sende bir kusur vardır.’ gibi şeyler söylemişler. Zaten çoğu kişi Aslı’yı hep böyle suçladı. Ardından konuştu. Niyazi amca o sözleri duymuş Yavuz. Adam ondan sonra komaya girdi. Fazla da sürmeden öldü. Aslı o günün ağırlığını hep yaşadı. Ben, babamlar annemler nenem hatta çalışanlar bile dışarıya karşı hep Aslı’yı savunduk. Onu koruduk. Artık ne kadar korunabilirse. Ama inan baba o zaman dönseydin, kucağında bebeğinle gelip durumu bu deseydin şunu iyi biliyorum ki karın o çocuğu kendi evladı gibi büyütürdü.” Saatler önce odadaki görüntü gözlerinin önüne geldi. Dudaklarında buruk bir tebessüm oluştu. Aslı, ne yapar eder Aslım’a sahip çıkardı. Onda o yürek vardı. “Senle iyi olur muydu bilmem ama kızına karşı merhameti sevgisi çok olurdu.” Yavuz yeniden yüzünü sıvazladı. O hep en kötüsünü düşünüp gelmeyi ötelemişti. Şimdi ise pişmanlıkları keşkeleri acabaları hep önü sıra dikenli yollar gibi sıralanıyordu. Sabah olduğunda Çetin onu eve yolladı. Hem üzerini değişmesi hem kızına bakması hem de anne babasını hastaneye getirmesi için git dedi. Arabayı park edip kapıya geldiğinde Hatice ablası açtı. Yüzünde meraklı bir ifade vardı. “Yavuz, evladım. Asiye Hanımdan bir haber var mı? Nasıl durumu?” Ayakkabısını çıkarıp terlik giyen adam ceketini çıkardı ve elinde tuttu. “Aynı Hatice abla. Yoğun bakımda.” “Allah’ıma çok dua ediyorum şifa versin diye. Güçlü kadındır Asiye Hanım. İnşallah bunu da atlatacak.” “Umarım.” Sonra aklına geldi. “Benim eşyalar nerede abla? Bir de Aslım’ı nerede uyuttunuz?” derken sesi yorgundu. Saat daha erkendi. Gözleri kan çanağına dönmüştü. Kadın bakışlarını kaçırırken “Biz valizleri odanıza çıkardık oğlum. Aslı ile olana. Küçük kız da orada uyuyor.” deyip sustu. Başını sallayan adam Aslı’nın babasının evinde kaldığını düşündü. Çünkü buraya dönmeyeceğini hastanede net bir şekilde söylemişti. Lakin üst kata çıkıp odanın kapısını araladığında gördüğü manzara sarsılmasını sağladı. Ayakları anlık olarak ona itaat etmedi. Bacakları ise titreyip kapı kirişine tutunmasına neden oldu. Boğazındaki düğüm, kalbindeki ateş, ruhundaki ızdırapla özlem tam da şimdi onu dört bir yandan kuşatıyor sarıyordu. Aslı yatakta uyuyordu. Aslım ise yarı yarıya onun üzerinde uyuyor saçlarından bir tutamı avuçlarının içine almış ve yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Kızı, yıllar önce bıraktığı karısına sığınmıştı. Yutkunmak nasıl da zor geliyormuş insan öğrendi bir kez daha. Dudaklarını aralayıp incecik bir soluk almaya çalıştı. Usulca kımıldanan kızı daha da çıktı üzerinde yattığı bedenin göğsüne. Şimdi tamamen onun üstündeydi. Bu kıpırdanma anlık irkilme ile Aslı’yı uyandırırken önce tavanı izlemesine sonra da küçük kıza bakmasına neden oldu. Kaşları incecik kavislenirken derince soludu ve başını usulca kaldırdı. O an onları izleyen adamla bedeninin kasıldığını hissetti. Küçük kızı uyandırmadan dikkatle üzerinden alıp yana koyduğunda avucundaki saçları zorlukla aldı. Kalktığında başındaki ağrı o kadar fazlaydı ki sanki kafa tasının içinde kocaman bir taş vardı da o kımıldadıkça beynini eziyordu. Kısa bir soluk sonrası dolaba geçti ve küçük bir valiz çıkardı. İçine birkaç parça eşya koyarken Yavuz hala onu