Güneş gözlerimi kamaştırırken kırpıştırarak açtım gözlerimi, camda perde olmadığı için güneş ışığı direk içeri giriyordu. Yan dönmeye çalışırken sırtım ve boynuma şiddetli bir sancı girdi, siktir.. yerde uyuyakalmıştım ve her yerim tutulmuştu. Yavaş ve dikkatli hareketlerle doğrulurken yüzümü buruşturdum ve saate baktım. 6’ya geliyordu, kalkıp etrafı toparladım biraz, daha sonra hazırlanıp üzerimi değiştirdim. Siyah bir tayt üzerine range rover mom ceketimi giyip siyah bir şapka taktım, sarı saçlarımı toplayıp sıkı bir at kuyruğu yapmıştım. Kapıyı açıp spor ayakkabılarımı giyerken karşı daireninde aynı anda kapısı açılmıştı, Bora ile göz göze geldiğimizde hızlıca çektim gözlerimi ondan. İkimizde birbirimizden pek haz etmiyorduk, tabi içimde onu beğenen bir taraf vardı ama bay ukala fazla sinirlerimi bozuyordu. Dünden kalan çöpleri alıp kattaki çöp kutusuna attım, merdivenlere yöneldiğimde tam arkamdan geliyordu. Otoparka indiğimizde arabamın yanında aynısından bir tane daha vardı, kaşlarım çatılırken plakaya bakmıştım. 34 BK 61 benimki ise 34 LAL 34 dü, ikiside son model bir porche du. Arabaların diğer yanında Volvo xc90 vardı. Anlaşılan lojmandaki askerler araba meraklısıydı. Bora arabamın yanındaki arabaya binerken şaşkınlığımı göz ardı edip bende kendi arabama bindim. Arabayı çalıştırıp hızla yanımdan gazlarken bende tam arkasındaydım, lojmanın güvenliğinden çıktığımızda Bora sağ tarafa ben ise sol tarafa gittim. Şimdi şaşırabilirdim, Bora bu arabayı nasıl alabilmişti? Sonuçta asker maaşıyla bunları alması biraz tuhaftı, insanları mesleklerine göre yargılama Lal. Koşu için büyük bir parka gelmiştim, birkaç kişide benimle birlikte koşuyordu. Kulaklığımı takıp ısındıktan sonra bir saat koştum, geri dönerken kahvaltı için bir şeyler almıştım. Market alışverişinide halledip eve döndüğümde mobilyacılar yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. İlk önce giyinme odamı temizleyip eşyalarımı yerleştirdim, siyah tonlarında kapakları camlı bir dolap yercih etmiştim. Giyinme odasının yerlerini halıfleks yaptırmıştım, giyinme odası bittikten sonra mutfağı hallettim. Daha sonra yatak odası banyolar ve en son çalışma odama geçmiştim. Hava neredeyse kararmak üzereydi kitaplarımı tek tek kitaplıklara yerleştirdikten sonra şovalemi ve resim malzemelerimide yerleştirdim. Bütün her şey bittikten sonra evin her tarafına en sevdiğim oda kokusunu sıkmıştım, işte şimdi kendi evimde hissediyordum. Sadece çamaşır makinasından çıkan perdelerin takılması kalmıştı ama merdiven bulmam gerekiyordu. Kime sorabilirdim? Kapıcı dairesi neredeydi acaba? Behzat albayı bu yüzden rahatsız etmem ayıp olacağı için alt kata indim, Gökçe’nin dairesi benim tam alt katımdı. Zili çalıp açması için beklerken tanımadığım bir adam açtı kapıyı, daha önce onu görmüş olabilir miydim? Uzun boylu iri yapılı bir adamdı, arkasından başka birisi daha gelirken sırıtıyordu.
“Merhaba, Lal hanım.. bir sorun mu var?” Beni nereden tanıyorlardı? İri yapılı olan ters ters bakış attı diğerine, elini kapı pervazına yaslayıp gözlerime baktı uzun uzun.
“Kusura bakmayın, ben Gökçe’ye bakmıştım ama sanırım daireleri karıştırdım.” Sonradan gelen biraz yavşak bir tipe benziyordu, onları gözüm bir yerden ısırıyordu ama çıkaramıyordum.