izliyordu. “Aslı.” “Kızın gece çok ağladı. Korkmuş baya. Ona gitmeyeceğini öğretmen anlatman lazım. Hoş o bile pek emin olamamış gitmeyeceğine ki korkuyor.” “Ben, yani ikimiz biraz konuşalım mı?” Başını kaldırmayan kız komodinin gözünden de biraz eşya alıp valize tıktı. “Biz diye bir şey yok Tunalı. Sen var. Ben var. Biz yok. Konuşmak için bir süre planlarım arasında yok. Malum alıştım göt gibi kalıp sorularla cevabı olmayan düşüncelerle çırpınmaya. Biraz daha öyle yaşasam ölmem.” Hala valize bir şeyler tıkan kıza yaklaşan adam kolunu tuttu. Aslı, bağırmak dokunma demek istedi ama yapamadı çünkü Aslım uyuyordu. Kaşları öyle derin çatıldı öyle bir sinirle kocasına baktı ki Yavuz bir an korkmadı değildi. Yine de kızı çekip odadan çıkardığında ve koridorun sonundaki misafir odasına geçtiklerinde gelecek tokadı iyi biliyordu. Düşüncesinde şaşmadı da. Aslı onu şaşırtmadı. Kolunu kurtardığı an yanağına tokadı yapıştırıp “Sen kimsin lan kolumdan tutup beni çekiştiriyorsun. Hayırdır oğlum. Yürek mi yedin yanıma gelmeden önce. Neyin artistliği bu.” dediğinde ona başını yana eğip baktı. “Haklısın. Şu an ya da sonrasında ağzıma sıçsan da gık etmem. Ama önce dinleyip sonra yargılasan daha iyi değil mi? Ayrıca Aslım’la ilgilendiğin için teşekkür ederim. Sana karşı mahcubiyetim günden güne artıyor.” Aslı alayla güldü. Sağlam elini saçlarından geçirip geri iterken diğer sargılı eli belindeydi. “Tunalı, sen saf mısın saf ayağına mı yatıyorsun? Ya da dur ya tam olarak yapmaya çalıştığın beni delirtmek falan herhalde. Çünkü yaptıklarının başka bir açıklaması olamaz.” Adama bir adım daha yaklaştı. İşaret parmağını sallayıp tehditkar bir tonla homurdandı. Sesi sakin olsa da sözleri çığlıklardan daha büyüktü. “Bana bak. Bu evden beni odada bırakıp siktir oldun gittin mi? Gittin. Babama haftalarca yalan söylememe neden oldun mu? Oldun. Şu Hopa meydanında millet benim ardımdan konuştu alay etti laf etti mi senin yüzünden? Etti. Beş yıl boyunca sesin soluğun çıktı mı? Yok. Hadi yüzüme bakmaya utandın diyelim o bile şüpheli ya neyse. Telefon da mı yoktu. Çetin abiye Emre’ye ya da diğerlerine ulaşırken sesini duyururken yerini söylerken bana bir alo demek çok mu zordu? Evet. Senin için çok zordu.” “Arayamazdım. Telefonda anlatılacak bir şey değildi.” Başını sallayan kız alay etti yeniden. “Tabi ya. Giderken zordu. Dönmek için zordu. Aramak için zordu. En başından anlatmak için zordu. Ama geride kalan için her şey çok kolaydı. Mis gibi delirmeden durmayı becermek çok kolaydı. Ya da gelip seni bulup olduğun yerde bir tane sıkmamak efsane kolaydı. En kolayı neydi biliyor musun? Gelinliğimle girdiğim odada senin başkasından olma çocuğu avuttum uyuttum. Bana zorluktan, engelden ya da ne bilim hatadan bahsetme. Hele hele de Asiye nenem şu an bu durumdayken hiç sesini çıkarma. Zaten o bir toparlasın ilk işimiz ortak bir kararla anlaşmalı boşanmak olacak. Sen sağ ben selamet.” Arkasını dönen genç kız gitmek için kapıya dönüp bir adım atmıştı ki ne olduğunu anlamadan kapı kapandı ve sırtı kapının yüzeyine yaslandı. Önünde dikilen ve nefesi yüzüne vuran Yavuz’du. Mavileri alev almıştı. Sanki küçük mavi kıvılcımlar harelerinden taşıp ona değecek gibiydi. “İnatsın. Katır gibi inatçısın. Ama unutma laz kızı bende de o damardan var. Sen inatsan bende inadım. Sen deliysen benim de pek akıllı olduğum söylenemez. Eyvallah haklısın diyorum ses etmiyorum lafı gediğine koyup koyup ardını dönüp gidiyorsun ona da eyvallah diyorum ama kırk kere de ağzıma sıçsan, bin kere de laf soksan öyle ya da böyle konuşacağız. Ondan sonrasına o zaman bakarız. Anladın mı?” Ona inanamayan gözlerle bakan Aslı “Bak ya sanırsın Alen delon da sert erkek triplerine giriyor. Bas geri koçum alırım façanı aşağıya. Sen hayırdır ya. Ne bu haller edalar. En tiksindiğim şeydir şu cümleler ama sayende kuruyorum. Beni koynuna aldığın kurma bebeklerle karıştırma. Zeytin yağ gibi üste çıkıp ben bunu bastırırım diye de düşünme. O işleri en başından geçeceksin. Ben seni istersem dinlerim. Canım isterse keyfim ben ve kahyası tamam derse anlat derim. Ötesinde sittin sene kendini yırtsan bana tek kelime edemezsin. Şimdi çekil önümden.” dediğinde çatılmış kaşlarına harlanmış yeşilleri eşlik ediyordu. Göğsünden ittiği adam sayesinde biraz olsun kendine alan tanıdığında nefes aldı. O sırada Yavuz tam bir şey diyecekti ki çocuk ağlama sesi üst katı sardı. Dudağının ucunu kıvıran kız “Koş babası koş. Kızın ağlıyor. Başka babanın kızına kan kusturdun kendi kızına bari sahip çık” der demez odadan çıktı. Çantası odada olduğu için mecbur yeniden oraya girdi. Aslım yatağa oturmuş öyle bir ağlıyordu ki sanki etinden et kopuyordu. İçeri girdiği an ona gören küçük kız kollarını “Ablaaaa ben çok korktum” demeye başladı. Aslı ise aldığı derin nefesi bırakırken kızın yanına oturup saçlarını okşadı. Göz yaşını silip “Korkma güzelim hem bak baban da geldi. Seni bırakmadı yani” derken ağzının içinden “Pek güven olmaz ama” diye de eklemeyi unutmadı. Yavuz ise onu duymazdan gelip kızını kucağına aldı. Onun göğsüne başını koyna çocuk sakinleşirken Aslı çantasını aldı. Sırt çantasına da telefonunu falan koyup ağzını kapadığında boğuk bir ses “Abla senin adının ne? Burada mı yaşıyorsun?” deyiverdi. Bir anlık duraksama sonrası ona dönen kız başını yana eğip “Benim adım Aslı ve evet burada yaşıyordum ama artık kendi evime gideceğim” dedi. Gözleri ışıldayan çocuk “Aaa benim adım da Aslım. Aslı Aslım. Aynı gibi değil mi baba.” dediğinde babasına baktı. Onun Aslı’ya baktığını görünce yeniden “Dimi baba” dedi. “Evet kızım aynı gibi.” Küçük kıza gülümseyen Aslı “Bana müsaade küçük hanım. Kendine iyi bak” der demez hemen çantasını alıp odadan çıktı. Yavuz peşinden gitmek istedi ama kızı ile ilgilenmesi gerekiyordu. Zaten meraklı ufaklı hemen “Aslı abla kim baba? Senin kardeşin mi? Bana neden hiç onu anlatmadın?” diye sorular sormaya başlamıştı. Aslı, alt kata indiğinde Hatice onu bekliyordu. “Günaydın abla.” “Günaydın güzel kızım. Nasılsın? Dün akşam çok korkuttun bizi.” “İyiyim abla sağ ol. Hayriye Anneler kalktı mı?” “Hayriye Hanım mutfakta. Hilmi Beyim de dışarıda. Day başı gelmiş onunla konuşuyor. Sıkıntı çıkmış galiba.” Kaşları çatılan kız başını salladı ve “Tamam ablam.” dedi. Ardından kollarını açıp “Gel sarılalım. Ben gidiyorum çünkü” dediğinde kadının göz bebekleri büyüdü. “Etma kızım nereye gideceksin?” “Olmam gereken yere Hatice