“Gökçe, Lal hanım seni soruyor.” Dedi izbandut olan, demek doğru yerdeydim. Gökçe elinde pizza dilimiyle ağzı dolu dolu geldi ve el salladı bana.
“Hoşgoldon, golsono pizza portisi var.” İzbandut ve yavşak onun bu haline kahkaha atarken izbandut sırtına sert sert vurdu. O kadar sert vurmuştu ki benim canım yanmıştı resmen. Gökçe sinirle dirseğini izbanduta geçirip pizzasını bana uzattı. Elimle onu durdururken gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıyordum.
“Teşekkürler ama tokum, merdiven bulmam gerekiyor ama kapıcı dairesi nerede bilmiyorum.” Gökçe lokmasını hızlı hızlı yutup saatine baktı.
“O bu saatte uyumuştur, neden lazım merdiven?” Yavşak ve izbandut içeri girmemişti, bizi dinliyorlardı.
“Şey, perdeleri asmam gerekiyordu.” Gökçe sinsi sinsi sırıtarak izbandut ve yavşağın sırtına vurdu birkaç kez.
“Merak etme, bizim sırıkların boyu sonunda bir işe yarayacak. Pizzaları alıp geliyorum, çay koy sen.” İzbandut ve yavşak itiraz ederek Gökçe’ye dönerken Gökçe gitmem için gözüyle işaret yaptı. Üst kata çıkıp çay makinasına çay koydum, birkaç dakika sonra zil çaldı ve kapıyı açtığımda Gökçe yanında dört sırıkla gelmişti. Birisini zaten tanıyordum, Oğuz.. taksici Oğuz. Diğerleriyle henüz tanışmamıştım ama onları nerede gördüğümü şimdi daha iyi hatırlamıştım. Emlakçı ile askeriyeye gittiğimiz gün, Bora’nın yanındalardı.
“Selam gaspçı, umarım çayın kaçak değildir.” Kaçak çay mı vardı? Oğuz dalga geçerek salona doğru ilerlerken diğerleri evi inceliyordu.
“Yuh, bizim evler bunun yanında harabe kalır. Ulan evde hava temizleme cihazı var ben ikinci elden vantilatör düşürdüm diye göbek atıyorum.” Gökçe gözlerini devirip konuşan yavşağı gösterdi.
“Bu Barış, namı diğer fırıldak. Yanındaki izbandut Baybars, bu küçük şirin oğlanda Ömercik. Oğuz’u söylememe gerek yok zaten, kendisiyle bizzat tanışmıştın.” Gökçe dalga geçerek salona girdi ve kendisini koltuklardan birisine attı. Diğerleride hiç çekinmeden sanki sık sık buraya geliyormuş gibi bir yerlere oturtmuşlardı. “Ev düne göre epey iyi görünüyor, bu tablolar nereden?” Duvardaki tablolara baktım, annemden gizli resim odasında yaptığım tablolardı. Salonuma müthiş bir hava katmıştı.
“Perdeler nerede biz bir an önce takmaya başlayalım.” Ömer içlerinde en tatlı ve şirin olanıydı. Perdeleri işaret ederken Gökçe kenardaki yastığı yan Baybars ve Barış’ın kafasına fırlatmıştı. Tek yastıkla iki kişiyi vurmayı nasıl başarmıştı hiçbir fikrim yoktu.
“Kalkın lan asın perdeleri, uykum geliyor.” Baybars ve Barış ayaklanırken Ömer salonun perdesini takmaya başlamıştı bile. Tek bir sandalyeye çıkmaları yetmişti, boylarının uzun olması avantajdı. Baybars ve Barış’a perdeleri gösterdikten sonra mutfağa gidip çayı demledim ve uzun zamandır tadını çokça merak ettiğim baklavaları tatlı tabağına koyup salona servis ettim. Hayatımda ilk defa evimde misafir ağırlıyordum ve bu çok tuhaftı. Elbette arkadaşlarım daha önce evime gelmişti ama onlar kendi işlerini kendileri hallediyordu. Çayları ikram ederken hepsi işlerini bitirmiş büyük bir iştahla baklavalara bakıyorlardı.
“Perde asılacağında her zaman çağırabilirsin gaspçı.” Dedi Baybars tatlılardan birini mideye indirirken. Barış Ömer’i dürterek güldü.
“Tabi muamele iyi lavuk hemen nasıl hızlı hızlı taktı perdeleri.” Ömer ile Barış kendi aralarında Baybars ile şakalaşırken Onlara ters ters bakıyordu.
“Bora üsteğmenide çağırdım, gelir birazdan.” Gökçe’ye baktım, demek Bora’ya üsteğmenim diyordu. Gözlemlediğim kadarıyla Bora hepsinin üstüydü. Sahi, hepsi bir ekip miydi? Yani birlikte mi çalışıyorlardı? Ben kafamda kendi kendime sorular üretirken zil çalmıştı, kimse umursamamıştı bile zili. Mecbur ben kalkmıştım kapıyı açmaya, Bora sabah giydiği kıyafetleri değiştirmişti. Çekiciliğini görmezden gelip hafifçe tebessüm ettim.
“Hoşgeldin.” Başıyla beni selamlarken ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi, salonu gösterip geçmesi için bekledim. Mutfaktan onun içinde tatlı ve çay alıp geri döndüğümde Bora ayakta durmuş Baybars ve Barış’ı azarlıyordu. Elimdeki tepsiyi Bora’ya uzatırken konuştuklarına kulak misafiri olmuştum.
“Birazdan sevkiyatın yapılacağı bölgeye gidin, sabaha kadar nöbetçisiniz.” Onları neyle cezalandırıyordu ki? Baybars ve Barış hemen onu onaylayıp kapıya ilerlerken Ömer’de çayının son yudumunu alış ayaklandı ve bana baktı.
“Tatlı için teşekkürler, iyi akşamlar.” Sanırım aralarında en nazik ve insancıl olan Ömer’di. O da diğerlerinin peşinden giderken Dördümüz kalmıştık geride, Bora çayını ve tatlısını alıp tekli koltuğa geçerken Oğuz ve Gökçe pek keyifliydi. Tepsiyi kenara bırakıp boş koltuklardan birisine geçerken biraz tuhaf hissediyordum, Bora Gökçe Oğuz ve ben. Aynı ortamda ne konuşabilirdik ki?
“Ee ne zaman başlıyorsun işe?” Anlaşılan burada konuşacak tek kişi Gökçe’ydi, Bora ve Oğuz pür dikkat beni izliyordu.
“Aslında birkaç gün daha izinliydim ama iznimi daha sonrası için saklamak istiyorum. Yarın iş başı yapmayı planlıyorum.” Çayımdan bir yudum aldım, Oğuz ve Gökçe iştahla tatlılarını yiyordu. Bora ise henüz hiçbir şeye dokunmamıştı.
“Yarın iş dönüşü yönetim binasına uğra o halde, giriş çıkış kartlarını alman gerek. Ayrıca aile bilgilerinide isterler, kolay bir şekilde giriş çıkış yapmaları için. Kimlik fotokopilerini almayı unutma.” Dedi Gökçe, yerimde huzursuzca kıpırdanırken Bora’nın gözleri benim üzerimdeydi.
“Gerek yok, iş dolayısıyla buraya gelmeleri çok zor.” Dedim kestirip atarak, konunun uzamasınu istemiyordum ama Gökçe uzatıcak gibiydi.
“Ne iş yapıyorlar ki?” Kendimi çapraz sorguda hissediyordum, bir an önce gitmelerini istiyordum.
“Birden çok iş yapıyorlar aslında, yurtdışında yaşadıkları için buraya gelmeye vakitleri pek kalmıyor.” Gökçe ve Oğuz’un aynı anda kaşları çatılmıştı, Oğuz oturuşunu dikleştirip bana baktı.
“Yanlış anlamazsan sana bir şey sormak istiyorum, neden yurtdışında doktor olmak yerine buraya devlet hastanesine geldin?” Oğuz’u ilk defa bu kadar çok konuşurken görmüştüm, etrafımdaki insanları düşündüm. Bazı arkadaşlarım hariç kimseyi sevmiyordum ki, dedem ve babaannemlede pek görüşmediğimiz için aramız soğuktu ama onlar babam ve annemle hiç benzemiyordu. Umursamaz görünmeye çalışarak omuz silktim.