sultan. En başından belki de hiç çıkmamam gereken yere. Babamın evine gidiyorum. Evime.” Elini ağzına kapayan kadın “Hiii” diye tepki verirken kıza sarıldı. Ondan ayrıldığında valizini alan kız kapıya doğru ilerlemeden önce mutfağa geçti. Sessizlik büyük bir gürültü ile oradaydı. Masada oturmuş öylece elini yanağına yaslamış duran kadın akşamdan sabaha çökmüş gibiydi. Hafifçe öksürüp “Hayriye anne” diye seslendiğinde kadının başını kaldırdığını gördü. Kızarmış gözleri acıyla yoğrulmuştu. “Kızım” dedi boğukça. Utanıyordu onun gözlerine bakmaya ama dayanağı da o gibiydi. “Şey, ben gidiyorum. Habersiz çıkmak istemedim bu kapıdan.” Ayağa kalkan Hayriye telaşla “Ne gitmesi kızım etme gözünü seveyim” dese de fark edecek gibi değildi. Aslı uzatmadı. Gidip kadının elinden öptü. Sıkıca kucakladı. Akşam dedikleri yüzünden kalbi kırgındı ama ne diyebilirdi ki. Anneydi o ve eli tutup evladını atacak değildi. Ondan ayrıldığında “Hakkını helal et” demeyi ihmal etmedi. Kadın sadece ağlayabildi. Diğerlerine de sarıldı. Mutfaktan çıktığında Ayşe merdivenleri iniyordu. Onu görünce yorgunca gülümseyen kız kollarını açtı. Küçük kardeşi olarak gördüğü kız ona sarılırken “Yenge” dedi ama Aslı onu düzeltti. “Abla, Ayşe’m. Abla de bana. Yengelik sıfatı bana üç beş beden büyük geldi. Sırıttı üzerimde düzgün durmadı. Ama iki dünya bir araya gelip kıyamet de kopsa ablanım. Bu değişmez tamam mı?” Ayşe yutkundu. Çantaya bakınca “Gidiyorsun” dedi. Başını sallayan kız “Kalan eşyalarımı sen biliyorsun. Fırsat buldukça toplar mısın sonra uğrar alırım.” dediğinde dudak büken kız ağlamaya başladı. “Gitmesen olmaz mı?” “Kalmasam olmaz mı?” “Ama seni çok özlerim.” “Yarım saat uzaklıktayım kuzum. Çıkar gelirsin. Hatta kalırsın kız kıza takılırız. Film gecesi yapar kitap okuruz.” “Ama nenem kötü. O seni çok özler.” “Onun için gelirim. Ölmüyorum kız karalar bağlama sadece kendi evime gidiyorum.” “İlla gideceksin yani.” Başını salladı Aslı ve “Gideceğim” dedi. O sırada kapıdan giren Hilmi Bey “Hayrola kim nereye gidiyor?” deyip kaşları çatık baktı. Ayşe fırsat bu fırsat kızdan ayrılıp babasına koştu. Göbeğine sarılıp başını göğsüne yaslarken “Yengem gidiyor baba. Burada kalmayacakmış artık. Sen söylersen gitmez. Kal de ne olur” deyip bekledi. Başını sağa sola sallayan kız buruk bir şekilde gülümsedi. Yirmi iki yaşında kızdı ama hala on beşindeki Ayşe gibi istediği olmadığında babasına sığınıyordu. İnsanın arkasında babasının olması böyle bir şeydi işte. Yaşın kaç olursa olsun ona çocuklaşabilmek ondan medet ummak güvenli kolları ile ısınmaktı. Hilmi Bey iç çekti. Bir eli ile kızını sararken diğeri ile sakalını sıvazladı ve “Ben kızım ne derse ne yaparsa ardındayım.” dedi. O an Aslı anladı ki baba dediği bu adam ona engel olmayacaktı. Biliyordu içindeki ateşi ve sönmesi için izin veriyor zaman tanıyordu. Ayşe “Baba ama” dese de onu susturdu. “Aması yok kızım. Aslı yengen en doğrusu neyse onu yapıyor. Hem gitmek istiyorsa zorla tutamayız değil mi? Onun da nefes almaya başını dinlemeye hakkı var.” Dudak büken genç kız omuz silkip kollarını göğsünde kavuştururken Aslı adama sarıldı. Elini öptü. Sessizce teşekkür etti. Adamın ondan tek bir isteği vardı. Asiye Reis eve gelene kadar yanlarında olması. Çünkü yaşlı kadının vicdan azabından bu hale geldiğini artık daha net biliyordu. Evden çıkmadan önce ayakkabılarını giyerken Hilmi ona cebinden bir anahtar çıkardı. “Bunu al kızım.” “Bu ne baba?” “Arabanın anahtarı.” “Benim arabam yok ki.” “Bu sana Niyazi’den bir hediyeydi. Zorda kalırsa olur da bir gün gitmek isterse ona bunu ver. Benim kızım kendi yolunu bulur demişti. Anlaşılan Aslı’mız yolunu bulup belki de bize geri gelecek.” Garajı işaret etti. Aslında Aslı oradaki bir arabayı hep çok merak etmişti. Ada mavisi bir mini cuperdı. Çetin ara ara bakımını yaptırır bir tur atar gelirdi. Kaşları anahtara bakınca kalkan kız “Babam” diye fısıldadı. Hayriye Ayşe ve Hilmi kapının önünde dururken arabayı garajdan çıkaran Aslı kornaya bastı ve yola koyuldu. Değişik hissediyordu. Kolay mıydı beş yıl boyunca evim dediğin yerden gitmesi. Değildi. Hiç değildi hem de. Öğleye doğru hastanede doktorun karşısında duran aile üyeleri Asiye nene hakkında bilgi almak için bekliyordu. Aslı da oradaydı. Diğerlerinden bir adım gerideydi ama oradaydı. Doktor “Hastamız uyandı ama geçirdiği felç sonrası yüzünde elinde ve ayağında hasar kalmış durumda. Akşam üzeri normal odaya alacağız. Çok dikkat edilmesi gerekiyor. Stres sıkıntı sinir hastadan uzak olmalı. İkinci bir atakta kaybetme olasılığımız çok yüksek.” dedi. Ardından ekledi. “Bir de sürekli olarak bir isim söylemeye çalışıyor. Sayıklıyor daha doğrusu.” Çetin “Kim?” değince doktor hepsine bakıp “Aslı” dedi. Kaşlarını kaldıran genç kız ne diyeceğini bilemedi. Ne diyecekti ki zaten. On dakika sonra üzerinde steril hastane kıyafeti başında bone yoğun bakıma girdi. Yaşlı kadının yanına vardığında gördükleri ile içi cız etti. O koca gövdeli kadın sanki küçülmüştü. Ağzı hatırı sarılır bir şekilde sol yana kaymış sol eli hafif içe doğru bükülüp dirseğinden kıvrılmıştı. Aldığı soluğu bırakan kız “Nene, nenem benim” diye fısıldadığında gözlerini yarı kadar aralayan kadın boğuk ve anlaşılması güç bir şekilde “Aslı” dedi. O an hafif kapalı olmaya meyilli sol gözünden bir damla yaş süzüldü. Asiye Reis vicdan azabı çekiyordu. Onun acısını anlamak içinse gözlerine bakmak yeterliydi. Birkaç dakika boyunca orada kalan Aslı kadının göz yaşını sildi. İyi olacağına dair cümleler kurdu. Sonunda çıkması gerektiğinde “Gitme. Gitme kızım gitme.” diyen kadın zorlukla da olsa uykuya daldı. Çıktığında ise ona bakanlara karşın “Açık söyleyeyim işimiz zor. Sol tarafı oldukça fazla etkilemiş. Hala tam olarak ne halde olduğunun kendi de farkında değil ama konuşuyor. En azından çalışıyor diyelim.” dedi. Sonra mı? Asiye Reis önce normal odaya alındı. Üç gün daha kaldı. Sonrasında ambulans ile eve getirildi. Aslı bu süreçte sürekli hastane de yaşlı kadının yanındaydı. Bir onun elinden yemek yiyor onun sözünü dinleyip uyuyor ilaç içiyordu. Yavuz ise bu süreçte konuşmayı ertelemişti. Düzen bozulmuştu ve yeniden kurulana kadar bir çift yeşil gözün öfkeli harelerine tahammül edecek hak ettiği o ezilmeyi yaşayacaktı. Bu süreçte Aslım, evin az da olsa neşesi olma yolunda ilerliyordu. Çetin, ona karşı mesafeli olsa da çalışma odasına girip o çalışırken koltuğa oturarak sessizce beklediğinde