“Çünkü ülkemi seviyorum, devlet hastanesinde ücretsiz bir şekilde insanlara yardım etmek istiyorum.” Bora sonunda tatlısından bir parça alıp yemişti, sabahtan beri istemsizce onu izliyordum.
“Bence büyük bir fedakarlık, ailenden ve arkadaşlarından ayrılmak zor olmuş olmalı.” Neden sürekli soru sorup duruyorlardı? Gerçekten sohbet etmek için konu mu arıyorlardı?
“Pek sayılmaz aslında, yurtdışında yaşarkende uzaktık.” Aynı evin içinde yaşayan yabancılardık, arkadaşlarımın neredeyse çoğu benimle anne ve babam yüzünden arkadaş olmaya çalışıyordu. Ünlü bir ressam ve ünlü bir iş adamının kızıyla yakın olmak herkesin hayaliydi sonuçta. Bora çayını bitirince ayaklanıp yenisini koymak için bardağına uzandım, kehribarları bir süre yeşillerimde oyalandıktan sonra bardağı elime temas ederek bıraktı. Eline dokunmak biraz tuhaf hissettirsede bozuntuya vermeden içeri mutfağa gittim. Çayı doldururken Gökçe elinde iki bardakla gelmişti, gülümseyerek bardakları tezgaha koydu.
“Özür dilerim, anlaşılan bu konuları konuşmayı pek sevmiyprsun. Ben sadece seni tanımaya çalışıyorum, sonuçta komşumuz oldun.” Umursamazca omuz silkip onların bardağınada çay doldurdum. Anlaşılan Behzat albay beni daha yakından tanımaları için onları görevlendirmişti, haklılık paylarıda vardı belki. Sonuçta buralarda yeniydim ve bir yabancıya güvenmemekte haklılardı. Onlar askerdi, kimsenin canını tehlikeye atamazlardı.
“Sorun değil, sadece buraya her şeye yeniden başlamaya geldim ve bana güvenebilirsiniz.” Gülümseyip omzuma dokundu.
“İtiraf etmem gerekirse.. sana en başından beri kanım kaynamıştı, bu pek olan bir şey değil.” Minik bir kahkaha atıp onlar gibi başımla selam verdim.
“Teveccühünüz Gökçe komutanım.” Gülümsemesi genişlerken bardaklardan ikisini alıp salona doğru ilerledi, benden Bora’nın bardağını alıp peşinden gittim. Bora ve Oğuz aralarında bir şeyler konuşuyordu, bardağı önündeki sehpaya bırakıp kendi yerime geçtim. Bir yerlerde telefonum çalıyordu, salonun içinden geliyordu. Oğuz yastığının arkasından çıkardığı telefonun ekranına bakıp bana uzattı.
“Liam Christopher” dedi kaşlarını çatarak, sertçe yutkundum. Onu adı ve soyadıyla kaydetmem hiç iyi olmamıştı, Liam’ı araştırırlarsa beni direk kapının önüne koyabilirlerdi. Eğer açmazsam daha çok dikkat çekeceği için uzattığı telefonu alıp açtım ve kulağıma götürdüm.
“Efendim.” Dedim soğuk bir sesle, hepsi beni dinliyordu. Normalde ayıp olmaması için kalkıp başka bir yere gitmeliydim ama şüphelenmemeleri için burada konuşucaktım.
“Bebeğim, nasılsın?” Yumruk yaptığım elime baktım, eklem kısımları bembeyaz olmuştu.
“İyiyim Liam, sen?” İlk defa ona karşılık nasıl olduğunu sormuştum belkide, sahi.. İtalyanca biliyorlar mıydı ki? Liam ve ailesi Sicilya’da yaşıyordu, oradaki en büyük uyuşturucu ticareti yapan ailelerden birisi onlardı. Liam’ın ailesinin yaptığı işleri duyduğumda onları şikayet etmek istedim ama polis bile onlara çalıştığı için elim kolum bağlanmıştı. Liam pek ailesinin işleriyle ilgilenmiyordu, o daha çok şirket ve boks ile ilgileniyordu.
“İnanamıyorum, nişanlım şu 4 yıllık ilişkimizde ilk kez nasıl olduğumu sordu. Sanırım seni sık sık tatile göndermeliyim.” Gözlerimi istemsizce devirip derin bir nefes almaya çalıştım.
“Bir şey söylemeyeceksen kapatıyorum, uykum var.” Kahkahası kulaklarımda yanlılanırken yüzümü buruşturdum, sabır dileniyprdum resmen.
“Tamam sevgilim, Tom balayı otelimizi ayarlıyor. Nereye gitmek istersin? İstersen herkesten uzak.. kimsenin bizi duyamayacağı bir yer olabilir, yada..” bütün kanımın çekildiğini hissederken aynı anda midemin bulandığını da hissediyordum, ben bunların hiçbirisini düşünmek bile istemiyordum. Şuan kendi hayatımla ilgili şeyler düşünmek istiyordum ama sevgili ailem beni onunla zorla nişanlayarak hayatımı mahvetmişti. Liam’ın ima ettiği şey.. bir kez daha iyi ki kaçmıştım onlardan.
“İstemiyorum Liam, böyle saçma sapan şeyler için rahatsız etme beni.” Telefonu suratına kapatıp derin nefesler almaya çalıştım ama olmuyordu. Hızlıca kendimi toparlayıp diğerlerine döndüm, Gökçe ve Oğuz bir şeyler konuşuyordu ama Bora hala beni izliyordu. Çay bardağımı alıp ayaklandım ve diğerlerine döndüm. “Çayımı tazeleyip geliyorum.” Hızlı adımlarla mutfağa geçip balkona çıktım, derin nefesler alıp az önce olanları unutmaya çalışıyordum. Midesiz herif sırf bu yüzden aramıştı beni, ben onunla evlenmeyi bile düşünemezken o balayı için yer seçtiriyordu bana. Elimi balkonun trabzanlarına koyup gökyüzüne baktım. “Geçti Lal, hepsini geride bıraktın.. artık yeni bir hayatın var.. annen yok, baban yok, nişanlın yok.. kimsen yok.” Gülümsedim, ben bu dünyaya en başında kimsesiz gelmiştim zaten. İçeridekileri daha fazla bekletmemek için çayımı doldurup salona geçtim ama hepsi ayaklanmıştı. Gökçe kollarını açıp bana sarılırken şaşkınca ellerim havada kalmıştı, ilk kez birisi bana kimliğimden dolayı değil ben olduğum için sarılıyordu belkide. Havada kalan elimin birisini sırtına koydum.
“Her şey için teşekkürler canım, bir şey lazım olursa evimi biliyorsun.” Benden ayrıldıktan sonra telefonumu eline aldı, yüzümü okutup bir şeyler yaptı ve kendi telefonunu çaldırıp geri uzattı. “Artık numaramda var, arayabilirsin.” Gülümsedim, bu yapmacık bir gülümsemeden çok uzaktı ve ben yıllar sonra bu kadar çok içten gülümsüyordum. Gökçe’den ayrılıp Oğuz ve Bora’ya baktım, ikiside başıyla selam verdiler.
“İyi akşamlar gaspçı, tatlı için teşekkürler.” Oğuz ayakkabılarını giyerken Gökçe’de onun peşinden çıkmıştı.
“Rica ederim korsan taksi.” Oğuz belli belirsiz gülerken Gökçe ile ikisi merdivenlerden inmeye başladı. Bora yanımdan geçerek ayakkabılarını giydi ve kehribarlarını yeşillerime dikti.
“İyi akşamlar.” Başımla onu onayladım, bu gece buraya gelmesi beni şaşırtmıştı açıkçası.
“İyi akşamlar.” Anahtarını çıkarıp karşı dairenin kapısını açtı ve içeri girdi. Hala neyi bekliyordum ki? Kapıyı kapatmam gerekiyordu. Eve girip kapıyı kapatmadan önce son kez baktı ve ondan önce davranıp kapıyı kapattım. Bu adamda karşı koyamadığım bir çekim gücü vardı ve ben ilk defa böyle bir şey yaşıyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Adamın sevgilisi var Lal, dün evinden birlikte çıktılar. Alnıma vurup derin bir nefes almaya çalıştım. “Kendi gel bir an önce.” Evi son kez topladıktan sonra duşa girip kendimi yeni yatağıma attım, günün yorgunluğundan uykuya dalmam çok uzun sürmemişti.