sevimli sevimli gülümsediğinde ve “Sen benim canım amcammışsın. Babam öyle dedi biliyor musun. Aslında sen beni çok seviyormuşsun. Sadece babama kızmışsın. Kızma babama amca. Benim ondan başka kimsem yok. Annem gitmiş. Babam da giderse bana kim bakar ki. Üzüleyim mi ben? Ağlayayım mı? Kimsem olmasın sokakta aç mı kalayım? Kediler gibi ıslanayım mı?” değip gözlerini doldurarak kedi gibi baktığında adamı güldürmüş kollarını açıp sarılmasını beklemişti. Sarılınca da “Amca sen çok büyüksün” diyerek kıkırdayan kızla yüreğinin ucunda şefkat ateşi harlanı vermişti. Annesiz kanadı kırık bir kuştu Aslım ve öyle ya da böyle bu ailenin parçasıydı. Aslı bile ona merhamet etmişken kendi etmese adamlığa sığmazdı. Aslı, Tunalı evinden çıkmış şehre inmişti. Eve giderken markete uğramış ardından manavdan bir şey alıyordu ki arkasında duran Harun sert bir sesle ona seslendi. “Aslı. Kocan gelmiş. Başkasından peydahladığı çocukla üstelik. Sende baba evine dönmüşsün. Ne oldu? Yavuz geldi bir de torun getirdi sana o evde gerek kalmadı mı?” Göz deviren kız “Harun abi seni alakadar etmeyen konulara burnunu sokma. Benim de asabımı bozma. Var git yoluna deli damarımı attırma.” deyip poşete elma doldurmaya devam etti. Harun durmadı tabi. Sesi yükseldi. “Bana atar yapacağına kocana hesap sorsaydın. Koca çocukla çıkıp gelmiş. Kimden yaptı seni niye bıraktı anlattı mı? Hala onu savunuyorsun. Hiç mi gururun onurun yok senin kızım.” Elindeki poşeti kasanın üzerine atan kız geri döndü. “Sanane lan sanane. Karı gibi milletin dedikodusunu yapacağına yoluna gitsene sen. Sana giren çıkan ne he!” Etrafları az da olsa kalabalıklaşmıştı. Harun dik bir ifade ile kızın dibine kadar girip kolunu sertçe tutarken “Doğru konuş kızım alırım ayağımın altına. Kırdırma bacaklarını. Babanın hatırına susuyoruz ama bokunu çıkarma.” diyor kolunu tutup sarsıyordu. Aslı tam kasıklarına tekme atacaktı ki “Senin olmayan şerefini sikerim lan piç!” diye kükreyen ve saniyeler içinde kızın kolunu Harun’dan kurtarıp yere yıkan Yavuz Tunalı’dan başkası değildi. Adamın üzerine gazap gibi çöküp “Senin geçmişini sikerim lan puşt. Evli barklı kadının peşinden koştuğun yetmiyor bir de ulu orta dokunuyor musun? O dokunan elinin parmaklarını tek tek götüne sokarım senin oğlum.” diyor aynı zaman da yumruklarını atıyordu. Aslı, ayırsa da yoksa hiç ellemese de ikisi birbirini mi yese bilememişti. Öylece tezgahın önünde dikiliyordu. Dakikalar sonra elinde bir elma hem yiyip hem izlerken ayırmışlardı ikiliyi. Harun zor soluk alıyordu. Suratı çarşamba pazarından halliceydi. Yavuz ise kırmızı görmüş öküz gibiydi. Burnundan soluyor öfkeden mütevellit cüssesi daha da iri gözüküyordu. Çevrelerinde dikilen herkese bakıp “Bir daha Aslı’nın adını dedikodu malzemesi yapanı yakalarsam duyarsam Hopa meydanını ona mezar yaparım. Gittiysem hayatı ben ettim. Geldiysem özrümü de ben dilerim gerekeni de ben söylerim. Kalanını konuşmak kimsenin harcı da değil işi de. Duydunuz mu lan!” diye gürlediğinde gözlerini kısan Aslı dişlerini sıktı. Geri ona dönen adama bakarken dilinin ucuna gelen cümleleri yutmalı mıydı? Yoksa suratına suratına vurmalı mı?
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE